Toplumda iki çeşit büyük sabıkalı grup var. Biri; düşünce suçu işlemekte sabıkalı. İkincisi darbe ve darbeye teşebbüsten sabıkalı. Ne yazık ki bu adanmışlık hali iki taraf açısından da bir varoluş tarzı. İki taraf da kararlı gözüküyor. Bu hem iyi hem kötü. Kötü, çünkü darbe istemek, kendini toplumun üzerinde ve toplumun sahibi görmek sağlıklı bir yol değil. İnsanı hasta eder. Ruhunu zedeler, fikrini durdurur, evhamları tetkikler, hem kendileri hem de toplumu huzursuz ederler. İyi, çünkü sürüp giden ve gittikçe güçlenen bir demokrasi mücadelesi var. İki taraf da pes etmiş değil. Demokrasi, hukuk, insan hakları, eşitlik ve iradesini kullanmak isteyenler çığ gibi büyüyor. Kaos ve korku ile topluma kendine mahkum etme çabasında olan darbeciler, darbe severler ise gün gün küçülüyorlar. Bunlar hukuku kaç kere katlettiler, ayın şeyi yine yaparlar. Kaç kere suçüstü yakalanıp inkar ettiler yine inkar ederler. İnsanca, hür ve özgür yaşamak istiyorsak tedbiri elden bırakmaya gelmez. Çok ittifaklı, güçten beslenen bu darbeci yapı için her yol mubah. Bunlar örnekleri mevcut olduğu gibi başbakan da asar, adalet isteyen yargıçları da yargılarlar. Eski Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Mete Göktürk “yargı yeterince bağımsız değil” dediği için yargılandı. O bir hukukçu, emekli savcı, avukat, yazar, karikatürist, heykeltıraş. Demokrasiye duyarlı bir vatandaş. Bizi yargılasanız da fikrimiz değişmeyecek diyenlerden... Sizin sabıkanız onur kırıcı, bizimkisi ise onur verici diyenlerden… Şimdi tek yol var; Siz normalleşin, biz de sizin normalleşmenize katkıda bulunalım… Öncelikle Anayasa'yı ve size aşırı anlamlar yükleyen bütün düzenlemeleri düzeltelim…Sizi hiç ilgilendirmeyen konularda bile “Asker ne der” sorusunu sormaktan topyekin vazgeçelim. Darbeler, andıçlar, planlar huzursuzluğun, kaybetme korkusunun eseridir. Gelin bu esaretten kurtulun… Emin olun, gün gelir sabıkanız düşer… Bizim sabıkamız sürüp gitsin…
Hayır. Bu işlerin Türkiye'de tarihsel boyutu var. TSK'nın siyasetle iç içe girmesi zaman zaman karşı karşıya gelmesi unutulmaması gereken bir realite. İttihat Terakki'den başlayın, devlet idaresinde egemen olma girişimleri darbeler, balans ayarları, andıçlar...
Osmanlı'nın yıkılışında ordunun asıl işlevinin dışına çıkmasının etkisi büyük. Hata farkedildiği için ordu Atatürk'ün iradesiyle siyaset dışında bırakıldı.
1960'a kadar belli ölçüde sürdü. 60 darbesinden sonra iş tamamen değişti, ordu siyaset üzerindeki vesayetini yasalarla topluma kabul ettirdi. Askeri yargının yetkileri arttı. Askerler kendilerini toplumdan soyutlamak için ne gerekiyorsa yaptılar ve hesap verecekleri mevki ve makamları da kendileri belirlediler. OYAK ile ticarete girdiler, ekonomik olarak kendileri garantiye aldılar…
Sık sık, cumhuriyeti kuran zümre içinde biz vardık, ayrıcalıklarımızın olması doğaldır dediler. Siyaset ancak askerin izin verdiği ölçüde hareket edebilmiştir. Bu yapıda siyasete ilişkin konularda bile siyasilerin kafasında “Ordu ne der” sorusu hep canlı kalmıştır.
Onlara göre öyle. Dediğimizin dışında hiçbir şey olamaz düşüncesi var. Unutmayın ki G.Kurmay Başkanlığı uzun süre Cumhurbaşkanlığına giden yol olarak görüldü.
