Bu yıl kamuoyunda 28 Şubat'a çok daha büyük bir ilgi var. Geçmiş yıllarda bu kadar ilgi yoktu. Bunun en önemli sebeplerinden biri Necmettin Erbakan'ın 27 Şubat'ta vefat etmesidir. Erbakan'ın vefatı kamuoyunda o kadar yankı uyandırdı ki, ister istemez 28 Şubat enine boyuna incelenmeye başlandı.
28 Şubat'ı sadece Milli Güvenlik Kurulu'nda alınmış kararlar olarak görmek yanlış olur. Öncesi ve sonrasını da düşünmek, bunları bir bütün olarak ele almak gerekir. 28 Şubat önceden dikkatlice planlanmış ve adım adım uygulanmış bir oyundu. Bu tür müdahalelerin olabilmesi için gerekli psikolojik ortamın hazırlanması şarttır. İşte bu oyunu planlayanlar gerekli ortamı da hazırladılar.
Ordu içinde eski geleneğe bağlı bir cunta var ve o cuntalar yakın bir zamanda yaptıklarının hesabını verecekler. Seçimde Refah Partisi'nin büyük bir başarı elde etmiş olması ve hatta içinden bir Başbakan çıkartması cuntacılar tarafından endişeyle karşılandı ve bu durumdan hiç memnun olmadılar. Mesela Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, 28 Şubat'ın başrol oyuncularından biriydi. Tam bir cephe çalışması yapıldı.
Cuntacılar önce dediler ki "Bu darbe silahlı değil, silahsız gerçekleşecek..." Bunun için de sivil toplum örgütlerinden, medyadan büyük ölçüde destek gördüler. Öyle ki Erbakan Hükümeti'nin en başarılı olduğu alanlarda bile darbe görmesine neden oldular.
Başbakan Erbakan o dönem farklı bir ekonomik model uyguladı. Buradan temin edilenler memura, çiftçiye, emekliye verildi. Ama gelin görün ki darbe gördüğümüz kesim memnun ettiğimiz kesim oldu. Türk-İş, DİSK, TESK, TİSK, TOBB basında 'BEŞLİ ÇETE' diye tanımlananlar ve gazeteciler oyunun parçası oldular. MGK'da oyunlarını icra ettiler, Erbakan Hoca tek başına kaldı.
O dönem hazinenin imkânları öncelikle İstanbul, İzmir gibi büyük sermaye gruplarının olduğu şehirlere aktarılıyordu. Anadolu sermayesi denen bir şey yoktu. Erbakan Hükümeti buna "Hayır, Türkiye'nin her yeri kalkınacak" dedi. Bunu belli çevreler istemediler. Sonra İsrail, Amerika ve AB üyesi ülkeler de durumdan rahatsız oldular.
D8 projesini sevmediler. Erbakan 8 tane İslam ülkesini biraraya getirdi. "Bundan sonra siyasette ekonomide kültürel faaliyetlerde birlikte hareket edeceğiz" dedi. Batılı güçler de "Türkiye bizim elimizden kaçıyor, bu adamı mutlaka işbaşından uzaklaştırmalıyız" dediler. O dönemde sadece Erbakan'ın değil, D8'e imza koyanların hepsinin başına gelmedik kalmadı. Cuntacılar ABD'nin talimatıyla hareket etti demiyorum ama batılı güçler de etkili unsurlardı.
Koalisyona en büyük tahribat DYP'nin etkili isimlerinden Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ve Yalım Erez'in "Türkiye laiklikten vazgeçmeyecektir, irtica hortluyor" açıklamalarıyla oldu. Sonrasında bu koalisyonun yerine Mesut Yılmaz'ın hükümeti geldi. Madem MGK'da kabul edilen 18 madde yüzünden istifa etmemiz istendi, neden yerimize geçen Yılmaz hükümeti 8 yılık zorunlu eğitim dışında hiçbir şey yapmadı? Demek ki bu meseleyi gündeme getirenlerin derdi ne laiklik ne de irticaydı. Öyle olsaydı bu yönde tedbirler alınırdı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'ya gittim ve "Bizi ite kaka istifa ettirdiniz. Darbe geliyor dediniz. Biz de inandık. Ama zaman içinde baktık ki esas dert ne laiklik ne de irtica... Sizi, bizi gaza mı getirdiler paşa" dedim. O da, "Olması gereken oldu" dedi.
AK Parti döneminde sorunlar artık açıkça müzakere edilmeye başlandı. Tabular ortadan kalktı. Ergenekon'un ucu gene cuntaya dayanıyor. 28 Şubat'ı yapanlar ile Ergenekoncular arasında bir bağlantı olabilir ki, inanıyorum yakında bu ortaya çıkacak.
