|

Ergenekon Davası yargı tarihinin en özenli davasıdır

Demokrat Yargı Derneği Genel Sekreteri Kemal Şahin, Ergenekon ve diğer davalarla ilgili eleştirilere bir hakim olarak katılmadığını söyledi. Şahin, “O malum davalarda yapılan işler ve verilen kararlar iddia ediyorum ki, buna benzer yargılamalara bakıldığında Türk yargı tarihinin en özenli davalarıdır. Çünkü kamuoyunun sürekli gündemindeler” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 23/08/2010 Pazartesi
Güncelleme: 00:19 - 23/08/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Ergenekon Davası yargı  tarihinin en özenli davası
Ergenekon Davası yargı tarihinin en özenli davası
Adalet Bakanlığı hazırladığı hakimler savcılar kararnamesini 6 Temmuz'da HSYK'ya sundu. HSYK'nın yasasına göre kurulun, 1 ay içinde kararnameyi sonuçlandırması gerekiyordu. Olmadı. Geçen yaz kararnamesinde olduğu gibi bu yıl da benzer kriz çıktı. Kurulun karar almasını imkânsız kılan geçen yıl olduğu gibi bu yıl da seçilmiş üyelerin, bakanlığın hazırladığı kararnameye ek olarak sürmekte olan bazı davalardaki hakim ve savcıların yerini değiştirmek ya da ek hakim, savcılarla takviye çabası. Seçilmiş üyelerin bu girişimi, bakan ve müsteşarın toplantılara katılmaması ile referandum sonrasına kalmış görünüyor. Sunus yazısında: Bu hafta Söyleşi-Yorum'da HSYK'yı, son krizi ve özel yetkili mahkemeleri sahadan bir kürsü hakimiyle konuştuk. Demokrat Yargı Genel Sekreteri ve Kazan Adliyesi'nde hâkimlik yapan Kemal Şahin; son HSYK krizini, “sürmekte olan kritik davalara hâkim takviyesine” dayandırdı. Ve krizin ideolojik kaygılara dayandığını soyledi.



Son bir yılda HSYK yüksek yargıdaki krizlerin odağında. Biraz tanısak şu HSYK'yı?

13.05.1981 tarihinde askeri darbeyi gerçekleştirilenlerce oluşturulan HSYK, AYM ile birlikte darbe ideolojisinin bekçiliğini üstlenmiş bir kuruldur. Bu kurul Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçme yetkisine sahiptir. Yargıtay ve Danıştay'ın özellikle darbe ideolojisine muhalif gruplar ya da bireyler aleyhine adaletten uzaklaşarak ideolojik kararlar vermesinin güvencesi bugünkü HSYK'dır. Çünkü HSYK'nın ideolojik filtresinden geçenler Yargıtay ve Danıştay üyesi seçilebilir. HSYK'nın ideolojik filtresinden geçen üyeler de, somut dava dosyasına ilişkin hukuki denetimlerini yaparken asıl yargılama faaliyetini gerçekleştiren kürsü yargıç ve savcılarına not verme işlemiyle bu misyonun devamını sağlarlar. Ayrıca HSYK, Yargıtay ve Danıştay üyeleri dışındaki tüm savcı ve yargıçlar hakkında her türlü tasarrufta bulunma yetkisine sahip, tüm faaliyetleri gizli, kararlarına karşı yargı yolu kapalı, yani müthiş bir güç temerküzü söz konusu. Bu haliyle bugünkü sistem için önemli bir sigorta. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yerine, yargının Milli Güvenlik Konseyi diyebiliriz.

Son krizin kaynağı ne?

2006 yılı Şemdinli olayına kadar hiçbir kriz yoktu. Bakanlık kanadı ile yüksek yargı kanadı diye bir ayırım kurulda söz konusu değildi. Gayet uyumlu şekilde çalışıyorlardı. 2006'dan sonra kurulda iki kanat arasında ayrışma başladı. O günlerden başlayarak sorunlar kamusal alana taşındı ve artık toplum yaşananların farkında. Bugün uzlaşamamalarının nedeni gerçekten hâkim ve savcıların atamalarını yaparken objektif kriterlere göre davranmak kesinlikle değil. Kurulun derdi bu kaygıları ve mağduriyetleri gidermek değil. Bugün kurulun derdi malum bildik davalar üzerinden yürütülen yargılamalara müdahale etme ve bunlara takviye yargıç atama isteği. Veya belli yerlere başsavcılar atamak. Yani belirli yerlerdeki özel yetkili mahkemeler ile ilgili sorun. Tamamen ideolojik bir çatışma. Tamamen ellerindeki bu gücü ideolojik bir silah olarak kullanma arzusu.

