|

Kriz lobisi 2008'de darbe girişimi yaptı

Ekonomist Süleyman Yaşar, “AK Parti'ye yönelik darbe girişimleri sadece askeri planlarla sınırlı kalmadı” diyor. 2008'de AK Parti'ye açılan kapatma davasını, TUSİAD ve TOBB'un ekonomik kaos planının izlediğini ama başarılı olamadığını ifade eden Yaşar; “Hükümet IMF'yle anlaşsaydı plan başarıya ulaşabilirdi” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 22/11/2010 Pazartesi
Güncelleme: 01:04 - 22/11/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Kriz lobisi 2008'de darbe girişimi yaptı
Kriz lobisi 2008'de darbe girişimi yaptı
Türkiye son yıllarda büyük bir değişim içinde. Bu değişim, çoğu zaman salt siyasal pencereden okuyoruz. Sivilleşme, demokratikleşme, özgürlük gibi kelimelerle daha çok açıklıyoruz olanı biteni. Peki ya eşitlik. Eşitleniyor muyuz? Özellikle de ekonomik alanda? Ekonomi ile siyaset arasında yapısal ilişki ne kadar devam ediyor? Türkiye'de ve dünya da bu anlamda neler oluyor?

Önceki hafta Seul'de yapılan G-20 zirvesini, tüm dünya nefesini tutarak izledi. Bizim medyada G-20, daha çok Başbakan Erdoğan'ın diğer liderlerle yaptığı ikili görüşmelerle gündeme geldi. Peki ekonomik olarak ne kararlar alındı zirvede? Başbakan Erdoğan'a gösterilen ilgi ve yapılan görüşmelerin anlamı ne? Bunlar Türkiye'nin yükselen siyasal gücünden mi yoksa ekonominin bunda payı var mı?

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu soruların cevabını İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, yazar Dr. Süleyman Yaşar'dan aldık. Hem dünya da hem de Türkiye'deki ekonomik gelişmeleri konuştuk. Yaşar, Seul'u ekonomik olarak önemli bir milat olarak görüyor ve Türkiye'nin ekonomide trend belirleyen bir ülke olduğunu söylüyor. Ve çok ilginç bir not daha düşüyor; AK Parti'yi devirmek için ekonomik alanda da darbe girişimi oldu.

Türkiye ekonomisi nasıl bir değişim içinde?

Turgut Özal'ın ölümüyle bir ülkenin kaderi de değişti. Onunla değişmeye başlayan değişim kesintiye uğradı bir anlamda. Demirel'in “kim ne veriyorsa ben 5 fazlasını veririm” popülist ekonomik söylemi, ahbap çavuş kapitalizmi uygulamaları, CHP'nin Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun başında olduğu SSK'nın batırılışı. Bütün bunlar Türkiye'nin kamu maliyesini bozdu. 28 Şubat süreci, kanun dışı işler, faili meçhullere göz yuman medyanın bu süreçte banka sahibi olması, bunların içini boşaltmaları, kamu maliyesini iflas ettirdi. İşte 2001 krizi bu iflasın resmidir. 2002'den itibaren ekonomik olarak da yeni bir dönem başladı.

Nedir bu dönemin özelliği?

Kamu maliyesinin disiplin altına alınması. Evet programı Kemal Derviş hazırlamış olabilir ama bunu uyguma konusunda siyasi irade gösteren, bunu sürdüren ve geliştiren AK Parti'dir. AK Parti, kamu maliyesini sağlamlaştırdı, bütçe açığını % 20'den % 1,5'a düşürdü, vatandaşın devletten alacakları (KEY, SSDF gibi fonlar) vardı, ödendi. Sağlıkta ve eğitimde devrim yaptı. Uygulamalar dışında, bu kalemlerdeki bütçe savunmanın üzerine çıktı. Kamu maliyesinde çok başarılı olduğu için kırılganlıklar da ortadan kalktı. Bankalar da yeterlilik açısından çok sağlam durumda. Bu açıdan AK Parti olmasaydı bu değişim yaşanmazdı. Ekonomik krizde de Başbakan iyi bir stres yönetimi yaptı. Başbakan “teğet geçti” deyince, onu eleştirenler, şimdi karşısında saygıyla eğilip, “Efendim dediğinizi yapacağız” dedi.

