|

Doç. Dr. Zeynep Dağı: Kadın olgusu hiç bu kadar sömürülmemişti

Uluslararası ilişkiler uzmanı Doç. Dr. Zeynep Dağı: “Türkiye siyasetinde kadın bir çatışma nesnesine, politik bir araca dönüşüyor. Son mitinglere bakıldığında da, 'kriz'in kadınlar üzerinden tezgahlandığı açık bir şekilde görülmektedir. Çağdaşlık iddiası taşıyanlar için de bir süstür kadın” diyor

Mehmet Gündem
00:00 - 21/05/2007 Pazartesi
Güncelleme: 01:07 - 21/05/2007 Pazartesi
Yeni Şafak
Doç. Dr. Zeynep Dağı: Kadın olgusu hiç bu kadar sö
Doç. Dr. Zeynep Dağı: Kadın olgusu hiç bu kadar sö

Ultra hipnozdan uyanma vakti

Türkiye, tarihinin kritik kararlarından birini daha vermek üzere. Ya evrene açık demokrasi diyecek ya da içe kapanmacı ulusal ideolojiye mahkum olacak. Tek tip insan, yok olmuş hayat tarzları, kıvamı kaçmış yaşamlar, iddiasız ve öykünmeci kalabalıklar, 70 sente muhtaç günler… Derinden derine sürüp giden iktidar çatışması son aylarda iyice yüzeye vurdu. Bu tür durumlarda kural dışı bir yol olarak sıkça başvurulan "Devlet elden gidiyor", "rejim tehlike altında", "çağdaş yaşam tarzımızı tehdit

ediyorlar" türü sahicilikten uzak argümanlar yine devrede. Hedef o ki, böylelikle bir kere daha korkuyla hizaya gelecek siyaset ve toplumsal kimlik kazanamamış kalabalıklar. Eski tarz hükmetmeler, eski söylemler, eski ilişkiler devam edecek… Ne var ki, bu sefer işler çok farklı. Asırlık yalana inanmıyor gözü açılmış kitleler. Herkes uyanacak bu ultra ulusal hipnozdan. Çoğu uyandı, azı da uyanmak üzere...

Bu haftaki konuğum uluslararası ilişkiler uzmanı Doç. Dr. Zeynep Dağı uyandırma söylemini benimseyenlerden.


Kadın olgusu siyasette yeniden ön saflara doğru sürülüyor. Mitinglerin ardından vekil listelerinde de kadınını adı var. Türk siyasetinde kadın nasıl algılanıyor?

Kadın ya da erkek, bir birey ve siyasetin ana malzemesi olarak elbette başlı başına bir 'değer'dir. Ancak, Türkiye siyasetinde kadın bir çatışma nesnesine, politik bir araca dönüşüyor.

Olmazsa olmaz bir değerden öte bir araç…

Bunun nedeni ise fetişize edilen ve dayatılan çağdaşlık şablonunun kendisi. Türkiye'de toplumu dar kalıplara mahkum eden ve şekilsel şartlar üzerinden toplumu dizayn edip, kutuplaştıran bir çağdaşlık söylemi var. Bu söylemde kadın kamusal alanda ancak belli şekil şartlarını yerine getirerek var olabilir. 'Öz'e ilişkin, bireye ilişkin ve hatta yaşadığımız çağın demokratik kültürüne ilişkin bir kaygı yok bu anlayışta. Kadın, çağdaşlık iddiası taşıyanlar için de bir süs. Belli bir şekilsellik içinde vitrine taşınmakla işlevini tamamlıyor. Partilerin daha çağdaş bir imaj yaratmasında kadınlar birey olarak katkılarıyla değil, kadın göreselliğinin sağladığı sahte bir çağdaşlıkla 'politik bir değer'e dönüşmektedir. Kadın hakları savunucularının kadının siyasette vitrine indirgenen görselliğinden rahatsız olmamaları da şaşırtıcı.

Cumhuriyet ya da solda birlik mitinglerinde ortaya çıkan kadın olgusu ve kadın misyonu ne tür bir siyasetin ipuçlarını veriyor?