SORUN TERFİ DEĞİL MÜDAHALE

Yani özel yetkili mahkemelerde görülen davalara müdahale mi amaç?

Adalet Bakanlığı'nın 18/08/2010 tarihli Basın Duyurusu'na göre kurulun gündeminde bulunan 1325 kişilik kararnameden 16/08/2010 tarihinde karara bağlanan 1271 kişiden geriye kalan kısmı, idari yargıya ait kararname ve yasalara aykırı olarak yargının kendi içerisinde kast sistemi oluşturacak şekilde “unvanlılar” olarak tabir edilen kararnamenin görüşülmesi esnasında, kurulun Yargıtay ve Danıştay üyelerince seçmece usulü ile belirlenen ve Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyeleri tarafından 84 ve 140 kişilik listelerin gündeme alınması girişiminde bulunduklarını öğreniyoruz. Bunun üzerine Başkanvekili Sayın Özbek'in yazılı ve sözlü açıklamalarının da bu hususları doğruladığını görmekteyiz. Her iki tarafın açıklamalarına göre; kurulun seçilmiş üyeleri kamuoyunda Ergenekon olarak bilinen dava ve bu davalarla bağlantılı davalara bakan İstanbul, Diyarbakır ve Erzurum özel yetkili savcılık ve mahkemelere takviye atamaların yapılmak istendiği açıktır.

Kamuoyu bu davaları bu kadar dikkatli izli-yorken. Gerekçeleri ne?

Kurul Başkanvekili'nin savunma mahiyetindeki açıklamasına göre İstanbul'daki özel yetkili mahkeme başkanlarınca bu mahkemelere iş yoğunluğu nedeniyle takviye hakim atamasının yapılması talep edilmiş, kurul üyeleri de bu konuda hassas davranmak zorunda imiş, aksi takdirde sorumlulukları doğacakmış. Şimdi Yargıtay ve Danıştay'dan gelen kurul üyelerine sunu sormak gerekiyor: “Özel yetkili savcılık ve mahkemeler sadece İstanbul, Diyarbakır ve Erzurum'da mı var? Van, Malatya, Adana ve İzmir'de özel yetkili savcılık ve mahkemeler yok mu? Buralardaki iş yoğunluğu takviye yapmak istediğiniz yerlerdeki savcılık ve mahkemelerden daha yoğun değil mi? Aynı hassasiyeti ve duyarlılığı takviye yapmak istediğiniz yerler dışındaki özel yetkili savcılık ve mahkemeler için neden göstermiyorsunuz? Yine bir çok ilçede tek savcı ya da tek hakim bulunmasına ve oralardaki meslektaşlarımızın takviye savcı ya da hakim yapılması taleplerini karşılayacak hassasiyeti neden göremiyoruz? 16/08/2010 tarihinde çıkartılan kararnameden sonra dahi bir çok yerde tek savcı ya da tek hakim bırakılacak şekilde tasarruflarda bulunurken niçin İstanbul, Diyarbakır ve Erzurum'a gösterdiğiniz duyarlılığı burda göremiyoruz? Bu soruları olabildiğince çoğaltmak mümkün. Yargıtay ve Danıştay'dan gelen kurul üyelerinin İstanbul, Erzurum ve Diyarbakır'daki özel yetkililere yönelik duyarlılıklarından şu sonucu çıkartabiliriz.

GEREKÇELERİ DE SAMİMİ DEĞİL

Niyetleri ne?

Kurul üyelerinin gerçek niyeti iş yoğunluğunu önlemeye yönelik değil, tamamen Ergenekon ve bununla bağlantılı davaların yargılama süreçlerine kendi ideolojileri doğrultusunda müdahale etmektir. Bu davalara bakan meslektaşlarımız henüz bu davalar yok iken bu kurul tarafından atandı. Şimdi yargılama süreçleri devam ederken savcıları ve hakimleri değiştirme girişimi “Tabii hakim (Mahkeme) ilkesi”nin ihlaline yol açar. Ayrıca Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine aykırı davranmanın çözüm yeri kurul değildir. Kurulun bunu bahane ederek yargılama sürecine müdahale etmesi savunulamaz. Çünkü kurulun yargısal yetkisi bulunmamaktadır. Mesela, arama, gözaltına alma, yakalama ve tutuklama kararlarına karşı itiraz yolu ve itiraz mercileri Ceza Muhakemesi Kanunu'nda açık bir şekilde gösterilmiştir. Gösterilenler arasında HSYK bulunmamaktadır.

