|

Erhan Göksel: Müesses nizam dağıldı

Stratejist Erhan Göksel, “Müesses nizamın yöneticileri en üst düzeyde devlet görevlileri. Proje üretemeyen, yeteneksiz bütün devlet kadroları gelecekte kendilerinden hesap sorulmaması için medya üzerinden bir vicdan rahatlatmasına gidiyorlar” diyor.

Mehmet Gündem
00:00 - 17/12/2007 Pazartesi
Güncelleme: 00:06 - 17/12/2007 Pazartesi
Yeni Şafak
Erhan Göksel: Müesses nizam dağıldı
Erhan Göksel: Müesses nizam dağıldı
Atın kışladan siyaseti…

Paşaların ardı ardına gelen açıklamaları “vicdan muhasebesinden” ziyade başka bir gerçeği ifade ediyor; Siyaset yapan ordu savaş yeteneğini kaybeder. Karargaha siyasi zaaf girdiğinde, ordunun savunma yeteneği ve caydırıcı güç fonksiyonu oyundan düşer.

“Dağa çıkışları önleyemedik”, “terörle mücadelede gerekli stratejileri üretemedik”, “başarısız olduk” çizgisinde toplanan beyanlar, kışlaya giren siyasetin hazin sonucudur.

Kendinizi ülkenin merkezine konumlandırıp da, asli işinizi unutup “siyaseti siyasetçiye bırakılamayacak kadar önemli bir uğraş” gördüğünüzde, yıllarını heba etti Türkiye. Ülke 30 bin insanını terörde kaybederken size çok ihtiyacı vardı, ama o günlerde siz bu kadar gözükmüyordunuz. Şimdi başarısızlığınızı itiraf ederken, bu bedeli kim ödeyecek, bu yenilginin ağırlığını kim taşıyacak omuzlarında.

Bize kendi siyasetine yenilmiş, içe yönelen, düşmanını içeride üreten ordu lazım değil. Bize, 'rol çalan' siyaset yeteneğini geliştiren ordu da lazım değil. Kışladan dünyayı titretecek düzeyde askeri donanım, yetenek, strateji bekliyoruz.

Siyaseti; siyaset düşünen askeri “titretip” kendine getirecek kudretteki siyasetçilerden bekliyoruz…

Askeri “geleceğin itirafçısı”na dönüştürmemek için, kışladan siyaseti söküp alacak siyasete, devlet adamına ne kadar da çok ihtiyaç var.

Anlık fotoğraflara bakmayı bırakıp da, süreçleri iyi okuyarak siyasetin ağırlığını alın askerin omuzlarından.

Asker olmazsa devlet de olmaz, ama kışlaya siyaset girince devlet de devlet olamıyor…

Stratejist ERHAN GÖKSEL'in insanın keyfini kaçıran analizlerini dikkate almakta fayda var.



Askerler Kürt sorunu ve PKK konusunda son dönemde ilginç açıklamalar yapıyorlar. Eski paşalar “hata yaptık” dediler. Bu dört beş ay önce Kenan Evren'in “Kürt lafını yasaklamakla hata yaptık” demesiyle başladı. Cesaret alan bir yığın emekli subay medyaya çıkıp cahilce laflar etti, “muhteşem(!) fikirleri” ile ortalığı doldurdu. Geçen ay da son yılların emekli kuvvet komutanları konuşmaya başladı. Peki, ortaya ne çıktı: Bilgi yetersizliğinden ve eğitimsizlikten bir yığın farklı ses büyük bir gürültü çıkardı. Kavramlar, olaylar ve ileri sürülen tezler birbirine karıştı. En son geçen hafta 2. Başkan Ergun Saygun ve Genelkurmay Başkanı Büyükanıt konuştu.

Büyükanıt "insanlığın ortak değerlerden biri insan hakları, ikincisi demokrasi, üçüncüsü özgürlük, dördüncüsü barış... Biz bu değerleri terörle mücadelede elimizden kaçırdık" dedi.

Bunları Türkiye'nin kritik günler geçirdiği ve başta uluslararası diplomasi olmak üzere hemen her alanda kuşatıldığı, "ateşle imtihan" edildiği dönemde basının önünde söyledi. Dünyanın her yerinde askerler konuşur, en çok İngiltere'de ikinci olarak da Amerika'da konuşurlar. Ama kamuoyu önünde, medyada konuşmazlar. Günlerdir bir yığın general konuştu, peki hangisi devlete "hata yaptık" deyip de bir rapor yazdı?

Bu ortamda neden konuştu paşa?

Süreci halkla paylaşmak gerektiğini düşündükleri için.

Bunun sakıncası var mı?