2008-2009'DA YAŞANANLAR BAKMALI

Kim bunlar?

İstanbul Sermayesi'nin örgütlendiği zenginler kulübü TÜSİAD ve işveren örgütü TOBB. AK Parti'ye karşı şimdi davaları süren darbe girişimlerinin benzeri referandum öncesi bu kesimler tarafından ekonomik olarak yapılmak istendi. AK Parti karşıtları, hükümeti önce darbe ile düşürmek istemişler, olmayınca kapatma davası ile o da olmayınca ekonomik kriz çıkararak düşürmek istediler. Ama hiç biri başarılı olmadı.

Ekonomik alanda da darbe girişimi oldu AK Parti'ye?

Kesinlikle. Şöyle anlatayım. 2006 yılından sonra mevcut siyasi iktidara karşı hem işveren cephesinde özellikle İstanbul'un statükocu sermayesi ve onun örgütü TÜSİAD ve bunun yanında yine işveren kuruluşu olan TOBB'un ortak tavırlarıyla iktidara karşı -tabii bunun tamamını değil bir yönetici kadrosunu kastediyorum- tavır aldığını görüyoruz. Özellikle Merkez Bankası başkanının atamasından başlayan bir problem yaşandı. Aynı Merkez Bankası, 2006 baharında ABD'de yaşanan ekonomik gelişmelerden sonra faizleri 4 puan arttırması ile Türkiye ekonomisi belli bir sıkışma içine girdi. Çünkü, faizleri arttırdığınız zaman para maliyeti yükseliyor, buna bağlı olarak yatırım maliyetleri artıyor ve büyüme hızınız düşüyor. Bu süreci takiben 2008 Mart'ında AK Parti'ye karşı kapatma davası açıldı bu da ekonomiyi gerdi. Sonra ABD'deki ekonomik kriz ortaya çıktı. 15 Eylül'de Lehman Brothers'in batışıyla beraber özellikle Avrupa ülkeleri ve zengin ülkeler büyük bir krize girdi.

REFERANDUMDAN SONRA ÇARK ETTİLER

Türkiye'ye etkisi ne oldu bu krizin?

Türkiye'de de bir grup ki bunlara kriz lobisi demeli; bu krizde ciddi miktarda para kaybettiler. ABD'de, Avrupa'da paralarını kaybedenler bunları Türkiye'den almak istediler. Ve dünyadaki krizi Türkiye'de varmış gibi yayınlar yapmaya başladılar. O dönem bir medya grubunu okusanız, sanki kriz ABD'de değil, Türkiye'de çıkmış sanırsınız. Ve bu yayınlarla Türkiye'yi IMF ile anlaşmaya zorladılar. Dedikleri şuydu; IMF ile anlaşıp 35 milyar dolar alıp, bize vermezseniz Türkiye dış borçlarını ödeyemez ve batar. Hükümet önce şaşırdı ne yapacaklarını bilemediler. Hemen ardından, çok büyük bir banka Kasım'da 1700 den fazla kişinin işine son verdi, İstanbul sermayesinin şirketlerinde işten çıkarmalar başlandı bu da tüketiciyi de korkuttu. Medyada da bazı gruplar Türkiye batıyor imajını işlemeye başladılar.

Ama hükümet sağlam durdu: çünkü kriz Türkiye'de değildi ve etkilenmedi çok fazla. İşte hükümete yönelik ekonomik darbe planı buydu kısaca. Aynı şeyi aynı gruplar, yine referandumda hükümete çelme takmaya çalıştılar. Başbakan, TOBB'a gitti, “Her üyeniz birer eleman alsa 1,3 milyon eder ve burada işten atılanlar işe alınmış olur ve böyle bir sosyal sorumluluk devreye sokulabilir” dedi. Bu öneriyi ciddiye almadılar, “Ekonomi teorisine uygun değil” dediler. Başbakan ekonomi bilmiyor dediler. Ama geçen hafta TOBB temsilcileri Başbakan'a 1,5 milyon işçi alacaklarına söz verdiler. Aynı şekilde TUSİAD Başkanı, “Referandum Türkiye'de demokrasinin önünü açmıştır” diyor: Peki referandumdan önce “ertelensin” diyordunuz referandum. Şimdi ekonominin iyi olduğunu onlar da teslim ediyorlar. Ne değişti bu sürede. Bu gruplar, referandumda “hayır” çıkması için çalıştılar. Hayır çıksa hükümeti indireceklerdi. Başaramadılar şimdi hükümetin yanında görünüyorlar.