ÇÖZÜM 13 EYLÜL'DEN SONRA

Referandumda “evet” çıkarsa nasıl bir HSYK olacak karşımızda?

Bugün getirilen değişiklikle ilgili adli yargıdan 7, idari yargıdan 3 olmak üzere kürsü yargıç ve savcıları kendi içerisinden 10 asıl üyeyi doğrudan seçiyor. Kendi içinden kendi seçiyor. 3 üyeyi Yargıtay,2 üyeyi Danıştay kendi üyeleri arasından seçiyor, Yani 22 kişilik kurulun15 üyesi doğrudan yargı tarafından seçiliyor. 1 üyeyi Adalet Akademisi kendi üyeleri arasından seçiyor. 4 üyeyi de 2007 değişikliğiyle artık halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanı, hukukçular ve avukatlar arasından atıyor. 22 üyenin 15'i yargıç. Böylece hem meslek içi meşruiyeti, hem de yargının kısmen de olsa toplumla bağını kurarak toplumsal meşruiyeti sağlıyorsunuz . Bu çok önemli bir değişim. Ayrıca yargıyı demokratik bir yapıya dönüştürüyorsunuz ve hiyerarşiyi de kırıyorsunuz.

Bu iktidarın kendi yargısını yaratması mı?

22 kişilik kurulun15 üyesi tamamen yargının kendi içinden seçtiği bir yapıyı eğer AK Parti yargıyı kuşatıyor dersek, kürsü hâkim ve savcılarına hakaret etmiş oluruz. Kürsü hâkim ve savcılarının kendilerini idare edemeyecekleri iddiasında bulunmuş oluruz. Bunu bir yargıç olarak kabul etmem mümkün değil. Geleneksel yargı aktörlerinin bunca madaralıklarına rağmen Türkiye toplumunun güvenine layık olmak için çırpınan kürsü yargıç ve savcıları kendi içlerinden o kurula layık üyeleri seçebilecek donanım ve yetkinliğe sahiptir.


13 Eylül sabahı nasıl bir Türkiye bekliyoruz?

13 Eylül sabahı güçlü bir şekilde halkın oluruyla bu paket karşılanırsa belki de çok hızlı bir şekilde başka şeyler de olacak. Oligarşik yapıdan, demokrasiye çok hızlı bir şekilde evrileceğiz. Çok kısa sürede ordu bütünüyle demokratik ülkelerde olduğu gibi Milli Savunma Bakanı'na bağlanabilecektir. Bugün Genelkurmay Başkanı protokolde 4. sırada. Batı ülkelerinde 20. sıradan sonra ancak gelir. Afrika ülkelerinden Gana, Angola, Zambiya gibi ülkelerde bile ordu bütünüyle Milli Savunma Bakanı'nın emrindedir.

Değişikliklerin hepsi çok olumlu. Beni en çok heyecanlandıran yönü HSYK. Çünkü bu kurula, ben kendi temsilcimi seçebileceğim, kendim o kurulda yer alabileceğim. Bu çok önemli, çünkü bu kurul hep benim hakkımda karar veriyor. Dolayısıyla demokratik bir temel ilke olan bir karar organı veya bir kurulun verdiği kararlardan kimler etkileniyorsa, ya da kimlerin dünyasında sonuçlar doğuruyorsa, o kurulun oluşumunda o kişiler az veya çok rol oynamalı. Bunda bir yargıç olarak rol oynayabileceğim.

