|

Ergun Babahan: Birand andıç yüzünden gönderilmedi

Andıçı yayınlayan iki gazeteden biri olan Sabah'ın o dönem yazı işleri müdürlüğünü yapan Ergun Babahan'dan ilginç açıklama: “Andıç Mehmet Ali Birand'ın gazeteden uzaklaştırılmasının nedeni değil, bahenesiydi”

Fadime Özkan
00:00 - 10/10/2006 Salı
Güncelleme: 21:31 - 9/10/2006 Pazartesi
Yeni Şafak
Ergun Babahan: Birand andıç yüzünden gönderilmedi
Ergun Babahan: Birand andıç yüzünden gönderilmedi

Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden kaynaklanan bir gerilimi, ilkesel doğruluk mu, siyaseten doğruluk mu ikilemini yaşıyor. Çünkü Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin önünde yasal hiçbir engel yok. Meşru meclis dilerse onu seçebilir. Ama seçilmesinin siyaseten yanlış olacağı çünkü ülkenin sonu belirsiz bir sürece gireceği uyarıları yapılıyor. Üst düzey askeri yetkililer ve Cumhurbaşkanı irtica tehlikesinden bahsederken medya, bağlamı ve sağlığı kuşku uyandıran haberler üretiyor. Bir yandan da, farklı kesimler tarafından farklı nedenlerle yaşananların 28 Şubat'a giden günlerle benzerliği tartışılıyor. İçinden geçtiğimiz dönemde medyanın tavrını konuştuğumuz Sabah yazarı Ergun Babahan, medyanın sivil siyasete karşı askerle işbirliği yapmaya her zaman hazır olduğundan bahsediyor. 28 Şubat sürecinde yazı işleri müdürlüğünü, Fatih Altaylı'dan önce genel yayın yönetmenliğini yaptığı, halen yazdığı Sabah'ı, dili 28 Şubat günlerini andıran haberler yaptığı için eleştiren Babahan'ın o karanlık döneme ilişkin bir de iddiası var: "Mehmet Ali Birand Sabah'tan andıç yüzünden uzaklaştırılmadı. Andıç bahaneydi."

Babahan dünkü köşesinde ise, kitabı piyasaya çıkmadan önce 'ayıp bir polemik'le gündeme gelen Hasan Pulur'u sert bir dille eleştirdi: "Pulur herkese esip gürlüyor, herkese giydiriyor ama patronuna yağ yakmayı ihmal etmiyor. Bir gazeteci olarak "darbenin ne zararı oldu?" sorusunu sorabiliyor."



* * *
28 Şubat'a gidilen günler ile bugün yaşananlar arasında medya açısından bir paralellik var mı?

Sabah'a yayın yönetmeni olduğum günlerde bir röportajda 'Türkiye yeniden 28 Şubat gibi bir dönemden geçerse medya askerle yine işbirliği yapar mı' diye sorulduğunda "hiç şüpheniz olmasın mutlaka yapar" demiştim. Fikrim değişmiş değil.

Şu anda yapıyor mu?

Kimi gazeteler iktidara asker üzerinden muhalefet yapma geleneğini devam ettiriyorlar ama yine de daha ölçülü gidiyor medya.

Siz 28 Şubat döneminde, andıçın yayınlandığı iki gazeteden birinde, sabah'ta sorumlu bir pozisyondaydınız. O dönemi içeriden yaşadınız?

28 Şubat medyanın kendi içinde de çok acılar çektiği bir dönem. Çok acılı bir şeydi. Gazetede en önemli işim köşe yazılarını okuyup 'ortam açısından aykırı unsur var mı, yok mu' diye bakmaktı. 'Ne girecek'ten çok, 'ne girmeyecek'e yönelik bir iş olmuştu gazetecilik. Yazarların çıkarılması yönünde baskılar vardı. Kimi gazetelerden çıkarıldı da.

Sabah'tan Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand çıkarıldı.

Orada genel bir yanlış algılama var. Cengiz Çandar 28 Şubat'ta çıkarılmadı Sabah'tan. O dönemde Sabah'ta kalmıştı, yazıları bir iki gün askıya alınmıştı sadece. Dinç Bilgin yurt dışından geldikten sonra, böyle şey olmaz deyip yeniden koydurttu yazıları. Cengiz Çandar 28 Şubat döneminde değil Etibank'a el konulduktan sonraki süreçte, Sabah Nişantaşı'ndayken, benim olmadığım dönemde çıkarıldı. Herkes Çandar'ın işine sanki o dönem son verildi sanıyor ama değil. Bir tek Mehmet Ali Birand çıkarıldı. O da bence 28 Şubatla doğrudan ilgili değildi.

Neyle ilgiliydi peki?!

Yönetimin ondan hoşlanmıyor olmasıyla. Andıç bahane oldu bence. O zamanki Sabah, istese iki yazarının da arkasında durabilirdi. Ama Birand'ın arkasında durmak istemedi.

