Yanıbaşımızda bir halk öldürülüyor, dünya sessiz, Arap Ligi duyarsız, İKÖ ne yapıyor diye isyanlarımı dile getirirken Kerim Balcı; “birkaç gecedir rüyalarıma girecek kadar zihnimi meşgul eden bir manzarayı anlatayım” diye söze girdi:
Birleşmiş Milletlerin Okulu bombalandığı günün gecesi ben ne yapabilirim diye kıvranırken bir fikir geldi aklıma. Sabahı zor ettim. Şimdi çok radikal ve neticeleri itibarıyla size çok çılgın ve sorumsuz bir fikir gelebilir ama geldi işte.
Hafakanların bastığı o an her şey makul geldi gözüme.
Dedim ki Gazze'ye yüzbin adet Türk bayrağı gönderelim. Bir sabah İsrail askerleri Gazze şehrindeki her binanın üzerinde Türk bayrağı görsün. Atalarımız gidemedikleri yere Osmanlı asker kıyafeti gönderirlermiş ya… Biz de bayrağımızı gönderelim.
Sabah öğrendim ki yurtdışına bayrak göndermek hususi izne tabi imiş.
Fakat bir defa bu fikir zihnimde görsel bir varlık kazanmıştı. Gözümü kapatıyorum Gazze'de her binanın çatısında koca Türk bayrakları…
Hafakan devam ettikçe fikrim giriftleşti; Neden sadece Türk bayrağı ki?
Orada bütün İslam ülkelerinin onuru çiğnenmiyor mu?
Bütün İslam ülkelerinin bayraklarını asalım binalara. İsrail bombaları altında yansınlar, yıkılan binaların altında kalsınlar, bebelere sarılıp gömülsünler…
İslam Alemi denilen şeyin Gazze dramı karşısındaki durumunu böyle seyrediyorum ben rüyalarımda…
Sert bir ifade olacak ama 'dünyanın nazarında Filistinlinin hayatının hiçbir değeri yoktur' da onun için...
Öyle gözüküyor. Sonuca bakıyorlar ve güçlüden yana tavır alıyorlar.
Bana, İsrail Hamas'ı meşru bir seçimle iktidara gelmeden önce olduğu üzere intihar saldırıları benzeri terör taktiklerini istimal eden bir örgüt olarak kalmaya zorluyormuş gibi geliyor. Mehmet Bekaroğlu'ndan dinledim, “İsrail dünyaya çaresizlik ve kölelik hissiyatı öğretmeye çalışıyor. Mevcut medeniyetimizin retoriksel de olsa üzerine bina edildiği demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi kavramları anlamsızlaştırıyor, bu medeniyetin aslen bir güç medeniyeti ve güçlü olanın da kendisi olduğunu öğretiyor dünyaya” şeklinde özetleyebileceğim bir yaklaşım. Kayda değer bir fikir.
Seçimler hesaba katılmıştır. Fakat geçici seçim tartışmalarının yanı sıra bir de kalıcı iç dinamikleri var İsrail'in. Bunlar İsrail'in hemen her dış politika kararında rol oynayan dinamiklerdir. Bunların umumuna 'İsrail'in Kurucu İdeolojisi' diyorum.
Kastım sosyalist, liberal, sağcı veya dindar versiyonları olan Siyonizm değil. Kurucu İdeoloji adı konmamış bir ortak payda İsrail'de. Nevzat Tarhan “Etnik Narsisizm” kavramını üretti. Seçilmişlik ve vaat edilmişlik kompleksinin ötesinde bir şey. Toplumun genetiğine işlemiş. Dil, bakış, tavır üzerinden devrediliyor. Bunu Kudüs'te Arapların yaşadığı sokaklarda yürüyen on yaşındaki Yahudi çocuğunda bile görürsünüz. Menahem Begin'in dilinde “Dünyanın ne dediği önemli değil, Yahudi'nin ne yaptığı önemli!” şeklinde ifadesini bulmuştu bu.
Evet. Kurucu ideolojisinin ikinci unsuru “dış-tehdit-severlik”. Dış tehdidin varlığı İsrail'i bir arada tutan faktörlerden fakat ben daha ötesi bir şeyden bahsediyorum. Kurucu ideoloji dış tehdidin varlığını ve devamını İsrail'in varlık sebebi olarak kurgulamıştır.
Sanki tehdit ortadan kalksa ülkenin varlık hakkı kalmayacakmış gibi. Sürekli olarak yakın ve uzak çevresinin medyasını, siyasetini, sokağını tarassut edip tehdit unsurlarını tespit etmeye çalışan başka bir ulus yoktur yeryüzünde. Dünyanın başka hiçbir ülkesi var olma hakkının tanınmasını dayatmaz muhataplarına. Varlığının tanınması yeterlidir. İsrail Hamas'tan kendisini tanımasını değil, var olma hakkını tanımasını istiyor.
Geçiş dönemindedir Hamas. İki yıl önce terör örgütüydü. Bunu o zaman yazmamış olsam şimdilerde telaffuz etmek istemezdim. Zalimin zulmü sırasında mazlumun âhını almak anlamsızdır. İntihar saldırıları her halükarda terördür. Hamas seçildiğinden bu yana el-Fetihle bir dizi çatışmaya girmekle birlikte devlet ciddiyeti göstermek için hayli gayret sergiledi.
