Türkiye bir hukuk devleti. Elbette hukukun alanına giren her konunun gündeme gelmesi, araştırılması ve soruşturulması gerekir. Bunu da doğal karşılamak gerekir.
12 Eylül öncesini tarihçilerin, siyaset bilimcilerin çok iyi irdelemesi gerekiyor. Hakikaten 12 Eylül'e uzanan çizgide Türk toplumu belki de en sancılı dönemlerinden birini yaşadı. Toplum adeta iki kampa ayrılmıştı. Sağ ve sol görüşler etnik alana da sıçradı. Çok kanlı bir dönemdi. Her köşe başında ölüm kol gezer hale gelmişti. Ama her ne olursa olsun darbeler hiçbir zaman çözüm olamaz!
Orduyu demokrasinin sigortası olarak görmek artık mümkün değil! Ordunun arkasına sığınarak birtakım özlemleri, beklentileri, iktidar değişikliklerini ummak günümüzde çok yadırganacak ve asla onaylanmayacak davranış biçimleridir. Demokrasilerde sadece halka ve sandığa güvenilmeli.
Maraş'taki, Çorum'daki kanlı olaylar, mezhep gruplarındaki ayrılıklar elbette ki darbeye zemin hazırladı. Ama bütün bu olayların sonunda darbe mi olmalıydı? Tabii ki hayır! Tam tersine, dönemin iktidar ve muhalefetinin Türkiye'yi başka rejimlere sürükleyecek tehlikeler karşısında birleşmesi, ortak hareket etmesi gerekirdi. O zaman belki de 12 Eylül darbesi denen bir felaket de olmazdı.
TSK'nın kendine özgü değer yargıları, kırmızı çizgileri var. Bunun başında da Atatürkçü anlayış, laiklik, üniter-ulus devlet konusundaki duyarlılığı geliyor. Ama günümüzde ordunun bu duruşu da değişmeye başladı. Yaşanan siyasal gelişmelerle, Atatürkçülük, lâiklik gibi konulardaki bakış açıları daha esnek bir hale geldi. Artık belli kalıplar içinde değil de daha geniş açılı bir vizyona sahip olduklarını düşünüyorum. TSK, değişen şartlara uyum sağlayan bir zemine kaydı. Özellikle son yıllarda ordu kendi içinde ikiye ayrılmıştı. Kırmızı çizgilerinden ödün vermeyen bir grup ile değişen şartlara ayak uydurulması gerektiğini savunan başka bir grup!
Tabii ki 'yeni dünya düzeninin gereği doğrultusunda önümüze bakalım' diye düşünenlerin sesi daha kuvvetli çıkıyor. Eski yapı kendini yeniledi.
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de değişimden, yenilenmeden yanaydı. Bir açıklamasında diyor ki, "Ordu 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'de sivil yönetimlere müdahalede bulundu. Bu müdahaleler başarılı oldu mu? Hayır! Eğer başarılı olsaydı siyaseten yasaklanan politikacılar aktif siyasete geri dönmezdi. Döndüler, hatta Başbakan, Cumhurbaşkanı oldular. Bu demektir ki askeri müdahaleler Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu rahatsızlıkların çaresi gibi görülmemelidir. Askerlerimizin daha güçlü düşünsel yetenekleri olması gerekir. Daha olgun düşünce biçimlerine erişmeliyiz."
1974 yılında Cumhurbaşkanlığı'na danışman olarak atandım. O zaman 34 yaşındaydım ve Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk döneminde hizmet verenlerden biri de bendim. Korutürk ile 6 yıl çalıştım. Onun referansı ve isteği ile Köşk'e çıktım. Köşk'ten Türkiye'nin 12 Eylül'e nasıl geldiğini çok yakından görmek ve gözlemlemek imkânına sahip oldum.
Kenan Evren, şu anda 95 yaşında. Önemli sağlık sorunları yaşadı. Çok sıkı bir sağlık kontrolü içinde. Ama yaşıyla bağdaşmayacak dirilikte bir belleğe sahip. Düşünce bazında en ufak bir defosu yok! İçinde bulunduğu bu durumdan ötürü de fevkalade üzüntü duyuyor. Doğal bir refleks, çünkü bir dönem baş tacı edildi. 12 Eylül yıllarında ezici çoğunluğun ilgisini, sevgisini, güvenini kazanmış bir kişinin şimdi bu şekilde anılması çok kötü. O yüzden ruhsal sancılar, düş kırıklıkları içinde. Tabii onu anlamak için ilk önce 12 Eylül'ü çok iyi bilmek ve 11 Eylül'den önceki süreci tarafsız bir şekilde değerlendirmek gerekir.
Evren Paşa da insan. Son zamanlarda yaptığımız sohbetlerde kendisi birtakım şeyleri yapmaması ve söylememesi gerektiğini söylüyor. Pişmanlık var. Ama o yıllarda meydanlardaki topluluğun coşkusunu görmeniz gerekirdi. Mesela Evren Paşa ile ilgili hatırımda kalan bir anı da var.
O sıralar idamlar gündemdeydi. 50 bin kişiye yakın bir topluluk içinde yaptığı konuşmada dikkatini çeken bir pankartta "Asmayalım besleyelim mi?" yazıyordu. Bu doğrultuda da tezahürat yapılıyordu. Evren Paşa da etkilenmiş olmalı ki konuşmasının arasına bu cümleyi sıkıştırdı. Bu sözü sarf ettiği için hâlâ büyük üzüntü ve azap çekiyor. Belki de yaşanan idamların şimdi ne kadar yanlış olduğunu düşünüyor. "Keşke hiç olmasaydı, o idamlar yaşanmasaydı" diyor.
Böyle övgüler düzenlerin hiçbirisi şimdi meydanda yok! Evren hastalanıyor, bazen ölüm çizgisine geliyor. Şu anda yapayalnız! O günlerde Evren Paşa'nın yanından bir saniye ayrılmayan bu insanların hiçbirisi şimdi ne arıyor ne de soruyorlar!
Evet, yeni kitabım 3-4 ay sonra çıkacak. 1980-1989 yıllarını kapsıyor. 12 Eylül'den itibaren Turgut Özal'ın cumhurbaşkanı seçilmesine kadar geçen 9 yıllık süreci anlatacağım.