Neden durmak istemedi?

O zamanki kişisel çatışmaların ve anlaşmazlıkların rolü olabilir.

Bunu ilk kez duyuyoruz. Daha önce andıçla ilgili yazılar yazdınız ama bu konuya girmediniz?

O yazılarda ben o günü anlattım. Şöyle oldu: İkisinin de yazısı aynı gün durduruldu. İkisi de gazetedeydi. İkisine de o günkü yazılarının diplerinde çok kısa bir açıklama hakkı tanındı. Sonra yazıları kesildi, Birand gönderildi ama Çandar tutuldu. Ve Birand gittikten bir gün sonra da Çandar'ın yazıları başladı.

28 Şubat döneminde siyaset parçalandığı, koolisyonlar zorunlu hale geldiği için hükümet ortağı partiler medya desteğine ihtiyaç duyuyordu. Bu dönem öyle değil ama. Mecliste güçlü bir hükümet var ve Başbakan medyayı rahatlıkla karşısına alabiliyor.

Medya da, büyük sermaye de çok güçlü bir iktidardan hoşlanmadı. Koalisyonlarda medyanın rolüne en güzel örnek RTÜK yasası. Üç parti lideri, koskoca Başbakan Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli, direnişi kırıp medyanın istediği yasayı çıkartacağız diye sabaha kadar oturdular Meclis'te. Medya o kadar güçlüydü yani. O ortamdan şimdi güçlü iktidar dönemine gelindi ve medya bundan hoşlanmadı açıkçası. Başbakan da üstüne gidiyor ama cumhurbaşkanlığı sürecinde tablo değişebilir. Başbakan Çankaya'ya çıkmak istiyorsa medyayla uzlaşı yolu bulmayı deneyecektir.

Diyelim ki Başbakanla medya uzlaştı, işbirliğine gidildi. Medya, şu ana kadar irtica geliyor diye korkutulan kesimleri, böyle bir şeyin olmadığına ikna edebilir mi?

İsim vermeden konuşacağım şimdi: Kimi medya devletle iç içedir. Bir anlamda devleti temsil eder. Sabah daha sivil toplumcudur. Devletçi genleri ağır basanlarda...

Hürriyet'te yani...

... devletin tavrı belirleyicidir. İrtica konusunda da devletin ve temsilcilerinin tavrı belirleyici olur.




Sizin Sabah genel yayın yönetmenliğiniz için "Turgay Ciner Sabah'ı TMSF'den aldığı vakit ortalama bir gazetecilik istedi ve Ergun Babahan'ı getirdi. Güçlü gazeteciliğe ihtiyaç duyduğu zaman da Fatih Altaylı'yı getirdi" denildi. Cevabınız nedir bu yoruma?

Sonuç itibariyle Sabah'ın yayın yönetmenliği önemlidir. Gelmek de kolay değil, kalmak da. Bir sürü insanın gözü vardı burada. Ama böyle konularda gerçekler konuşulur. Ben Sabah'ın genel yayın yönetmeni olduğumda toplam tiraj 200 bin, pazar günleri 350 bindi. Yazar kadrosu dağılmıştı. Günaydın'ı yapan ekip olduğu gibi gitmişti. Editörlerin önemli bir kısmı gitmişti. Ciddi bir dağınıklık vardı. Önce o dağınıklığı toparladım, sonra yeni bir yazar kadrosu oluşturdum. Hem de hiç para harcamadan. Sadece Mehmet Barlas'ı aldık. Sonra, bu kadar büyük bir gazetede muhafazakar görüşün yer almamasının eksiklik olduğunu düşünerek Ahmet Hakan'ı aldık. Ömer Lütfü Mete Yeni Binyıl'dan bildiğim, milliyetçi çizgiden bir yazardı. Umur Talu'yu aldık. Emre Aköz yazmaya başladı. Gazetede bir renklilik yaratmaya çalıştık.

O ara rekabet çok hızlanmıştı. Gidenler Aydın Doğan'ın desteğiyle Sabah'ın benzeri bir gazete çıkarmıştı. Sonuçta Vatan, Sabah'ı ezip geçebilirdi. Plan buydu zaten: "Zafer Mutlu olmayınca Sabah olmaz. Ergun onunla mücadele edemez". Oysa Sabah'ı bıraktığım gün itibariyle Vatan 150 binlerdeydi, Sabah ise 450 binlerde. Pazar tirajımız 350 binden 615'lere gelmişti. Herkes her şeyi söyleyebilir ama dönüp bilançoya bakmak lazım. Ayrıca haklar konusunda çok titiz davrandım. O dönem olabildiğince az tekzip yediğimiz bir dönemdir. Haberin kavgasını verdik ama kimseyle de kişisel kavgaya girmedik. Sivil iktidara asker üzerinden muhalefet yapmama ilkesini titizlikle uyguladım. Beni hâlâ rahatsız eden bir ya da iki sapmamız var o döneme ilişkin. Ama iktidara yönelik değil de, askerin çok büyütülmesine yönelik. Herkes herkesi eleştirebilir sonuçta kamuya açık bir iş bu.