Seçimle gelmişlikle meşru olmak arasında fark var. Taç giyen baş akıllanır derler, Hamas akıllandığını gösteriyor. Türkiye'nin telkinleri de var bu hususta.
Hamas'ın ateşkeslere riayette devlet ciddiyeti gösterdiği kanaatindeyim. Bugün gösterdiği direnişi de onurlu, kendini koruma davranışı olarak görüyorum. Zayiatın büyüklüğüne rağmen Hamas teröre başvurmadıysa, militanlarının başvurmasına engel olabiliyorsa devlet ciddiyeti var demektir. Bunu devam ettiren bir Hamas'la, Obama konuşmaya başlarsa şaşırmayın. O zaman İsrail, Güney Beyrut'ta aldığından daha büyük bir yenilgi almış olur.
Hamas'ın devletleşmesi ve meşruiyet kazanmasından endişe duymuş olabilir ama el-Fetihle bir araya gelmesi ve ortak Filistin yönetiminin işlerlik kazanmasından endişe duyduğunu sanmıyorum. Arap dünyasında birliktelik yoktur ki birlik olsun. Belki Mahmud Abbas'ı rakipsiz bırakma ve Hamas'ı bir daha seçimlere katılmaya kalkışamayacak kadar zayıflatmayı amaçlıyor olabilirler ama bu bile tek başına amaç değildir.
Sosyo-politik alemin güç ekseni yeniden Avrupa'ya kaymıştır. Avrupa göz kamaştırıcı bir hızla büyüyor ve kendi kurumlarını oluşturuyor. Avrupa Gürcistan'da Türkiye'nin yardımıyla bir sıcak savaşı durdurdu. Bu tarihte görülmemiş bir şey. Avrupa kendi savaşlarını bile tükenerek ya da dış müdahaleyle bitirirdi. Sarkozy ile Erdoğan'ın hareketliliğinin şahıslara münhasır ve onlarla bitecek bir evre olmadığına inanıyorum. Milletlerin ruhu şaha kalktı mı liderleri de şahlanırlar.
ABD'nin çekimser oy kullandığı bir Güvenlik Konseyi kararı yaptırımı olmayan bir karardır. Bu müthiş bir güven sağlıyor İsrail'e. BM kararlarını onlarca defa delmiş bir ülkeye hiçbir yaptırım uygulamamışsanız, niye dinlesin ki BM'yi o ülke. İşte Gazze'de BM'ye bağlı okulları da bombalıyorlar…
Hayır. Ama Türkiye'nin oynamayı arzu ettiği rol İsrail'i rahatsız eder. Türkiye çözümün baştan sona adresi olmak istiyor. İsrail ise son sözü ABD'nin söylemediği hiçbir masaya oturmak istemez. Gazze kıyımı döneminde Türkiye henüz istediği rolü oynamış değil.
Bu Fransa'nın tercihi oldu. Mısır, İsrail'le 1979'da yaptığı Camp David Anlaşmaları'ndan bu yana İsrail'i üzecek hiçbir işe kalkışmadı. Mısır'ın ekonomik açıdan ABD angajmanı Türkiye'nin çok ötesindedir. Bu da İsrail'in Mısır'a güvenmesini açıklayan bir başka etken.
Ortada plandan ziyade bir prensipler yumağı var. Sarkozy-Mübarek belgesi Hamas'ın silahsızlandırılması, sınır kontrolünün uluslararası bir güce bırakılmasını içeriyor. Ama farkındaysanız işgale atıfta bulunmuyor, İsrail'e yükümlülük getirmiyor. Türkiye'nin planı, daha baştan nihai çözüme atıfta bulunması ve Arap ülkelerini çözümün parçası haline getirmesi açısından önemli.
Eskiden Türkiye'nin neo-Osmanlıcı olduğu gibi söylemler kullanıldığı olurdu. Yine Mısır, Türkiye'nin Ortadoğu'da boy göstermesinden hoşlanmazdı. Ama şimdi görüyorum ki net bir güven var Türkiye'ye karşı.
Erdoğan'ın böyle bir emelinin olduğu Arap tabanında 'ümitle' zikredilen bir mesele. Halk böyle bir şey görmek istiyor.
Bunun İsrail'i sadece rahatsız etmediğini, aynı zamanda şoke ettiğini söyleyebilirim.
Başbakanımızla birlikte gezen bir bürokrattan dinlemiştim; “Arapların bir gözünde minnet, bir gözünde hiddet vardı. Biriyle bize, biriyle kendi liderlerine bakıyorlardı.” Arap liderlerin sessizliğiyle Erdoğan'ın tabiri caizse kükremesini birbirinden bağımsız görmemeliyiz. Bir taraftan Arapların sessizliğine kızdığından daha yüksek sesle bağırıyor, diğer yandan Araplar sustuğu için sesi daha yüksek duyuluyor.
