|

Ermenistan'la ilişkilerde özgüven şart

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Prof. Dr. Beril Dedeoğlu “Ermenistan ile imzalanan protokollerden geriye adım atılmayacak” dedi. Dedeoğlu; Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkilerinde kendi ağırlığına uygun davranmadığını da söyleyerek; “Türkiye'ye düşen daha özgüvenli olmaktır” dedi

Murat Aksoy
00:00 - 19/04/2010 Pazartesi
Güncelleme: 23:32 - 18/04/2010 Pazar
Yeni Şafak
Ermenistan'la ilişkilerde  özgüven şart
Ermenistan'la ilişkilerde özgüven şart

1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması iki kutuplu dünyaya son verdi. Aradan geçen 21 yıl içinde uluslararası ilişkilerde neler oldu? Yeni bir dünya düzeni kuruldu mu? Yoksa yaşanan dönem bir geçiş dönemi miydi? Özellikle son birkaç yıl içinde yaşanan gelişmeler ve son olarak ABD-Rusya arasında imzalanan nükleer silahların azaltılması konusundaki anlaşma yeni bir düzenin başlaması anlamına mı geliyor? Bütün bunları ve Türkiye'nin dış politikalarını Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Prof. Dr. Beril Dedeoğlu ile konuştuk. Dedeoğlu yeni bir dünya sistemi kurulduğunu ve Türkiye'nin de bu değişimi erkenden fark edip uyum sağlayan ülkelerden biri olduğunu söyledi.


* * *

24 Nisan yaklaşıyor. Protokoller konusunda Türkiye ne yapacak?

Türkiye bu protokollerden geriye adım atmayacak. Bu bir aşama, geciktirilebilir, sulandırılabilir, kavga çıkar, Meclis kompozisyonu beklenebilir ama hukuken ve dünya karşısındaki gereği asla geri adım atmaz.

Bir tür bağlayıcılık mı oldu imzalanması?

Bu protokolü imzalayan, vazgeçtim demez. Belki şu anda hükümet hem iç siyasi tartışmalar hem de Meclis kompozisyonu gereği protokolleri erteleyebilir ki, şu anda olan bu. Buradan geri adım atılmayacak. Bu biraz da Rusya ile Amerika'nın Gürcistan konusunda ne yapacaklarına karar vermeleriyle ilgili. Yani Yukarı Karabağ sorunu değil Gürcistan meselesi. Osetya'nın geleceği konusunda tarafların anlaşması gerekiyor. Beklenen o. Dolayısıyla Türkiye protokolleri geciktirdiği için herkes kızıyor gibi bir hava var basında, ama bu gerçek değil.

SARKİSYAN PROTOKOLLERİN NEDEN GECİKTİĞİNİ BİLİYOR

Erdoğan-Obama görüşmesi, Obama'nın 24 Nisan'da ne söyleyeceğine indirgendi sadece...

Türkiye'nin artık bu konuda daha özgüvenli politika izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Obama'nın ne söyleyip söylemeyeceği üzerinden pazarlık politika değil, politikasızlık demek. Bir yandan Ermenistan'la normalleşmeden bahsedip öte taraftan Amerika ile kavga etmek bunlar paralel politikalar değil. Ben demiyorum ki Türkiye çıksın her şeye boynunu eğsin, ama sonuçta diasporanın daha az uğraşıp yapması gereken şeyleri Türkiye kendi kendine yapıyor. Diaspora kızgın Türkiye istiyor. Türkiye kızarak diasporaya hizmet ediyor. Bu çok doğru bir siyaset değil. Protokoller konusunda Ermenistan hükümetine Türkiye'nin neden ağırdan gittiğinin anlatıldığı kanaatini taşıyorum. Ve Sarkisyan bu durumu anlamış vaziyette.

Protokoller neden önemli?

Önemli çünkü protokoller sınır ve toprak meselesini sonsuza kadar kapayan bir içeriğe sahip. Çok steril belgeler. Şiddet ve terörizm konusunda işbirliği veriyor yani bu iki ülke ilişkisinde aranacak en önemli şeyler, tazminat meselesi Ermenistan'la ilgili değil başka yerlerle ilgili ve bunlarla ilgili Türkiye'de çalışan insan olmadığı için tevatürler bini geçmiş vaziyette. Bunun bu kadar abartılması Türkiye'ye ters dönebilecek bir şey. Diğer barış politikalarının inandırıcılığını azaltan işler.

