|

Gelin oyunu Meclis'te bozalım

AK Parti'nin Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu; Hatip Dicle kararının seçimlerde ortaya çıkan umut havasını bozmak için alınmış derin bir karar olduğunu söyledi. Ensarioğlu BDP'li milletvekillerine de çağrı yaptı, “Gelin siyasete karşı oynanan bu oyunu Meclis'te bozalım”

Murat Aksoy
00:00 - 4/07/2011 Pazartesi
Güncelleme: 00:45 - 4/07/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Gelin oyunu Meclis'te  bozalım
Gelin oyunu Meclis'te bozalım
Demokratik açılımın başladığı ilk günlerde söyleşi yapmıştım kendisi ise. O söyleşide sonrada çok defa referans verilen şu ifadeleri kullanmıştı; “insanlar şiddete ve silaha karşı çıkmıyor çünkü; kariyerlerinden, geleceklerinden kaybedecekleri imtiyazlardan korkuyorlar.” O zamandan bu yana yaklaşık 1.5 yıl geçti. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı olan Galip Ensarioğlu bu süreçte hep risk alan şeyler söyledi. 12 Eylül 2010'da yapılan referandumda “evet” diyeceğini açıkladı, şiddetin arttığı dönemde “şiddet dursun” dedi. 12 Haziran'da AK Parti'den Diyarbakır'dan milletvekili adayı oldu. Şimdi Meclis'te. Bakanlık için adı geçen Ensarioğlu, siyasetin risk olduğunu ve risk almadan başarı olmayacağını söyledi Bu hafta Söyleşi-Yorum'da Galip Ensarioğlu ile Meclis'in açıldığı gün konuştuk. Dicle kararından BDP'nin Meclis'i boykotuna, demokratik açılımdan yeni anayasaya birçok şeyi konuşma fırsatımız oldu. Ensarioğlu; YSK'nın oyununu bozmak içim BDP'yi bir kez daha Meclis'e çağırdı.

Meclis eksik açıldı. CHP katıldı yemin etmedi, BDP boykot etti; ne düşünüyorsunuz?

Seçimlerin sonuçlarına bakıldığında neredeyse bütün partilerin istediği bir sonuç çıktı. Herkes aldığı oyun arttığını söyledi. Kısaca sonuçlardan herkes memnun. Bu sonuç aslında bir umuttu. Bakın AK Parti'nin 330'un altına kalması bu umutları arttırdı. Çünkü yeni dönemde başta yeni anayasa olmak üzere, Kürt sorunun çözümü konularında işbirliğini, diyaloğu zorunlu kıldı. Gerçi Başbakan Erdoğan aldığı yüzde 50 oya rağmen, herkesle işbirliğine açık olduğunu, herkesle konuşacağını, herkesin kendisini içinde bulacağı bir anayasa yapılacağını söylemesi aslında bu umutları daha da artmasını sağlamıştı ama olmadı. Hatip Dicle kararı her şeyin bir anda umutsuz hale gelmesine yol açtı.

DERİN GÜÇLERİN YSK OYUNU

CHP ve BDP'nin Meclis'e gelmemesi…

BDP'nin Hatip Dicle'yi öne sürerek Meclis'i boykot etmesi, CHP'nin Ergenekon Davası'ndan tutuklu olan Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal'ı öne sürerek yine Meclis'e gelmemesi kabul edilebilir değildir. Bu açıdan Meclis açılışı buruk oldu.

BDP Hatip Dicle'yi öne sürdü. Siz bu kararını bekliyor muydunuz?

Bu soruya iki nokradan cevap vereyim. Birincisi bu karar, yeni anayasa sürecini etkilemeye yönelik bir hamledir. YSK, birtakım dayanakları sıralayabilir, bunun yasal gerekçeleri de olabilir. Ancak Yargıtay kararı, normal bir karar değil. Yargıtay birçok davada zamanaşımına uğrattığı halde Hatip Dicle'nin kararını seçimlere 2 gün kala onaması tamamen tasarlanarak yapılmış bir şey gibi geliyor bana. Bunun için buradan BDP'lilere seslenmek istiyorum. Evet karar haksız bir karar ama çözüm Meclis.

