|

Gecikmiş adalet yolsuzluktur

Bir 'hak gaspı' olarak 'hırsızlık' tanımını 'yoldan çıkmışlık' anlamındaki 'yolsuzluk'tan ayırmayı yeğleyen Alatlı, asıl düzeltilmesi gerekenin 'yoldan çıkmış sistem' olduğunu vurguluyor. Yeteri kadar delil toplamayan savcının da yolsuzluk yaptığını belirten Alatlı, 'Geç kalmış adalet yolsuzluktur. Yolsuzluğu önleyeceksek, herkes vazife namusu bilecek' diyor

Ayşe Böhürler
00:00 - 22/01/2014 Çarşamba
Güncelleme: 22:09 - 21/01/2014 Salı
Yeni Şafak
Gecikmiş adalet yolsuzluktur
Gecikmiş adalet yolsuzluktur
Yoğun bir ilgiyle okunan Alev Alatlı söyleşisinin üçüncü ve son bölümündeyiz. 'Türkçe bilmeyen insandan dünya görüşü çıkmaz' diyen Alatlı uyuşmanın yollarını arayıp bulmak zorunda olduğumuza inanıyor. 'Tartışma deyince ağız dalaşının ve ergen dilin hakim olduğu bir ortamda, entelektüel bir bakışın -veya okumanın- durup düşünmek adına bir soluk alma vesilesi olduğuna inanıyorum. Toplumu bütünü görmeye ve uyarmaya çalışıyorum' diyen Alatlı ile yaptığım bu röportaj, umarım konjonktürel bir kavganın içinden sıyrılmaya da katkı sağlar.
Yolsuzluğu ortaya çıkarmak bir hakperestlik değil midir?

Her zaman değil. Örneğin, iki dilim baklava çalan bir evsizi ortaya çıkartmanın 'hakperestlik' tanımını hak etmediğini düşünürüm. Bana katılırsanız, hırsızlığın bile özü itibariyle bir dünya görüşünün ürünü olduğunu teslim edersiniz. Adına 'komisyon' der, işletme defterine kayıt düşer yasallaştırırsanız en galiz avantayı bile hırsızlık sayılmaktan çıkarabilirsiniz. Diyeceğim, hırsızlık bile üzerinde milli mutabakat isteyen bir ameldir. Bu mutabakat varsa, vakâ-i âdiyeden bir olaya indirgenir. Çalan yakalanır, cezalandırılır. Hadise ulusal bir mesele olmaktan, devletin bütününü ilzam etmekten çıkar. Amerikan uzay araçları imalatçısı Lockheed'in rüşvet skandallarını hatırlayın. Şirket 1971'in başlarında temerrüte düşmüş, F-104 uçaklarını satabilmek için o zamanın parasıyla 22 milyon dolar rüşvet dağıtmıştı. Kimlere, Alman Savunma Bakanı Strauss'a, bir İtalyan bakana, Japon Başbakanı Tanaka'ya, Türk kökenli Suudi silah tüccarı Adnan Kaşıkçı'ya, Hollanda'nın anlı şanlı kraliçesi Juliana'nın kocası Kral Bernhard'a. Bizde de daha Mustafa Kemal hayattayken, İş Bankası, Anadolu Sigorta, Liman İşletmeleri, Könnig ailesinin meşhur hikayesi, Bayar'ın intihar eden büyük oğlunun hikâyesi, 'Verdimse, ben verdim' diyebilen Süleyman Demirel... Kime, Ilıcak'a. Civangate'ler, Korkmaz Yiğit'ler, Uzan'lar. Saymakla bitmez. Rus Çarı Deli Petro, 1710, 'Elleri çivilenmemiş olsaydı İsa bile çalardı' demişti. İnsanın olduğu her yer ve zamanda, hırsızlık hep var. Deli Petro hep doğrulanır.

YOLDAN ÇIKAN YA SİSTEMSE...
Hırsızlık kötü bir şey değil mi? Bunu hiç konuşmayacak mıyız?