DÜNYA SİSTEMİ ASIL ŞİMDİ YENİDEN KURULUYOR

Uluslararası ilişkilerde neler oluyor dünyada?

Benim görebildiğim kadarıyla uluslararası ilişkilerde öne çıkan dinamikler bir önceki sistemden farklı. Bugün iki dinamik öne çıkıyor. Bunlardan bir tanesi halklar dikkate alınmadan stratejik düşünmenin imkânsızlığının ortaya çıkmış olması. Yani devletlerin liderlerine ya da iktidarlara bakarak ve onlarla işbirliği yaparak stratejik davranmanın mümkün olamayacağı. Eskiden de belki vardı ama bu çok açık oldu. Dolayısıyla her toplumsal kesimin gerektiğinde muhatap alınacağı bir ortam yarattı.

İkincisi ne?

Devletlerarası ilişkilerde enerji, su gibi konularda rekabet ve çatışmaların yöntemleri konusunda biraz farklılaşan bir durum var. Bugün sisteme tümüyle hâkim bir tane güç yok. Yani her istediğini yapacak hiçbir oyuncu yok artık. Bazı konularda birileriyle, benzer güçlerle işbirliği yapmak zorunda. Yani büyük ülkeler olsanız bile çıkarlarınız gereği diğer büyük ülkelerle işbirliği yapıyorsunuz. Ki bu yönde ABD ilk adımı attı.

OBAMA'NIN KAZANMASI SONUÇ

Bu süreç Obama ile mi başladı?

Daha önce Bush'un son döneminde başladı. Yani Bush'a rağmen başladı. Ve o yüzden Obama oy aldı. Bu süreç, Obama'yla başlamış bir şey değil. Ama bugün açığa çıkmış gözüküyor. Hangi konularda açığa çıkmıştı bu durum, nükleer silahlarda indirim meselesinde. Yani Obama yönetiminin ilk aldığı karar, ulusal füze savunma sistemine ait füzelerin Rusya'yı tehdit eden Avrupa topraklarında yerleştirilme projesinden vazgeçilmesi. İşte bu kapıyı aralamanın kilit tutumudur. Böyle bir bakış, bugünkü nükleer zirvenin de yapılmasını olanaklı kıldı.

AB İŞBİRLİĞİNİ REDDEDİNCE RUSYA'NIN ÖNÜ AÇILDI

Mesela…

ABD işbirliği konusunda ilk teklifi AB'ye yaptı; "Gelin dünyanın düzenlenmesinde aynı tarafta yer alalım" diye. "Bu düzenlenme sırasında siz yumuşak güvenliği temsil edin, ben sert güvenliği temsil edeyim" dedi. Ama bu teklife itiraz eden devletler çıktı Avrupa'da. ABD'nin şemsiyesi altına girmek istemediler. ABD'nin o düzenleme projesinin kendilerine kayıp getireceğini düşündüler. Ama bu olmadı ve AB bu süreçte pasifize oldu.

Avrupa küresel oyundan düştü mü?

Oyundan düştü ve hatalı yerlere oynadı. Örneğin İran konusunda Obama ağırdan alma yanlısı, yani şans verelim ve diyalogla çözülsün derken, Avrupalılar kıyameti koparıp ABD'yi savaşa davet ediyorlar. Bu yüzden Obama kendisine daha net, pragmatik düşünen bir ülkeyle işbirliği yapmak istiyor.

YENİ SİSTEMİN GİZLİ OYUNCUSU ÇİN

Bu Rusya mı?

Evet. ABD'nin dünyayı dizayn için seçtiği ortak Rusya. Üstelik bu durum şu anda Rusya'nın da işine geliyor. Çünkü Rusya da Orta Asya ve Kafkasya'da bazı konularda sıkışmış vaziyette ve Çin'in inanılmaz baskısı altında. Ama Çin açık bir siyaset uygulamayıp çıkıp çıkıp televizyonlarda konuşan liderleri olmadığı için biz o tavrı çok net görmüyoruz. Şu açık, Rusya ile Amerika iki konuda işbirliğine gidiyor. Bunlar; güvenlik ve askeri konulara Amerika'nın Rusya'yı ortak etmesi, enerji meselesine de Rusya'nın Amerika'yı ortak etmesi.

