|

İsrail Güney Kıbrıs'ın hamisi olmak istiyor

Kıbrıs Avrupa Lefke Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Hasgüler, Arap Baharı ve Türkiye'nin artan nüfuzuna karşı İsrail'in Güney Kıbrıs'la ilişkileri geliştirdiğini söyledi. Hasgüler, "İsrail Güney Kıbrıs'ta Yunanisan'ın rolüne oynuyor" dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 28/05/2012 Pazartesi
Güncelleme: 01:04 - 28/05/2012 Pazartesi
Yeni Şafak
İsrail Güney Kıbrıs'ın hamisi olmak istiyor
İsrail Güney Kıbrıs'ın hamisi olmak istiyor

Kıbrıs denilince akla sürekli müzakereler, bitmez bilmeyen barış görüşmeleri, Annan Planı ve AB üyeliği maceramız akla geliyor. 1 Temmuz 2012'de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB Dönem Başkanı olmasıyla Eroğlu ve Hristofyas arasında süren müzakerelerin de son ermesi demek. Bütün bunlar olurken son aylarda adaya müdahil olan eni bir aktör var; İsrail. Geçen hafta İsrail'in Güney Kıbrıs'ın çıkardığı petrollerin diş dünyaya açılması konusunda 20 bin İsrail askerinin adaya yerleşeceği ve üs talebi haberi çıktı. Haberin asker kısmı yalanlandı ama üsler kısmı hala açıkta. Bizde Kıbrıs'ta son gelişmeleri, İsrail'in Kıbrıs'la ilişkisini ve neler olduğunu Kıbrıslı bir akademisyenle Doç Dr. Mehmet Hasgüler ile konuştuk.

Kıbrıs denilince akla Türkler ve Rumlar gelirdi. Kıbrıs'ta yeni bir aktör olarak İsrail mi devreye giriyor?

Kıbrıs Rum Hükümeti ile İsrail aslında son dönemde gelişen ilişkileri anlamak için olaya tarihsel açıdan yaklaşmakta fayda var. Tarihe baktığımızda Antik dönemde Kıbrıs'ta Yahudi yerleşimlerini görüyoruz. Ancak özellikle 1570-71 Osmanlı idaresindeki Kıbrıs'a göç eden Sefaradlar sayesinde Ada Yahudileri kalkınmaya başladı. Mağusa Kıbrıs Yahudilerinin Osmanlı devrinde merkezi oldu. İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs'a 1902'de Theodor Herzl'in de buradaki Yahudi Kolonisinin sorunları çözüldüğü üzerine parlamentoya verilmiş bir risalesi bulunmaktadır. Kıbrıs'a Yahudi ilgili özellikle 1933'de Nazizmin yükselişiyle çokça Yahudi Kıbrıs'a kaçmıştı.

Peki bugüne gelirsek...

İsrail-Güney Kıbrıs ilişkilerini 2 dönemle ele almak mümkün ve açıklayıcı olabilir. İlk dönem 1960-2003 arası ki, iki ülke sadece diplomatik ilişki söz konusu idi. İkinci dönem 1 Mayıs 2004'te başlıyor. Kıbrıs'ın AB üyeliğiyle beraber Tel Aviv-Lefkoşa ilişkileri enerji öncelikli ekonomik boyut kazanmaya başladı. Bu arada Türkiye'nin İsrail ile siyasi ilişkilerinin 31 Mayıs 2010'daki Mavi Marmara ile birlikte son derece gergin bir hal alması, bu ilişkiyi daha da derinleştirdi. Önce 17 Aralık 2010'da Lefkoşa-Tel Aviv arasında iki ülkenin denizde Münhasır Ekonomik bölgelerini belirleyen bir antlaşma yaptılar. Daha sonra da önce Hristofyas'ın İsrail ziyareti (14 Mart 2011) gerçekleşti. Bu ziyarette, İsrail'in doğal gazının AB'ye Lefkoşa'dan taşınması konusunda bir mutabakata varıldı. Sonrasında Netenyahu Lefkoşa'yı ziyaret etti (18 Şubat 2012) ve Hristofyas ile görüştü. Burada iki ülkenin başka arayışları, hedefleri ve dahi gizli gündemleri de olabilir.

İSRAİL'İN AKDENİZ AÇILIMI
Mesela ?