Birde madalyonun diğer yüzü var. Bazı şeyleri açık konuşalım. Bütün bu sürece bakıldığında Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesi sanki sürprizmiş gibi davranılıyor. Ama hiç de öyle değil. Başından beri Hatip Dicle kararının bu olabileceği, tutuklu aday gösterilenlerin serbest bırakılmayabileceği tartışılıyordu. Aslında YSK'nın ilk kararı kesin karardı. YSK bazı adayları veto etmişti. Ama o süreçte gerek hükümet gerekse devlet ve Cumhurbaşkanı inisiyatif aldı. Toplum baskı oluşturdu ve olmayacak bir şey oldu. Kesinleşen karar bozuldu. İlk karar bize şunu gösteriyor; YSK'nın ilk kararının bozulmasında hükümet ve devlet inisiyatif aldı ve Dicle dahil, diğer adayların yolu açıldı.

Böyleyse BDP neden hükümeti ve AK Parti'yi sorumlu tutuluyor?

Bende onu anlamakta zorlanıyorum. Bakın ilk kararda olmazı olduran bir anlamda hükümet, devlet ve Cumhurbaşkanı oldu. Eğer Dicle'nin adaylığının düşürülmesinde hükümet sorumlu olsaydı, ilk kararın bozulmasını sağlamazdı. Bu yüzden bugün BDP'nin hükümeti hedef alması, sorumlu olarak Başbakan'ı hedefe koyması bir anlamada hedef şaşırtmaktan başka bir şey değildir. Partimiz bu sürecin mağdurlarından birisidir. Partimize karşı olanlar da BDP üzerinden hükümete saldırıyorlar. Bu hem partimize hem hükümete hem de Başbakan'a haksızlıktır.

ÇÖZÜM ZEMİNİ MECLİSTİR

BDP'nin Meclis yerine Diyarbakır'da toplanması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şu soruya cevap arayalım. BDP neden bu kadar büyük kıyamet koparıyor? 77 bin oyu gasp edildiğini için, parlamentoya gidemediği için. Peki toplam 2 milyon oy alan bağımsızların hepsi Meclis'i protesto ederek ne yapıyorlar? Bu kadar oyu Meclis dışında bırakmış olmuyorlar mı? Vatandaş onları ne diye seçti, sorunlarımı Meclis'te çöz diye. Meclis'e gelmezsen, yemin törenine katılmasan bu sorunları nasıl çözeceksin. BDP bu tavrı ile sadece 77 bin oyu değil, 2 milyon oyun Meclis'te temsil edilmesini engelliyor. Milletin iradesine ipotek koyuyor.

Aynı şey CHP için de geçerli o zaman…

Evet onlarda iki milletvekili için grubun tamamına yemin ettirmeyerek bir anlamda Ergenekon'a rehin düşmüşlerdir. CHP'nin tavrını anlamak hiç mümkün değil. CHP bu isimleri aday gösterirken hukukçuları sonuçların ne olabileceğini biliyordu. CHP, BDP ile bizi karşı karşıya getirmek için BDP'nin peşinden gitti. “Bende sizin gibi düşünüyorum, sizin gibi düşünmeyen AK Parti'dir” diyip iki partiyi karşı karşıya getirmek istedi. Şunu söyleyeyim, samimiyseniz gelmeyin Meclis'e.

Gelecekler mi?

Evet gelecekler ve yemin de edecekler. Bu yaptıkları Cumhuriyeti kurduğunu iddia eden partiye yakışmaz.

Sizce milletvekili seçilenler Meclis'e gelebilmeli mi?

