Türkiye, bugüne dek yaşanılan en sinsi darbe ile karşı karşıya. Türkiye sermaye darbesini, askeri darbeyi, yargı darbesini, bunların hepsinin ortaklığıyla gerçekleştirilen postmodern darbeyi gördü. Ama Türkiye ilk defa görünmez bir yapının darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. Bu yaşananlar açıkça bir darbe teşebbüsüdür. Çok şükür ki, başarılı olmadı.
Bu yaşananların kesinlikle cumhurbaşkanı seçimleri ile ilgisi var. Bu operasyonu yapanlara göre Recep Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığının engellenmesi gerekiyor. Başbakanımız'ın dünyada zulüm altında inleyen insanların durumuyla ilgili çıkışları, dünyadaki küresel güç odaklarını rahatsız etti. Ve bu güç odaklarının Başbakan'ın cumhurbaşkanlığını engelleme çabası sahnede.
Bugüne kadar iktidara farklı enstrümanlarla ve yapılarla engellemeye çalışıyorlardı. Şimdi ise bugüne dek hiç olmayan, dindar diye bilinen, toplumun sempatiyle baktığı bir yapının içine sızıldığını ve o yapı üzerinden böyle bir operasyonun yapıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile doğrudan bağlantılı bu operasyonun hedefinde doğrudan Sayın Başbakanımız var.
Tayyip Erdoğan'ı siyaseten saf dışı bırakmak ve sonrasında da siyasetin patronu olmak istiyorlar. Görünmez bir güç olacaksınız ama ülkenin meşru otoritelerini tamamen siz belirlemek isteyeceksiniz. Böyle bir şey olamaz.
Türkiye'deki sade bir vatandaş gibi bizim de bakışımız 'Bu insanlar hizmetle, eğitimle uğraşıyorlar; dünyada adeta Türkiye'nin fahri elçilikleri gibiler ve bunu da Allah rızası için yapıyorlar' şeklindeydi. Bu yapının, devleti ele geçirmek isteyeceği, siyaseti dizayn etme çabasında olacakları ve bunun için de uluslararası odaklarla ahlaki ölçüleri tamamen devre dışı bırakarak iş birliği yapabilecekleri kimsenin aklına gelmiyordu. Son tahlilde yaşadığımız olaylar herkesi şaşkınlığa uğrattı. Aslında en büyük şaşkınlık da cemaate destek veren samimi tabanda yaşanıyor.
Cemaate maddi manevi destek vermiş insanları suçlamaya niyetimiz de, hakkımız da yok. Ancak bugün bu yapının komuta kontrol merkezi işgal altında. Bu darbe girişimiyle mücadele etmek, devlet olarak bizim vazifemiz.
Bu yapıyla bağlantılı olup, âmirini değil de, abisini dinleyen kişilere yönelik önlemler alınmalı. Bir kimsenin daha önce bu yapıda, cemaatte bulunmuş olması sorun değildir. Tek ölçü şudur; devlet kadrosunda çalışan bir kişi iki yerden talimat almaz. Devletin bir hiyerarşisi vardır, paralel bir hiyerarşinin oluşmasına hiçbir devlet izin vermez.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bu konuda da refleksleri çok güçlüdür. Yeniçeri Ocağı'nı lağvetmiş bir milletin çocuklarının kurduğu bir devlettir Türkiye Cumhuriyeti. Bu paralel yapılara devlet asla müsaade etmez. Bu, devletin bekâsı açısından önemlidir. Şu çok nettir; bir devlet kademesinde çalışan kişi amirinden talimat alır ve devlete kaşı sorumludur. Siyaset de millete karşı sorumluluk taşır. Peki bu yapı kime karşı sorumlu? Bu noktada devletin aşılmasına tahammül edemeyeceği bir kırmızı çizgisi vardır ve o çizgi aşılmıştır. Bu kırmızı çizgiyi aşanlarla ilgili gereken neyse o yapılır.
Bu operasyonu planlayanlar, 'Türkiye'de bir ekonomik kriz çıkmazsa AK Parti iktidardan gitmez' kanaatine sahipler. Bu sebeple 17 Aralık operasyonunu bir ekonomik krizle sonuçlandırma gayreti var. Ancak bu çabanın bir ekonomik krize dönüşmesi ihtimali Allah'ın izniyle mümkün değil.
Çünkü Türkiye'nin ekonomisi sağlam temeller üzerine oturdu. 11 yıllık AK Parti iktidarı boyunca alınan tüm önlemler ve kararlar ekonominin sağlam zeminlere oturmasını sağladı. Türkiye'nin ekonomik anlamdaki gelişmesi ve gücü gözönüne alındığında doları yükselterek bir ekonomik kriz çıkarmaları mümkün değil. Gereken tedbirler alınıyor. Zamanı geldikçe daha ileri tedbirler de alınacaktır. Endişe edecek hiçbir durum yok. Bir ekonomik kriz çıkarmak isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalacak.
Açıkçası ben son derece başarılı çalışmaları olan bir Bakanlığı devraldım. Bakanlığımız, son yıllarda, bilim, sanayi ve teknoloji alanında çok önemli projeleri hayata geçirdi. Önümüzdeki süreçte, öncelikle halihazırda yürüttüğümüz çalışmalarla ilgili etki analizlerine yoğunlaşmayı planlıyoruz. Bu analizlerden alacağımız sonuçlara göre, programlarımızı iyileştirmeyi düşünüyoruz. 2014 yılında da ilaç, gemi inşaatı ve gıda gibi sektörler için hazırlıklarını sürdürdüğümüz strateji belgelerini tamamlamayı planlıyoruz.
Son aşamada olan Girişimcilik, Verimlilik, Nanoteknoloji ve Biyoteknoloji Strateji Belgeleri ile Kamu Üniversite ve Sanayi İşbirliği Strateji Belgesi'ni de 2014 yılında uygulamayı hedefliyoruz. Ar-Ge merkezlerinin kurulması için gerekli araştırmacı sayısını 50'den 30'a indirmeyi planlıyoruz. 2014 yılında KOBİ'lerimize yaklaşık 332 milyon TL destek sağlamayı planlıyoruz. TÜBİTAK-KOSGEB ile Ar-Ge projeleri için ayırdığımız kaynak 1.5 milyar TL'yi geçiyor.
TÜSİAD'ın galiba refleksi bu. Tüm üyelerini kast etmiyorum ama TÜSİAD yönetimleri şimdiye dek hiçbir zaman demokrasiden yana olmadı. 12 Eylül öncesinde gazete ilanıyla hükümet düşürdüler. 28 Şubat döneminde kendi ayaklarına kurşun sıkma pahasına, İHL'ler kapansın diye tüm meslek liselerinin kapanmasına destek verdiler. Kritik dönemlerde milletten yana olmak yerine güç odaklarının yanında yer aldılar. Son açıklamaları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Son 11 yıllık maceramıza baktığımızda ise, gerçekten muazzam bir iyileşme görüyoruz. Ülke olarak bu çalışmalarımızın meyvelerini de toplamaya başladık. Türkiye, artık kendi uydusunu, araştırma gemisini, savunma sistemlerini yapabiliyor, NATO gibi kurumlara yüksek teknolojili ürünler ihraç ediyor.
Türkiye'de şu anda yerli otomobil üretmek için alt yapı aslında hazır. Türkiye, 1930'larda uçak, 1960'larda kendi otomobilini üretmiş bir ülke. Bu işin neden sürdürülemediğinin cevabı millîlikte yatıyor. Geçmiş hatalara düşmemek için çok ciddi anlamda çalışmalar yürütüyoruz.