Buradaki ilişkilerde Rum karar vericilerinin Batı'nın ve daha özel de bir tür ABD'nin koruması altında olan İsrail'in ilgisi çekmek yoluyla Kıbrıs'ta rol almalarını arzuluyorlar. İsrail'in üzerinden bir üstünlük elde etme ve mümkünse belli ölçülerde çatışmayı dahi Rum karar vericiler istiyor olabilirler. Özellikle Güney'in ve Yunanistan'ın siyasi aktörlerinde geçmişte Türkiye'nin yumuşak karnı olmuş Kürt meselesine çok yanlış bir yerden bulaştıklarını biliyoruz. Bunun yanına Ermeni meselesinde belli çevrelerle psikolojik düzeyde olsa da buluşmalar olduğunu söylemek mümkündür. Burada İsrail mi Güney Kıbrıs'ı işin içine çekiyor yoksa Güney mi İsrail'i işin içine çekiyor. Onu anlamak gerekir. İsrail'in ekonomik önceliklerle enerji meselesindeki ihtiyaçları açıktır. Güney üzerinden kendi pazarlamasını da yapmak istiyor. Bir tür AB pazarlarına Lefkoşa'dan inmek istiyor. Güney ise Yunanistan'ın bıraktığı hamiliği, ağabeyliği İsrail'e devretmek istiyor olabilir. Üs ve askeri konulardaki anlamsız çıkışlar biraz da bundan ötürü basına yansıyor. İsrail ağabeylik yoluyla çok eskilerde Yahudilerin etki kurduğu ve dini yönelimlerinde yer alan bir toprak parçasında belli bir nüfusla koloni kurmak isteği olabilir. Her ne olursa olsun son yarım asırdır Filistin meselesinde Arafat'sız PASOK kongreleri yapılmazken, Güney'de AKEL'in özel olarak Filistin meselesindeki rolüne bakıldığında geldikleri nokta itibarıyla anlamakta zorluk çekilen bir düzeydir. Bunun mutlaka bir açıklaması vardır.

İsrail'in Kıbrıs'a olan ilgisi Türkiye ile gerilen ilişkilere alternatif üretmek mi yoksa Türkiye'yi zora sokmak da var mı hedefi arasında?

İsrail son dönemdeki manevraları ile Yunanistan'ın Güney Kıbrıs üzerindeki enerji, askeri ve belki siyasi alanlarda hami rolünü üstlenmeye soyunmuş görüntü veriyor. Türkiye-İsrail ilişkileri normalken İsrail'den bu tür yaklaşımlar görmek mümkün değildi. İsrail'in Güney Kıbrıs ile ekonomik zorunluluklardan ve Türkiye'yi ikame etme (ve rahatsız etme) arayışından başlamış münasebetler bu minvalde belli bir süre gideceği görülmektedir. İsrail şöyle düşünüyor kanatindeyim; Türkiye, Filistin ve başka bölgesel sorunlara müdahil olduğuna göre biz de Türkiye'nin meselelerine iştigal ederiz. Yoksa yıllarca Kıbrıs'la ilgilenmemiş bir İsrail'in bu ilgisi, Türkiye'nin bu alanda ayağına basmak arzusu. Bunun ölçüsünü ayarlamadıkları takdirde Akdeniz'de bu yaz ciddi bir sıcak dönem yaşayabiliriz.

AKDENİZ İSRAİL'İN YENİ NEFES BORUSU
Arap Baharı ile sıkışan İsrail Güney Kıbrıs üzerinden Akdeniz'e açılıyor...

Şimdilerde İsrail'in Doğu Akdeniz başlayan enerji kaynaklı sondajlar ve bunların korumasına dönük hem Atina hem de Lefkoşa ile geliştirdiği yakınlıklar son derece dikkat çekicidir. Burada özellikle üzerinde durulması gereken en önemli nokta İsrail'in 1974'den beridir süren bu statükoyu değiştirmeye dönük bir arayışı ve algıyı mı uyandırmak niyeti var? Yoksa Arap Baharı sonrası bölgede yalnızlaşmasıyla beraber sakin bir liman olarak Kıbrıs'ı korumaya alıp Güney üzerinden Türkiye'yi mi dengeleyecek? Özellikle Yunanistan'ın içine düştüğü konumu da dikkate aldığımızda Türkiye'ye "sen benim Filistin meselemde rol oynarsan ben de senin Kıbrıs konuna müdahil olurum mu" demektedir. Şu anda süren müzakerelerde Ankara göreli bir üstünlük sağlamıştır ve İsrail siyasi manevra ile oyunu yeniden Ankara'nın sahasına itmek istemektedir. Bu arada şunu da söylemek gerekiyor İsrail hem Güney'de hem Kuzey'de toprak, arazi, yatırım ve yerleşme arayışları belirgin bir artış göstermektedir.

