|

Kur'an'a yeni bir okuma gerek

Yazar Atasoy Müftüoğlu, Kur'an-ı Kerim'i okuduğumuzu fakat içselleştirerek hayatımıza yansıtmadığımızı ifade ediyor. Müftüoğlu, "Kur'an'ın ve sünnetin 21. yüzyılı nasıl şekillendireceğine ilişkin yeni bir okuma biçimi lazım. Kur'an-ı Kerim'i bir yerde tartışma yaparken kullanmak üzere değil, hayatımızı düzenlemek üzere okumalıyız" diyor

Emeti Saruhan
00:00 - 26/09/2011 Pazartesi
Güncelleme: 00:21 - 26/09/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Kur'an'a  yeni bir  okuma  gerek
Kur'an'a yeni bir okuma gerek
Küreselleşmenin bazı konularda özgürlük sağladığından söz etmiştik. Başka artıları da var mı?

Küreselleşme Amerikancılığın, emperyalizmin yeni adı. Tüketim kültürünün küreselleşmesi zihinsel anlamda, kalbi anlamda, ruhi anlamda tükenişimize sebep oldu. Bugün insanlar tüketim tapınakları peşindeler. İhtiyaçlarımızı reklamlar belirliyor. Bugün cemaat liderleri bile pazarlanıyor. Biz postmodernite ile hesaplaşamadık, moderniteye bir yanıt veremedik, kendi modernitemizi de oluşturamadık. Biz araftayız. Bizim için bir gelecek yok. Hâlâ Batı'nın teknolojisini alalım ama kültürünü bırakalım diyoruz. Fakat nasıl yapacağımıza ise cevap veremedik. Postmodern küresel kültürün bu modern putlarla ilgili bir eleştirisi var. Dolayısıyla küresel kültür, ulusal devletle devletin bir ikon haline gelmesiyle de savaşıyor. Küreselleşmeden bu anlamda yararlanılabilir ya da küreselleşmenin bize kazandırdığı iletişim devrinden yararlanılabilir. Bu enformasyon çağında biz hala ümmetle konuşmuyoruz. Ümmet ne düşünüyor konuşmuyoruz.

Müslümanlar neden Müslümanlıklarını ancak modern hayat içinde sürdürebileceklerine inanıyorlar?

Ya gelenek içinde ya modernitenin içinde kalarak... Geleneğin içinde kalarak bir mistisizme bağlanması gerekiyor. Çünkü o her gün vaatte bulunuyor. Türkiye'de yaşamış ne kadar şeyh, üstad, lider, parti başkanı varsa hepsini tanıyorum. Hepsinin de bir kahin olduğunu biliyorum. Hepsi cemaatlerini şöyle yönlendirdiler. "Filanca gün her şey çok iyi olacak." Nasıl iyi olacak? Bunun için bir eyleminiz mi var? Çünkü Hazret rüya gördü. Tamam bitiyor. Bizim eylemimiz olmadan nasıl iyi olacak diye sormadı kimse, hâlâ da sormuyor. Müslümanlar tekrar tarihe dönmek istiyorsa akla dönmeli.

Vahyi bir anlayışı kuşanmak nasıl olacak?

Bugün buraya Mevlana gelse, İbn-i Arabi gelse yararlanamayız. Niçin Mevlana okuyorsunuz, okumayın. Sezai Karakoç okuyun. Sezai Karakoç zamana gerektiği gibi tanıklık ediyor mu o ayrı bir tartışma konusu ama Nizar Kabbani ediyor. Şiiriyle savaşa katılıyor. Şiiriyle "hayır" diyor. Aşkı da, edebiyatı da, sanatı da konuşuyor. Herkes Kur'an'la ilgili çok şey biliyor. Ben Kur'an'ın sizi baskılamak için ya da bir tartışmayı kazanmak için kullanılmasına karşıyım. Çünkü Kur'an bizden bir ahlak ister, bir davranış biçimi ister, bir toplum biçimi ister, bir siyaset biçimi ister. Kur'an-ı Kerim 21. yüzyılı nasıl şekillendirecek? Kur'an'ın ve sünnetin 21. yüzyılı nasıl şekillendireceğine ilişkin yeni bir okuma biçimi lazım.