Kriz lobisi AK Parti'den ne istiyor?

Statükocu İstanbul sermayesi, bütçe hakkının seçilmiş hükümette olmasını istemiyorlar. Çünkü onların gelir kaynağı üretim değil rant. IMF anlaşmalarında hep işçi ücreti eğitim ve sağlık harcamalarının kısılması programa alınıyor: Çünkü IMF ekonomisinde büyüme ve istihdam değil ödemeler dengesini sağlamak ve enflasyonu düşürmek değişkenleri temel alınır. Bu bir yerde silah alımlarına ses çıkarmaz. Türkiye'de bugüne kadar 19 IMF anlaşması yapılmış hiçbir tanesinde silah harcamalarını azaltın maddesi yok, ne var, sağlık, eğitim harcamalarını azaltın, emekli maaşını azaltın, dolayısıyla sizi sıkıştıran ve gelişmenizi engelleyen bir sistem getiriyor. İstanbul sermayesi, IMF ile yeni bir anlaşma istedi, çünkü, bütçe vesayetini sürdürmek istiyorlardı. 12 Eylül'de bu durum değişti. Vesayetler kalktı. Şu anda hükümete karşı tavırları değişmiş gibi ama çok fazla güvenmemek lazım bunlara. Çünkü, Anadolu sermayesi gibi rekabetle para kazananlar değil onlar. Bu zenginliklerinin büyük kısmı devlet rantından elde edildiği için sistemin değişmesinden rahatsızlar. 28 Şubat'ı da bunlar yaptı.

Nasıl?

Erbakan Başbakan olunca; “Bir havuz kuracağım KİT'ler kendi finansman fazlalarını kendi aralarında kullansınlar” dedi. Ve operasyon başladı. Çünkü TÜSİAD'çılar çok yüksek faizlerle KİT'lere borç veriyorlardı. Erbakan'ın açıklaması bu al gülüm-ver gülüm düzenini bozacağı için post-modern darbe girişimi başladı.

Bu firmalar rekabetle para kazanmadığı için biz halk olarak kötü ürünler kullanıp, kötü arabalara bindik?

Kesinlikle. Çünkü devlet tarafında koruma duvarları ile korundular. İç piyasada bunlara mahkum edildik. Devlet bunlara mahkum olduğu için, toplum olarak da bunların ürettiklerine mahkum olduk. Mesela herkes et ve gıda fiyatları yüksek diye bağırıyor. İyi güzel de, neden kimse araba, enerji fiyatları neden yüksek diye sormuyor? Öyle bir düşünce sistemi kurmuşlar ki, TUSİAD'çıların ürünlerindeki fiyatları tartışamıyorsunuz. Fakat köylünün koyunun fiyatını, buğdayın fiyatını tartışıyorsun. Enerji niye yüksek? Faizler niye yüksek? Otomobil fiyatları niye yüksek? Bize hep şekerin, buğdayın küresel piyasalarda fiyatı çok düşük, bizde yüksek denir. Peki enerjinin küresel fiyatıyla bizdeki fiyatı niye tartışılmaz?

Neden?

Çünkü bunların çoğunu TUSİAD'çılar üretiyorda ondan. Bu sistemi yıkmak da çok zor. Özellikle bu son dönemde özellikle elektrik santrallerinin çoğunu TUSİAD üyeleri aldı. Enerjide bir TUSİAD tekeli var. Bunlar tekel kurmuşlar yıkılmasını da istemiyorlar.


Geçtiğimiz günlerde bir vergi affı çıktı. Ne düşünüyorsunuz?