AB'nin bu ilişkiye bakışı nedir?

Güney Kıbrıs küçük bir ülke ama AB üyesi ve 1 Temmuz 2012'de dönem başkanı oluyor. Kanaatimce 6 aylık dönem başkanlığı sırasında Kıbrıs-İsrail münasebetlerinde ekonomik temelli doğal gaz araştırmalarında yeni işbirliği ve ortaklıklar da yol alma arzusundalar. Bunun yanı sıra Kıbrıs'ın AB Dönem Başkanlığı sırasında Kıbrıs'ta 20 Temmuz-15 Ağustos tarihlerinde yaşanmış olan 2 askeri operasyonun tekrardan hatıralara getirilmesi sırasında bir takım maceralar denenmek istenebilir. Kısacası Kıbrıs'taki statükoyu belki enerji arayışını Türkiye engelliyor demek yoluyla tartışmaya açmak isteyebilirler.

Geçen hafta çıkan 20 bin komando ve askeri üs talebi bununla mı ilgili?

20 bin komando getirilme olayı İsrail tarafından yalanlandı. Lakin bunun temelde bir üs arayışı olduğu gerçeğini değiştirmez. İsrail G. Kıbrıs'tan üs istiyor. Bunu doğal gaz konusunda varılan mutabakatın güvenlik ihtiyacını sağlamak ve eğer Türkiye bu alanla ilgili askeri bir müdahalede bulunursa hazırlıklı olduklarını göstermek isteyebilirler.bu noktalarda Rumlarda abartı ve mübalağa olduğu açıktır. İsrail'in bu işin içinde bu kadar sarılmasını henüz anlamış değilim...

RUMLAR YUNANİSTAN'DAN BIKMIŞ DURUMDA
Asker konusunda yalanlama geldi ama üsler konusunda yalanlama gelmedi. İsrail Rum kesimde askeri üs mü kuracak?

Doğru yalanlama oldu. Lakin üs konusunda pek bir şey söylenmedi. Belki İsrail İngiltere'nin ABD ile birlikte kullandığı üslere NATO dışından katılmak isteyebilir. Bunun elbette kolay bir şey olmadığını biliyoruz. Lakin İsrail'in hatırına Arap ve Müslüman dünya üzerindeki ABD imajının da çok yıprandığını biliyoruz. Burada elbette hem ABD hem de İngiltere açısından Türkiye hiçbir Arap ve Müslüman ülkeye benzemiyor. Bunu ekonomik anlamda bakıldığında Müslüman ülkeler açısından büyük bir başarı numunesi, siyasi anlamda bakıldığında bölgeden bakıldığında KKTC ile birlikte neredeyse demokrasisi işleyen ülke durumunda. Öte taraftan bakıldığında NATO içerisindeki konumu ise bir çok açıdan biricik...

Yunanistan nerede bu denklemde?

Rum kesimi Yunanistan'dan artık ciddi olarak zarar gören bir ülke konumunda. Son bir asırdır öykündükleri ve dayandıkları Atina bütün paradokslarıyla beraber yıkılmış durumda. Dahası son finansal krizde Yunanistan bankalarında paralarını kaybeden çok fazla Rum vardır. Bunun yarattığı sıkıntılar da düşünülenin çok üstünde. Yunanistan bir şekilde iç problemlerine dönmüş. Ulusal paraya dönecek mi? Euro'dan çıkacak mı? Bunun Lefkoşa ekonomisine onulmaz yaralar açacağını da hesaba katmak gerekir. Öyle ki İsrail belki bu alandaki Yunanistan'ın yerini almaya kendisini aday görmüş olabilir. Böylesi bir rol elbette bir çok paradoksa sahip hem Rumlar hem de İsrailliler açısından. Ama bu ilişkilerin Türkiye'yi ikame etme ve rahatsız etme boyutunu aşıp başka manalar alması mümkün... Buradan kalkarak İsrail'in Kıbrıs'taki sınırlarını NATO'nun Türkiye verdiği önemin belirlediğini kimse aklından çıkarmamalıdır.


