Biraz sonra okuyacağınız söyleşiyi Dr. Sare Davutoğlu ile Ankara, İstanbul ve Ankara olarak tamamlayabildik. Çünkü bizim bu söyleşiyi yaptığımız sıralarda Sare Hanım kızının nişan telaşı içinde, eşinin kız kardeşinin düğün hazırlıklarında, hastalarının muayenesinde, sabaha karşı ve gece geç saatlerde doğumhanede, cerrahi operasyonlarda idi… Üyesi olduğu sivil toplum örgütlerinin düzenlediği sempozyum ve panellerde, yönetim kurulu toplantılarındaydı. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun gezilerinde de kendisine eşlik ediyordu.
Ankara'da ziyaret edilmesi gereken hastaları, gönlü alınması gereken yaşlıları ziyaret etti. Bazı ziyaretleri birlikte yaptık. Ve bütün bunları yaparken daima anne ve daima eşti. Bunca işi nasıl yetiştirebildiğini soranlara daima aynı cevabı verdi: “Dua ediniz. İnsan dua aldıkça, gönül aldıkça vaktinin bereketi artıyor.”
Aslında insanın bedeniyle, ruhuyla, sosyal yanıyla karmaşık bir yapı olması gibi hayat da iç içe geçmiş çok sayıda farklı alanı barındırıyor. Bence hayatı kompartımanlara ayırarak yaşamak, insanı mutsuz ve verimsiz kılan bir şey. Sanırım özellikle tıp eğitimi ve pratiği kendisi dışında çok az şeye imkan tanıdığı için soruyorsunuz. Bu alanların hepsi yani hekimlik, annelik, sosyal roller bazen kendi içimde çatışma yaşamama elbette yol açıyor. Ancak marjinal vakitleri değerlendirmek, öncelik sıralamasında duruma uygun değişiklikler yapmak, insan ilişkilerinde adaletli olmak uzun vadede işimi kolaylaştırıyor. Mesela çocuğunuzun hemen her okul toplantısına katılmaya gayret etmişseniz bir seferinde katılamamanızı problem etmiyor ya da hastanızla çok yakinen ilgilenmişseniz bir kez size ulaşamamayı anlayışla karşılıyor.
Evet. Özellikle kendi alanımda yapmış olduğum sosyal sorumluluk faaliyetleri, her zaman hayatımda önemli bir yer aldı. Bu iki alan yani profesyonel hayat ve sivil toplum ruh ve beden gibidir. Mesleki hayatınızı sosyal aktivitelerle beslemeniz, çalışma hayatınızı materyalist odaklanmadan çıkarır... Böylece mesleğinizden aldığınız manevi haz artıyor. Bir insanın yetişmesi için sadece kendi gayreti yeterli değildir malumunuz. Aile ve ülkenin de birçok imkanı seferber edilir yıllarca. Sivil toplum çalışmaları bir anlamda topluma ve ülkemize borcumuzu ödememizin bir şeklidir.
Çocuk sahibi olma arzusu son derece insani. Tabii olarak bu alandaki gelişmeler toplumun çok ilgisini çekiyor. Düşünün diyelim ki, 15 yıl çocuğu olmamış bir çiftin tedavi sonucu bir bebeği doğduğunda tüm aile ve dostlarıyla birlikte yaşadıkları mutluluk muazzam bir şey. Ancak kimi zaman gözden kaçan bir husus var ki o da, tıbbi teknolojinin başdöndürücü bir hızla ilerlemesi yanında konunun hukuki ve etik boyutunun aynı hızla ele alınmasının son derece zor oluşu. Hekimler olarak bizim bu tedavileri sadece magazinsel bir yaklaşımla değerlendirmenin ötesine geçip her yönünü topluma anlatmamız gerektiğine inanıyorum. Belki en zayıf halka bu “ayrıntılı bilgilenme” yani bu tedavilerin kısa ve uzun vadeli sonuçlarının toplumla paylaşılması.
Aslında Türkiye'de de bilim çevrelerinde mesela Jinekoloji ve Obstetrik Derneği toplantılarında, kongrelerde bunlar tartışılıyor. Ancak bunun toplumsal düzeyde de yaygın bir şekilde tartışılması gerekiyor. Üremeye yardımcı tedaviler çeşitli nedenlerle çocuk sahibi olamayan çiftlere umut vaat ediyor ve çok güzel sonuçlar da alınıyor. Ancak biz burada etik olarak bir çiftin varlığını çok önemsiyoruz. Yani belli bir kadın ve bir erkeğin varlığı çerçevesinde bir uygulama çok önemli.
Evet yeni uygulamalar “tekil ebeveynlik” kavramını ortaya çıkardı. Yani bir kadın bir sperm bankasından aldığı spermle gebe kalabilir ya da bir erkek kendi spermi ile bir taşıyıcı anne aracılığı ile çocuk sahibi olabilir. Yani doğan çocuk kim olduğunu bilmediği bir erkek yada kadının genetik yapısını taşıyarak doğuyor. Uzun vadede kardeşlerin evliliğinden tutun miras hukukuna kadar potansiyel birçok problemi ciddiye almak zorundayız.