Ben bu girişimi kayıtdışı sistemi kayıt altına alma girişimi olarak okumaktan yanayım. Olay her ne kadar vergi affı olsa da. Bu aftan en çok yararlanacak olanlar da büyük firmalar. DPT'ye göre % 40 kayıtlı, gerisi kayıtdışı. Bu çok yüksek bir oran.

Peki büyük firmalarda da kayıt dışılık var mı?

Tabii. Bakın vergi teorisinde şu ilke vardır; “Büyükleri denetle”. Büyük firmaları denetlersen, küçükleri de denetlemiş olursun. Yani büyükte kaçak olmazsa, ona girdi sağlayan, onunla ticaret yapan küçüğün kayıtdışı olma şansı olmaz. Bu yönüyle, Türkiye'de asıl sorun büyük firmalar vergi kaçırıyor ve bunları yeterince denetlenmiyor oluşu. Daha doğrusu kimse bunları denetlemeye cesaret edemiyor. Küçükler, büyüklerin etrafında, büyüğün kaçırdığı oranda onun kurduğu sistemin parçası oluyor. Geriye seyyar satıcılar vs. kalır onlar önemli değil.

Öyleyse neden bunca zaman gündem gelmedi?

Gelmez, çünkü, “biz kayıtlıyız” deyip çıkıyorlar işin içinden. Hâlbuki onlar denetlenmeli. Hükümet de denetleyemiyor. Birinin üzerine gittiğiniz zaman işte basın özgürlüğü, demokrasi gündeme geliyor. ABD'de de, AB'de firmalar denetleniyor. Orada da medya grupları denetleniyor, ama oralarda bizimkisi kadar bu denetimler, basın özgürlüğüne müdahale olarak gündeme gelmiyor. Vergi affından burada büyük bir medya grubu faydalandı. Ne oldu, basın şimdi özgür mü olacak?

KILIÇDAROĞLU SOLCU DEĞİL

Son olarak CHP'de gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence Kılıçdaroğlu sol görüşlü birisi değil. Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney'in mezarını ziyaret etmekle solcu olamazsınız. Solcu olmak dünyaya bakış açısıdır. Emeğin yanında mısın, sosyal adaletçi misin? Askeri vesayete ve IMF'ye karşı mısın? Dersim'de katliam yapılmış CHP Genel Başkanı Dersimli diyor ki; “Ben 1942'de doğdum, benden önce olmuş bu”. Tayyip Erdoğan çıkıyor, “Vergi vermedikleri için bu insanlar Dersim'de katledildiler” diyor ve zamanın devletini eleştiriyor, muhalefet lideri bunu söyleyecek kadar cesur değil. O açıdan ben CHP'yi sol bir parti olarak görmüyorum.

Ekonomik olarak bir söylemi var mı CHP'nin?

Ekonomik modeli de yok. Zaten AK Parti, her şeyi aldı elinden. Türkiye'de vatandaşın eğitimine ve sağlığına yatırım yapan bir devlet anlayışı öne çıkıyor. Bütün bunları da statükocu İstanbul sermayesinin küçümsediği AK Parti yapıyor. Anlayacağınız ekonomi artık halkın refahını artıracak yönde değişiyor. Bu halkın yanında bir bütçe demektir. CHP her zaman ordunun vesayetini savundu. IMF'yi savundu, TUSİAD, TOBB ile yan yana durdu.


Dünyadaki küresel ekonomik gelişmelerden başlayalım isterseniz. Geçen hafta Seul'de G-20 zirvesi toplantı. Neler oluyor dünyada ekonomik olarak?

Yapılacak ilk tespit, ABD'nin ekonomik hegemonyası azalıyor oluşudur. Seul'deki toplantıda ortaya iki somut şey çıktı. İlki, 9 maddelik konsensus. İkincisi de daha katılımcı bir ekonomik modele gidiş ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin dünya sisteminde daha fazla söz sahibi olması. Bu bir anlamda dünya ekonomik sisteminin değişiminin de bir başlangıcı aslında.

Ne var 9 maddelik Seul Konsensusu'nda?