Evet onları seçen halk, eğer durumlarını bilip, yargılandıklarını bile bile oy verdilerse Meclis'e gelebilmeliler. Ama diğer taraftan da mahkemelerin verdiği kararlar var. Mahkeme somut adaylar konusunda toplumsal hassasiyeti dikkate alarak karar verebilirdi ama vermedi. Bir kez daha ifade edeyim bu sürpriz değil, beklenen olasılıklardan biri idi. Gerek KCK tutukluları gerekse Ergenekon ve Balyoz tutuklularının serbest bırakılmayacağı yeni ortaya çıkan bir şey değil, seçimlerden önce sıkça dile getirilen ve dillendirilen bir konu idi ve güçlü bir ihtimaldi. Ki, partilerin bu olasılıklara karşı hazırlıklı olduğunu düşünüyorum ben. Bakın hepimiz yasaların değişmesini, Türkiye'nin demokratikleşmesini istiyoruz. Ama bu değişim yaşanana kadar var olan yasalar uymak durumundayız. Şikayet ettiğimiz yasaların değişim yeri sokaklar değildir, protestolar değildir; Meclis'tir.

SİYASİLER SORUMLU DAVRANMALI

Sorun kimde?

Sorun yasalarda. Önemli olan şu ki; bu yasaları yapan partimiz. Bu yasaları düzeltecek siyasiler. Nerde düzeltecekler Meclis'te. Buyrun gelin. Meclis'e gelmeyerek kimi protesto ediyorlar belli değil ama seçmenlerine haksızlık ediyorlar o gerçek. Amaçları partimizi protesto ederek, yasaların değiştirme konusunda bizi yalnız bırakmak ne kadar doğru? Bu kendilerine de partimize de haksızlık.

Peki ne olacak bundan sonra?

Şu anda olay sıcak olduğu tepkiler çok tartışılmıyor görünüyor ama zaman geçtikçe daha sorumlu davranmak şart. Eğer hedef toplumsal duyarlılık yaratılmaksa bu başarıldı. Artık Meclis'e gelerek sorun olan yasaların değiştirilme zamanı. Halk sorunlarının çözümü için sizi seçti, sizde çözüm için Meclis'te olmak durumundasınız. Halk, sorun yaratmak ve sorun olmanız diye seçmedi.

Ya gelmezlerse…

Bakın şu anda başta yeni anayasa konusunda uzlaşamaya ve diyaloğa açık; Türkiye'nin Kürt sorunu, Alevilerin, gayrimüslimlerin yaşadıkları sorunların sona erdirilmesi konusunda adımlar atmış bir AK Parti var Meclis'te. AK Parti istese de bu konularda geri adımlar atamayacakken; diğer partilere düşen Meclis'e katılmak ve bu sorunların çözümüne katkıda bulunmaktır. Eğer Meclis'e gelmemeye devam ederlerse, şikayet ettikleri bu bozuk düzeni değiştirmek için adım atmazlarsa, o zaman şu ortaya çıkacaktır; amaçları bu bozuk düzeni değiştirmek değil, AK Parti'nin başlattığı değişim sürecini baltalamak istedikleridir. Meclis'i boykot sorun çözmeye değil, çözüm süreçlerini engellemeye katkı sunmaktadır. BDP şunu unutmamalı, AK Parti Kürt sorunu dahil, Türkiye'nin kronik sorunlarının çözülmesi için şanstır.

MUHATAP BÜTÜN KÜRTLERDİR

BDP bunun farkında değil mi?

Farkında olmaması mümkün değil. Bakın AK Parti 8.5 yıldır iktidarda. Kıbrıs meselesinden Kürt sorununa, Alevilerin sorunlarından ekonomik alana kadar birçok alanda bugüne kadar yapılmış olanlardan daha radikal adımlar attı. Ve her seçimde oyunu arttırdı. Yani bunlar toplumdan destek buldu. Partimiz irade koyduğu bu sorunların çözülmesi için şanstır. Yüzde 50 oy alması topluma verdiği taahhütlerin bir sonucudur. Ve kendini topluma karşı bağlamıştır.

