1966 senesinde Türkiye Yeşilay Teşkilatı'nın kongresinde tanıdım. O kongrede Doç. Dr. Necmettin Erbakan olarak bir konuşma yaptı. Yazdığım yazılar nedeniyle Diyanet'te soruşturma açılıp memuriyetten atılınca gazeteciliğe başladım. Milli Gazete'de başyazarlık yaptım. 12 Eylül 1980 sonrası Erbakan sürgündeydi. Mustafa Karahasanoğlu'yla birlikte telefonunu bulup aramıştık. Hocam bir emriniz var mı diye sormuştuk. O devirden itibaren her gün hocayla görüşüyorduk.
Hoca çok büyük bir insan. Bir dahi. Davasını anlatmak için varlık vücud madde, atomdan başlardı anlatmaya. Dünyasını inançları istikametinde kurmuş, o yüzden buna Milli Görüş demiş. Bu ulusalcılık manasında değil. Aldığı dini ilk eğitimde öğretilen şudur: “Biz milleti İbrahim'den, Hz. Muhammed'in ümmetindeniz.” Bu genellemeyi yakaladığınız zaman Milli Görüş, ne ulusalcılığa, ne faşizme ne de muhafazakarlığa gider. O doğrultudaki görüşü benimsedik ve bu uğurda mücadele verdik. Bu her ihtilalde, her askeri müdahalede yenileşerek çıkmış. Derler ya 'Hak yumruklandıkça kuvvetlenir.' Bu siyasi hareket de badirelerden geçe geçe kuvvetlenerek ortaya çıktı.
Şöyle değerlendiriyorum. Rıza Tevfik, Sultan Abdülhamid'e karşıydı. Vefat ettiğinde “Abdülhamid'in ruhaniyetine istimdat” diye bir şiir yazdı. Orada diyor ki “Tarihler adını andığı zaman/ Sana hak verecek hey koca sultan.” Şimdi ben diyorum ki, 20. yüzyılın son yarısında tarihler Erbakan'ı Türk siyasi hayatında böyle anacak. Türkiye 21. yüzyıla gelirken çok partili hayatta, demokratik hayatta başa dönerek, ileriye doğru mücadele veren bir insan. Asla taviz vermeyen, inandığı gibi yaşayan biriydi ama memleketi sevdiği için ihtilalleri yapanlar çok baskı yaptığı halde en çok onları düşünerek hareket etmiştir.
Toplumun ihtiyaçları ve Türkiye'nin Batı'yla olan entegrasyonunda nasıl bir Türkiye kimliğine sahip olunması gerektiğinin temel dinamiklerini yakalaması sonucudur. Hatta Adalet Partisi ile koalisyon kurduğunda Batı'ya ve Amerika'ya karşı savunamadıkları meselelerde koalisyonu bozar diye Erbakan'ı öne sürüyorlardı. Yeni bir jenerasyon inançla çıktığı için büyük bir iştiyakla kabul edildi.
Hoca çok iyi bir düşünce ve fikir adamıydı. Eskiler insanlara anlayacağı dille konuşun derler. Halkla konuşurken onların aklında kalacak şeyleri söylerdi. Erbakan “Biz iktidara geldiğimizde Durkheim yerine İmam Gazali'nin sosyolojisini okutacağız” dedi. Öyle bir furya başladı ki, Gazali'nin İhya-i Ulumuddin'den tutun da bütün kitapları tercüme edilmeye başlandı. Erbakan'ın bu söyledikleri slogan haline geliyordu. Toplumda yeni bir uyanışa, bakışa, araştırmaya sebep oluyordu.
Hoca lakabı üniversiteden kalma. Hoca kelimesi aslında devrim kanununa göre yasaktır. Fakat bugün teknik direktörlere dahi hoca deriz. O dönem hoca imajını yobaz, cahil, bilgisiz olarak kullandılar o şekilde aşağılamak istediler ama zamanla toplum kabul etti. Mevhumları bile ortadan kaldırıp saptırmak istediler.