Siz de geçtiğimiz hafta "28 Şubat günlerinin diline benziyor" diye Sabah'ın manşetini eleştirdiniz. Çalışma arkadaşlarınızla aranız nasıl?

Problem yok tabi ki. Aynı kattayız zaten. Yapılan işin doğası bu. 'İsmini açıklamayan dört yıldızlı bir general' haberlerinden gına geldi artık. Bunların geride kalması gerektiğine inandığım için yazdım o yazıyı. Bir kavga sebebi değil bir tespit, bir uyarıydı.

Öncesinde kısa bir Yeni Şafak dönemi var ama Ahmet Hakan'ı siz köşe yazarı yaptınız. Şimdi basının en çok okunan ve tartışılan ismi. "Benim keşfim" diyor musunuz?

Ahmet Hakan yetenekli bir yazar. Bence Sabah'taki performansı, şu andakinden daha parlaktı. Farklı konulara döndü Hürriyet'te. Sabah'ta siyasi analizleri daha fazlaydı sanki. Ahmet Türkiye'nin önemli bir köşe yazarı. Fikirlerimiz zaman zaman uyuşmasa da var olmasından keyif aldığım biri.

Yazacakları konusunda yönlendirdiniz mi Ahmet Hakan'ı, bir "proje" miydi yani?

Ne istediğimi anlatmıştım tabi ama çok gençler dışında yazarların serbest bırakılmasından yanayım. Ahmet ne istediğine karar vermişti Sabah'a geldiğinde.

Turgay Ciner'in Newsweek dergisini alım görüşmeleri için sizi görevlendirdiğini, bunun için Amerika'ya gittiğinizi, derginin başına geçeceğinizi biliyoruz. Anlaşma sağlandı mı?

Bir açıklama yapamam. Kontratlar gidiyor, geliyor, ne olacak bilmiyorum.



28 Şubat döneminde Dinç Bilgin 'Refahyola doğru' manşetine kızmış ve "İki grup izin vermedikçe kimse ne hükümet kurabilir, ne de bakan atayabilir" demiş. Başbakan Erdoğan da geçtiğimiz yıl "Medya istedi diye bakan değiştirmem" demişti.

Medyanın Başbakana yaptığı en büyük kötülük o oldu. Kabinesini yenileyemedi. İhtiyaç vardı oysa.

Tuzak mı bu?!

Yok. Yola çıktığı insanlarla devam ediyor Erdoğan.



Yılmaz Özdil ile Son Baskı adında bir televizyon programına başladınız. Ne yapacaksınız?

Türkiye'de main stream medyada çoğunluk daha askercidir. Son Baskı benim için sivil ve demokratik görüşlerin büyük bir kanalda dile getirilmesi bakımından önemli.

Ortağınız Yılmaz Özdil ulusalcı?

İktidarın yapısı, askerin demokrasideki rolü gibi konularda ayrımlarımız var elbette ama farklı noktalardan çıkıp aynı yere geldiğimiz de oluyor.

Bu format Emre Kongar, Mehmet Barlas programına benziyor?

Formatla ilgili çok şey tartışıldı sonuçta böyle bir noktaya gelindi.



Medya genel anlamda özgürlüklerden yana tavır sergilerken ve her tür yasağı haber-yorum konusu yaparken başörtüsü yasağına ilgisiz kalıyor. Bunun sebebi ne?

Başörtüsü yasağı manşete çıkmıyor ama çok kişi yazıyor. İlke olarak yapılan şeyin iktidar yalakalığı olarak algılanması korkusunu da unutmamak lazım. Çok baskı vardır gazeteciler üzerinde. Başörtüsünü Türkiye mutlaka aşar. Şu anda başörtüsü gerilimi çok yok mesela. İktidarın ilk yıllarında daha çok hissediliyordu ama artık hayatın bir geçeği olarak kabul edildi.

Başörtüsü yasağı haber konusu olmadı ama Başbakanın ve bakanların eşlerinin gardrobuyla çok ilgilenildi?

Doğal bir şey bu. Semra Hanım'ın, Berna Hanım'ın kıyafetleriyle de çok ilgilendi medya. Başbakan eş ve çocukları konusunda çok hassas ama kamusal bir kişilik olunca özel hayatınız da daralıyor. Tarık Zafer Tunaya buna 'kişinin küçük bahçesi' diyor. Biz Semra hanımın mücevherlerinin tek tek fotoğrafını çeker, kuyumculara götürür, fiyat tespiti yaptırırdık. Semra hanım "30 bin dolarlık yüzük taktı, saat taktı" haberleri yapardık. Emine Hanım haberleri makul bence. En sağır dönem Turgut beyindi.







18 yıl önce