Elbette babası veya annesi olmayan değil, babası veya annesi bilinmeyen bir çocuk söz konusu. Oysa aile tarihini bilmek hepimiz için çok önemlidir. Bir erkek ve kadının çocuk sahibi olma isteği tartışılmaz bir hak olarak sunulurken doğacak çocuğun anne ve babasını bilme hakkını göz ardı edemeyiz. Özellikle “bilme” diyorum. Çünkü hiçbirimiz anne ve babamızı seçemeyiz ama onların kim olduğunu biliriz.
O ülkelere yaptığım geziler öncesinde gideceğim ülke hakkında çok yönlü bilgiye sahip olmayı, donanımlı olmayı önemsiyorum. Bir ülkenin Dışişleri Bakanı'nın eşi ile kahve içerken o ülkenin siyasi, ekonomik, kültürel, sağlık ve eğitim alanlarından haberdar olarak sohbet edebilmek hem daha keyifli hem ilişkileri daha güçlü kılıyor.
Hemen hemen gittiğim her ülkede bir sağlık merkezini ziyaret ediyorum. Özellikle kadın-doğum hastanelerini. Böylece onların şartlarını ülkemizin şartları ile karşılaştırma imkânı buluyorum. O ülkelerin sağlık politikalarını da yakından öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorum.
Bir de yanımda götürdüğüm hediyeleri seçerken kültürümüzü yansıtan orijinal hediyeler olmasını tercih ediyorum. Anadolu kadınının el emeğinden örnekler de muhataplarımızca beğeni ile karşılanıyor.
En derinden fark ettiğiniz şey Türkiye'nin önemi. Biz içerisindeyken bunu yeterince kavrayamıyoruz. Sıkıntılarımızla, kendi meselelerimizle ilgilenirken dünyanın Türkiye'ye verdiği önemi gözden kaçırıyoruz. Türkiye jeopolitik konumu itibari ile bütün dünya ülkelerinin bir şekilde ajandasında yer alan bir ülke. Bu sebeple Türkiye'de neler olduğu pek çok ülkeyi yakından ilgilendiriyor. Diğer taraftan Türkiye'ye ve Türklere büyük bir güven var. Özellikle halklar düzeyinde. Bu aslında vicdanların sesi. Yüzyıllarca bir arada yaşamış olmanın bir sonucu. Bazı gittiğimiz yerlerde bizim bize güvenmediğimiz kadar güvenildiğini görüyorum Türkiye'ye.
Ankara'daki yeni hayatım, İstanbul'daki hayatımdan oldukça farklı. Orada mesleğim, hastalarım, sosyal faaliyetlerim… Burada ise ülkemizin üst düzey temsili söz konusu. Bunun da apayrı bir manevi hazzı var. Zira ülkemize ve insanımıza hizmet için burada olduğunuzu unutmadan çalışmak zaten hayatımın diğer alanlarındaki prensip ve uygulamalarımla aynı paralelde.
Bu soruyu onlara sormak lazım. Benim onlar adına cevap vermem ne kadar doğru olur? Onların hayatındaki yansımaları çok daha farklı olabiliyor tabii. Onlar için Ahmet Davutoğlu, Bakan kimliğinden önce onların babası. Çocukların bakış açısını örneklemesi açısından şöyle bir anımız var: Oğlumun okulunda herkesin babasının ne iş yaptığı sorulu-yor. Oğlum babasının Dışişleri'nde çalıştığını söylüyor. Bu cevaptan babasının Dışişle-ri'nde memur olduğunu sanılıyor. Babasının Dışişleri Bakanı olduğu ortaya çıkınca şaşırıyorlar tabii.
Ahmet Bey her zaman hoca. Öğrencileri her zaman çok önemlidir onun için. Bakan olarak yaptığı resmi dış ziyaretlerinde de dünyanın dört bir yanında umulmadık yerlerde öğrencileriyle karşılaşıyoruz. Oralarda da öğrencilerine muhakkak zaman ayırır.
Doğrusu evet. Kıskandıkları zamanlar oldu. Özellikle kızlarım küçük yaşlardayken babalarını öğrencileriyle gördüklerinde ikinci planda kalmaktan şikayet ederlerdi.
Ancak Ahmet Bey'in çocuklar ile diyoloğu her zaman iyidir. Onlarla geçirdiği zaman kısa olsa da sevgisini çok yoğun bir şekilde gösterdiği için büyüdükçe babalarını daha iyi anlıyorlar.
Böyle bir gelenek var. Biz de burada pek çok Dışişleri bakanı ve eşini ağırlıyoruz. Tabii sizin de buna karşılık o ülkeleri ziyaret etmeniz bekleniyor. Ancak ben hem çocuklarla daha fazla vakit geçirebilmek için hem de İstanbul'da hekimliğime devam ettiğim için bütün seyahatlere katılamıyorum.