KÜÇÜKÖMER HAKLIYDI

Bütün bu hızlı değişikleri yapan muhafazakâr diyen bir parti…

Türkiye'de kendilerini “sol” olarak tanımlayanlarca açıkça ilan edilmemiş bir ambargo ile cezalandırılan merhum İdris Küçükömer 40 yıl önce “Düzenin Yabancılaşması”nda; “Türkiye'nin 'sağ' güçleri, Batıcı-laik bürokratik güçleri temsil eden Jön Türklerin, İttihat ve Terakki kanadı, Birinci Meclis ve C.H. Fırkası, C.H.P, ve ortanın soludur. 'Sol' güçleri ise Hürriyet ve İtilaf, DP, Adalet Partisi'dir” diyordu. Bugün ne kadar haklı olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye'de solu temsil ettiği söylenen CHP var, belli bir kesim de buna inanıyor. Aslında CHP'nin muadili Batı'ya gittiğiniz zaman hep sağcı partiler olarak karşınıza çıkar. Bugün AKP'nin yaptıkları gerçek bir sol partiden bekleyebileceğiniz şeyler. Türkiye'de böyle çarpık bir ilişki var, sağ- sol yer değiştirmiştir. İdris Küçükömer'in o saptamalarıyla bu süreci okumamız gerektiğine inanıyorum. AK Parti'nin gerçekten değiştiği inancındayım. Bu değişimin kendisi için de yaşamsal olduğunun farkına vardılar. Yargının ideolojik davranmasının yarın kendisi için de büyük bir tehlike olacağının farkına vardılar. Ne yazık ki bu ülkede böyle.

Son bir yıl içinde hükümet daha fazla iktidar mı oluyor?

Kesinlikle. Hükümetin demokratikleşme yönündeki adımlarını kaldıramayan sadece yüksek yargı yani. HSYK, Danıştay, Yargıtay, YSK kaldı. Onun dışında bütün kurumlar bunun farkında oldu. Yükselen toplumsal talepler, bu taleplerin çeşitliliği, toplumun homojen olmadığı, sınıflardan oluştuğu, siyasi felsefi, etnik, dini farklı gruplardan oluştuğu artık diğer kurumlarca kısmen de olsa kabullenildi. Yargı organları kabullenmedi. Yargı da fazla direnemeyecektir. Ordu kabullendi. Bütün bu değişiklikler son 5-6 ayda olan şeyler.

1921'E DÖNÜYORUZ

Türkiye nereye gidiyor?

Tam olmasa da 1921 Anayasası'nın birinci maddesindeki “Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir” ilkesine doğru 90 yıl sonra da olsa çok kıymetli bir adım atılıyor. Türkiye buna doğru gidiyor. Bu beni heyecanlandırıyor. Bu devlet de, bu kurumlar da benim için. Bu kurumlara ben hükmetmeliyim. Yargı da benim içindir. Türkiye buna doğru gidiyor. Bu toplum geleceğine sahip çıkıyor. Onun için 13 Eylül sabahından çok umutluyum. Çok az da olsa bu toplum artık kendi geleceğine sahip çıkıyor. Bu kurumlar benim diyor. Kutsallıksa insan onurundan haysiyetinden daha kutsal bir şey olamaz. Türkiye toplumunda yavaş yavaş bu bilinç oluşmaya başladı.

Kendi kaderine sahip çıkıyor yani.

Evet, kendi kaderine sahip çıkmaya doğru yol alıyor. Türkiye toplumunun da; kendisi için hep acıları çağrıştıran 27 Mayısların, 12 Martların tescilini sağlayan 12 Eyül'ü heyecan ve umutla beklediğine inanıyorum. Türkiye Toplumu artık sivil rüyalar görmek, sivil hayaller kurmak istiyor, çünkü yeni yeni bunun tadına vardı.


Bu özel yetkili mahkemeleri de konuşalım. Nedir bu mahkemeler?

Özel Yetkili Mahkemeler 2005 yılıyla yani yeni Ceza Muhakemesi Yasası'yla kuruldu. Aslında Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin (DGM) isim değiştirmiş hali. Nedense malum davalardan sonra bu mahkemeler akla geldi. Tutukluluk süresi akla geldi, gözaltılar akla geldi, haksız aramalar akla geldi, son 2-3 yıldan bu yana bunlar tartışılıyor.

Eskiden de mi vardı bu tür uygulamalar?

Evet, DGM'lerin kuruluşundan beri aynı sistem geçerli. Ülkenin belli yerlerinde bu sistem, bu düzen, çok daha gaddar biçimde işledi halen de işliyor. PKK, Hizbullah ya da Marksist sol örgütlerin soruşturma ve kovuşturmalarında. Bu kesimlerin özel yetkili yargılama nedeniyle uğradıkları haksızlıkları hiç kimse tartışmıyor, dile getirmiyor. KCK soruşturmalarındaki gözaltılar, uzun süreli tutukluluk halleri kimsenin umurunda değil. Öyle bir hava yaratıldı ki sanki özel yetkili mahkemeler sadece Ergenekon, Balyoz vs. davaları nedeniyle oluşturulmuş. Oysa bu mahkemelerin atası İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Mahkemeleri, DGM'lerdir. Yani özel yetkili mahkemelere karşı çıkılırken bir iki yüzlülük yapıldığını görüyorsunuz. Ergenekon davalarında yargılananlar nedeniyle sadece o davalara bakan özel yetkili mahkemeler gündeme getiriliyor. Kendimizle yüzleşmemiz ve bu iki yüzlülükten arınmamız gerekiyor.