Hırsızlık, hak gaspıdır. Gayri ahlâki, eşitlik ilkesini ihlal eden, kul hakkını hiçe sayan asla kabul edilemez bir davranıştır. Benim işaret etmeye çalıştığım, bir ülkenin başına gelebilecek en vahim, en tehlikeli olayın münferit hırsızlıkların değil, yoldan çıkmışlık, yolsuzluk halinin olduğudur. Ayakkabı kutusundaki o 4,5 milyon ya da bilmem kaç doların çalınmış olmasından ziyade çalanın yanına kâr kalmasını mümkün kılan yolsuzluktan korkmak gerekir diye düşünürüm. Hırsız yakalanır, cezalandırılır, peki ya yoldan çıkmış sistem? O nasıl düzeltilir? Hele de millet hırsızlık konusunda yalama olmuş, yeterli duyarlılık sergilemeyecek hale gelmişse, nasıl?

CHP BU CÜRETİ KİMDEN ALIR
Halk bu konuda yeterli duyarlılık sergilemiyor mu?

Benim sergilediğine dair derin kuşkularım var. Hırsızlık, hak gaspı, insanımızı gerçekten rencide ediyor olsaydı, Uzan bu ülkede %7 oy alamazdı gibime gelir. Az kalsın barajı aşıp, Meclis'e girecek, bir de üstelik dokunulmazlık kazanacaktı! Miting meydanlarında kürsüye her çıkışında yuhalanır sanırdınız, öyle olmadı. Bakın, Kelebek magazin tayfası Paris'teki yaşamının iç gıcıklayıcı resimlerini çekebilmek için nasıl da uğraşır. İstanbul'u Sarıgül'e sunan CHP bu cüreti kimden alır? Tabii ki, halkımızın 'Helâl olsun adama!' hayranlığı ile 'Allah'ından bulsun!' edilgenliğinin bileşkesinden.

VAZİFE NAMUSUNU BİLECEKLER
Ama Sarıgül mahkûm olmadı... İspat edilene kadar suçsuzdur karinesi.

Ben de onu diyorum. Yolsuzluk bir işi yapılması gerektiği gibi yapmamaktır. Baykal, o gün esip köpürmekle kalmasaydı, Kılıçdaroğlu elinde salladığı dosyaların üstüne gitseydi, savcılar suç duyurusudur diye harekete geçselerdi, Sarıgül mahkemede adam gibi aklansa veya hüküm giyseydi, bugünlere gelmezdik. Savcıların delilleri hakkıyla toparlayamaması yolsuzluktur. Eksik, tutarsız, çelişkili yasalar çıkarmak yolsuzluktur. Dosyalara bigane kalmak yolsuzluktur. Geç kalmış adalet yolsuzluktur. Yolsuzluğu önleyeceksek, herkes vazifesini namusu bilecek, görevini yapacak ya da gidecek. Aksi halde bu kör dövüşü devam eder, biz seçmenler kimseye güvenmez, içgüdüleriyle hareket eden bir güruh olarak kalırız.

Babasını kesse şaşmam!
Bu kavga ortamında; genellemeler, suçlamalar, karşı suçlamalar içinde hakim olan dile bakarak toplum davranışlarını nasıl görüyosunuz?

Söylenen boyutlarda bir kontra-örgütün varlığına hâlâ da ihtimal veremiyorum derken, belki de, olan bitenin altında, Dostoyevski'nin topluma musallat olan 'iblis' diye tanımladığı 'poşlost'un, yani laubaliliğin, hamhalatlığın, disiplin yoksunluğunun, görev bilinci eksikliğinin, bütünü görememe halinin, ergen sığlığının, eblehleşmenin, batılıların 'Filistinizm' dedikleri, benim Filistinlilere ayıp olur diye 'paçozluk' demeyi yeğlediğim hastalığın sırıttığını hissettiğim için. Bu ülke nicedir, Sayın Ali Saydam'dan ödünç aldığım bir tanımlama ile 'tekâmülü nâtamam ruhlar'ın eline düştü. Dörtbir yanımız hasmından kurtulmak iştiyakı içinde bütünü ıskalayan ergenlerle sarılı. Her yaştan ergenler. Bir şey ya iğrençtir ya şahanedir. Ya toptan iyidir ya da toptan kötüdür. Türkçe bilmezler. Empati geliştirmiş değillerdir, kendilerini hasım ilan ettiklerinin yerine koyamazlar.