Elbette var: Askeri ihaleler ve Oyakbank-TSK ilişkisi gibi ekonomik konularda tek kelime etmeyen ve TSK'nın çeşitli iç konularını daima tartışma dışında tutan Genelkurmay, asli görevi olan ülke savunmasının temel stratejisini tüm dünyanın ve düşmanlarının gözü önünde medya üzerinden halka anlatmaya kalkmaz. Bunlar halkla değil hükümetle konuşulacak konulardır. Kendi vicdanlarını rahatlatmak için medya üzerinden televole pogramı gibi devletin sürdürülmekte olan diplomatik politikalarını adeta bir "vakanüvis" edasıyla anlatamazlar.

BU SÖZLER TÜRKİYE'NİN BAŞINI AĞRITIR

Büyükanıt'ın konuşmasının toplum üzerinde nasıl bir etkisi olur?

"Terör siyasallaştı ve legalleşti, psikolojik harekatı onlara kaptırdık" gibi sözler, "artık yapılacak bir şey kalmadı" anlamında cümleler sarfetmek, havlu atmak anlamına gelir. Bu "kaptırma" sözcüğü, sadece TSK bünyesinde değil tüm dünya ordularında "savaşta bayrağı kaptırma" anlamını çağrıştırır ki "bunu düşündürmek bir orduyu tamamen berhava etmek"le eş anlamlıdır.

Haklı olduğu hiç bir nokta yok mu o konuşmada?

İtiraf kısmı hariç, doğru olan hiç bir tarafı yoktu. Doğru taraf itiraf kısmında 4 madde halinde sıraladığı "çağdaşlık değerleri"ydi. Ama Büyükanıt onu da "insan hakları terörist hakları haline dönüştü" diye öyle yanlış bir söylemde kullandı ki "23 yıllık terörle mücadelede insan haklarına riayet etmedik" anlamına yol açacak veri haline dönüştürdü. Bu sözler ileride Türkiye aleyhine "en yetkili kişi" tarafından adeta bir "mahkeme önünde ikrar" edilmiş gibi kullanılabilir konumdadır. Büyükanıt'ın görevi fiili olarak bitmiştir, hukuki olarak sürebilir...

MÜESSES NİZAM KİRLENDİĞİ İÇİN DAĞILDI

2006'nın başında MİT bir rapor yayınladı, bahara büyük eylemler olacak dedi. Hükümet ve asker yani devlet PKK'nın stratejisini göremedi mi?

Herkes bunun üstüne yattı, siyasi iktidarın da hataları oldu, devletin yaptığı herşeyi kendi altlarını oymak olarak gördüler. Asker de birçok şeyi politikleştirdiği için asli işlerinin dışında kaldı ve çuvalladı.

Devletin bu hali ne anlama geliyor?

Müesses nizamın dağıldığı anlamına geliyor. 22 Temmuz seçimleri gösterdi ki Türkiye'de 85 yıldır kurulmaya çalışılan müesses nizam ve Türk burjuvazisi yeknesak olmuştur. Müesses nizam fonksiyonunu yitirmiş, işlevsiz kalmıştır. Böyle olduğu için Genelkurmay Başkanı çok önemli bir askeri toplantı varken Atina'da kokteylde bulunmaktadır. Ordunun en büyük müteahhidiyle locada holigan gibi Fenerbahçe taraftarlığı yapmaktadır. Fakat TSK'nın profili değişecek, dört yıllık üniversite eğitimi olan subaylar henüz tümgeneral seviyesindedir...

Kim o müesses nizam?

Şu anda müesses nizamın yöneticileri en üst düzeyde devlet görevlileri. Proje üretemeyen, yeteneksiz bütün devlet kadroları gelecekte kendilerinden hesap sorulmaması için medya üzerinden bir vicdan rahatlatmasına gidiyorlar.

EN DOĞRU YOLDA GİDEN ERDOĞAN

Müesses nizam neden yerle bir oldu?

En önemli kriter, askerler bu devletin çimentosunu sağlamlaştıralım diye uğraşırken kendi ekonomik kaynaklarını da bir yandan yarattılar. Küreselleşme o kadar egemen oldu ki sınırların anlamı kalmadı. Ay yıldızlı bayrak giyip Erdemir'i kimseye vermeyiz diyen Coşkun Ulusoy koskoca bankayı sıfırladığında kendini kurtarmak için Oyakbank'ı bir gavura sattı. Bu durumda TSK'nın bir fonksiyonu olur mu? Böyle olunca televizyonlara çıkıp herkes konuşur, eski subaylar vicdan rahatlatmaya çabalar, aktif subaylar da maça gider, düğünlerde göbek atarlar.. Türkiye'de en doğru yolda olan adam da Başbakan'ın kendisi. Başbakan'da radikal bir değişim oldu kimse görmü-yor, aynı değişim Gül ve Dışişleri ekibinde yok.

