Yargı konusu Türkiye'de eskiden beri tartışılıyor. Yargıda çoklu bir yapı var. Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi var. Ayrı yargılar, ayrı yargılama usulleri ve ayrı mevzuatlar, Türkiye'de iki ayrı yargı, iki ayrı devlet varmış görüntüsü veriyor. Bu algı ve bu görüntü yanlış. Yargıda, yargılama usulünde ve diğer mevzuatta eşitlik ve teklik şarttır. AK Parti'nin komisyon üyeleri, yargıdaki çok başlılığa son veren ve yargı birliğini temin edecek önerisini komisyona sundu. Buna göre sadece Temyiz Mahkemesi olacak. Diğer temyiz mahkemeleri kaldırılmaktadır. Alt derece mahkemelerindeki ayrılığa da son verilmektedir. HSYK ve Anayasa Mahkemesi'ne üye seçimi daha demokratik hale getirilmektedir.
Başbakanımız, uzun tutukluluk konusundaki eleştirisini sadece son açıklamasında değil başka açıklamalarında da dile getirdi. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un iddianamede terör örgütü üyesi olarak gösterilmesinin yanlışlığını defalarca vurguladı. Başbuğ'un iddianamede nitelendirilme şekli açık bir özensizlik örneğidir. Örneğin iddianamede bir isim geçiyor, o kişi; sanık mı değil, zanlı mı değil, mağdur mu, o da değil ama iddianamede ismi geçiyor. Bunlar olmaması gereken şeyler. İddianame düzenlenirken, savcıların daha dikkatli ve özenli davranması lazımdır.
Hukukumuzda esas olan, tutuksuz yargılamadır, tutuklu yargılama istisnadır. Tutuklu yargılamaya mümkün olduğunca az başvurulsun diye ilk defa iktidarımız döneminde adli kontrol uygulamasını getirdik. Üçüncü yargı paketiyle de adli kontrol uygulamasındaki sınırlamayı kaldırdık. Şimdi hakimler veya mahkemeler, tutuklamayı gerektiren haller de tutuklama yerine adli kontrol tedbirine başvurma imkanına da sahipler. Bu imkanı kullanabilirler.
Bu, tamamen mahkeme veya hakimin takdirindedir. Bizim hukukumuzda tutukluluk istisnadır. Esas olan serbest yargılamadır. Ama maalesef bizde bazı davalarla ilgili olarak tutukluluk esas, serbest yargılama istisna olmuştur.
Kabul edelim Türkiye'nin bir anayasa sorunu var. 1982 Anayasası yürürlüğe girdiği günden bugüne de bu sorun herkes tarafından yüksek sesle dile getirildi, taslaklar hazırlandı. Aradan geçen 31 yıla rağmen 1982 Anayasasından kurtulmayı başaramamış olmamız, bizim 'yeni anayasayı yapamama' gibi bir sorunumuzun varlığını da göstermektedir. Bu konuda samimiyiz ve milletimize sözümüz var. Biz 2007 seçimlerinde de yeni anayasa hedefimizi açıkladık. Hatta Sayın Ergun Özbudun başkanlığında bir bilim kuruluna bir taslak da hazırlattık. Bu kamuoyunda tartışıldı. Tartışılan bu taslağı 1 Nisan 2008'de kamuoyuna açıklayacaktık ki, 14 Mart'ta kapatma davası geldi. Ben şunu düşünüyorum.
AK Parti'nin anayasa çalışması olmasaydı, kapatma davası açılabilir miydi diye. Bana kalırsa, kapatma davası yeni anayasanın önünü kesmek için yapılmış bir refleks, ortaya atılmış bir adım gibi gözüküyor.
Uzlaşma komisyonunda partiler, masadan ilk ben kalkan olmayayım diye oturursa elbette samimi olmaz. Ama biz uzlaşarak yeni anayasayı mutlaka yapmalıyız diye çalışılması lazımdır. Uzlaşma komisyonunun bu niyetle kurulduğunu ve çalıştığını biliyoruz. Ama komisyon, yeni anayasayı hazırlamak için kendisine bir yıllık görev süresi biçmiş ve 31 Aralık 2012'de yeni anayasa önerisini tamamlayacağını karara bağlamış olmasına rağmen, kendi öngördüğü sürede hedefinin % 50'sini dahi gerçekleştiremedi.
