|

Kayaoğlu: Hristiyanların da koruyuculuğunu üstlenmişiz

Tarihçi Taceddin Kayaoğlu, 'Beyaz Diplomasi' kitabında Osmanlı padişahlarının papalara yazdıkları namelerde “Haşmetlü, asaletlü, meveddetlü, dost-ı velakarımız hazretleri” diye hitap ettiğini belirtiyor.

Mehmet Gündem
00:00 - 20/11/2006 Pazartesi
Güncelleme: 00:54 - 20/11/2006 Pazartesi
Yeni Şafak
Kayaoğlu: Hristiyanların da koruyuculuğunu üstlenm
Kayaoğlu: Hristiyanların da koruyuculuğunu üstlenm
Papa'ya nasıl hitap etsek?

Papa'ya hitaben bir Müslüman tarafından yazılmış, şu cümlelerle başlayan bir mektup hayal edin; "Haşmetlü, asaletlü, meveddetlü, dost-ı velakarımız hazretleri". Herhalde ilk tepkimizi, mektubu kaleme alan kişinin dindarlığından şüphe duymak olur.

Papa geliyor diye içimize bir korku düştü. Neredeyse Ankara'da karşılayacak, elini sıkacak kimse kalmadı. Gazetelere sızan haberler ikinci sınıf protokole hazırlık olarak iş görüyorlar. Papayla yeni tanışmıyoruz, ilişkilerimiz de yeni değil. Peki tarihte, Osmanlılarda Vatikan ve Papalıkla ilişkiler nasıldı?

Dinler arası diyalog da yeni bir şey değil. Peki Osmanlı pratiği bu konularda neler söylüyor? En çok şimdi bilmemiz gereken bu konuda ne yazık ki yeterince bilgi sahibi değiliz. Tarihçi Taceddin Kayaoğlu üşenmedi, arşive girdi ve Osmanlı-Papalık münasebetlerini ortaya çıkardı, karşılıklı mektuplaşmalar, hediyeleşmeler, kutlamalar ve daha neler neler… Kayaoğlu, belgelerle, Doğu ile Batı ve dinler arasındaki ilişkilerin sürekliliğine dair çarpıcı bilgiler veriyor.

Ağırlıklı olarak tercüme tarihi, eğitim ve kültür üzerine çalışan Kayaoğlu'nun yayınlanmış çalışmaları arasında; Türkiye'de Tercüme Müesseseleri, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilat ve İcraatı (19. Asır Osmanlı Maarif Tarihi), Şirinsiz Ferhat Leylasız Mecnun; Bayburtlu Hicrani gibi kitapları sayabilirim. Habeş Kralı Necaşi ve Cafer b. Ebu Talib'in anısına hazırladığı son çalışması Beyaz Diplomasi; Osmanlı-Vatikan ilişkilerini konu alıyor.


* * *
Dinler arası diyalog kavramı 90'lı yılların ortasından itibaren popülerleşti. Bu kavram yaşadığımız bu döneme ait bir olgu mu, yoksa tarihi bir derinliği var mı?

Dinler arası diyalog kavramı literatürümüzde biraz farklı algılandı. Esas olan dinlerin değil dindarların diyalogudur. Sorunun kapsamını daraltıp, bütün dinler arasındaki ilişkiler açısından değil de diyalog sürecine İslâmiyet ve Hıristiyanlık açısından cevap aranacak olunursa gözardı edemeyeceğimiz bir tarihi derinliği elbette var.

Diyalogun referansında ne var, tarih mi, din mi?

Diyalog, referansını dini metinlerden ve uygulamalarından alıyor. Meselâ; biz Müslümanların Rahip Bahira'ya karşı hep bir sempatimiz olmuştur. Çünkü daha Hz. Peygamber'in çocukluğunda O'nun omuzundaki peygamberlik mührünü görmüş ve ilginç bir koruma refleksi göstererek Ebu Talib'e uyarıcılık yapmıştır. Bir başka örnek, Mekke'de Müslümanlara yapılan ağır baskılardan sonra, Hz. Peygamber'in 70 küsur insanı Hıristiyan Habeşistan'a ve Kralı Necaşi'ye göndermesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Yine Hz. Peygamber'in 622'de Mekke'den Medine'ye hicretinin ardından Musevîler ile imzalanmış olan Medine Vesikası (Suhuf), farklılıkları ortak bir zeminde buluşturmanın ve yaşatabilmenin önemli bir göstergesidir. Hz. Peygamber'in risâletini bildirmek için devlet başkanlarına yazdığı mektuplardaki zarafet ve ince üslûp, diyalog zemini oluşturmak açısından kendisinden sonra gelenlere rehberlik yapacak niteliktedir.