Cumhuriyet mitingleri toplumsal düzeyde 'çağdaşlık' dayatmasının sonuçlarının en somut yansıdığı platformlar oldu. Toplumsal mühendisliğin kadına giydirdiği çağdaşlık modeli sonucu, kendisi gibi düşünmeyen ama özellikle de kendisi gibi giyinmeyen kadınlara, kadınların öfkesini, hatta nefretini gördük bu mitinglerde.

Kendi yaşam biçimini dayatma mı?

Kendi yaşam biçimini savunmak adına başkasının yaşam biçimine saldırmayı, hatta onların yaşam biçimini, giyim tarzını devlet gücüyle yoketmeyi meşru gören bir anlayış ne çağdaş, ne demokratik, ne de etiktir. Kadınlar, yürüyüşe geçen faşizmin mayın temizleyicileri olarak öne sürülmeyi kabul etmemelidir. Farklılıklarımıza saygı göstermeden birarada yaşayamayız. Giderek birbirine karışan ve karmaşıklaşan bir dünyada 'tek tip' yaşam ve 'tek tip' giyinme modelleri yok. Moda bile öyle değil mi? Afrika'dan, Hindistan'a ve Japonya'ya uzanan esintilerde, çoğulculuğun ve de farklılığın güzellikleri yansıyor.

KADIN ÜZERİNDEN KUTUPLAŞMA ÜRETİLİYOR

Bu süreçte "laik kadın" ile "başörtülü kadın" profilleri üzerinden yeni bir semboller ve değerler çatışmasına doğru mu sürükleniyoruz?

Evet, kadını niteleyen semboller üzerinden toplum kutuplara ayrıştırılıyor. Buna öncelikle kadınların dur demesi gerekir. Kadınlara karşı ayrımcılığın sona erdirilmesini savunanlar, dönüp bazı kadınlara cüzzamlı muamelesi yapıyorlar.

İlke olarak soruyorum, kadın erkek eşitliğini savunan, ikinci sınıf muameleye karşı çıkan kadınlar, başörtülü kadınlara ikinci sınıf kadın muamelesini nasıl yapabilirler?

Sorun, kadın haklarını mı savunmak, yoksa elde edilen bazı mezvileri mi? Bu konuda net ve dürüst olmak lazım. Değerler çatışması pespektifinden değerler buluşması anlayışına geçmek gerek. Ve kadınlar bunu başarabilir. Bunun için de şekilselliklere takılmadan birbirleriyle konuşmaları, dertleşmeleri gerekiyor. Paylaşılan değerler, kaygılar sanıldığından da çok. Aksine biz son zamanlarda, vatan, bayrak, din gibi çok merkezi toplumsal değerleri bile kutuplaşma aracı haline getiriyoruz. Muhafazakar bir yaşam tarzına sahip olsalar da, bu ülkede yaşayan insanların, devleti ve toplumu ile barışık olduğuna dikkat edelim. Çocuğunu şehit veren ailelerin profillerine bakıldığında, onlardaki 'tevekkül' ve vatanlarına olan sevgiyi görmemek için kör olmak gerekir. Şehit çocuğunu bayrağa sarmalayıp toprağa veren başörtülü bir ananın üzerine bayrak sopaları sallamak kadın ruhunu incitmeli. Kadınlar değilse, kim empati kurabilecek birbirleriyle?

KARŞITLIKLAR BU ORTAMDA NEFRETE DÖNÜŞEBİLİR

Evet ama yatırım yapılan kadının kutuplaşma potansiyeli şu anda…

Kadın olgusu hiç bir dönemde cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde olduğu kadar siyasallaştırılmamış, sömürülmemiştir. Cumhurbaşkanı olacak kişiyi donanımları, kişiliği, olası katkıları ekseninde bir birey olarak tartışmak yerine, eşinin başının açık olup olmadığına göre belirlemeye ve kriterler dayatmaya çalıştık. Son mitinglere bakıldığında da, 'kriz'in kadınlar üzerinden tezgahlandığı açık bir şekilde görülmektedir. Semboller üzerinden ayrıştırılmaya çalışılan kadınlar, hemcinslerini karşı kutbun bir üyesi ve yaşam adacıklarına karşı 'tehdit' olarak algılanmaya şartlandırılmaktadır. Karşılıklı olarak 'empati'nin gelişmesine engel olan bu kutuplaşma, ideolojik kışkırtmalarla rahatlıkla nefrete dönüşebilmektedir. Kadınların akıldışı bir sembolizm üzerinden kutuplaşması toplumsal barışın önünde en büyük engel olacaktır...