EN ÖZENLİ DAVALAR

Bir hakim olarak Ergenekon davalarında özensizlik görüyor musunuz?

Bugün İstanbul'daki o malum davalara bakan savcıların, yargıçların, mahkemelerin yaptığı işlemler ve verdikleri kararlar iddia ediyorum ki, buna benzer yargılamalara bakıldığında Türk Yargı Tarihi'nin en özen gösterilenleridir. Çünkü, kamuoyunun sürekli gündeminde. O yargıçların, savcıların işlemleri kamuoyunun, toplumun, basının denetiminde, sürekli tartışılıyorlar. Bu yüzden daha dikkatli ve özenli davranıyorlar.

CHP bu mahkemelerin kaldırılmasını neden istiyor?

Yargılananlardan özellikle bu darbe ideolojisini savunanlar, özellikle askerler olmasaydı CHP'nin gündemine bu özel yetkili mahkemeler gelmezdi. Daha doğrusu Türkiye'de kimsenin aklına gelmezdi. Sürekli veryansın eden bağıran kesim var mahkemelerden zarar gören. İşte Doğudakilerin, Güneydoğudakilerin çığlıklarını hiç kimse duymadı ve duymuyor. Ergenekon olduğu için özellikle askerler yargılandığı için CHP'nin tutumu. Bunlar hep el ele çünkü. Cumhuriyet kurulduğundan beri 1924-25'lerden başlayarak ordu, yargı, tek parti hep el ele. Şimdi bu birliktelik bozuluyor.


Yargı siyasallaşması ne demek?

Yargı ideolojik bir silah olarak kendilerine yöneltilmediği sürece diğer gruplara yönelttiği müddetçe hiçbir sorun yok. Yargının gayet güzel işlediği, hiçbir sorunun bulunmadığı varsayılıyordu. Aynen bugün Ergenekoncuların veya aynı zihniyete sahip olanların özel yetkili mahkemelerde yargılanmaları söz konusu olduğu anda, şimdi yargı siyasallaştı diyorlar. Bu ülke kurulduğundan beri yargı siyasal. İstiklal Mahkemeleri'nin yargılamalarına bakın, hatta İstiklal Mahkemeleri Kanunu'na bakın, ikinci dönem İstiklal Mahkemeleri olarak İstanbul Bölgesi İstiklal Mahkemesi'nin verdiği kararlar, temyize tâbi; Şark İstiklal Mahkemesi'nin verdiği kararlar kesin. Bu bir ideolojik davranmadır. Toplumun bir kesiminin hak aramasını siz kanunla yasaklıyorsunuz. Sıkıyönetim Mahkemeleri'ne, Yassıada yargılamalarına bakın hep böyle olduğunu görürsünüz.

Yani yargı hep sorun muydu?

Bu ülkede toplumsal muhalefet de hep yargı ile susturulmuştur. İttihat ve Terakki'nin kapatılmasına bakın 1925-26'larda. 1930'lara gelip Serbest Fırka'nın kapatılmasına bakın, hatta yöneticileri idam edildi, müebbet aldı. Yargının hep ideolojik bir silah olarak kullanıldığını görürsünüz. 12 Eylül'den sonraki yargılamalarda da bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Diyarbakır Cezaevi'nde yapılanları herkes konuşuyor peki ne oldu? 17500 faili meçhul cinayetten bahsediyoruz. 27 Mayıs 1995 yılından bu yana Galatasaray meydanında Cumartesi Anneleri'nin çığlıklarını duymayan yargıdan bahsediyoruz. Bütün bunlar zaten siyasal bir yargının var olduğunu ortaya koymakta. İlk defa bu değişikliklerle yargının siyasal olmaktan çıkma ihtimali doğacak. Kürsüdeki hâkim ve savcılar için söylüyorum toplumdaki yansıması olarak her gruptan insan var. Her grubun temsilcisini o kurula sokabilirsek o zaman o kurul da; fazla değil 4-5 yılda Yargıtay'ı ve Danıştay'ı da demokratik bir yapıya dönüştürecektir.




14 yıl önce