Evet, Şeyh Ahmet Yasin cinayetini bütün Araplar kınadıkları için Başbakan'ın İsrail'i “devlet terörü” ile suçlaması şimdi olduğu kadar gürültü koparmamıştı. Bu defa Başbakan ağır konuşuyor ancak hukuki anlamda itham edecek hiçbir ifade kullanmıyor. Bu açıdan Başbakan'ın İsrail'e değil Türk ve İslam ülkelerinin tabanlarına hitap ettiği söylenebilir. Erdoğan döneminde biz Arap coğrafyasını yeniden keşfettiğimiz gibi Araplar da Anadolu'yu yeniden keşfettiler.
Burada yalnız bırakılan Hamas'tan öte bütün bir Filistin halkıdır. Aksini düşünmek Filistin Davası'nın önce Gazze'ye, Gazze'nin de Hamas'a indirgenmesi olur. Bugün Filistin'in problemi abluka, katliam, aşağılanma, evlerin yıkılması ve açlık değildir. Filistin'in gerçek problemi işgaldir. Diğerleri işgalin gayr-i meşru evlatlarıdır. Batı Şeria da, Doğu Kudüs de işgal altındadır ve bağımsızlıktan uzaklık noktasında Ramallah'lı bir el-Fetih üyesiyle Gazze'de yaşam savaşı veren bir Hamas'lı arasında fark yoktur.
Doğrudur, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan rejimleri Hamas'ın yaydığı enerjiden beslenen İhvan-ı Müslimin Hareketinden korkarlar. Daha yenilerde İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres, özel görüşmelerinde Arap liderlerinin kendilerinden Hamas'ı bitirmelerini istediğini açıkladı. İsrail'in özel görüşme yaptığı iki Arap lideri vardır; Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah. Bu iki ülke sadece Hamas'tan değil, Filistin kaynaklı her türlü hareketten endişe ederler.
Michael Bakhtin'in ifadesiyle kimliğimiz başkalarından ödünç alınmış parçalarla yapılır. Ben kimliğimi oluşturan parçaların esaslı bir bölümünü o topraklarda derledim. Onun için “Ben Filistinim!” yazısını kaleme alırken kendimi hamaset kurbanı görmedim. Kimliğimi borçlu olduğum insanların yaşadığı bu dram beni tabi ki kahrediyor. Şimdi de Gazze'de iki kare iç dünyamı bir kere daha alt üst etti.
BM okulunun enkazından çıkarılan çocukların yan yana dizilip arkalarında cenaze namazı kılınan o sahne. O gün bugündür namazda sağa-sola selam verdiğimde o cesetleri görüyorum. Bir de o toprağın bağrından dışarı fırlamış bir kafa gibi, itham eder gibi, gözlerimizi delip geçmek ister gibi bakan bir kız çocuğunun cesedinin fotoğrafı.
Sadece kafası dışarıda, dudakları açık, gözleri kocaman bakan kız çocuğu… Mev'ûde diyor Kur'an böyle diri diri gömülmüş kız çocukları için. “Ve mev'ûdeye sorulduğunda; ne günahın vardı da katledildin?” Bu bir haşir ve hesap günü sahnesidir. O mev'ûde için bir şiirimsi yazdım; cüzdanımda gezdiriyorum. Ne zaman bir şey alacak olsam, o sahneyi getiriyor aklıma. O zaman lezzetler acılaşıyor gerçekten de…
Mev'ûdem
Yaşasaydın, tanışmazdık belki
Kazınmazdı kafama
Gazze bakan gözlerin…
Söylenmemiş sözlerin…
Ne kadar çaresizim karşında,
Ölgün
İhanetim, itham dudaklarında,
Solgun
Yaşayan hangimiz?
Hangimiziz yaşayan?
Alem, lâl keşilmişiz,
Sessiz çığlığında isyan
Ne kadar duyarsızım karşında,
Kırgın
Nisyanım, hicran yanaklarında,
Kızgın
Kahrediyor söylenmemiş sözlerin
Gazze bakıyor gözlerin
Bunu soran Amerikalılar da var. Ortalama Amerikalı dış politikaya “Devlet Baba bilir” kolaycılığı ile bakar. Bu da dış politika alanını elit bir kitleye, lobilere, bürokratik azınlığa bırakıyor. Yahudilerin böylesi politika alanlarında ne kadar aktif olduğunu bilirsiniz. Bir de belki Amerikan kuruluş ideolojisinin ezilmiş ve dışlanmış halk olarak gördüğü -ki modern döneme kadar doğru bir gözlemdir bu- Yahudilere sahip çıkmayı ulus kimliğinin bir parçası haline getirdiği söylenebilir.
Sosyalistler, İsrail'i Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'daki karakolu olarak görürler. Meseleyi din eksenli yorumlayanlar, Hıristiyan Siyonizmi'ne bağlama temayülündedirler bu desteği. Komplocular hemen her Amerikan başkanının Monika Levinsky tarzı kirli ilişkilerle İsrail'e bağlı olduklarını söylerler. Bence herhangi bir olgunun bu kadar çok açıklaması varsa ve hepsi de bir şeyler söylüyorsa artık o olgunun açıklanma ihtiyacı kalmamıştır.