Konuya Osmanlı ölçeğinde bakarsak, Osmanlıların Hıristiyanlarla olan ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk-İslâm geleneğinin zirve temsilcileri olan Osmanlılar, daha kuruluş dönemlerinden itibaren Balkanlar'da Ortodoks Hıristiyanların koruyuculuğunu üstlenmişler, dinî özgürlüklerin de ötesine taşarak, bu insanların iktisadî yönden güçlenmeleri için ellerinden geleni yapmışlar ve hatta güvenliklerini sağlamak amacıyla Tımarlı Sipahileri Hıristiyan bölgelerde görevlendirmişlerdir. I. Murat döneminde temelleri atılmış olan Devşirme sistemi ve Yeniçeri Ocaklarının işleyişinde Hıristiyan unsurların rolü bilinen bir vakadır. Yine İstanbul'un fethi ile başlayan süreçte Fener Rum Patrikhanesi'ne ve bu kurumun bağlılarına tanınmış ayrıcalıklar -her ne kadar siyaset stratejisi açısından ele alınacak olsa da- devlet geleneğimizdeki adalet ve hoşgörü politikalarından bağımsız da değildir.

Osmanlı Vatikan ilişkilerini konu alan çalışman hangi dönemleri kapsıyor?

19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başları.

Sen çalışmanda ortaya yeni ne koyuyorsun?

Arşiv taraması sonucunda pek çok evrak ortaya çıktı. Bu çalışmayı Osmanlı padişahları ile Papalar arasında gidip gelen özel evraklar ile sınırlandırdım. Örnek olması açısından; taraflar arasında yılbaşı tebrik mesajları, doğum günü kutlamaları, taziyeler, cülus, hediyeleşmeler, özel içerikli mektuplar, karşılıklı verilen nişanlar tercih edilen belgeler oldu.

Papa 16. Benedictus yoldayken bunları okumak ilginç olacak...

Papa Cenapları için ikinci sınıf protokol uygulanacağı haberleri sızıyor, ama biz derin bir kültürün devamıyız. Misafirin tavrı ne olursa olsun, ev sahibi kendine yakışanı ortaya koyar. Hz İsa'nın "Herkes yanında var olanı verir" sözünü hatırlamakta fayda var.

Papayı Vatikan'da ziyaret eden bir Osmanlı Padişahı olmuş mu?

Hayır. Vatikan devlet statüsünü 26 Ekim 1926'de Mussolini ile Vatikan'ın Dışişleri Bakanı Kardinal Gaspari arasında imzalanan Concordat (Mukavele) ile kazandı. Dolayısıyla Osmanlı padişahlarının devlet adamı ölçeğinde bu tip ziyaretler yapmaları doğru da olamazdı. Avrupa devletlerini ziyaret eden ilk Osmanlı Sultanı Abdülaziz'dir, Fransa'ya gitmiştir. Kendisinin Papa'ya göndermiş olduğu mektuplar var.

Osmanlı padişahları hangi vesilelerle Papa'ya mektup yazıyorlardı?

Genel itibariyle cevabî mektuplardır. Meselâ; Sultan Abdülaziz 27 Eylül 1872'de Papalık makamına yazdığı mektuba; "Haşmetli, asil, sevgili dostumuz hazretleri" hitabı ile başlamış, "…Katolik tebaamızın refah ve mutlu hallerine itina hakkında değişmez olan samimi arzumuz, zat-ı alileri katıda da eskiden olduğu gibi medar-ı itimat ve itminan olacağı şüphesizdir…" ifadelerine yer veriyor. Başka bir örnek; II. Abdülhamid'in Papa'ya yazdığı mektupta da yine "Haşmetlü, asaletlü, meveddetlü, dost-ı velakarımız hazretleri" diye başlıyor, şöyle devam ediyor; "…Gerek benim, gerekse devletim hakkında samimî duygularınız ve hakkımızda istediğiniz iyilikler bizi memnun ve müteşekkir kılmıştır."




Mektuplardan nlaşıldığı kadarıyla İstanbul ile Vatikan arasında yakın ilişkiler var. Papalar hangi nedenlerden padişahlara mektup göndermişler?

Bu mektuplar Osmanlı Hıristiyanlarının rahat ettirilmesine ve dinlerinin serbestçe icra edilmesine yönelik temennileri kapsamaktadır. Mesela Papa XIII. Leo'nun 20 Haziran 1895'te II. Abdülhamid'e gönderdiği mektup bu konuyla ilgili. Papa, "Majesteleri" hitabıyla başladığı mektubunda; "…Bu şekilde padişahın özel iltifatlarına nail olmak tarafımızca övünç vesilesi olmuş ve adı geçen vekilimizin yüce hükümdarları tarafına tevdie memur olduğu işbu name ile zat-ı şâhânelerine doğrudan doğruya teşekkürlerini beyan eylemek arzusunu doğurmuştur" ifadelerini kullanmıştır.

Papaya hitaben "haşmetlü", "asaletlü", "meveddetlü", "dost-ı velakarımız" gibi ifadeler dinen mahzurlu görülmemiş mi?

Hayır, hiç problem olmamış.

