|

Fırat'ın doğusunu versek bile sorun çözülmez

BDP'yi PKK'nın sivil uzantısı olarak nitelendiren Prof. Dr. Yahya Sezai Tezel, örgütün Kürt devleti kurmayı hedeflediğini söyledi. Tezel, “Kürt meselesinin bir sınır çizilerek çözülebileceği sanısının bir büyük yanılgı” olduğunu belirterek “Fırat'ın doğusunu versek de sorun çözülmez” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 19/09/2011 Pazartesi
Güncelleme: 00:39 - 19/09/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Fırat'ın doğusunu versek bile sorun çözülmez
Fırat'ın doğusunu versek bile sorun çözülmez
Geçen hafta ortasında MİT ile PKK arasında yapılan görüşme notları internete verildi. Bunlar malumun ilanından başka bir şey değildi. Üstelik devletin gerek İmralı gerekse Kandil ile görüşmelerine rağmen şu anda PKK'nın Barış yerine şiddete sarılmış olması akla 'PKK ne istiyor” sorusunu sormamıza yol açıyor.
Biz de bu soruyu Söyleşi-Yorum'da Türkiye'nin önemli akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Yahya Sezai Tezel'e sorduk.
Tezel ile PKK'dan BDP'ye, AK Parti'nin dış politikasından CHP'ye kadar farklı konuları konuştuk.




Türkiye'nin temel sorunlardan biri Kürt sorunu. Çözmek istedikçe, çözülmüyor ne dersiniz?

Türkiye, devlet sisteminin çözmekte adeta aciz kaldığı bir PKK-BDP sorunu, (ki BDP'yi ben PKK'nın sivil uzantısı gibi görüyorum, PKK diyeceğim özet olarak) bir PKK sorunu var. PKK'nın Türkiye'ye empoze etmek istediği bir sonuç var. Türkiye devlet sistemi PKK sorununu çözemiyor gibi görünüyor. Bu açıdan Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarının en önemli ve karşısında ne yapacağını şaşırdığı muhalefet CHP'nin değil PKK'ın ortaya koyduğu muhalefet.

PKK ne istiyor?

PKK, bir büyük Kürt devletinin kurulabilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini sökme, kırma projesinin bir parçasıdır. PKK, Kürtlerin temel insan haklarıyla ilgili bir mücadele sürdüren bir örgüt değildir. Eğer PKK'yı Kürtlerin “insan haklarını” sağlamaya çalışan bir hareket gibi okursak, yanlış okuruz. PKK, 1. Dünya Savaşı'ndan önce Osmanlı siyasi coğrafyasında “bölünmemiş yaşarken bu Savaştan sonraki yeni sınırlarla Türkiye, Irak ve Suriye arasında bölünmüş olan Kürtleri tekrar tek bir siyasi coğrafyada birleştirme girişiminin bir parçasıdır. Bir bütünleşik Kürt ulus-devlet kurma projesinin en önemli gücüdür. Bölgede yaşayan 25 ila 30 milyon arasındaki ana dili Kürtçe olan nüfusun yaklaşık 15 milyonu Türkiye'dedir. Türkiye'deki Kürtler Türkiye'den kopartılmadan birleşik Kürdistan kurulamaz. Bunun için Türkiye'deki Kürtlerin Türkiye'den kopartılması Türkiye'nin bir iç meselesi olmayı varoluşsal olarak aşar. Türkiye Cumhuriyeti için bir “hayat memat” meselesidir. Bir yanda Türkiye Cumhuriyetinin bekası öteki yanda birleşik Kürt devletinin kurulması birlikte gerçekleşemez. Ya biri ya biri olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası birleşik Kürt devletinin kurulmamasına bağlıdır. Önce rahmetli Turgut Özal'ı sonra Tayyip Erdoğan'ı etkilemeye çalışan ve bazı eski Marksist, anti-emperypalist daha sonra İkinci Cumhuriyetçi ya da güya neo-liberal yazarların, bazı otoritesi kendinden mülhem güya küresel strateji uzmanlarının seslendirdiği bir söylem var.