Evet. Komisyon üç ay daha çalışacak. Beklentimiz bu üç aylık ek sürede yeni anayasa taslağının tamamlanmasıdır.
Bir defa her çalışmanın başarısı için bir süresinin ve takviminin olması şarttır. Anayasa Uzlaşma Komisyonu bu süreyi ve takvimi, daha çalışmasının başında, oy birliği ile belirledi ve 31 Aralık 2012'de çalışmasını bitireceğini karara bağladı. Maalesef komisyon, kendi kararındaki sürede neticeye ulaşamadı. TBMM ve Komisyon Başkanı Sayın Çiçek'in girişimi sonucu komisyona ilave üç aylık süre görev uzatımı yapıldı. Bu sürede Martın sonunda doluyor. Komisyonun süresiz olması veya makul bir süre diyerek çalışmasını sürdürmesi, halk deyimiyle ipe un sermek anlamını taşır ve netice almak zorlaşır. Biz halkı oyalamak için değil, yeni anayasayı yapmak için elimizdeki imkanı kullanmalıyız. 2014 ve 2015 seçim yılları. Elimizde 2013 var. Komisyon çalışmasını bitirecek, kamuoyu bunu tartışacak, Anayasa Komisyonu ve Meclis Genel Kurulu görüşüp kabul edecek ve arkasından halkoylamasıyla yürürlüğe girecek. Bütün bunların yapılması zamana ihtiyaç gösteriyor ve bizim de bu zamanı israf etmeden verimli kullanma mecburiyetimiz var. Bütün bu gerçekleri dikkate alarak Mart vurgusu yapılmaktadır
Çok önemli bir soru sordunuz. Çünkü kamuoyunda Yozgat, Kayseri, Sivas, Trabzon, Rize yani İç Anadolu ve Karadeniz'in Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'ne olumsuz baktığı algısı var. Oysa bu büyük bir önyargı. Ve çözüm istemeyenler tarafından propaganda malzemesi olarak kullanılıyor. Bizim elimizde araştırmalar var. Bu bölgeler çözüm sürecine en çok destek veren bölgelerin başında geliyor. Size bir anımı anlatayım.
Bu açılımın başladığı ilk günlerde Yozgat'ta bir sohbet ortamında konu tartışılıyor. Yanıma 30-40 yaşlarında biri geldi. 'Tayyip Baba sakın bu projeden vazgeçmesin. Bu sorunu çözerse Tayyip Baba çözer' dedi. Neden böyle düşünüyorsun diye biri sorunca dedi ki: 'Evliyim. Uzunca zaman çocuğumuz olmadı. On yıl sonra kısa bir süre önce oğlum oldu. O askere gitmeden bu sorun bitsin istiyorum. Bu sorunu da ancak Tayyip Baba çözer.' dedi. Kimse merak etmesin Türkiye'nin Orta Anadolu'su da, Karadeniz'i de, diğer bölgeleri de çözüm istiyor ve bu süreci destekliyorYaptığımız araştırmalarda toplumun kahir ekseriyeti, Türkiye'nin 81 ilinde de bu sorun çözülsün diyor.
MHP etnik milliyetçilik yapan parti. Bu sürece destek vermiyor. MHP, Milli birlik güçlensin, kardeşliğimiz perçinlensin, kan dursun, terör bitsin diyenleri, hainlikle, işbirlikçilikle, bölücülükle, terörün ekmeğine yağ sürmekle suçlamaya devam ediyor. MHP, çözüme dair ortaya herhangi bir öneri de koymuş değildir. MHP'nin bu tavrı ideolojik bir saplantının sonucudur.
CHP Genel Başkanı 'biz kredi açıyoruz' dedi. Kredi açmak destek demek değildir. Eskiden seçim olunca muhalefet liderleri iktidara gelen partiye, kredi veriyorum, bir yıl veya bir buçuk yıl kredi açıyorum derdi. Bunun anlamı, muhalefetin iktidarı desteklemesi değil, eleştiri hakkını belli bir seviyede tutmasıdır. Eğer CHP gerçekten destekliyorsa, 'Biz bu süreçte hükümeti destekliyoruz. Onun attığı adımları destekliyoruz. Hatta biz de şu şu adımları öneriyoruz.' demesi gerekirdi. Gerçek destek budur. Ayrıca Sayın Kılıçdaroğlu ve parti yönetimi, ayrı açıklamalar yapıyor, Genel Kurul'da grup sözcüleri ayrı açıklamalar yapıyor. Bu açıklamalar, CHP'nin kredisinin ne anlama geldiğini de gösteriyor?