Kıbrıs'ta çözümü Batı hiçbir zaman istemedi

Bugüne kadar sürmekte olan müzakerelerin anlamı ne?

Bugüne kadar gerek Türkiye'deki koalisyon hükümetlerinin gündelik Kıbrıs yaklaşımları gerekse AB'nin bilinçli tercihi 1974'de oluşmuş "bölünmüş ada"yı "birleştirme" oldu. Buna rağmen görünürde desteklediği BM Çözüm Planı yani Annan Planı 24 Nisan 2004'de Rumların reddiyle başarısızlığa uğradı. Aslında buraya kadar olan süreç 1964'de ABD'nin üstü kapalı olarak belirlediği "iki kapılı Ada" statüsüne son verilmesi idi ki başarısız oldu. "iki kapılı Kıbrıs" konusunda gerek ABD Senatosunda gerekse İngiliz Avam Kamarasında yapılmış araştırmalar sabittir. Hem dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kisssinger hem de İngiltere Dışişleri Bakanı Callaghan'ın yaptığı açıklamalar da bu duruma fazlasıyla kanıt oluşturmaktadır

Görünürdeki desteğe rağmen desteklemeyen kimlerdi?

Burada İngiltere ve ABD'nin pozisyonu tam olarak neye karşılık gelmektedir? Bunu bilmek ve anlamak sanırım kolay değildir. Öyle ki AB'nin, BM'nin, Türkiye'nin, Yunanistan'ın ve dahi İngiltere ve ABD'nin açıkça plana destek vermelerine rağmen sadece Papadopulos'un ve AKEL'in manevrasıyla Annan Planı reddedi. Burada görülmeyen aktörlerden Rusya sanki planın başarısızlığa uğramasından memnun olmuş gibiydi. Özellikle BM'deki o günlerdeki veto kararlarından bunu anlamak zor değil.

İSTİKRARSIZLAŞTIRILMIŞ ADA İSTEDİLER
İki kapılı Kıbrıs, iki ayrı devlet mi demek?

Tam öyle değil tabii ki. Ama bu şekilde sorun devam ederse olacağın da öyle olmasının önüne kimse geçmeyecektir. Bilindiği gibi Kıbrıs 1964'de ilk destabilizayonla (istikrarsızlaştırma) Kıbrıs Türkleri bütün kurumlardan uzaklaştırılmışlardı. Sonrasında Soğuk Savaş'ın yükselişi öncesinde 1974 yazında fiilen iki bölgeye ayrılmıştı. Ardından KTFD sonrasında da KKTC ilan edilmişti. İki kapılı denilmekteki ana kasıt, o yıllarda Güney üzerinde eski SSCB, Bağlantısızlık Hareketi üzerinden Makarios, AKEL'in ve Kıbrıs Türk solcularının Kıbrıs'ta oynayabileceği rolün Kıbrıs'ın kapılarını Batı'ya kapatabileceğini ABD-İngiltere tarafından bu durum farkına varılmıştı. Bundan ötürü yukarda da anlatıldığı gibi fikri olarak 1964 fiilen 1974'de oluşan Kıbrıs'taki bugünkü durum son 38 yılın belki de riski en az olduğu konusunda bir fikrin kabul edilmeye başlandığıdır. Zaman içerisinde iki devlet mi yoksa yumuşak hatlarla birleştirilmiş tek bir devlet mi olacağını biraz da büyük güçlerin maliyet analizlerine bağlı odluğunu söyleyebiliriz.


AB ırkçı Heider'e karşı tavrın benzerini Rumlara gösterseydi çözüm kolay olurdu

Gelelim Türkiye-AB ilişkileri ve Kıbrıs'a...

Türkiye, Kıbrıs konusunda 1974'den 2003'e kadar ciddi bir zihinsel zaaf yaşadı ve çözümsüzlüğün tarafı oldu. Bunun Türkiye'ye de maliyetinin ağır olduğun söylemek gerek. Ancak 2003'te Türkiye zihinsel bir devrim yaptı ve çözüm yanlısı bir politikaya yöneldi. Bu politikanın değişmesinde AB'nin etkisi büyüktür. Burada Türkiye belli bir zihinsel devrimi hayata geçirirken sanırım AB'nin kendi içindeki ekonomik ve siyasi problemleri Kıbrıs'a da yansımıştır

Buna rağmen AB Güney Kıbrıs'ı tek başına üye yaptı...