ÖNCE EĞİTİMİNE BAKALIM
Örnek versek...

Geçenlerde söyleşisinde Hanefi Avcı, kendisince fevkalâde hayati bir konuda başvurduğu HSYK'dan iki yıl cevap alamadığını, aldığında da farklı dosya numarası ile aldığını söylüyordu. Yargıtay'ın depolarına bir bakın, Allah aşkınıza. Mecelle, 1792, bağlamında en 'müstakim ve emin, hakim, fehim, mekin ve metin' yargıcınız bile, böylesi karmaşanın içinden hakkıyla çıkamayacaktır. Bir araştırma yapılsın, 'müstakim ve emin, hakim, fehim, mekin ve metin' sıfatlarının telmihlerini hukuk eğitimi görmüş bin kişiye sorsun, bilen sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Ve önümüzdeki iki yıl içinde hukuk fakültesi mezunu 10.000 genç daha giriyor sisteme.

FIKHA HAKİM OLMALI
Hukuk ve ilahiyat birarada neden önemli?

Çünkü uluslararası tecrübe, hukuk ve ilahiyat eğitiminin ancak master seviyesinde verimli olabildiğini bildirir. Talebe herhangi bir dalda, isterse fizikte, kimyada, isterse tarihte sosyolojide, lisans yapacak, yetmez, birkaç sene çalışacak, iş hayatını tanıyacak. Hukuk ve ilahiyata daha sonra ve destur çekerek girecek. Niçin, çünkü din en üst düzeyde soyutlamadır. Hukuk, keza. Ortaokul çağındaki çocuk, soyutlama ehliyetine haiz değildir. O yaşta en iyi ihtimalle, hafızası güçlüdür, sesi güzeldir, iyi bir mevlithan olur. Keza, fıkha hakim olmayandan hukukçu olmaz. Olsa olsa dava vekili olur, hukuğun ruhunda değil, yasaların maddelerinde yoğunlaşır. 24 yaşında, hemen hiç hayat tecrübesi olmayan bir delikanlıyı, hele bir de kırsal çıkışlı ve kentleşme mağduruysa, felsefe, tarih, hatta Türkçeye hakim değilse, murakabe yetisini öldüren test sistemiyle yetişmiş ise savcı kürsüsüne yerleştirirseniz, adli sistemi her türlü yanlışa açıyorsunuz demektir. Şahıs önce babasını keserse, şaşmamak gerekir. Hasılı, kusurlu eğitimin çırpıştırdığı sistemler dış güçlerin komplosuna, iç güçlerin ihanetine gerek kalmadan da kendi kendilerini dinamitleyeceklerdir.

Sahte delili mübah gören dindar
Başbakan'ın hedeflediğini söylediği 'dindar nesil'in yeni dünya düzeniyle uyumu nasıl olacak?

Ya entegre olacaksınız ya da dışında kalacaksınız ki, dışında kalmanız fiilen mümkün değildir. Düzen size ille de bulaşacaktır, rahat bırakılmanız, dininizi, inançlarınızı gönlünüzce yaşamanıza izin verilmesi olası değil. Uyuşmanın yollarını aramak ve bulmak zorundasınız.