O müthiş bir laftır kalkınmakta olan ülkeler için. 1960 ihtilali kanlı mıydı, kansız mıydı? Erbakan'ın kastettiği oydu. Ama onlar diyor ki Erbakan gelip bizi kesecek. Bugün Türkiye demokratikleşiyorsa bu kansız bir olaydır. Söylediği buydu. Onlar kanlı yapıyorlardı biz kansız yapıyoruz. Onlar hayat hakkı vermek istemiyordu. Saltanatı kaldırdık diyorlardı ama Türkiye'nin her yerinde kendi çocuklarının saltanatı vardı. Bu gazeteler Haydarpaşa'ya gelmiş hırpani birinin fotoğrafını çekip “Bu hırpanilerin İstanbul'da işi ne” diye manşet atıyorlardı. Erbakan işte bu hırpanilere sahip çıktı. Onlar da Güngören'de, Bağcılar'da, Ümraniye'de yerleşip çocuklarını okuttu. Onların çocukları bugün Türkiye'yi yönetiyor.
Türkiye 60'lı yıllara kadar İslam dünyası ile irtibat kurmadı. Öncesi de Erbakan'dır. Hacı hacıyı Mekke'de derviş dervişi tekkede bulurmuş. Haliyle aynı kulvarda olan insanlar birbirleriyle teşriki mesai kuracaklardı. İslam dünyasında mazlum milletlerin öncüsü bir isim. Bu sömürge haline getirilmiş milletlerin dirilişini beklediği ülke Türkiye olduğu için Türkiye'den de böyle bir lider çıkınca yüzleri oraya dönüktür.
28 Şubat'ta ne yapabilir. Gemileri yaksın mı, yoksa memleketi mi düşünsün. Bir anayasa kitapçığını atmakla memleket milyarlarca dolar zarara uğradı. Oradaki ihtirasın sonucudur bu. Liderler yaptıklarının ne getireceğini düşünmek zorundadır. Bazen dua bazen dinamik, şartlara göre hareket etmek gerekir.
Tekdüze hareketin hiçbir misyonu olmaz. Türkiye'deki takımlara bakın herkes şampiyonluğa oynuyor. Halkın da çıkacak olan liderlerin de halkın anlayabileceği ya da diğer liderlerin düşünemediği bir takım şeyleri ortaya koymaları lazım. Ama maya tuttu. Önemli olan ipuçlarını yakalamak.
Oral Çalışlar, Yaşar Okuyan, Türkeş hepsi aynı yerde hapis yattı. Orada olabilir tabii insani dostluklar, arkadaşlıklar. Bakın cenazeye Deniz Baykal da geldi. Bunlar olağan şeyler.
Erbakan güzel giyinmesini seven bir adamdı. Ama çok halim selim, çok mütevazı, çok bilgili bir adamdı. Namaz kılacaksan büyüğüm demez hemen seccadeyi getirip önüne koyardı. Ama dışarıya karşı gösterişli olması gerekiyordu. O da beşerdir. Elbette hata eder ama hasenatınız kötülükten çok olursa kurtulursunuz.
Olabilir normaldir bu. İnsan elbette en iyisini istiyor. Vakko alsan Vakko'dan giyiniyor diyorlar. Sen İtalya'dan gidip alıyorsun bir şey olmuyor da ben Türkiye'de imal edilen bir şeyi alınca neden sorun oluyor? Herkes giysin.
Bir insan kimse yokken pijamalı da oturur ama Erbakan'ın uyku dışında tüm günü programlanmıştı. Yanına kim gelirse gelsin Hoca iyi görüneyim isterdi. Toprak gibidir insanlar, bazıları suyu alır, bazıları kabul etmez, üstünden akar gider. Erbakan, Özal ve Demirel aynı dönemin insanlarıdır. Onlar manevi bir şeyler aldılar. Demirel'in toprağı kabul etmemiş.
Hepsiyle ilgilenirdi. Yalnız o çemberi iyi tutmak lazım gelir. Elbette bir insan yola çıktığı yol arkadaşlarına vefa gösterir, onlarla kader birliği eder. Ama biraz büyüyünce insanlar değişik bakıyor olaylara. Hayatın boyunca 50 model Ford'la gidemezsin. Dünya, kültür değişiyor.
Çok planlı programlı bir insandı. Bir insana “İslam'ın şartı kaç” diye sorsanız, 5 der. Hoca alır kalemi eline. 2+2+1 ne demek. Bir kelimeyi şehadet, 2 namaz ve oruç, 2 hac ve zekat. Böyle matematiksel olarak anlatırdı.
Tabii hatta Almanya'ya gittiğinde Almanya o dönemde kalkınma sürecindeydi. Almanya'da bu atılımı görünce metodik ve mekanik bir çalışma sistemiyle yetişti ama mekaniğin içine ruhu aşıladı. O da inancıydı.