Fethullah Gülen'in Papa ziyaretinde "Papa Cenapları" demesi eleştirilmişti…

Fethullah Gülen'i bir geleneğin devamı olarak görüyorum. Gülen'in, Abdülaziz ve Abdülhamid gibi benzer ifadeler kullanması anlaşılabilir. Burada dikkat çeken bir husus Gülen'in de arşiv belgelerinde geçen ifadeleri bire bir kullanması. Bu, sürdürülen diyalogun, tarihi ve dini bir zemine oturduğunu gösterir.

Bu tip hitapları, iki siyasi makam arasındaki protokol kuralı olarak değerlendirmek mümkün mü?

Vatikan bu tarihlerde devlet statüsünde değildir, Osmanlı da Vatikan'ı bir devlet olarak görmediğinden bu tip yazışmalara girmemiştir. Belgelere yansıdığı kadarı ile Vatikan'da bir Osmanlı temsilciliği açılması gündeme gelmiş, konu Şeyhülislam'a sorulmuştur. Şeyhülislam; Vatikan'ın bir devlet statüsünde olmadığını ifade ederek, 'siyaseten' bir temsilciliğin açılmasının dinen mahzurlu olmadığını bildirmiştir.

Peki birisi devlet, ötekisi değil. Bu ilişkileri, mektuplaşmaları nasıl izah edeceğiz, karşılıklı siyaset üretme, strateji gütme aracı mı mektuplar?

Osmanlı açısından muhatap alınan dini makamın Hıristiyanlık dünyasının büyük mezheplerinden olan Katolikliğin dini temsilcisi olması, Osmanlı himayesindeki Hıristiyan unsurların yoğunluğu, tespitinizi mantıklı bir zemine oturtur.

Padişahlar papaları hangi statüde görüyorlardı?

Osmanlı Devleti, siyasi muhatap olarak İtalya Devleti'ni almakta ve işlemlerini Roma Elçiliği üzerinden yapmaktaydı. Osmanlılarda, Vatikan siyasi değil, ruhani bir makam olarak muhatap alınmıştır.



Seni bu çalışmada en çok etkileyen ne oldu?

II. Abdülhamid döneminde Vatikan'da yaşanmış bir sahne çok etkileyicidir. 1903'te Padişah'ın hediyelerini Roma'ya götüren Osmanlı elçisinin de katıldığı Papa'nın jübile töreni sırasında Büyük Saint Petro Kilisesi'nde toplanan 70-80 bin kişi Papa içeri girerken hep bir ağızdan,"Yaşasın Papa" diye bağırırken, Osmanlı elçisini gören Papa "Sultan Hamid Han Yaşasın" şeklinde bir karşılık veriyor. Kilise tarihinde bu tür bir olaya ilk defa rastlanılıyor. Tarih bize hep savaşmayı değil barışı da öğretiyor. Önemli olan tarihe nasıl baktığımız ve ondan ne istediğimizdi.



Protokol ilişkiyle insani ilişki iç içe geçmiş. Mektupların ötesinde başka neler var karşılıklı gidip gelen?

Karşılıklı hediyeleşmeler var mesela!.. Sultan Abdülmecit, 1848 yılında Papa'ya 6 tane at, yastık, koltuk yastığı, yüz yastığı, minder, kanepe yüzü, Hereke fabrikasından şilte yüzü gönderiyor. Hediyeler Papa'nın isteği üzerine halkın görmesi için Vatikan'da yedi gün sergileniyor. Bir başka örnek; Papa XIII. Leo, II. Abdülhamid kendisine yüzük hediye edince, parmağındakini çıkarıp Sultan'ın yüzüğünü takıyor ve uzun yıllar taşıyor.

Bir de enfiye kutusu var galiba?

Evet, bu kutu 1893 yılında Papa'nın göreve gelmesi üzerine Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılmış, kırmızı renkli ve güzel taşlarla süslenmiş kıymetli bir hediyedir. Ayrıca Sandıklı civarında ortaya çıkarılan Hıristiyanlığa müteallik bir taş Müze-i Hümayun adına bir jest olarak Papa'ya gönderiliyor.

Vatikan'dan İstanbul'a, padişahlara gelen hediyelerde neler var?

Sultan Abdülmecid'e Papa tarafından 1848'de Roma'da bulunan Trajan direğinin yaldızlı pirinçten modeli, her tarafı mozaikten yapılmış 3 ayaklı tabla, Papalık matbaasında basılmış basma resimler mecmuası, ayrıca altın, gümüş ve bakır madalyaların numuneleri gönderilmiştir. Yine 1880'de bir mozaik masa Papa tarafından II. Abdülhamid'e hediye gönderilmiştir. Bu hediyelerin dışında Papalık makamından Osmanlı Devlet ricaline nişanlar verildiği gibi, aynı şekilde Osmanlı Devleti tarafından da Papalığa mensup şahıslara özel nişanlar ve hediyeler verilmiştir.


17 yıl önce