FEDERASYON TÜRKİYE'YE UYMAZ

Ne diyorlar?

Diyorlar ki, “dünya değişiyor, Türkiye ulus devletçi saplantılarından kurtulmalı, bunun için cesaretle yeni devlet yapılanmalarına geçmeli ve böylece Balkanlarda, Ortadoğu'da, Kafkaslarda ulus devlet olarak elde edemeyeceği geniş bir sistemin merkezi haline gelmeli”. Bana göre bu söylemin, mantığının matematiğini bilmem ama aritmetiği bozuk. Bu söylem Türkiye'ye “Dimyat'a pirince giderken evdeki bulguru kaybettirecek” bir söylemdir. Türkiye'nin temel meselesi ülkede Cumhuriyetin 80 yılda başaramadığı bütünleşmeyi başarmaktır. Türkiye bu bütünleşmeyi ya başarır ya başarır. İçerdeki bütünleşmeyi/entegrasyonu başaramayız, en iyisi bir bütünleşme projesinden vazgeçelim söylemi Türkiye'den vazgeçme siyasetinin söylemidir. Türkiye Kürt meselesini içerideki bütünleşmeyi sağlayarak çözmeden uluslararası ilişkilerde asla başarılı olamaz. Parçalanan bir ülke, millet ve devletin, bir problemini çözdüğünden söz etmek saçma bir kara mizahtır. Çünkü tutarsızlık var. AK Parti'nin “Kürt açılımı” meselesinin AK Parti'nin yeni dış politika açılımları ile de sıkı bir ilişkisi var.

Nasıl?

Mesela yakın geçmişte Suriye ile sıkı ilişkiler kuruldu. Vizeler kalktı. Türkiye Kuzey Irak'taki Kürt siyasi oluşumunu destekledi. Türkiye'nin ticaret ve serbest insan dolaşımı aracılığıyla kendisine bağlanmış bir “alan” yaratabileceği sanıldı. Bunun da PKK sorununun yumuşak çözümünü getirmesi beklendi. Buna Turgut Özal da inanmıştı. “Federasyonu da tartışalım derken” bunu kast etti. Türkiye etrafında bir federal yapılanmanın Türkiye'yi büyüteceği sanılıyordu. Ama olmadı. Bu “saf hayal”in gerçekleşmesi pratik olarak mümkün değil. Çünkü bir kere ortada bir “Kürt ulus devletini inşa” projesi var. İkinci olarak siyasal yapılanması “zalim diktatörlük” geleneğinden belki yeni yeni çıkacak olan bir Suriye ve Irak'ta bir “federal bütünleşme”nin Türkiye karşısındaki muhatabı hangi devlet yapıları olacak ki?

Neden federasyon olmaz?

Bir BDP'li Milletvekili 2009'daki yerel seçimlerden sonra “Türkiye'de Kürdistan'ın Fırat'tan geçen sınırı çizildi” demişti. Ama Kürt meselesinin bir sınır çizerek çözülebileceği sanısı bir büyük yanılgı. Diyelim ki, Türkiye'de yaşayan ve Kürt olmayan 60 milyon kişi, “tamam kardeşim biz de bıktık, Fırat'ın doğusunda ne haliniz varsa görün” demeye razı oldu. Ama bu sorunu çözmez. Çünkü Türkiye'deki 15 milyon Kürt'ün 3 milyonu Fırat'ın Doğusu'nda, ama 12 milyonu Fırat'ın Batısı'nda, İstanbul'da, İzmir'de, Mersin'de Adana'da, Bursa'da yaşıyor. Fırat'ın Batısı'ndaki Kürtler hangi devletin vatandaşı olacak? Diyorlar ki nerede bir Kürt nüfus topluluğu var ise onlar orada kendi devletlerini yurttaşı gibi, kendi ana dillerini kullanarak kendi hukukları altında yaşayacaklar. Kürtler Fırat'ın Batısı'nın da bütün iktisadi, sosyal imkanlarını kullanacaklar, başka insanlardan iş alacaklar, başka iş yerlerinde çalışacaklar ama Türkiye'de yaşayan ama Türkiyeli olmayan bir halk olacaklar. Şimdi bakın bu gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir şeydir. bunu isteyenler de bunu biliyor. Çünkü onların amacı Fırat'ın doğusunda özerklik elde etmek değil.