Yeni bir tefsir mi lazım?

Olabilir yeni bir tefsir olabilir. Biz bütün tefsirleri eleştirel bir yaklaşımla okumalıyız. Evvela Kur'an-ı Kerim'in bütününe ilişkin genel bir yaklaşımımız olmalı. Böyle tartışıp durmamalıyız. Şunu iddia ediyorum; İslam ümmeti 1430 yıldan beri Kur'an-ı Kerim'i nasıl okuyacağına karar verememişse bundan sonra 1430 yıl daha karar veremeyecek. Böyle bir şey olamaz. Burada zihinsel, kalbi bir tembellik var. Her ibadet bize bir farkındalık kazandırır. Ümmet bilinçli olarak bir defa haccetse Amerika Irak'ı işgal edemeyecek. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'i bir yerde tartışma yaparken kullanmak üzere değil, hayatımızı düzenlemek üzere okumalıyız.


Ortadoğu'da yaşananlarla ilgili ne diyorsunuz?

Ortadoğu hakkında ne düşüneceğimizi bile bilmiyoruz. Devrim oldu mu, olmadı mı? Hakan Albayrak "Devrim olmadı diyenler ahmaktır" dedi. O ahmaklardan biri de benim.

Afrika diktatörleri İslam'ı perde gibi kullanarak bütün kötülükleri yapıyor diyordunuz. En azından onların gitmesi iyi olmadı mı?

Birtakım yüzler değişti ama bir diktatörün değişmesiyle devrim olmaz. Yapısal hiçbir değişim olmadı ve yakında olacağına dair de bir proje, bir çalışma yok. Evvela devrimi yapacak kadrolar yok, liderlik yok, fikir yok. İki şey var. Bu genç kuşaklar vatandaş olmak istiyorlar. Pragmatik talepleri var. İş istiyorlar, aş istiyorlar. İkinci olarak demokratik talepleri var. Bir diktatörü devirmek kuşkusuz anlamlı bir şey ama benim sorum şu; Kaddafi'yi devirenler muhalifler mi? Hayır değil.

KADDAFİ KÜRESEL PROJELERİ REDDETTİ

Kimler devirdi peki Muammer Kaddafi'yi?

İngiliz ve Fransız işbirlikçiler. Bütünlük olsun diye aralarına bir takım unsurlar katıyorlar. Libya'ya dehşetengiz şekilde zulmedildi. Kamuoyu bunları bilmiyor. Kaddafi'nin diktatör olduğu doğru ama Avrupalılar Kaddafi ile uzun süredir temas halindeydiler. Avrupa enerji için Libya güneşini kullanmak istiyor. Kaddafi reddediyor. İkincisi Afrikon projesi. Yeni bir Amerikan ordusu. Silahlı güçlerden oluşmuyor. Antropologlar, tarih felsefecileri, kültür felsefecileri, siyaset felsefecilerinden oluşuyor. Afrika'nın zihnini yeniden konumlandırmak isti-yorlar. Kaddafi bunu da reddedi-yor. Şimdi Fas kabul edecek, orada konumlanacaklar. Kaddafi'nin euronun baskısına karşı Afrika Lirası teklifi vardı. Bu hayata geçirilmek üzereydi. Libya'da uçaklar geldiğinde "Mersi Fransa" diye bayrak salladı bu muhalifler.


Eskişehir'de olmanıza rağmen nasıl entelektüel camiadaki herkesin abisi oldunuz?

