Darbe, varolan iktidarı, yasal olmayan yollardan ve zor kullanarak alaşağı etmektir. Darbeler, dikta yönetimlerine karşı olabileceği gibi demokratik, seçimle gelmiş iktidarlara karşı da yapılabilir. Demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş iktidarların zor yoluyla alaşağı edilmesi kabul edilemez. Bu tür darbelere karşı mazeret de ileri sürülemez. Çünkü demokratik seçimlerle iktidara gelmiş bir hükümet, hatası veya sevabı için seçmene hesap verir. Ülkemizde, bırakalım darbecilere mazeret bulmayı; darbecilerin bazı kesimlerce alkışlandığını da biliyoruz.
Türkiye'de 1946'da çok partili rejime geçtik. 1946 seçimi açık oy gizli sayım seçimiydi. İktidar, muhalefete uygun gördüğü kadar sandalye verdi. 1950'den bu yana yaşadığımız seçimlerin hepsi gizli oy açık sayım ilkesine uygun yapıldı. Bu seçimlerin hiçbirinde, seçim sonuçlarını şaşırtacak ihlaller olmadı. Ne yazık ki, dürüst seçimlere rağmen dört darbe yaşadık. Çünkü bazı kesimler sonuçları içlerine sindiremediler. Bugün de demokratik seçimlerin sonuçlarına razı olmayan kesimler var.
Gezi olaylarını başlatanlar saf çevreci, kent hakları savunucusu, kendilerinin adam yerine konmasını isteyen iyi niyetli insanlardı. Bunlar muhalefetin AK Parti'yi sarsamadığı bir yerde kitleler halinde sokağa çıktılar. Bunlara iki halka katıldı: Ak Parti ve/veya Erdoğan düşmanları ile darbeci eğilimdeki örgütler ve kişiler… Zamanla, Gezi Eylemlerini bunlar yönlendirmeye başladılar. İstanbul dışındaki illerde ise, ipler başlangıçtan itibaren darbe heveslilerinin elinde idi. Ak Parti de süreci çok kötü yönetti.
Ben o kanaatteyim. Bunu yapanlar esas geziciler değildi. Orada oluşan havayı kullanmak isteyen darbe heveslileri Başbakan'ın evine, Ankara ve İstanbul'daki ofislerine yürüdüler. Oraları, punduna getirip işgal etmek istediler. Başarsaydılar, belki de birileri bunu işaret fişeği gibi değerlendirip harekete geçecekti… Bereket hevesleri kursaklarında kaldı. Gezi'de Ak Parti düşmanları ile darbe heveslileri inisiyatifi ele aldılar. Onun için Gezi başlangıçtaki önemini kaybetmiştir.
CHP bir süre ne yapacağını bilemedi. Sonra da kendi kadrolarındaki eğilimi düşünerek darbeci tutuma ses çıkarmadı. Bugünkü CHP'ye ulusalcı dediğimiz darbeciliğe göz kırpan kadroların daha ağırlıklı olduğunu görüyoruz.
Annem, 'Aslı hu, nesli hu' derdi. Yani insan eninde sonunda kendi kökenine gider. Mesela, 27 Mayıs'ı destekledi; 12 Mart'ı destekledi. 2007 Cumhurbaşkanı seçimlerinde de demokratik bir tutum almadığını görürüz.
Demokratların, prensip olarak darbeye karşı olmaları gerekir. İktidarların hatalarının hesabını seçmen sorar; darbeciler değil. Her hangi bir darbeyi 'devrilen iktidar da çok yanlış yaptı ' diyerek meşru görmek, toleransla karşılamak asla kabul edilemez.
Bence, darbe özlemcileri, Türkiye'de tasfiye olmadı. Hala halka güvenmeyen siyasetçiler ve kanaat önderleri var. Bunlar, 'Biz, seçimler yoluyla, iktidarı yerinden edemiyoruz, dolayısıyla bunu yapabilmenin yolu bir şekilde darbedir' diye düşünüyorlar. Türkiye'de İttihat Terakki'nin istihbarat örgütü 'Teşkilat-ı Mahsusa'dan itibaren bir darbeci çekirdek ve bunun etrafında asker-sivil, akademisyen, aydın, politikacı vb… çevreler var olmuştur. Bunlar zaman zaman azalıp zaman zaman çoğalıyorlar. Son zamanlarda sayılarında bir artış olduğu kanısındayım.
Askerin arkasında bir takım siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, iş adamları yoksa asker darbeye girişemez. Bütün darbe hazırlıklarında bu kesimler askerlerle beraber çalışmışlar, darbelerden sonra da beraber iktidar olmuşlardır. Bu, hem ülkemiz için, hem de diğer ülkeler için geçerlidir. Nitekim, Mısır örneğinde General Sisi'ye, yukarda sayılan kanat önderlerine ilaveten, El Ezher Müftüsü ve din önderleri de destek vermiştir.
Demokratik bir seçimle iktidara gelmiş bir iktidara karşı, darbenin hiçbir gerekçesi olamaz. O nedenle, 'Mursi hala Mısır Cumhurbaşkanıdır. Hiçbir devlet veya uluslararası bir kurul veya bir insan darbe yönetimini tanımamalıdır'. Dünya 'Biz bu askeri hükümeti tanımıyoruz' deseydi, darbeciler ortada kalacaklardı.