Başbakan'daki değişim nedir?

Taç giyen baş akıllanır diye bir İngiliz atasözü var. Başbakan Türkiye'nin gerçeklerini anladı. Eğitiminin ötesinde büyük bir siyasi yeteneği var. Halkın gerçeklerini, reflekslerini biliyor. Dikkat edin bu dönemde çevresini, danışmanlarını değiştirdi. 2009'da dünya büyük bir krize girecek. Böyle bir kriz çıktığında Türkiye ne yapacak. Avrupa'daki grupların AKP'ye açıkça desteği vardır ama bu destek yanıltıcıdır, Başbakan bunu gördü ve yeni kadrolarını ona göre şekillendirdi.

Askerle ilişkilerinde de rahatlama oldu mu, "altını oyma" algılaması değişti mi?

Seçimden önce askerin terörle ilgili bütün çıkışlarını AKP'nin dibini oymak olarak algılıyordu. Sandıktan yüzde 47 çıkınca rahatladı, büyük bir güven geldi. Başbakan devletin gerçekleriyle uluslararası gerçeklerin önemini fark etti. Örneğin askerlerin ABD'ye gitmesini önerdi ve götürdü. "Askerle hükümet arasında çatal var, biz bunu ayıralım" diyen ABD'nin süngüsü düştü. Bu projeler askerden değil Başbakan'dan geldi.

Başbakan inisiyatifi ele aldı mı, asker sivil ilişkisi dengelendi mi?

Müesses nizam kirlerinden arınmış olarak toparlanmalı yoksa bu devleti kaybederiz. Korkarım 10 yıl sonra bu ülke bölünür, 20 yıl sonra bu topraklarda bizi asimile ederler gideriz. Böyle bir plan var, büyük dış politikalar böyle yürütülür. Başbakan, müesses nizamla kavga etmenin kendisine bir yarar getirmeyeceğini gördü, müesses nizamı yeniden yapılandırıp onunla bir noktada buluşmayı düşünüyor.



Son dönemlerde bir de kitap yazan emekli askerler dalgası oluştu... Onlar da mı vicdanlarını rahatlatmak istiyorlar?

Çoğu için midelerini rahatlatmak daha önemli. Ali Kırca'nın programına çıkan emekli subay Şemdin Sakık'ı nasıl yakaladığını anlatıyor. Aynı olayı Sabah manşet yapmıştı. O albay kesinlikle gerçekleri çarpıtıyor, kapı kapı geziyor kitabını sattırmak için...

Mithat Işık'tan bahsediyorsunuz. Siz Şemdin Sakık olayının iç yüzünü biliyor musunuz?

Mesut Yılmaz'ın danışmanıyım o zaman. 98 Nisan'ında Şemdin Sakık kendisi teslim oldu, bir çıkarı vardır şüphesiz. Devlet sırrıdır kamuoyu önünde tartışılamaz ve bunu açıklamak bana düşmez...

Sağlık problemi mi?

Sakık'ın teslim olmaya ikna edilmesi devletin büyük başarısıdır. O dönemde Karadayı Genelkurmay Başkanı, Kıvrıkoğlu kuvvet komutanı. Şemdin Sakık'ı nasıl aldık diye anlatan albay nereye gittiğini bile bilmiyordu, bindiği helikopterin pilotuna verdiler nereye gideceğinin koordinatlarını.

Yani bu operasyon bir senaryo...

Senaryodur tabii. Adam teslim oldu, gidip aldılar... Karadayı emekli oldu, Kıvrıkoğlu Genelkurmay Başkanı oldu. Atilla Ateş paşa gitti Suriye sınırında konuştu, Kıvrakoğlu kırmızı kitabı değiştirdi, 80 yıllık öncelikli düşman Yunanistan'ın yerine Suriye'yi koydu. Hafız Esad korktu, Öcalan'ın Suriye'yi terki diyar süreci başladı. Sonunda Öcalan yakalandı. Şimdi birileri kalkmış kitabını satmak, reklamını yapmak için gerçekleri çarpıtıyor. Bu iş artık para ediyor. Türkiye'de terörün devamından menfaat sağlayan devlet içinde kirli bir yapı vardı o temizlendi, şimdi ise terörün ticaret yapılıyor. Bu kadar rezil bir ülke haline geldik. En büyük suçlu medyadır. Medya Şemdin Sakık'ın nasıl yakalandığını biliyor ama mesala Ali Kırca masa başında reyting uğruna bu işlere çanak tutuyor.