Bu aşılabilir bir durum mu?

Mümkündür. Kadın, iç içe geçmiş ve derinlemesine içselleştirilmiş çoğul kimlikler taşır. Kamusal kimliklerinin yanında annedir, eştir, teyzedir. Toplumdaki farklı kimlik katmanlarını, rol paylaşımlarını bizzat kendi yaşamında görebilir. Farklılıkların ötesine geçip yaşamın özüne ilişkin paylaşılanlara odaklanabilir. Böylece kadın, ayrıştıran bir sembol olmak yerine toplumsal barışın inşasını üstlenebilir. Bunun için de kadınların görünümleri nasıl olursa olsun kendi aralarında dışlayıcı değil, kapsayıcı bir 'barış dili' geliştirmeleri gerekir. Bizzat kadınların 'özgürlükleri' geniş yorumlaması, demokratikleşmeye, tersi ise baskıcı modellere hizmet edecektir. Kadının çoğul kimliğini ve enerjisinin çatışma için değil, toplumsal barış için kullanması kadın üzerinden yürütülen yeni militer projeyi çökertecektir.

Militer söylemlerin kalabalıklar ve kadın üzerinden toplumsallaşma riski nedir?

Bunun sınırlı kalacağını düşünüyorum. Ama şu bir gerçek ki birileri korkular üzerinden siyaset yapıyor. Ne sosyolojik, ne de siyasal bir zemini var bu korku siyasetinin. Kasım 2006'da yayınlanan TESEV raporunda Türkiye'de şeriat isteyenlerin oranı % 9, laikliğin tehlikede olduğunu söyleyenlerin oranı da % 22. Toplumun onda birinin tercihinin ve onda ikisinin korkusunun tüm Türkiye'yi esir almasına, geleceğini karartmasına toplum izin vermez. Aksi, bir akıl tutulmasıdır.

Mitingciler "Ne şeriat ne darbe" diyorlar…

'Ne şeriat, ne darbe' söyleminin de içi boş. Olmayan bir durumdan bir darbe peydah etmeye çalışmak en hafif ifadeyle sorumsuzluktur. Siyaseti de, kadın siyasetini de reel sorunlar üzerinden yapmalıyız, nefret ve şiddete dönüşebilecek korkular üzerinden değil.

İÇERİDEKİ KAVGALAR DIŞ AKTÖRLERİ GÜÇLENDİRİR

Türkiye dünyadan kopuyor gibi. 367 dayatması, e-muhtıra ve mitinglerin dış politikada ne gibi yansımaları oldu?

Öncelikle AB sürecinin iyice çıkmaza girme ihtimali var, eğer birileri bu istikrarsızlaştırma projesine devam etmeye kalkışırsa. Şimdiden büyük bir hasar oluştu. AB'de Türkiye karşıtlarının eline büyük bir fırsat verilmiştir.

Nedir o fırsat?

Türkiye demokrasisinin kurumsallaşamadığı, hukuk devletinin işlemediği ve sivil-asker ilişkisinin AB standartlarının çok gerisinde olduğu görüntüsü verilmiştir. Türkiye'nin kurumları ve demokrasisi zarar görmüştür ve bu AB sürecinde önümüze konulacaktır. ABD ile ilişkilerde Türkiye'nin eli zayıflamıştır. Amerikan yönetimi demokratik veya anti-demokratik güçlerin arkasında durma karşılığında pazarlık marjını arttırmıştır. İç ayrışma ve gerginlik Amerika'nın Türkiye'deki isteklerini arttırmıştır. Ekonomide daralma, turizmde iptaller, yabancı sermaye girişinin yavaşlaması gibi etkileri de hesaba katmak gerek. Kendi halkıyla ve tüm dünyayla kavgalı bir görüntü vermeyi Türkiye ekonomisi de, toplumu da, siyaseti de kaldıramaz. Bu yöndeki toplum ve siyaset mühendisliğine umarım fırsat verilmez.

Kendi halkıyla ve dünyayla kavgalı bir ülke görüntüsü bize ne kazandırabilir ki?