PKK'NIN AMACI KÜRT DEVLETİ KURMAK

Nedir amaçları?

Onların amacı Türkiye Cumhuriyeti'ni sökmek, kırmak, böylece büyük Kürt ulus devletinin kurulması önündeki en büyük siyasi ve askeri engeli “iğdiş” etmektir. Çok net konuşmaya başladılar, ki bu iyi. Kürt olmayanların kafalarının netleşmesini PKK/BDP'li arkadaşlarımız sağlıyor. Geçenlerde bir BDP'li hanımefendi milletvekili aynen şöyle dedi: “bizim şu andaki mücadelemiz, Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile psikolojik bağlarını koparmaktır. Bundan sonra sıra Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile siyasi bağlarını koparmaya gelecektir”. PKK'nın stratejik hedefi bundan daha net nasıl ifade edilebilir ki? PKK Türkiye'nin bu oyunu engelleme iradesini eritme, dumura uğratma oyununu oynuyor. Peki Türkiye Cumhuriyeti devleti PKK'nın savaşmaktan vazgeçmesini sağlayacak tavizleri verebilir mi. Kendini feshetmedikçe veremez. Eğer vermeyeceksem de kendi stratejimi sanki verecekmişim oyunundan uzak tutmam gerekir. Sağolsun eski Marksist, yeni Neo-liberal arkadaşlarımızın büyük katkısı önce Özal sonra Erdoğan'ı etkilemeye yönelik bir güya entelektüel söylemle verilemeyecek tavizlerin verilebileceğine dair bir ilüzyon yaratmak oldu.

ESKİ MARKSİSTLER TÜRKİYE'YE KÖTÜLÜK EDİYORLAR

Mesela...

Sevdiğim, yakın bir arkadaşım var. Son günlerdeki bir yazısının başlığı; "Şiddet Çözüm Değil". Bu başlığı gördüğümde üzüldüm. Telefon edip “Kim şiddet çözümdür diyor ki. Ama git sen bunu Kandil Dağı'nda-kilere söyle” demek geçti içimden. İkinci olarak aynı yazar, "BDP İç Barışa Hizmet Edebilir" başlığıyla bir yazı yazdı. Şimdi bu tavır, çocuk saflığı değilse, Türkiye'nin bir büyük Kürt ulus devleti kurulması projesine direnme iradesini kırmak isteyenlerin başarılı olmasını yeğlemek gibi oluyor. PKK, Türkiye'de var olan anayasal kurguyu ortadan kaldırmak için silahlı eylem yapan, insan öldüren, çocukları yakan Pol Pot vari bir Marksist “ihtilalci” örgüttür. Türkiye'de hukukun üstünlüğüne dayanan bir Cumhuriyetçi demokrasiye saldırı karşısında devletin saldırganı etkisiz hale getirmesinin yarattığı çatışmada, şiddet çözüm değil demek, Türkiye'nin anayasal kurguyu ortadan kaldırmak isteyen saldırgana teslim olmasını istemek demektir. "BDP İç Barışa Hizmet Edebilir" demek, BDP'li liderlerin söylemlerini gizlemek sonucunu getirir. BDP'nin İç barışa hizmet edebilmesi için iç barışı istiyor olması lazım. Oysa BDP/PKK çizgisi bunu istemiyor.