Elbette kuvvetliydi ama Erbakan bilgi ve birikimini siyasi alana sistematize ederek ortaya koymuş bir lider.
Tabii ki bir baba olarak çocuklarını sever ve onlarla ilgilenirdi. Hatta ben bazen takılırdım “Hocam Fatih hangi takımı tutuyor” diye. “Elbette Trabzonspor” derdi. Sonra Trabzonspor düşünce bana “Ya Sadık, Trabzonspor pek de iyi değil yani şimdi. Hangi takımı tutalım” diye espri yaptı. Milli Görüş hareketini Trabzonspor'a benzetirdik. Anadolu'dan çıkmış bir takım şampiyon olduğu için, Milli Görüş de Anadolu'dan çıkmıştır o da şampiyon olacak derdik.
Fenerbahçe'yi tutuyordu ama öyle fazla da bahsetmezdi ve ilgilenmezdi.
Bu haberler baştan beri vardı ama sonra onlar da Erbakan'ı kabul ettiler. Demokrat Parti'nin Zafer, Halk Parti'nin Ulus Gazetesi vardı yaşamadı ama Milli Gazete devam ediyor.
Yürümekten çok hedefe varmada araba kullanmayı severdi. Almanya'ya konferansa gitmişti. Hoca baktı ki araç 160'la gidiyor. “Niye hızlı gitmiyorsun” diye sordu. “Hocam tehlikeli” dediler. “Arabanın hız göstergesi 240'sa bu yollarda arabanın 240'la gitmesi lazım. Yolu da ona göre yapmış lar demek ki.” Zamanı çok iyi değerlendiren bir adamdı.
Birçok şeyi denedi ama baktı ki onu bu toplumda istemeyenler var. Ticaret Odaları'nda istemediler. Üniversitede kalsa bir süre sonra orada da harcarlardı. Siyasette yoksanız devletin içinde hiç yoksunuz. Madem her şey parlamentoda çözülüyor, madem halkın iradesiyle bu memlekette kanunlar değişiyor, insan hakları, inanç özgürlüğünü getirebilmek için önce siyasi misyonunu ortaya koymak lazım. Elbette her şeyi düşündü ondan sonra siyasete girdi.
Hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği harp sanayii, ağır sanayiyi büyük Türkiye'yi o düşünmüştür. Erbakan motor yapacağız dediğinde tahayyül etmiyorlardı, gülüyorlardı. Ama o temelleri attı ve Türkiye bugün buralara geldi. 1977'de Erbakan'ın Ağır Sanayi kitabı çıktı. 600 sayfa. Bugün sonu “San”la biten fabrikaların hepsinin temellerini Erbakan attı.
At sahibine göre kişner. Kim yapıyorsa bunu ona mal eder. İstemezler. Ama 20. yüzyılın sonunda damgasını vuran Erbakan'dır. 20. yüzyılda belge çağından bilgi çağına gelmişiz. Bütün bunların muhasebesi yapılacak.
“Yazamazken yaşamak ölümden beter” demiştim daha önce. Bir alışkanlık, her zaman beni arayıp buluyor. Birtakım sağlık şartları bir müddet günlük yazı yazmamayı gerekli kıldı. Ama kitabi çalışmalarıma devam ediyorum. Basınla ilgili hatıralarımı “Solaklı Deresi Neresi” isminde yazıyorum. Siyasi anılarımı da “Vekil Değil Mütevekkil” adıyla yazıyorum. Bir kitap çalışmam daha var. 9 yıldır çalışıyorum üzerinde. “Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar” Yüz yıl önceki Meclis ve Kurtuluş Savaşı sırasındaki fikir ve düşünce hareketleriyle Türkiye'ye yeni bir düzen vermede bir cenahın milli olması, milli derken Millet-i İbrahim'den gelen bir inancın Türkiye'de yeni canlanmasının ana ilkeleri ve fikir çalışmaları.
5-6 sene önce 3-4 dönümlük bir toprak aldım. Etrafını çevirdim, ağaç diktim, yollarını yaptım: Bir de prefabrik bir ev yaptım. Meyve fideleri diktim. Şimdi meyve veriyorlar. Koyunlarım, tavuklarım ördeklerim var. 2 tane Kangal köpeğim var. Böyle doğayla iç içe huzur içinde bir hayat. Ama yazarlığın yeri ayrı.