25-30 senedir omuz omuza bir mücadele vermiştik. Ayrılıp iki parti haline geldiğiniz takdirde siyasetin doğası icabı kardeşler karşı karşıya gelir. Yazık değil mi? Kaldı ki Erbakan Hoca'nın yaşı kemale ermişti. Birkaç sene sabredilseydi zaten partinin yönetimi Erdoğan'ın elinde olacaktı. Bu gerekçelerle o dönem biraz sitem edilmişti ama şimdi kararlarının doğru olduğunu görüyorum. Çok da başarılı bir yönetim gerçekleştirdiler.
Bazıları "Cuntacıların hepsini emekliye sevk etseydiniz" dediler. Nasıl yapacaktı bunu Erbakan? Tek başına iktidarda olsa bile nihai kararı verecek olan cumhurbaşkanıydı! "Yumruğunu masaya vursaydı" diyenler de oldu. Bunu gösteriş için yapmak devlet adamlığına yakışmazdı. Ecevit bir anayasa kitapçığı fırlattı diye ekonomi baş aşağı oldu. O zamanın MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Erbakan'a kabul edilen 18 maddeyi uygulaması için kaç defa gidip gelmişti. Kabul etmedik, karşı çıktık. İşte askere karşı direnme buydu. Daha ne yapalım?
Esasında öyleydi ama öylesine planlar yapıldı ki! Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz gibi isimler ortaya çıkarıldı. Doğal olarak bu insanlara bakıp Ankara halkı "Türkiye nereye gidiyor?" demekten kendini alamadı. Peki Erbakan gittikten sonra bu isimlere ne oldu? Neden Fadime Şahin'in sonradan bir barda konsomatris olduğu, bu iş için özel olarak hazırlandığı ortaya çıktı? Bu soruların cevabı var mı?
Susurluk kazası gerçekleştiğinde "İktidar olarak yeterli ilgiyi göstermediniz" dediler. Erbakan Hoca da "Bu söylediğiniz fasa fisodur" dedi. Olay fasa fiso olabilir mi? Erbakan kazadan sonra derhal müfettişlerin üzerinde çalışmasını istedi. Ancak devlet adamı vasıfları içinde bu işleri yürütüyordu. Erbakan'a yakıştırılan laflardan bir diğeri de "İmam-Hatipler arka bahçemizdir" sözüydü. Erbakan'ın ağzından böyle bir söz asla çıkmadı.
Bu lafı söyleyen Mesut Yılmaz'dı. Yılmaz, "Bu İmam Hatip okulları Refah Partisi'nin arka bahçesidir" dedi. Getirdiler bu sözü Erbakan'a yamadılar. Basının burada büyük vebali var.
Hükümet kurulmadan önce Erbakan ve bizler hakkında en ağır sözleri söyleyen isim Tansu Çiller'di. "Bunlara asla iktidarı vermemek lazım" diyordu. Mecbur kalınca koalisyon kurmak zorunda kaldı. Ortak olduğumuz zamanlarda bile Çiller gazetecilere "Hiç endişe etmeyin DYP bu hükümette laikliğin teminatıdır" dedi.
Çiller'in bir yakınını çağırdım. Bu açıklamalarına devam ederse biz de "Hiç endişe etmeyin, Refah Partisi dürüstlüğün teminatıdır diyeceğiz" dedim. Esasında RP ve DYP arasında en ufak bir ortak yön yoktu. Biz belli bir davaya inanmış homojen bir yapıydık, DYP ise heterojendi.
Bilmiyorum, belki Demirel de cuntacıların baskısı altındaydı. Çünkü Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak bir açıklamasında "O dönemde ne anlı şanlı gazeteciler ne büyük işadamları, bürokratlar bize yaranmak için neler yapmadılar ki! Biz 28 Şubat'ı yapmasaydık 18 Nisan seçimleri öyle mi olurdu böyle mi!" diyordu. Özkasnak enteresan bir şey daha söyledi.
Dedi ki, "Biz aslında 28 Şubat'ı 11 Ocak'ta Demirel'i Genelkurmay Başkanlığı'na çağırarak başlattık." Gerçekten de öyle başlamıştı. Yalnız bu sözünün üstünde hiç durulmadı. Özellikle de basın hiç üzerine gitmedi.
Tabii ki. Erbakan, liderleri tek tek dolaştı. Mesut Yılmaz herhalde başbakanlığa geleceğinin teminatını da aldığı için kendinden emin bir şekilde Erbakan'a "Ülkeyi duvara toslattınız, sizinle bir arada olmamız mümkün değil" dedi. Erbakan'a hiçbiri yaklaşmadı.