İki ülke birbirini tamamlıyor yani…

Aynen. Rusya askeri belli kanallarda Amerika'nın yanında yer alarak kazanç elde ediyor. Amerika'nın işine gelen bir şey, enerji konusundaki sorunlarını çatışarak değil, işbirliği ile çözüyor.

Çin'in yeri nerde?

Aslında bu kritik bir soru. Çünkü ABD-Rusya ilişkisinin sürdürülebilir olması büyük ölçüde Çin'in bu sürece razı olmasına bağlı. Eğer Çin bu süreci kendine tehdit olarak görürse o zaman gergin bir dünyadan bahsedebiliriz.

Peki nasıl anlayacağız Çin'in tavrını?

Çin'in tavrının ne olduğunu İran'a yaptırım konusunda göreceğiz. Yani BM Güvenlik Konseyi'nde İran'a yönelik olarak alınacak karara Çin de evet derse, ikna edilmiş olduğunu anlayacağız. Ama burada Çin için önemli olan İran'a yaptırımlardan ziyade dünyanın Çine yönelik olarak dile getirdiği ucuz işgücü, kalitesiz üretim, insan hakları ihlalleri gibi konularda şikayet ve baskıların azaltılması konusunda olacak. Yani Çin bu konularda kendisine gelen baskıları azalttıkça ikna olacaktır.


ABD Rusya işbirliği haritalara nasıl yansıyacak? Bu paylaşım daha çok Ortadoğu ve Orta Asya'daki bölge ülkelerinin iktidarlarının tercihleriyle şekillenecek olan bir şey. Ve bu iktidarlara hem ABD hem Rusya diyor ki; ikimizi de idare edeceksin. Örneğin Kırgızistan. Bir yanıyla Rusya ile iyi geçinen geçici bir hükümet var ama aynı hükümet öbür taraftan Amerika'nın üslerini kapatmayacağını söylüyor. Fakat bu aynı zamanda daha çok sayıdaki devletin seçim yaparak bir tarafın yanında alma gücünü artıran bir durum. Bunun doğal bir sonucu olarak Doğu-Batı hattı giderek Kuzey-Güney hattına dönüşüyor. Latin Amerika'da Venezuela'dan başlayıp, Avrupa'dan devam eden Ukrayna'dan Moldova'dan keselim Karadeniz'in ortasından geçirelim İran'ın ortasından geçirelim Afganistan, Kırgızistan sınırından Japonya'ya kadar giden bir düz olmayan bir stratejik bir hat düşündüğümüzde; bu hattın kuzeyinde Rusya'ya hareket imkânı tanınırsa eğer Amerika'ya da güneyde hareket imkânı tanınacak.

Ama bu Kuzey-Güney paylaşımı o kadar net değil sanırım…

Değil. Orada kriz çıkaran yerler var. Biri İran, biri Ermenistan. Mesela Polonya da bu hattın kırılma faylarının geçtiği yerler. Tabii bir de İsrail. Burada hem Rusya'nın hem de Obama'nın anlaştığı konular var, hem de bunları bozanlar var. Bu oyunu bozan oyuncular bu anlaşmayı tehlikeye sokan oyuncular.

Kim bu oyuncular?

İlk olarak, oyunu bozan yer büyük ölçüde Kafkasya'da Azerbaycan. Daha önce Azerbaycan'ın Batı ile yakınlaşması öngörülmüş, Gürcistan'ın Rusya'da kalması düşünülmüş, Ermenistan da arada tampon düşünülmüş belli ki. Fakat Azerbaycan, Türkiye'nin Ermenistan açılımı nedeniyle ağırlığını Rusya'ya kaydırarak bir tür tehdit oluşturmak istedi. Yani dedi ki Ermenistan'ı arada tampon yapmak istiyorsanız ve beni de kazanmak istiyorsanız bu sorunu benim lehime çözün. Ve çözülmedi. Bu oyunda Türkiye gerçekten dolaylı bir oyuncu. Yani Türkiye-Azerbaycan ilişkileri iki ülkenin karşılıklı düzenleyebileceği bir şey değil.