Bundan önce olduğu gibi bundan sonraki süreçte de AK Parti düşmanlığı, partiyi yok etme çabaları Kürt sorunun çözümüne değil çözümsüzlüğüne katkı sağlar. Kürt sorunu çözülecek, yeni anayasa yapılacak ve diğer sorunlar çözülecekse; şu anda direksiyonda olan AK Parti bir şanstır. Burada AK Parti ile kavga ederek, çatışarak, yok etmeye çalışarak çözüme değil, çözümsüzlüğe hizmet etmiş olur. Elbette bu süreçte bizim de BDP dahil hiçbir partiyi çözüm sürecinin dışında tutması mümkün değildir. Kürt sorununun tek muhatabı da PKK ve BDP değildir; bütün Kürtlerdir.


Diyarbakır'dan aday olmak risk miydi sizin için?

Hayatım boyunca çizgim bellidir. Bu çizgiyi sürdürebilmek bile tek başına riskti. Ve ben bu riski aldım, bedelini ödemekten çekinmedim ve ödedim. Bundan sonra da ödemem gerekiyorsa ona da hazırım. Bunu göze alamazsanız zaten siyaset yapamazsınız.

Kürt sorunun çözümünün önemli bir unsuru anayasa. Ne olmalı bu konuda?

Bu soruya ancak kişisel görüşlerimle cevap verebilirim. Aslında tartışmalı konular bellidir. Birincisi anayasal vatandaşlık tanımı. Ki bu konuda partiler hemfikirdir. Burada etnik bir kimliğe değil de, bir ulusu tarif etmesi gerekiyor. Türkiyelilik, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı gibi veyahutta hiç olmayabilir. Ama olacaksa bu tanım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalıdır, Türkü tanımlamamalıdır.

İkincisi…

Yüzde 10 meselesidir. Ki bu başbakan da bu konuda rahatsız ve düşeceğini söyledi. Bu konuda da toplumsal mutabakat vardır. Bu konuda bu dönemde mutlaka bir adım atılacaktır. Ki bu konuda partiler arasında uzlaşma sağlanması daha kolaydır. Aslında son yaşadıklarımızda yüzde 10 barajının etkisi vardır. Üçüncüsü yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir.

Demokratik özerklik bu çerçevede mi tartışılacak?

Hayır yerel yönetimlerin güçlendirilmesi farklıdır. AK Parti'nin 2005 yılında hazırladığı ve yerel yönetimler reform tasarısı var. Avrupa Birliği'nin bu konuda bizden beklentisi vardır. Bu konuda atılacak adımlar BDP'nin demokratik özerklik talebini karşılamasa da; Türkiye'nin ihtiyacı olan demokratikleşme konusunda önemlidir. Bir üçüncüsü…

Evet…

Bu ve dördüncü söyleyeceğim asıl önemli noktalardır. Üçüncüsü ana dilde eğitimdir. Dördüncüsü de PKK'nin yani şiddetin ortadan kalması için elinde silah olanların topluma entegrasyonunun nasıl olacağıdır. Hangi şartlarda, hangi planda bunlar gerçekleştirecek. Koşulları ne olacak gibi sorunlardır. Bu konu da hazırlık yapmak gerekiyor. Ama bunların hiç biri imkansız şeyler değildir. Ama bu sorunları aşmanın koşulu, Meclis'te olmak ve karşılıklı diyalogtur.

CHP burada bir şansı mı?

CHP bir süredir ben yeni CHP'yim diyor ve seçim meydanlarında da yeni şeyler söyledi. Ama içinde olduğumuz süreç onlar için de bir samimiyet testi. CHP'nin ne kadar yeni olduğunu göreceğiz şimdi. Hemen şunu da ekleyelim CHP içindeki başlayan kurultay toplama hamlesi, eski CHP'nin, statükocı güçlerin hamlesi. Ya değişim isteyenleri devirmek ya da değişim yapamaz hale getirmek. Ne yazık ki, Kemal Kılıçdaroğlu da bu hamlelere gereken siyasal cevabı veremiyor. CHP yeniyim diyor ama eski siyasete teslim oluyor, eskinin dili ile konuşuyor.


BDP'nin grubu her hafta Diyarbakır'da toplaması ne anlama geliyor?

