|

Kişisel kaderim AK Parti ile kesişti

AK Parti yeni MKYK üyesi anayasa hukukçusu Prof. Dr. Osman Can, yeni anayasanın nasıl yapılacağına ilişkin referansın darbe anayasası değil toplum iradesi olduğunu söyledi. Can, '1982 Anayasası'nın 175. maddesi ya da bir başka maddesine göre 'şöyle yapmamız gerekiyor' denmesi yanlıştır' dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 8/10/2012 Pazartesi
Güncelleme: 22:16 - 7/10/2012 Pazar
Yeni Şafak
Kişisel kaderim AK Parti ile kesişti
Kişisel kaderim AK Parti ile kesişti
Bazı söyleşileri yapmak zordur. Çünkü kafanızda soramayacağınız pekçok soru vardır. Tabii bir de yaşlanma duygusu. Osman Can ile tanışmamız 2004'e kadar gider. Herkesin o zaman 'haber kaynağı' olarak gördüğü Can benim için sadece Türkiye'deki sorunlarla derdi olan bir hukukçuydu. Hukukumuz ve dostluğumuz bugüne kadar sürdü ve sürüyor. O artık bir siyasetçi.

Kaderimizin kesiştiği dediği AK Parti'ye katıldı ve MKYK üyesi oldu. 'Süreci ve AK Parti'de neler yapmak istediğini konuşalım' dediğimde; 'Şimdi olmaz ama konuşacağım ilk kişi sen olacaksın' dedi. Bir hafta geçince buluştuk. AK Parti'ye katılma sürecini ve yeni anayasanın yol haritasını konuştuk.

8 yıl önce tanıştığımızda AYM Raportörü'ydün şimdi AK Parti MKYK üyesisin. Hayırlı olsun. Nasıl oldu bu süreç?

Pozisyonum değişti, dolayısıyla fikirlerimi icra edebileceğim mecra değişmiş oldu. AK Parti'ye katılacağım konusu ilk defa Temmuz ayında gündeme geldi. Medyada yazıp çizildi. Ama bu işin gerçekten olup olmadığını hiç araştırmadım. Kongre öncesinde adımın kulislerde tekrar geçtiği medyaya yansıyınca AK Parti üst yönetiminde konunun gündeme geldiğini anladım.

Sizle hiçbir görüşme oldu mu?

Hayır. Kongrenin olacağı haftaya kadar herhangi bir teklif olmadı. 25 Eylül Salı gecesi Sayın Başbakan aradı ve görüşmeye davet etti. Ertesi gün görüştük. Görüşme sonrasında kafam daha da netleşti ve siyaset yapmaya karar verdim.

Kamuoyunda Osman Can denince akla yeni anayasa geliyor. İlgi alanın anayasa mı olacak?

AK Parti rasyonel bir parti. Türkiye'nin temel sorunlarını ve ihtiyaçlarını gören bir kadro kurdu bu partiyi. Ama süreç içinde AK Parti, başladığı noktanın çok ilerisine giden bir siyasi başarı elde etti. Kitle partisi olma hedefini çok daha ileriye taşıdı. Ancak bu başarının devamı, doğru ve sağlıklı bir anayasal inşa sürecine bağlı. Davetin bu eksende değerlendirilmesi gerekiyor. Yani rasyonel bir seçim olduğu kanaatindeyim.

ANAYASA DA SİSTEM DE DEĞİŞMELİ
Yeni anayasa demek aynı zamanda yeni sistem mi demek?

Yeni sistem yeni hukuki yapı ile birlikte siyasal yapının da dönüşmesi demek. Ki Başbakan bunu çok net vurguladı; 'Yeni anayasa, yeni sistem' dedi. Herkes bunu başkanlık tartışması olarak gördü ama sanırım Başbakan'ın ifadesi daha derin bir değişimi ifade ediyor. Bu açıdan sadece yeni anayasa değil, yeni sistem konusunda da daha net bir yol haritasının ortaya konması gerekiyor. Ben de elimden geldiğince bu yol haritasının ortaya konmasına katkı sunmaya çalışacağım. Davet edilmemi de buna bağlıyorum.

Nedir yeni sistem?

Kişisel görüşlerimi ifade edeyim. Benim açımdan sistem değişikliği iki boyutludur. İlki temel esaslar, ikincisi ise görünüm, biçim ve adlandırma. Temel esaslar konusunda iki nokta var. Birincisi eğer hedef demokrasi ise demokrasinin tüm kuralları ile işletilmesi ise öncelik halkın iradesinin gerçekten yansımasına imkan verecek katılımcı bir sistem yaratmak zorundasınız. Bu halk iradesi bugüne kadar yalnızca Meclis'e yansıdı. O da eksik bir şekilde. Ancak başta yargı olmak üzere devletin diğer alanlarına ne Meclis üzerinden dolaylı, ne de doğrudan bir şekilde toplumun iradesi egemen olmuş değil. Bürokrasi o kadar belirleyici ki, Meclis'teki toplum iradesi dahi hızla etkisizleştirilebiliyor.