AKLINA ESEN OKUL AÇAMAZ
Uyuşmazsa…

Uyuşmazsanız, yeni dünya düzenini dönüştürmeye çalışacaksınız. Buradaki başarı şansı, dünya görüşünüzün, eğitim felsefenizin tutarlılığı ile doğru orantılıdır. Nasıl insan istiyoruz biz? İstediğimiz tür insan yeni dünya düzenine nasıl entegre olacak? İnsanoğlunun bunca yıllık entelektüel birikimini aklınıza estiği gibi yoksayamazsınız. Dünya ile bütünleştiremeden, sınamadan, ahkâm kesemesiniz. Aklına esen okul açamaz, müfredat belirleyemez. Belirlerse, sonuç kaosa evrilir. İşin kötüsü, Türkçeye hakim olmayan nesiller felsefe üretemezler, milli bir dünya görüşü de kurgulayamazlar. Sonunda, dindar nesil diye, elinde kötü bir Kırıkkale tüfeği, kendisini -tövbe estağfurullah- 'Allah'ın askeri' sanan tiplerle başbaşa kalmışlık ihtimali de var. Bir de tabii, hırsızı yakalamak gibi bir 'amaç' uğruna delil üretmeyi mubah sayan 'dindarlar' ihtimali de...

Dershane tefrika doğurur
Aslında kavganın alevlenme sebeplerinden birisi olarak 'dershaneler' konusunu sormak isterim...

Dershane diye eğitim sistemine alternatif bir oluşum kabul edilemez. Cemaatinkiler ya da değil, dershaneleri sistemin içine almak gerekir, aksi takdirde tevhidi tedrisat ilkesini de zedelemiş olursunuz ve bu talebe arasında tefrika doğurur. MEB tedrisatının yetersiz kaldığı durumlarda okullara fazladan etüt saatleri, hatta haftasonu ve yaz okulları konur, şu ya da bu nedenle geri kalan öğrenciye avans tanınır. Yurtdışında onlarca örneği var.

Gezi olayları ve şimdi de bunlar...Sizce bu iktidar neyi niye yapamadı?

Zihniyeti değiştiremedi. Zaten, tek bir iktidarın üstesinden gelebileceği bir reform değildi zihniyet değişikliği. Filistinizm, tek bir kuşakta çözülebilecek bir sorun değil. Ruslar, bir buçuk asır uğraştılar, sonunda o kanlı ihtilal oldu. AK Parti ya da bir başka iktidarının elinde sihirli değnek yok.

11 yıl çok kısa bir süre değil...

Hayır, yanılıyorsunuz. 11 yıl çok kısa bir süre. Kaldı ki, ne bu iktidar, ne de seçmeni Ay'dan geldi. Siz, ben, iktidar, muhalefet, hepimiz, bu toprakların ürünüyüz. Aynı yetersizlikleri, aynı sakatlıkları, aynı duyarlılıkları, aynı duyarsızlıkları paylaşırız. Şöyle bir düşünün, seçimle gelmiş hangi iktidar, milyonların ahını almayı göze alıp da mesela Memurîn Muhâkemâtı Kanunu'nu değiştirmeye kalkışabilir? O kanun ki, yetersizliği ya da düpedüz ahlaksızlığı ayyuka çıkmış bir memurun işine son verilmesini önler, elinizi kolunuzu bağlar. Bütün yapabildiğiniz, adamı veya kadını İstanbul'dan sürmek, meselâ Erzurum'un başına bela etmektir.

BİTTİ
Karşılıklı suçlama dilinden çıkıp 'nerede hata yaptık' sorusuna aklı selim cevaplar oluşturması amacıyla gerçekleştirdiğim röportaja gelen tepkilere bakınca çok da doğru bir yolda olduğumuzu görüyorum. Alev Alatlı'nın ifadesi ile 'entellektüel ahlak'ın sesi çoğaltıldığı zaman toplum ancak nefes alabilir. Bu amaçla farklı kesimlerden entelektüellerle söyleşilere devam edeceğimi ifade ederken ilgilerinden dolayı tüm okurlara teşekkür ediyorum.

10 yıl önce