Grubu istediği yerde toplayabilirler bunda sorun yok. Ama mevcut düzeni yok saymanız mümkün değildir. Mevcut düzenin yasama yeri Meclis'tir, Ankara'dır. Bakın bir kez daha ifade edeyim; bu durum haksızlıktır ve bende buna itiraz ediyorum. Ama artık duygusallığın sona ermesi gerekiyor. Var olan duygusallıkla insanları bir süre daha etkileyebilirsiniz, hatta oylarınızı bile arttırabilirsiniz ama çözüme katkı sunmazsınız. Çözüme katkı ise ancak daha fazla siyasetle olur.

Yani BDP'ye mi daha fazla sorumluluk düşüyor?

Elbette. BDP'nin bu anlamda temel sorunu siyasetsizlik değil, kendini yetkili görmemek.

Nasıl yani?

Siyaseten çekingen davranıyor. Söyleyeceği bir şeyin yarın daha yetkili bir ağızdan tersinin söylenebileceği gerçeğinden korkuyor ki haklı. Bu durumda BDP kendi söylediğine değil, daha aha yetkili olanının sözüne uyacağını biliyor. Ona uygun politikalar geliştireceğini biliyor. Birileri size siyaset zemini sağlarsa, onun izleyeceği siyaseti uygulamak zorunda olursunuz. BDP'nin temel sorunu bu. Eğer siyasi sorumlular, siyaset üretemez ve inisiyatif almazlarsa çözüme katkı da sunamazlar, çözümün parçası da olamazlar.

Bu durumu nasıl aşabilir BDP?

Sorumlu siyaset yapanlarsa, siyaseti de onlar üretmeli ve bunun sonuna kadar savunmalıdır. Elbette dikkate alacakları duyarlılıklar olacaktır ama siyaseti üretecek olan kendileri olmak zorundadır. Kısaca BDP üzerindeki vesayeti kırmak zorundadır. Türkiye de bu vesayetten çok çekti. Türkiye yıllarca askeri vesayetten çekti. AK Parti bu askeri vesayeti azalttı, azaltmaya devam ediyor. Türkiye bu anlamda askeri vesayetin azalması ile demokratikleşme ve sivilleşme yoluna girdi. Benzer sürecin Kürt siyasetinde de yaşanması lazım. Kürt siyasetinin de şiddetin vesayetinden kurtulması zamanı geldi.

TAN'IN SÖYLEMİ BDP'YE ZARAR VERİR

Eylemsizlik bu açıdan BDP için şans mı?

Şans evet. Ama bu şansın kullanılması ancak risk almakla mümkün. Siyasi geleceğinizi, hayatınızı, her şeyinizi riske atmanız gerekiyor. Eğer BDP'liler bunu yapmazlarsa bu barış şansını kullanamazlar.

Bakıyorsunuz Altan Tan AK Parti'nin Diyarbakır milletvekillerine istifa çağırıyor, yılların Şerafettin Elçi'si dilini sertleştiriyor. Nasıl olacak bu iş?

Her şeye rağmen Şerafettin Bey'in üslubu yumuşak ve olumludur. Kendisine saygı duyuyorum. Ama 20 yıllık dostum olan Altan Tan'ın çıkışlarını anlamak mümkün değil. Bana kalırsa Altan Bey, Başbakana karşı bir saplantı içindedir, AK Parti'ye karşı kin duymaktadır. BDP'nin ona sağladıklarını kullanarak, partinin gücünü arkasına alıp kişisel duygularını yansıtıyor. Ben bunu 20 yıllık dostuma yakıştıramıyorum. Tan'ın bu söylemleri bugünlerde birilerinin hoşuna gidebilir ama bu dil ve uslup uzun vadede kendine de BDP'ye de zarar verir. Ki ben bunu Sayın Ahmet Türk'e de ilettim. Bizler için, “Demirel'le siyaset yapanların halka vereceği bir şey yok” propagandası yaptı, biz sessiz kaldık. Açıklayacağımız çok şey var ama biz dostluğumuza saygıdan sessiz kalıyoruz. Umarım bu açıklamalar zafer sarhoşluğundandır ve bir süre sonra geçer.




13 yıl önce