İkinci temel esas?

1924'de inşa edilen katı merkeziyetçi sitemi değiştirmek olmalı. Bu da yönetimin adem-i merkeziyetçi hale gelmesi; yerelden merkeze demokratik katılım kanallarının açık olması demektir. Bu iki esas noktada değişimi yaptığınızda yeni istemi inşa etmiş olursunuz. Yeni sistemin adı parlamenter sistem de olur, başkanlık da yarı başkanlık da. Bence Başbakan'ın yeni sistem derken kastettiği şey esasa ilişkin değişimler. Bu değişimler olmalı ki, sisteme özgürlükler mümkün olsun.

PARTİLER ÇIKARLARININ PEŞİNDE
Başbakan kongre konuşmasında yeni anayasa için yıl sonu hedefi koydu. Ne kadar gerçekçi?

Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun çalışma takvimine göre bu yılın sonuna kadar bir taslağın ortaya konması gerekiyor. Eğer yıl sonuna kadar taslak ortaya konamazsa ortada bir sorun var demektir. O zaman oturup yeniden düşünmek kaçınılmazlaşır.

Anayasa aceleye gelmesin eleştirisi yapılıyor ama...

Bu tür bir şikayetin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü Türkiye neredeyse 100 yıldır anayasayı tartışıyor. Geçen yıl Meclis'e halkın ve STK'ların yaptığı katkıları da izlediğinizde halkın nasıl bir anayasa istediğine dair çerçeveyi çok net görüyorsunuz. Çerçeve bellidir. Eğer bugüne kadar bu yolda yeterli mesafe alınamamışsa -ki öyle görünüyor- sorun, partilerin tavrındandır. Bu durumda şunu söyleyebiliriz; partiler komisyonda halkın taleplerini anayasal çerçeve haline getirmekten çok, parti mutfaklarında pişirilen pazarlıkları metne dönüştürmeye çalışıyorlar. Tıkanma, bu bakışın kaçınılmaz sonucudur. Oysa ki 2010 Kasım ayında Başbakanımız yeni anayasanın yapım yöntemi hakkında yaptığı konuşmada, 'Halkın anayasası olmalı' şeklinde çok açık tavır sergilemişti. Diğer parti liderleri de bu yaklaşıma destek vermiş, anayasa çalışmaları bu şekilde başlamıştı.

Hızlandırmanın yolu nedir?

Yıl sonuna kadar bir metin ortaya konamazsa, süreci hızlandıracak bir alternatifin ortaya konması gerekebilir. Türkiye'nin anayasayı fazla erteleme lüksü yoktur. Başbakan'ın çıkışı bu açıdan önemli ve siyasi baskı ortaya koyma açısından yerindedir.

ANAYASANIN YOL HARİTASINI YENİ MECLİS BELİRLER
Hedef 330 vekil ile referandum mudur?

Şu andaki Meclis yeni anayasanın nasıl yapılacağını, hangi kuralların işleyeceğini kendisi belirler. Halk bunun önünü açtı. Yeni bir paradigmaya dayalı yeni bir anayasal düzen istiyor. Hazırlanmış metin hakkında da yeniden karar verme hakkını istiyor. Ancak 3/5'in kabul oyu veya Cumhurbaşkanı'nın imzası vs. gibi 1982 Anayasası'nın kurallarından söz etmek, 1982 Anayasası'nı referans almak anlamına gelir ki, bu çok sorunlu bir yaklaşım olur. Yani aslında yeni anayasa yapmıyor, 1982 Anayasası içinde değişiklik yapıyorsunuz demektir. Böyle olduğu halde, sanki yeni bir anayasa yapıyormuş gibi davranarak toplumun beklentileriyle oyun oynamak, siyaset kurumunun zahmetle elde ettiği saygınlığı yok eder. Bunu hiç kimseye anlatamayız. Millete anlatamayız.

Yani yeni anayasa sürecinin ana referansı 1982 Anayasası değil mi?

Değildir, olmamalı. Öyle olduğu kabul ediliyorsa, darbe iradesini esas alıyoruz demektir. 'Millet ilk defa kendi anayasasını yapıyor' sloganlarıyla aslında millete yalan söylüyoruz demektir. Yeni anayasanın ana referansı toplumun değişim iradesidir. Bu irade 2010-2012 arasında çok net biçimde ortaya çıktı. Bu yüzden 1982 Anayasası'nın 175. Maddesi veya başka bir maddesine göre 'şöyle yapmamız gerekiyor' şeklinde bir ifade yanlıştır, tehlikelidir.

Seçimlerde beyan ettiler...

Evet, seçimlerde herkes darbe anayasasından kurtulup toplumun anayasasını yapma sözü verdi. Çerçeve bellidir, yapılması gerekenler bellidir.

Kişisel kaderim AK Parti ile kesişti
AK Parti'ye katılmaya karar vermek zor oldu mu?

AK Parti ile 2000'lerin ortasından itibaren demokrasi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, AB reformları gibi konularda paralel hedefler içinde olduk.