Yok denecek kadar az.
O üslupta söylemeyeceğim. Darbe için hem iç hem de dış konjonktür uygun değil.
İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın doğru olduğunu düşünmememiz için sebep yok. İçeride bir grup bütün orduyu kendileri ile beraber hareket etmeye zorluyor. 60 darbesinin başını da alt rütbeli subaylar çekmişti.
Belge gerçek mi değil mi tartışılıyor, henüz bilmiyoruz. Fakat kaos planları ile toplumu darbeye sürüklemek isteyen düşünce ordu içinde hâlâ var. Bugün kimse 'sorumlular bulunur ve yargı önünde hesap verir' diyemiyor. Çünkü örnekler bir iyimserliğe izin vermiyor.
Askeri savcılık eline belge geçmeden, inceleme yapmadan kanaat belirtti ki hukukta böyle şey olamaz. Bu açıklama davadan çekilme sebebidir.
Olay askeri savcılığa kalırsa, bir dava çıkmaz, iş bağlanmış kuşkusu yaratır. TSK'nın Ergenekon sanığı askerleri koruduğu kanaati hakim toplumda. Bu kanaati pekiştiren pekçok olay yaşadık.
Gerçekten vahim. Bu ya bireysel bir provokasyondur ya da örgütlüdür. Gerçekse tam bir darbe girişimi belgesidir. Sahte ise TSK'yı yıpratmaya dönük bir adımdır.
Eğer gerçek mi, sahte mi olduğu belirsiz kalırsa bu çok daha vahim olur.
İkna olmaz. Zihnimizdeki problemin çözülmemesi en korkuncu. Gerçek ya da sahte olduğu tespit edilemedi sonucuna varılırsa bu belge yıllarca konuşulur.
Bu konularda TSK sabıkalı.
Bu tavır hem TSK'yı hem askeri yargıyı yıpratır. Askeri yargı yalnız askeri suçlara bakmalı, bu tür suçlara asla bakmamalı. Yargı tek ve bütündür, suçu kim işlerse işlesin cumhuriyet savcısı soruşturur, dava açar, genel mahkemeler karar verir. Fakat Anayasamız'da bu ilke çiğnenmiştir ve acilen düzeltilmesi gerekir.
80 Anayasası askerin anayasası, direnmesi doğal. Mevcut durumu kazanılmış hak olarak görüyor.
Hayır. Askeri yargının askeri suçlar dışındaki davalara da bakması başka ülkelerde olan bir şey değil. Bu yargı birliğine de aykırı. Bir ucu askeri bir ucu sivil olan yargı kabul edilemez ama ne yazık ki dayatmalar sonucu Anayasamız'a girmiş.
Cumhurbaşkanı bile vatana ihanetten Yüce Divan'da yargılanıyor ama Genelkurmay Başkanı'nı askeri yargıda yargılayacak mekanizma yok.
Evet, askeri savcıların doğrudan soruşturma ve dava açma yetkisi yok, komutanın izni ile dava açabilirler.
Olmuyor. Genelkurmay Başkanı hakkında soruşturma iznini kim verecek? Yargıç ve sanık sıfatları bir kişide toplanamaz. Bu hukukun en temel prensibidir, taş devrinde de böyledir, şimdi de böyle. Oysa burada net ve açık bir hukuksuzluk sözkonusu. Bu sorunu ortadan kaldırmak için yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmalı.
G.Kurmay içinde yazıldığı iddia ediliyor, yazan kişi de asker ama siyasete dönük komplonun askeri suç kapsamında değerlendirilmesi yanlış. Bu işe kalkışan normal bir vatandaş da, asker de aynı şekilde yargılanmalı.
Geçmişten bu yana derin bir yapı var ve bunlar savaştan nemalanıyorlar. Resmi ve gayri resmi gruplar biraraya geldi, çeteler oluştu. 50'lerden beri pekçok olaya bunlar sebep oldu. Büyük bir kirli tezgah işliyor, bunlarla yüzleşmek gerekiyordu. Ergenekon davası böyle bir yüzleşmeyi başlattı.
İrticayla Mücadele Eylem Planı davaya başka bir boyut katabilir. Nitekim Ergenekon sanıklarından bir tanesinin avukatında ele geçirilmiş.