Çok boyutlu mu?

Evet. Türkiye "Canım Azerbaycan" da dese, bu ilişki Türkiye'nin kazancını sağlayacak bir şekilde düzenlenmeyebilir. Yani Azerbaycan'la Türkiye'ye bağlı değil bu ilişki. Nasıl Ermenistan-Türkiye ilişkisi o kadar iki ülkeye bağlı değilse. Azerbaycan'dan bahsedilirken hep ikili bir ilişki var gibi düşünülüyor. Hâlbuki değil.

Peki ikinci ülke…

Tabii ki İran. Ve üçüncü ülke de İsrail.


Türkiye'nin dış politikası bu tabloya uyumlu mu? Birincisi Türkiye'nin bu trendi önceden görebildiğini söylemek mümkün. İlk defa Türkiye dış politikada başlayan trendi başlarda gördü. Türkiye ilk defa haritaya yukarından bakan yerde. Önce ittifaklarını güçlendirdi, ikincisi bölgede güven sağlayıcı role soyundu ve son olarak ticari, kültürel davranış alanını genişletti. Bu tür girişimleri yapmayan ülkelerin düştükleri pozisyon açık. Hemen izole edilip sistemin dışına atılıyor. İşte bu politika genel trendle çok uyumlu hatta bu genel trendi hızlandırıcı bir eğilime sahip. Burada belki bir şeye daha değinmek lazım işte Ahmet Davutoğlu'nun politikası komşularla sıfır sorun vs. ama ilgi alanının içinde Avrupa çok yok gözüküyor. Yani AB Türkiye'nin gündeminden çıkmış gözüküyor.

AB ŞİMDİLİK CAZİBE MERKEZİ DEĞİL

Bu Avrupa'nın da tercihi sanki…

Evet, işte yanlış oynayan taraf Avrupa oldu. Onu kabul etmek lazım. Ama zaten büyük güçlerin gözünden Avrupa çıktı. Biraz önce çizdiğim tablonun içinde Avrupa yok. Bu yüzden Avrupa en azından şimdilik Türkiye için cazibe merkezi olmaktan çıkıyor.

Tersi olabilir mi? Yani Türkiye çekim merkezi olabilir mi Avrupa için?

Ben AB üyeliğinin zorlanması gerektiği kanaatindeyim. Üyelik hedefi, hem Türkiye'nin geleceği için hem de şu anda oynadığı rolün sürdürülebilir olmasını sağlayacaktır. Bugünkü konjonktür Türkiye'nin bunları yapmasına izin veriyor. Ama fotoğraf terse dönerse Türkiye sıfır sorun politikası nasıl uygulayacak? Biter o. Uygulayacak alanı kalmaz. O zaman Avrupa'nın üyesi olan bir Türkiye bu politikanın sürdürülebilirliğinin garantisidir. Ama ne yazık ki bugün ne ABD ne de Rusya Avrupa'yla uğraşmak istemediği için; Türkiye için de bir çekim merkezi değil AB. Bu açıdan da çok haksız değil. Türkiye üyeliği uzun vadeye yaymış görünüyor. Bunun telaşının Avrupalıları sarmasını bekliyoruz. İçinde şimdilik saran var sarmayan var o ayrı bir mesele. Dolayısıyla ben haritayı büyük ölçüde böyle görüyorum.

FRANSA TÜRKİYE'NİN ROLÜNÜ ÇALIYOR

Avrupa birlik olarak değil tek tek ülkeler Türkiye'den rol çalıyor mesela Fransa…