Ben her düşünürün kendi dönemi içinde değerlendirilmesini düşünüyorum. Necip Fazıl'ın milliyetçi, mezhepçi, vatancı, toprakçılığı o dönemde mazur görülebilirdi. İslamcı bir vizyon, bir proje yoktu. Fakat Sezai Karakoç'un Türkiye için yeni bir imkan, yeni bir başlangıç, yeni bir ufuk, yeni bir dil ve perspektif olabileceğini düşündüm. Sezai Karakoç'u tanıtmanın önemine inandım. Bunun için iki defa Türkiye'yi dolaştım, abone topladım. İddia ediyorum ilk defa bir İslami dergi, Diriliş, 2000 abonesi hazır olarak çıktı. Üretmen Han'da büro tuttuğumda masamız, sandalyemiz yoktu. Günlerce bir buzdolabı kolisinin üzerinde çalıştım. Dergileri sırtıma yüklüyor ambara götürüyordum. Sonra Ankara'da Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören'le tanıştım. Onların dergilerinin tanıtımı için de çaba harcadım. Edebiyatla, sanatla ilgisi olan herkesle bir şekilde tanışıyorduk. Beşir Atalay İzmir'de öğrenciydi. Abdullah Gül İstanbul'da öğrenciydi daha sonra Sakarya'ya gitti. O günlerde sık sık bir araya geliyorduk. Taşrada yaşamama rağmen buraya mahkum olmadım.

Bir de 'Deneme' dergisi maceranız var?

Eskişehir'e gelir gelmez gençlerle temasa geçip Deneme dergisini çıkardık 1971'de. Nabi Avcı Lise 1, Ahmet Kot Ortaokul 3. sınıf öğrencisiydi. Kuran'ı Kerim "En güzel dille anlatın" buyuruyor. En güzel dilin edebiyat olabileceğini, edebiyat aracılığıyla konuşmayı, anlatmayı düşünüyorduk. Sonra edebiyat hayatının da, İslami düşünce hayatının da Türkiye'de yeteri kadar bağımsız olmadığını, edebiyat aracılığıyla tarihe tanıklık edilemediğini, tarihin konuşulmadığını, edebiyatın daha çok bireysel fantezilerle sınırlı olduğunu gördüm.

Ümmet sizin için önemli. Bu bilinç nasıl gelişti?

Camiada bir İslam ümmeti düşüncesi vardı ama soyuttu. O dönemde aileden aldığım terbiyeyle bir ümmet düşüncemiz vardı. Biz aileden aldığımız tecrübeyle ümmetin bütün renklerine açık olmaya, farklı yorumları anlamaya ya da bu yorumları ortaya çıkaran tarihsel nedenleri anlamaya çalışıyordum. Ümmetle ilgileniyoruz. Hamidullah Erzurum'a geldiğinde ziyaretine gidiyoruz. Derslerini dinliyoruz. Osman Turan, Osman Yüksel Serdengeçti sentezci oldukları için onlardan uzaklaştık. Necip Fazıl'dan ise o İdeolocya Örgüsü'nü okuduktan sonra...

Yazılarınızı deneme tarzı yazıyorsunuz. Neden deneme?

Ben profesyonel değilim, asla böyle bir arzum olmadı. Herhangi bir konunun uzmanı değilim. Ben kendisini İslam ümmetinin sorumlu bir parçası telakki eden bir insanım. Hiç kimseye ağabeylik yapmak, üstadlık etmek, cemaat kurmak, emir vermek gibi bir amacım olmadı. Konuşulmasını arzu ettiğim şeyleri yazıyorum. Burada konuşuyoruz, konuştuğumuz şeyleri daha sonra yazıyorum. Deneme daha fazla özgürlük alanı verdiği için deneme tarzı yazıyorum, özel bir yakınlığım yok. Çünkü ben düşünmekten çok düşündürtüldüğümüzü düşünüyorum. Onun için neyi konuşacağımıza kendimizin karar vermesi benim için hayati bir sorun. Münasebetsiz bir soru beni fiilen rahatsız eder. Hatta hastanelik olduğum olmuştur, tansiyonum yükselir.


2000 yılında gece yarısı eviniz arandı ve tutuklandınız. Neler yaşandı o gece?