BDP genel olarak sürece olumlu baktığını söylüyor. Ama yaptıkları konuşmalar ise bu olumlu iklimin olumsuz etkilenmesine yol açıyor. Ahmet Türk'ün Diyarbakır'da yaptığı konuşma gibi, daha pekçok milletvekilinin konuşma ve yaklaşımının sürecin olumlu seyrine katkı sağlamadığı, hatta olumsuz etkilediği çok açıktır. Bence çok konuşmak yerine, bu sürecin doğurduğu olumlu iklimden yararlanmak gerekiyor. Kimsenin kimseyi ikna etmesine gerek yok. Eğer süreç iyi yürür ve ilerlerse; sürecin kendisi herkesi ikna eder. Sürecin sorunsuz ilerlemesi çözümün en güçlü anahtarı olacaktır.
Hayır. Böyle bir şey yok. Bunu söylemek, büyük bir çarpıtmadır. Eğer Komisyon, Başkanlık Sistemi dışında kalan bütün maddeler de uzlaşır da yeni anayasanın önünde sadece bizim Başkanlık Sistemi önerimiz engel olarak durur, biz de Başkanlık Sistemi olmazsa yeni anayasada yokuz dersek, işte o zaman Başkanlık Sistemi yeni anayasa yapımını engelledi denirse haklı olunur. Böyle bir şey yok.
Evet. Önceliğimiz yeni anayasa. Ama içinde Başkanlık Sistemi de olan bir anayasa. Ama AUK, Başkanlık Sistemi hariç anayasanın diğer bütün maddeleri üzerinde mutabakat sağlarsa, biz Başkanlık Sisteminde ısrar ederek yeni anayasanın yapılmasını engellemeyiz. Esasında arkadaşlarımız komisyonda bu görüşümüzü de paylaştılar. Burada önemli olan, yeni anayasayı ancak darbeciler yapabilir, siviller yapamaz anlayışını yıkıp, darbe sözleşmesi 12 Eylül anayasasını kaldırıp yerine milletin temsilcilerinin uzlaşmayla yaptığı yeni anayasayı yapmaktır. Esasında yapılan yeni anayasa, eski Türkiye'nin son anayasasıdır, yeni Türkiye'nin ilk anayasası değildir. Bu anayasa, yeni Türkiye'nin yolunu açacaktır. Yeni Türkiye'nin ilk anayasasının daha demokratik ve sivil bir ülkede yapılacağı muhakkaktır.
Dileğimiz, Mart sonuna kadar milletimizin isteği doğrultusunda komisyonun üzerinde uzlaşılan bir yeni anayasa önerisini milletimizin önüne koymasıdır. Aradan geçen bir yılı aşkın sürede alınan mesafe bizi memnun etmemiştir. Henüz, ihtilaflı hiçbir madde üzerinde net mutabakat yoktur. Bu gidişle, bitmesi zor gibi görünüyor. Onun için de Uzlaşma Komisyonu'nun bu süreyi etkin ve verimli değerlendirip netice almasını istiyoruz.
AUK'dan üzerinde mutabakat sağlanmış bir anayasa önerisi ortaya konulamazsa bu, yeni anayasa talebini ve ihtiyacını ortadan kaldırmaz. AK Parti olarak bu talebi ve ihtiyacı karşılayacak adımları atmakta, çalışmaları yapmakta kararlıyız. Uzlaşabildiğimiz parti veya partilerle yola devam edebiliriz. Dörtlü uzlaşma, olmazsa üçlü, üçlü uzlaşma olmazsa ikili uzlaşma.
AK Parti Grubu olarak hazırlayacağımız yeni anayasayı teklif olarak TBMM Başkanlığı'na sunabiliriz. Özetle biz komisyonda, uzlaşmayı bozan veya masadan ilk kalkan olmayalım diye bulunmuyoruz. Biz masada uzlaşmayla yeni anayasa yapalım diye oturuyoruz. Biz her halükarda yeni anayasa yapmayı istiyoruz.