Henüz gerek duymamış olabilirler. Askeri savcının sorgu kayıtları Ergenekon savcısına verilmiş. Savcılar ihtiyaç duyarlarsa Albay Çiçek'i sorgularlar. Savcı talimat verdiğinde askerî kolluk güçleri o kişiyi getirmek zorunda. Buna rağmen gelmemesi durumunda hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkartılır, zorla getirtilir.
Olabilir. Gayrimeşru yollarla iktidardaki partiyi yıpratma çabalarının küçümsenmeyecek boyutta olduğu aşikar. Burada halk iradesine karşı bir tavır var.
Evet, mesela AKP'ye açılan kapatma davası yersizdi. Anayasa Mahkemesi'nin kararı da çok sertti. Uyarıya da gerek yoktu. Hepimiz düşünelim, 7 senedir iktidarda olan bir parti, yasalarda, Anayasa'da irticayı getirecek ne tür bir düzenleme yaptı diye sormak lazım. Münferit bazı hareketler, açıklamalar varsa bunlar hükümete bağlanamaz. İki tane kıt kafalı belediye başkanının sözünden hükümet irticayı getiriyor denemez.
Gayet tabi… Bu büyük bir çete ve çetenin dışarıda kalan unsurlarına dikkat edilmeli. Belki içeriye alınanların bir kısmı masumdur, buna karşılık işin azılıları dışarıda kalmış olabilir.
Bu bütün örgütsel davalarda olur. Aynı eylemler devam eder. Bakın patır patır silahlar, mermiler dökülüyor. Dışarıda kalanlar büyük panik içindeler. Acaba silahların, mühimmatın, mermilerin yerini söylediler mi? Acaba isimlerimiz geçti mi? Yarın baskın yer miyiz?.. Sanıyorum devletin ilgili birimleri dışarıda kalan unsunlar konusunda hassasiyet gösteriyorlar ve onları eylemsizleştiriyorlar.
Asker bu konuda eskiye nazaran duyarlılık gösterdi, Emekli ve muvazzaf tutuklanmalar karşısında büyük direnç göstermedi, sert tepki vermedi. Ordu bu sürece sessiz kalmak zorunda, çünkü kirli yapıların tasfiyesi ve Ergenekon davasının çözülmesi için kamuoyu baskısı, siyasi duruşla birlikte dış destek de var. Yoksa mümkün müdür, bir orgeneralin sorgulanması, tutuklanması… Hatırlayın Susurluk olayında Meclis'e ifade vermeye bile gitmiyorlardı.
Sürekli var… Belli çevrelerin, medyanın… Dava başlar başlamaz kıyameti koparttılar; bu sahte bir davadır, AKP'nin rövanş maçıdır dediler.
Her ülkede zaman zaman yargının tıkandığı olur. Yargı her şeyi çözer diye bir kural yok. Eğer arkasında kamuoyu desteği, siyasi kararlılık olmazsa yargı bir yerden sonra tökezleyebilir.
Basının ilgisi azaldı, eskisi kadar ayrıntılı haberler, yorumlar, sulandırmalar yok. Yargıçlar biraz daha rahat nefes alıyorlar. Daha sağlıklı karar verme ihtimalleri arttı. Bundan sonrası yeteneklerine, hukuk bilgilerine, demokrasi anlayışlarına göre gelişecektir.
Askeri vesayet rejimi güçlü olduğu için hükümetler pek iktidar olamıyor. Eskiden darbe girişimi karşısında hükümetin hiç sesi çıkmazdı, şimdi AKP suç duyurusunda bulundu, bu da bir gelişmedir. Fakat siyasi otoritenin askeri otorite üzerinde görevden alma, yer değiştirme, emekliye sevk etme gibi bir çok yetkisi var. Siyasi otorite daha kararlı olmalı, daha fazlasını yapabilir…
Demokrasi aynı zamanda 'sivillerin askerlere emrettiği rejim' diye tanımlanır. Demokratik sistemi de, hukuk devletini de, cumhuriyeti de, laikliği de korumak siyasetin görevidir. Gerektiğinde askeri de kullanır…