Neo-liberal arkadaşlarıma John Locke'un ünlü paradoksunu hatırlatmak isterim. 17. yüzyılın İngiliz felsefecisi Locke diyor ki "hoşgörüye dayanan bir toplumsal sözleşme, hoşgörüsüze hoşgörü gösterirse yıkılır." Hoşgörüye dayanan bir sözleşmeyi ayakta tutabilmek için, meydan okuyan kabadayıya haddinin bildirilmesi gerekir. PKK, mahallenin nara atan, eli bıçaklı kabadayısını oynuyor. “Ölmeyi göze aldım benim istediğimi vermezseniz sizi öldürürüm” diyor. Öldürüyor da. Türkiye'nin bu kabadayılığa teslim olması ile mi kurulacak neo-liberal farklılıklar cenneti?

Peki ne yapmalı Türkiye Kürt meselesinde?

Ben karar merci olsam Kürtlerin evrensel insan hakları olarak tanımlanabilecek bütün haklarında, Kürt olmayanlardan bir zerre eksik olduğu bütün durumları ortadan kaldırırım. Başta idare hukukunda, medeni hukukta. Eğitim sisteminde. Bu arada özellikle, belirli Kürt yurttaş birikimin olduğu bütün okul bölgelerinde ilkokuldan itibaren Kürt dili ve edebiyatını seçmeli ders olarak programa koyarım. Bunun alt yapısını oluşturur hızla uygulamaya koyarım.

PKK KAN IRKÇISI OLDU

Başka...

Bundan başka da size verebileceğim bir şey yoktur. Fazlasını isterseniz veremem veremeyeceğim için de vermem derim. Bakın size bir örnek vereyim; Kürtler Fırat'ın Batısı'na hiç bir engellemeyle karşılaşmadan yerleşiyor, iş kuruyor, mal mülk ediniyor, kamusal hizmetlerden Kürt olmayanlarla eşit olarak yararlanıyor değil mi? Peki mesela bir Muğla'lı, bir Çanakkale'li aynı rahatlıkla mesela çoluk çocuğunu alıp Şırnak'a, Hakkari'ye gidip yerleşebiliyor mu? İş kurabiliyor mu? PKK'nın etkili olduğu bütün mahalli idarelerde şu anda ırkçı ayrımcılık yapılmaktadır. PKK ırkçıdır. Kan bağına dayanan ırkçıdırlar, Naziler gibidirler. Türkiye'de Türklük ırkla açıklanmamaktadır. Etnik kökeni Laz, Arnavut, Kürt, Boşnak. Pomak, Çerkez, Gürcü, Çingen vesaire olan on milyonlarca insan Türkiye'de kendini Türk olarak bilmektedir. Amerikalılık gibidir Türkiye'de Türklük. Irka dayanmaz. Ülkeye ve anayasal yurttaşlığa dayanır. Ama PKK/BDP Kürtçülüğü ırkçıdır. Kan bağına, aynı ırka mensup olma iddiasına dayanır.

Ama bugüne kadar şiddet ile çözüm olmadı...

Çözüm olmadı çünkü devlet adına, devlet gibi değil mukabil ırkçı çetelerin üslubu ile davranıldı. Son döneme kadar devletin saldırganı engelleme girişimi meşru siyasi platformların ve seçilmiş hükümetlerin kontrolünde sürdürülmedi. Ergenekon belirledi devlet adına kullanılan şiddetin biçimini ve üslubunu. Yapılmaması gereken insanlık dışı işler yapıldı. 1930'lardan yakın yıllara kadar. Yangının üzerine benzin döküldü. Şimdi bu AK Parti bunu tasfiye ettiği için bir şansa sahip. AK Parti Ergenekon'u temizliyor. İyi yapıyor. İyi yapıyor diyorum çünkü vicdanım ve aklımla biliyorum ki bir cumhuriyet rastgele adam öldürmeyi hakları görenlerin caniyane çetecilikleriyle savunulamaz. Böyle savunulmakta olan bir cumhuriyet cumhuriyet değildir. Suriye bir cumhuriyet mi?


CHP bu süreçte Türkiye'ye siyasi katkı sunabilir mi?