Sadece kaos ve yıkım. Unutulmasın, bu süreçte yaşanabilecekler, kavganın rantı ile geçinmek isteyenleri bile aç bırakır. Ekonomik bir yıkım ve toplumsal, etnik çatışmalar kadar doğrudan bir dış müdahale de öngörülebilir ihtimaller arasındadır.



Türkiye AB vizyonundan kopar mı bu süreçte?

Bu, sürecin nasıl evrileceğine bağlı. Türkiye 22 Temmuz seçimlerinde AB üyeliği hedefini daha kararlılıkla sürdürecek, bunun gereklerini stratejik bir vizyonla yerine getirecek iktidar çıkarabilirse yoluna devam eder.

Aksi olursa?

İçe kapanmacı, reaksiyoner, AB karşıtı ve anti-reformist bir parti iktidara gelirse, böyle bir Türkiye kaosa mahkum. Bu durumda Türkiye'deki AB karşıtları ve Avrupa'daki Türkiye karşıtları oturup bir ayrıcalıklı ortaklık formülü geliştirebilirler. Avrupa'da Merkel ile Sarkozy, Türkiye'de de Baykal ve Bahçeli buna çoktan razı görülüyorlar. Böylece Türkiye karşıtı Avrupalılar Türkiye'nin ekonomisi, nüfusu, kültürü ve dinamizmiyle Avrupa'yı yeniden şekillendirecek bir güç olması ihtimalinden kurtulacaklar. Türkiye'deki AB karşıtları da daha az demokrasi, daha az insan hakları, daha az hukuk ve daha az refahla mutlu olacaklar, çünkü kendi güçleri ve çıkarları tahkim edilmiş olacak.

Bu ihtimal ne kadar olası?

Her şeye rağmen fazla güçlü bulmuyorum. Türkiye'nin içe kapanma lüksü bulunmuyor. Bunu bürokrasi anlamasa da 22 Temmuz'da hakemliğine başvurulacak nihai karar verici biliyor. AB'den kopan bir Türkiye'de milli iradenin hükmünü icra edemeyeceğini, bürokrasinin demokrasiye izin vermeyeceğini, Ankara'nın rant ve imtiyaz dağıtma batağı olacağını, ülkenin iç ve dış düşmanlar söyleminden bir türlü kurtulamayacağını biliyor. Tabandan gelen yeni modernleşme dalgası dünya ile bütünleşme sürecine devam edecek, çünkü tabanın refahı da, özgürlüğü de, güvenliği de buna bağlı görünüyor. Söz milletinse, milletin sağduyusunun şaşmadığı görüldü 1950'den beri.


AB süreci devam ederken ve bölge yeniden yapılanırken, Türkiye'nin kendi korkularına tutsak olup 'iç'e kapanmasının büyük maliyeti ne olur?

Bölgenin yeniden yapılandığı ve geleceğinin öngörülemediği bir süreçte içe kapanmanın maliyeti tahminlerimizden yüksek olur. Küresel dinamiklerin dışında kalmamız, Türkiye'yi yarıştan koparır, ekonomiyi daraltır, ülkeyi küçültür. Bölgenin yeniden yapılandığı bir dönemde enerjisini, pompalanan toplumsal gerginliklere harcaması Türkiye'yi bölgesel siyasette de etkisizleştirecektir. Hatta kendi halkıyla kavgalı, hayali iç düşmanlarla akıldışı bir çatışmaya sürüklenen bir Türkiye bölgeye ve dünyaya sorun ihraç eden bir ülke durumuna gelir.



Mitinglerin iki yüzü var, biri meydandaki coşku, diğeri de meçhul miting heyeti. Sahnenin arkasından farklı sesler geliyor. Siz meydanda ve kürsü arkasında ne görüyor sunuz?

Kürsüde biraz 'Organize İşler Bunlar' şarkısını duyar gibi oluyorum. Meydanları dolduranlar ise elbette demokratik haklarını kullandılar. Kürsü gerisinde yürütülen proje ile meydanlardaki kalabalıkların amaçlarının ve dillerinin tümüyle örtüştüğünü söylemek güç. Kürsüde söylenenler ve organize pankartlarda mitinglere nasyonal-sosyalist bir dil damgasını vurdu. Şekilsel olarak Batılı gibi görünen çevrelerdeki Batı, AB karşıtlığı ve çatışmacı bir dünya algısı da oldukça düşündürücü.




17 yıl önce