Fransa'nın özellikle Sarkozy yönetiminin Türkiye'nin etkin olduğu yerlerden rol çalma çabası olduğu aşikâr. Fakat Türkiye buradaki rolü kendi başına geliştirmiş, kimseye sormadan yapmış bir ülke değil. Büyük ölçüde Amerika'daki Demokratlar'la paralel yürüyen bir destek içinde gidiyor bu iş. Dolayısıyla Fransa'nın Türkiye'den rol kapmak için önce Amerikalılarla anlaşmış olması gerekir. Fakat böyle bir anlaşma yok. Amerika, Fransa'nın kendi yerine geçme hevesi olduğunu biliyor. Dolayısıyla bunu yaptırmaz. Almanya için de aynı şey kuzeyde söz konusu. Almanya, Rusya ile ABD daha kavgalı olsun, Rusya ile ben iyi olayım derdinde. Örneğin bu nükleer silahların Avrupa'da azaltılmasıyla ilgili Washington'daki zirvede herkes memnundu, Fransa hariç. Unutmayalım o da nükleer bir güç. İngiltere benim açımdan hiç mahzuru yok diyor. Mesela Fransız basınında nükleer zirveyle ilgili neredeyse tek bir satır bile yok.


İran ve İsrail'e gelelim. Ne yapmak istiyor İran?

Ahmedinejad'ın gayet başarılı bir siyaseti var. İddialı olacak ama bütün bu pazarlıkların yapılmasını sağlayan oyuncu. Bu tutum bilinçli mi yapılıyor, bilinçsiz mi onu bilmiyorum. Ama İran siyasetinin geleneğine baktığımızda bana çok da refleksle yapılıyor gibi gelmiyor. Büyük ölçüde bu pazarlıkların yapılmasına el veren ortamı hazırlayan oyuncu İran. Niye Kuzey Kore değil de İran? Çünkü bunu dengeleyebilecek oyuncu İran. Peki, İran'ın böyle olmasını sağlayan oyuncu kim? O da İsrail. İsrail oradan kaşıdıkça İran zaman kazanma rolünü terkedemiyor. Bugün gelinen nokta ise, İsrail'in artık böyle bir fonksiyonu yerine getirmesine gerek olmadığı ile ilgili.

İsrail oyundan düşüyor mu yeni sistemde?

Aynen öyle. Türkiye'nin ihale üstüne kaldı İsrail'e kızgın ülke şeklinde ama aslında Türkiye genel eğilimi dillendiren ülke. Ve en kolay da dillendirebilecek de ülke. İsrail de Azerbaycan'ın yaptığı gibi Batı'nın ilgisini çekmek için Rusya'ya yanaştı. Bu birbirine rakip iki güç varsayımına dayanan bir strateji. Oysa şimdi bu iki güç işbirliği içinde. Bu yüzden hem Azerbaycan hem de İsrail bututumlarıyla biraz açığa düşüyorlar. Yani İsrail'in bölgede silahlanan büyük bir caydırıcı güç olma halinde dengeleri tutması artık mümkün değil. İsrail geri adım atmadıkça oyundan düşüyor, oyundan düştükçe örneğin Türkiye İran'la ilgili pozisyonunu sağlamlaştırmak için; "İran'a nükleer silah yapmayın diyorsunuz ama İsrail'e bir şey demiyorsunuz" diyebiliyor ve bu söylem dünyada destek buluyor. Ancak bence bu ülkelerin yarattığı etkiden daha fazlasını başka bir bölge yaratıyor ki, onun üzerinde durmak lazım.

Neresi?

Afganistan ve Pakistan. Bu iki ülkeyi ve kısmen Hindistan'ın da içinde olduğu bir coğrafyada olası bir kriz, işbirliği yapan ülkeleri karşı karşıya getirebilir. Dolayısıyla o birlikte düzenleyelim pozisyonundan, buralarda savaşalım pozisyonuna geçilebilir.

Bu coğrafyada Türkiye'nin yeri ve rolü ne?

Türkiye'nin burada oynağı rol, aslında oyunun kurulmasına ya da bozulmasına yol açacak bir şey. Kurucu oyuncu olamaz Türkiye ama bozucu oyuncu olur. Gördüğüm kadarıyla Türkiye, Rusya ile ABD'nin uzlaştığı konuları bozmama yanlısı bir eğilim taşıyor. Ve buradaki temel çerçevesi de şu; İran'ı sisteme kazandırmak onun yerine Azerbaycan'ı vermek. Üstelik şöyle bir gerçek de var ki, İran'ı içine düştüğü bunalımdan kurtarabilecek tek ülke de Türkiye.




14 yıl önce