Bu konsensus 9 madde ve bir de ek metinden oluşuyor. Ancak Türkiye'de bunu yeterince tartıştığımızı söylemek mümkün değil. 9 maddelik konsensus çok önemli. Bu maddeler; 1) Ulusal ve bölgesel altyapı yatırımları artırılacak. Altyapıdaki yetersizliklerin giderilmesi için tam kamusal, yarı kamusal ve özel kaynaklar harekete geçirilecek. 2) Emeğin becerisini artıran yatırımlar cazip hale getirilecek, 3) Küresel ekonomik istikrarın sağlanması için serbest ticaret ve yatırımın engellenmemesi. 4) Büyüme ve istihdamın artırılması için özel sektör yatırımlarına ağırlık verilecek. 5) Gıda güvenliğinin sağlanması ve gıda fiyatlarındaki dalgalanmanın piyasa davranışlarını bozucu etkisini önlemek için uluslararası bir düzenleyici kuruluş geliştirilecek. 6) Ekonomik şoklara karşı gelir güvenliği ve sosyal koruma programı geliştirilecek ve ülkesi dışında çalışan işçilerin kazandıkları dövizlerin kendi ülkelerine transfer maliyetleri azaltılacak. 7) Küçük ve orta büyüklükte işletmelerin finans kaynaklarına ulaşması sağlanacak. 8) Sürekli gelir ve sosyal eşitlik sağlayan bir vergi idaresinin inşa edilmesi desteklenecek. Ve sonuncusu da; Gelişmekte olan ülkelerin kapasitesini artırmak için güncel bilgi ve tecrübeler aktarılarak ülkelerin kendi politikalarını bu doğrultuda oluşturması sağlanacak.

Ortak noktası nedir bu 9 maddenin?

Mesela ilk maddesi; artık ülkelerin altyapıları kendi inisiyatiflerine bırakılmıyor. Elektrikten suya, limanlardan demiryollarına kadar altyapı tesislerinde eğer tıkanıklık varsa, bunun giderilmesi küresel düzeyde ele alınıp çözülmeye çalışılacak. Yani bölgesel yatırımlar ve bölgesel çözümler modelleri geliştirilecek. İkinci maddesi, emeğe daha fazla önem veriliyor ve ucuz işgücü yerine becerisinin geliştirilerek karşılığının verilmesi savunuluyor. Kısaca bu dokuz maddenin ortak noktası, daha adil bir dünya kurma yönünde bir çabayı ima edi-yor. Ki bu çok önemli. Yani sıkça ifade edildiği gibi, "Seul zirvesinden hiçbir şey çıkmadı" değil. Tersine çok önemli kararlar alındı.

Türkiye bunlardan birisi mi?

Hem de en önemlilerinden. Aslında fotoğrafa şöyle bakalım. Bu kararları alan öncü ülkelere baktığınızda ABD var. Brezilya, Çin, Endonezya, Türkiye var. Bu ülkelerin liderlerine baktığınızda hepsi, ülkelerinde daha sosyal adaletçi kamu düzenini savunan liderler. Yani daha solcu demek doğru. İlginç olacak ama Türkiye'de yani Başbakan Erdoğan da buna dahil. Şimdi bu solcu liderlerin aldığı kararların daha sosyal adaletçi, eşitlikçi olması da doğal bence.

Türkiye'nin durumu nedir G-20 içinde?

Türkiye gibi ülkelerin de önemi artıyor. Türkiye mali açıdan sağlam. Mesela Yunanistan'ın bütçe açığı % 15, İrlanda'nınki % 32. Türkiye'ninki % 4. Önümüzdeki 3 yılda % 2'nin altına düşmesi bekleniyor. Kamu borç yükü % 40'ın altına. Türkiye şimdi iyi durumda ama gelecekte daha iyi durumda olacak. AK Parti, muhafazakâr ama icraatı kamu harcamasına baktığınızda sol bir tasarıma sahip. Düşük gelirdekilere harcama yapıyor, sosyal adaletçi. Türkiye ekonomik alanda trend belirleyen ülke.

Ne demek trend belirleyen ülke olmak?

Dünya ekonomisinin yönünün belirlenmesinde etkin olmak anlamına geliyor. Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan, Türkiye, Endonezya ve Güney Kore bundan sonra dünyanın trendini belirleyen yedi ülke olarak sayılıyor.




13 yıl önce