Selam Gazetesi'nde yazılar yazıyordum. Selam Gazetesi Siyonist karşıtı ve İran'a yakınlık duyan bir gazeteydi. Dolayısıyla bu operasyonun içinde yabancı güçlerin olduğunu düşünenlerdenim çünkü bizzat şahit oldum. Evim hallaç pamuğu gibi didik didik edildi. Döşemelerin altına bile tek tek bakıldı silah saklamış mıyım diye. Tüm kitaplarım yağma edildi ve 6 çuval kitap belge, fotoğraf alındı. Sonra büroma geldik. O dönemde büromda elektrik de yok, telefon da. Buna imkanımız da, ihtiyacımız da yok. Gariptir buraya dünyadan da olmak üzere çeşitli yerlerden röportaj için gelirler ama kimse sormaz. "1980'den sonra nasıl yaşadın, nasıl başardın" diye. Burayı da yağmaladılar. Sorgu odasında soruları kendileri sormuyordu. Onlara yukarıdan sorular geliyor, onlar soruyor sonra tekrar sorular geliyordu. Yukarıda çevirmenler olduğunu da keşfettim. O gece Selam Gazetesi'nin bütün mensupları toplandılar. Hepsi çok masum insanlardı. Çok acılar çektiler. Onların çocukları Eskişehir yollarında büyüdü. Onlara kimse sahip çıkmadı. Çok korktular. Bu ailelere kimse müdahale etmedi. O sorgulama süreci çok yorucu. Bu sorgulama bitse de hapishaneye gidip bir yatsam diyorsunuz, o hale getiriyorlar sizi. Hala ismini bilmiyorum, savcının inisiyatifiyle serbest kaldım. Belki ben de 5 yıl hapis yatacaktım, idamla yargılanacaktım, örgütün lideri ben olacaktım.


Yazılarınızı neden daktiloyla yazıyorsunuz?

İnternet çağında kitaba ilgi azalıyor. Bu yüzden muhataplarımızla konuşamıyoruz. Ben daha daktilo çağındayım. Hala dünyanın her yanına mektuplar yazıyorum. Biraz geç oluyor (gülüyor) ama hiç değilse ben doğrudan haberler alıyorum. Bu bir tarz meselesi. Kitabın yoğunluğundan uzaklaşmamak için. İnternetle teması olan bütün dostlarımızın kitaptan uzaklaştığını biliyorum. Ayrıca internet yüz yüze ilişkileri de, sıcak dostane ilişkileri de zayıflattı. İnternetin bana kazandıracaklarını kitaplardan elde edebiliyorum. Cep telefonu da kullanmıyorum. Beni uluorta yerli yersiz meşgul edebileceğinden korkuyorum. Evimde de büromda da telefonlar yeni. Zaten asosyal biriyim. Telefonu çevirmek benim için zordur. Çok samimi olduğum arkadaşlarıma rahatça telefon edebilirim.

Sağlık durumunuz nasıl?

Tedavim sürüyor. 3 ayda bir İstanbul'a kontrole gidiyorum. Teyakkuz halindeyiz. Ölümü de hayatı da var eden Rabbimiz. Kanserin kendisinden çok ismi baskılayıcı. Kanser olduğumu öğrendiğim gün şöyle bir duygu yaşadım, dedim ki bu şeye teslim olup duygusal alana geçmek de var, eski hayatı sürdürmek de var. O gün çocukların evindeydim. Zamanın Sınavından Geçmek kitabını yazmaya başladım. Ameliyat olacağım gün kitabı yayıncıya teslim ettim. O da ameliyattan bir hafta sonra kitabı getirdi. Şimdi Hece Yayınları'ndan Küresel Çağda Kaybolmak diye bir kitabım yayınlanıyor. Ölmez sağ kalırsam Küresel Çağda Varolmak diye bir kitap da yazmak isterim.

"Irmağın içli sesi - Atasoy Müftüoğlu" kitabı yayınlandı. Ne hissettiniz kitabı elinize alınca?

Ben hakkımda yazılanları okumada zorluk çeken birisiyim. Birkaç arkadaşın yazısını okudum, diğerlerini okumaya cesaret edemedim. Duygulandım ama Rabbim şahittir mahcup oldum. Bu mahcubiyetim de devam ediyor. Ama bana göre eleştirel bir yanı da olmalıydı o kitabın. Böyle bir yanı yok.







13 yıl önce