Kanaatimce AB bütünleşmiş bir Kıbrıs'ı içeriye almaya karar vermiş, ama oyun başladığında kural değişikliği yaparak fikir değiştirmiş olabilir. AB yekpare bir yapı olmadığından Kıbrıs sorunu çözüldüğü ve Türkler-Rumlar ortak birliğe üye oldukları takdirde Türkiye'nin birliğe girmesinin önünde problem kalmayacaktı. Olmadı.

AB 89 GEREKÇE SUNAR
Kuzey Kıbrıs'a yönelik izolasyonlar kalkacak dedi AB. Neden gerçekleşmedi bu?

1 mayıs 2004 tarihinde Güney Kıbrıs AB üyesi oldu. Yani AB karar vericileri 26 Nisan'da Kıbrıslı Türkler üzerindeki tecriti kaldıracaklarının kararını aldılar. Lakin bu kararlarını çeşitli Rum-Yunan engeliyle başka bir mecraya soktular. Bunu şimdi sorsanız AB karar vericileri bizlere 89 adet gerekçe sunarlar. Şu bir gerçek ki hiçbir insanlık suçu işlememiş Kıbrıs Türklerine bu tecrit Avrupa'nın vicdanı açısından büyük bir sorundur.

1 Temmuz'da Rum yönetim AB Dönem Başkanı oluyor. Ne olacak size göre?

Türkiye Kıbrıs Rum Hükümetini tanımıyor. Burada ince bir nüans vardır. Avusturya'da Heider seçimi kazanmıştı ama AB Heider'e karşı bir tutum takınmış ve hükümet olamamıştı.

Benzer bir tavrı Rum kesime karşı alabilir miydi AB?

Tabii ki alablirdi. İzalasyonların kaldırılması böyle bir radenin ifadesi olabilirdi ama olmadı. Yani AB hem Türkiye'ye hem de Kuzey Kıbrıs'a adil ve samimi davranmamıştır.

G.KIBRIS HÜKÜMETİ MEŞRU DEĞİL
Türkiye ne yapabilir bu aşamda?

Türkiye uluslararası antlaşmalardan doğan Kıbrıs'taki yapıları doğal olarak zımnen kabul edebilir. Ama burada Güney Kıbrıs Hükümeti uluslararası antlaşmalara ve anayasaya göre meşru değildir. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs 26 Nisan 2004 tarihinde AB Komisyonu'nun aldığı izolasyonlardan (tecritten) Kıbrıs Türklerini çıkarma kararlarını tekrardan resmi olarak talep edebilirler. AB Dönem Başkanı olan Rum Hükümetinin anayasal olarak iki resmi dilinden biri olan Türkçe için yaygın bazı sivil toplum hareketleriyle AB platformlarında eylemler yapabilirler. Özellikle Rum kesimini AB'ye alınırken resmi dilini İngilizce olarak belirtmesine göz yuman AB karar vericilerine bu basit gerçeği bile nasıl görmezlikten geldiklerini hatılatabilirler.

TÜRKİYE VİZYONUNU GELİŞTİRMELİ
Ama bütün uluslararası ilişkilerde Rumlar Kıbrıs yönetimi olarak geçiyor...

Bu tamamen AB'nin sorunu. Kıbrıs devletini gayri meşru olarak üzerine geçiren, sonra bu üzerindeki yasa dışılığını AB üyeliğiyle mükafatlandıran ve şimdi de adım adım başkanlık payesini onlara verecek olan Avrupalılara vicdanlarını gözden geçirmelerini salık vermekten başka bir şey kalmıyor geriye....

Kuzey Kıbrıs bağımsızlığı söz konusu mu peki?

Yukarda söylediğimiz gibi AB'ye yönelik yapılacaklar yanında bir de AB dışındaki dünyaya da başka çabalar göstermek gerekmektedir. Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs vizyonu geliştirmesi gerekiyor. Aynı şekilde bir de Güney Kıbrıs vizyonu olmalıdır. Bugün Güneyde iş adamları Türkiye'nin konumunu çoktan ekonomik olarak anlamışlardır. Bunun ciddi olarak iş dünyasının geliştireceği ilişkilerle genişletmek mümkündür.




12 yıl önce