Somutlaştırırsak...

AK Parti'nin 2004-2005'te gerçekleştirmeyi hedeflediği yerel yönetim reform tasarısının anayasaya uygunluğu konusu raportör olarak bana geldi ve ben raporumda bu yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin Anayasa'ya aykırı olmadığını, yerel yönetimler özerklik şartına da uygun olduğunu düşündüm. Özelleştirmeler konusundaki tutumu da doğruydu ve raportör olarak Anayasa'ya uygunluk görüşü verdim. Yine 2008'de hem kapatma davası hem de başörtüsü düzenlemeleriyle ilgili AYM'de raportör olarak yazdığım raporlar yine AK Parti ile beni aynı demokratik ilke-lerde buluşturdu. Buluştuğumuz ortak payda, demokrasi, özgürlükler ve evrensel standartlar oldu.

Anayasa referandumda da öyle oldu sanırım...

Evet o dönem AYM'deki görevden de ayrılmaya karar vermiştim. 12 Eylül 2010'daki referandumda ben 'Yetmez ama evet' koalisyonu içinde yer aldım. Kısaca AK Parti'nin kurumsal olarak savundukları ile benim kişisel olarak savunduğum demokrasi ilkelerinde önemli örtüşmeler oldu. AK Parti'den gelen teklife evet dememde bunun önemli payı olduğunu düşünüyorum. AK Parti birlikte yol yürüdüğü insanları sadece hayat tarzından, kimliğinden değil onun demokrasi ve demokratik değerler konusunda ortaklığına göre de belirliyor.

OLUMLU DESTEK DAHA ÇOK
Tepkiler nasıl oldu AK Parti'ye katılmanıza?

Bir kere AK Parti tabanı ve partililerden büyük bir destek gördüm. Sıcak ve samimi bir hoş geldin atmosferi vardı. İkincisi sosyal medyada inanılmaz bir destek gördüm. Yetmez ama evet koalisyonunda, Yeni Anayasa Platformu'nda birlikte çalıştığımız arkadaşların olumlu tepkileri oldu. Ki senden de öyle bir tepki aldım.

Olumsuz tepki...

Olmaz mı? Ama AK Parti'ye katılmadan önce de dile getirdiğim her bir teze karşı körü körüne tepki gösterenlerle sınırlı oldu bu.

CHP'den teklif imkansızdı
Bu süreçte CHP'den teklif gelseydi cevabınız ne olurdu?

Sanırım bu biraz '1789 devrimi olmasaydı ne olurdu?' sorusu gibi, biraz spekülatif. Yani CHP'den bana öyle bir teklif gelme ihtimali pek yüksek bir ihtimal değildi. Ama şunun altını çizelim. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu en temel husus, siyasetin kalitesidir. Kaderimiz siyasete bağlı aslında ve ne kadar çok insanımız siyasete ilgi duyarsa ve kendisine yakın partilerde siyaset yaparsa o kadar iyi bir noktada oluruz.

Neden CHP teklif gelmez?

CHP'nin dayandığı referanslar ile benim dayandığım siyasal ve demokratik referanslar arasında makas maalesef çok açık. CHP'nin beni davet etmesi, davet edenlerin partide depremi göz alması ve daha önemlisi partiyi dönüştürmek konusunda radikal bir karar almaları demek ki, o bu konjonktürde mümkün değil. Buna rağmen CHP'ye son bir-iki yıl içinde önemli ve değerli katılımlar oldu. Bir değişim çabası var ama yeterli değil.

Çok mu uzak iki parti birbirine?

Buna parti tabanlarını analiz ederek cevap vereyim. AK Parti tabanı ağırlıklı olarak muhafazakâr bir taban, aslında mütedeyyin desek daha doğru olur. Ama bu tabanın siyasal ve ekonomik talepleri özgürlükçü ve liberal. Yani toplumsal muhafazakâr bir sosyal taban, siyasal çerçeve olarak temelde özgürlükçü bir liberalizmi savunuyor. CHP tabanına baktığımızda ise, modern, yaşam tarzı seküler yani daha Batılı görüntü karşımıza çıkar. Ama bu tabandan üreyen politik taleplere bakıldığında gördüğümüz şey 'siyasal muhafazakârlık'tır. Ötekinin baskılanması ve kamusal alandan dışlanması üzerine kuruludur. Bu da Türkiye'nin temel sorunlarından biri...

Değişim mümkün değil mi bu tabanda?

CHP'nin tarihsel ve ideolojik temelleri değişim karşıtlığı ekseninde yer alıyor. Ama gerek tabanda, gerekse yönetim kadrosunda 'bir şeyler yanlış ve birşeyler yapmalı' arayışını görmek de mümkün. CHP'de değişim, Türkiye ve dünyanın gittiği yönü doğru okuyan bir siyasal liderlik ve güçlü kadro ile bunların değişimi parti tabanına taşıması ile belki aşılabilir. Bu konuda da ümitsiz olmak istemem. Düzgün bir muhalefet siyasal iktidarın kalitesini de arttırır.


12 yıl önce