Sunamaz galiba. CHP'de ta Ecevit'in genel başkan olmasından beri “muhteşem” bir kafa karışıklığı yaşanıyor. CHP'den Türkiye'ye herhangi bir siyasi hayır gelir mi? İnşallah gelir ama sanmıyorum. CHP şu anda Ergenekoncuları kurtarmaya yönelmiş bir Ergenekon partisi durumunda maalesef. Size bir şey anlatayım, bunu örneği lütfen yazın. 2007 seçimlerinden birkaç yıl önce, TV izliyordum. Bir TRT kanalında çok şık bir hanımefendi -alttan bir bant geçti, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörü falanca filanca. Kulak verdim, dünyada uluslararası kapitalist emperyalist sömürü sisteminin güçlenmesi konuşuluyordu. Hanımefendi anti-emperyalist işçi sınıfı mücadelesinin çok zorlaştığını söyleyince programın sunucusu "Hocam dedi durum gerçekten bu kadar vahim mi?" diye sordu

Cevabı ne oldu?

Konuşmacı hanımefendi, "yok" dedi, "O kadar vahim değil, bereket versin ki Kuzey Kore var, Küba var" dedi. Bir insanın; insanlığın kurtuluşunun, Kuzey Kore'nin, insanlığın kurtuluşuna kaynaklık yapacağına inanması için, takdir edersiniz ki bir hayli uçuk bir Marksist olması gerekir. Kuzey Kore, aç bıraktığı yurttaşlarına ot yedirten, sokak lambalarını aydınlatacak elektriği üretemeyen bir ülkedir. Bu örneği niye verdim.

Niye?

2007'deki Cumhuriyet Mitingleri'nde meydan meydan dolaştırılan iki akademisyenden biri bu hanımefendiydi. Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra aldı bu hanımefendiyi once Parti Meclisi'ne soktu, sonra İzmir'de aday yaptı, Millet Meclisi'ne soktu. En son oluşturduğu 20 kişilik MYK'da Genel Başkan Yardımcısı yaptı. Kuzey Kore'yi insanlığın kurtuluşunun kaynağı olarak gören hanımefendi şimdi dış politika konularında CHP'nin sözcülüğü yapıyor. Böyle bir partiden hangi siyasi hayrı bekleyeceğiz ki?


AK Parti'de her ne kadar Başbakan Erdoğan öne çıksa da ben onun eşitler arasında birinci olduğunu düşünüyorum. Tek adam algısı oluşmuş olsa da böyle düşünüyorum. Evet Tayyip Erdoğan'ın güçlü karizması var. Türkiye'de hiçbir siyasetçiye nasip olmamış biri güven toplamış olma durumu var. Ama mesela Abdullah Gül, siyaset dışındaymış gibi görünse de hâlâ çok önemli. Bülent Arınç çok önemli. Kabineye bakalım. Çok düzgün, çok profesyonel, çok seçkin, doğru karakterli, ciddi insanlar var kabinede. Onlardan biri Mehmet Şimsek, benim oğlum gibi yakınım, öğrencim, asistanımdı.




BM Raporu'ndan sonra hükümetin İsrail'e karşı tavrının nasıl buldunuz?

Hükümetin tavrını bir siyasi, hukuki içerik ve metin olarak bir de üslup olarak değerlendirmek lazım. Ben bu tepkinin geçmişi olan, karmaşık bir meselenin içinde düşünülerek, tasarlanarak, planlanarak oluşturulmuş bir tepki olduğunu düşünüyorum. Yani, hem zarfın içindeki hukuki siyasi metin, hem de üslup olarak bunlar düşünülmüş şeyler.

Önceden düşünülmüş mü?

Evet geçmişi var. 2008'de Türkiye İsrail-Suriye-Hamas arasında arabuluculuk yaptı. Sonuç alınacak noktaya gelindiğinin sanıldığı aşamada sırada İsrail'in Gazze'ye saldırısı Başbakan'da hayal kırıklığı yarattı. Başbakan sonuç alınacağına inanmıştı. Filistin-İsrail meselesi de tarihi olan bir sorun.