Büyükanıt ve altı ay sonra gelecek Genelkurmay Başkanı arasında zihniyet farkı var mı? 30 Ağustos'un çok zor geçeceğini düşünüyordum, devlette seçim çok zordur. Kimin geleceğinin hiç önemi kalmamıştır, çünkü müesses nizam dağılmıştır, toparlanması zaman alacaktır. Askerin direnci bitmiştir. Başbakan'ın yakın çevresi Kürtçülükle suçlandığı için Başbakan'a birçok konuda, özellikle güvenlik konularında eksik enformasyon veriliyordu. Bu sorun da son ABD ziyaretinden ortadan kalktı.

Asker terörle mücadelede başarılı mı?

Başarısızdır. 28 Şubat'ın kötü mirasıdır TSK kamuoyu yaratmaya çalışıp dış politikayı, diplomasiyi, iç politika malzemesi yapmaya başladı. Başbakan Erdoğan, İngiltere'deydi, Gordon Brown, şehitler için başsağlığı dilerken "inşaallah esir askerler de kurtarılır" dedi. Dünya ve Türk kamuoyu Dağlıca'da 8 askerin rehin alındığını o anda öğrendi.

Genelkurmay neden kendi halkından gizledi 8 askeri?

Zayıf gözükmemek için. Daha neler neler gizleniyor....

Mesela....

Her şeyi söyleyemem... Köprü harekatta değil harekattan sonra uçurulmuştur. Baskın gece değil sabaha karşı olmuştur. İletişim bir devletin müdahalesiyle susturulmuştur. Basanların sayısı söylendiği gibi değildir. Karakoldaki asker sayısı doğru değildir. O kadar büyük bir kitlenin dağlardan yürümesi mümkün değildir, helikopterle birileri getirip oraya koymuştur. Irak'taki karakollarımızda operasyon sırasında yanlışlıkla tutuklandığı söylenen albay da Irak'ta tutuklanmamıştır, Amerikalılar teslim etmek için senaryo yazılmıştır...

MEDYANIN DERDİ BAŞKA

Medya sus pus, hiç bir şeyi sorgulamıyor... 1994'te bir operasyon düzenleniyor. Dış basında Türk ordusu aleyhinde haberler çıkınca askerler yerli ve yabancı gazetecileri toplayıp Kuzey Irak'a götüreceklerdi. Türkiye'den de önemli isimler vardı, Yalçın Doğan, Hasan Cemal gibi... Olayın içinde bir komutan arkadaşım vardır, "aklınızı mı kaçırdınız, yerli yabancı gazetecilerin dolu olduğu helikopter düşerse PKK'yı uluslararası alanda siyasallaştırırsınız" dedim. Komutan, "merak etme biz onu hesapladık bir şey olmaz" dedi. Çok sıkıştırınca da "Kuzey Irak'a uçmayacağız ki, Cudi'de Gabar'da uçacağız" dedi. Ya anlarlarsa dedim, "ben şu kadar yıllık askerim, helikopter iki tur atınca pusulaya bakmazsam nereye gittiğimizi ben bile anlamıyorum" dedi. Üç tane büyük helikopter uçuruldu. O gazeteciler Kuzey Irak'a gitmeden gitmiş gibi günlerce yazı yazdılar... Şimdi de büyük kanallar Cudi ve Gabar'da büyük operasyon diye yayın yapıyorlar. Buraları bizim sınırlarımız içinde. Bunu basının ünlü yazarları göremiyor ama benim kapıcım görüyor. Onların derdi, cumhurbaşkanının listesinde en önemli adam neden Fehmi Koru da ben değilim noktasında...



Seçim sonuçlarını Erdoğan nasıl yorumladı?

Devlet ve PKK arasına sıkışan Kürt vatandaşları AKP'ye oy verdiler. Bunun bir mesajı vardı. En tipik mesaj referandum oylarıdır, oylar Gül'e verilmedi, Kürtler sistemle barışık olduklarını, bölünmek istemediklerini söylediler. Başbakan bunları iyi okudu, Kürt sorununu çözemezse ülkenin gitmeyeceğini, kendisinin de iktidar olamayacağını gördü.

Özal ile Erdoğan'ın Kürt realitesini aynı derinlikte mi algılıyorlar?

Kürt meselesini gören tek adam Özal'dı. Ona Erdoğan eklendi. Türkiye'nin bir numaralı sorunu PKK değil, Kerkük'tür. Kerkük K.Irak'a bağlanırsa Büyük Kürdistan'ın önü açılır. Başbakan bunu iyi algıladı. 22 Temmuz öncesi Türkiye'de büyük siyaset yoktu, bugün Başbakan Türkiye'yi taşıyabilecek çapta bir büyük siyaseti üretiyor.




16 yıl önce