Nedir sorunun kaynağı?

Problem İsrail devletinin kuruluşu, Filistinlilerin oluşturulan iki devlet çözümüne tepkileri ve bugüne kadar gelen bir çatışma. İsrail'i Amerika, Sovyetler Birliği ve İngiltere'nin kurduğunu biliyoruz. İsrail dönemin uluslararası ortamında kurulan emsalsiz, tarihte örneği olmayan bir devlet.

Yani kuruluş mudur bugüne kadar gelen sorunun kaynağı?

Başlangıç çok sorunlu. İsrail'in kuruluşu, Almanların Yahudilere yaptığı canavarlığın karşılığı olarak Yahudilere başkalarının sırtından ödenen uluslararası bir tarihi tazminattır. Şunu da söylemeliyiz. Kuruluşundan bugüne kadar ki İsrail politikaları da sorunlu. Eğer ABD'deki Yahudiler ABD devlet gücünü İsrail için kullanmayı becerememiş olsalar, İsrail dünyanın geri kalanı karşısında bu kadar küstah, bu kadar vurdumduymaz olamazdı. Dolayısıyla problem aynı zamanda Amerika devlet sistemi üstündeki Yahudi baskısı. Başbakan, İsrail'i ikna ederek bu problemi çözülmesine katkıda bulunabileceğine inanmıştı. Olmadı. Başbakan'ın sonraki davranışları tepkisel çıkışlar değil tersine strateji barındırıyor. Mavi Marmara seferi ve baskını sonrasındaki gelişmeleri, Türkiye'nin önceden planlanmış bir politikanın uygulaması olarak görüyorum.

AK Parti'nin dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun değişen dünyada Türkiye'nin uluslararası ilişkiler sistemindeki etkililiğinin, daha iyi bir diplomasi oyunu ile arttırabileceğine dair bir tasarımı var. Bunu Davutoğlu'nun kitaplarında görebiliyoruz. Davutoğlu şunu çok açık bir şekilde söylüyor; “eğer oyunu iyi oynarsak, yani dış politikayı kuran kişiler, diplomasi satrancını, oyununu çok iyi oynarsak etrafımızdaki denge ve dengesizlik süreçlerine müdahil olabilir ve Türkiye'nin uluslararası ilişkiler sistemindeki yerini, bir çevre ülke olmaktan, merkez ülkelerden biri olmaya çıkartabiliriz.” Ben AK Parti'nin Türkiye'yi bazı konularda çok iyi idare ettiğini düşünsem de bu dış politika paradigmasının gerektirdiği dünya tasarımını problemli görüyorum

Nedir sorunlu olan?

Satrançta tek kısıt oyuncuların yeteneğidir. Ama dış politikada kısıtlar oyuncuların yeteneklerinden ibaret değildir, çok ama çok fazladır. Uluslararası ilişkiler dünyası satranç oyununa benzemez. Oyuncunun yeteneğini aşan bir kısıt kavramınız yok ise 'maliyet' hesaplarınız da yok demektir. İkinci sorunlu nokta şu; ben bir Müslüman siyasetçinin dünyada Müslümanların itibarını yükseltmek için çareler aramasını saygıyla karşılarım. Çünkü herkes kendi kimliğini ait saydığı topluluğun itibarlı olmasını ister. Ama ben Türkiye'nin dış politikadaki önceliğinin bu olmasını sorunlu görüyorum. Yani Türkiye dış politikasının birincil belirleyicisi ideolojik bir bakış olmamalı. Bence bu, sizi doğru analiz yapmaktan ve doğru strateji ve taktik kurgulamaktan uzaklaştırabilir. Mesela bu sizi 20 yıl sonraki dünyada Çin ve Hindistan'ın kazanacağı ağırlığı görmekten ve Türkiye'nin dış ilişkilerinde gereken arayışları yapmaktan alıkoyabilir.







13 yıl önce