|

MHP Türkeş'in mirasını inkâr etti

Ülkücülerin önde gelen isimlerinden Musa Serdar Çelebi, MHP'nin referandumda 'hayır' diyerek Türkeş'in mirasını hiçe saydığını söyledi. Çelebi; “Türkeş milletin olmayan 12 Eylül Anayasası'na bizden 'hayır' oyu vermemizi istemişti” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 14/02/2011 Pazartesi
Güncelleme: 23:59 - 13/02/2011 Pazar
Yeni Şafak
MHP Türkeş'in mirasını inkâr etti
MHP Türkeş'in mirasını inkâr etti
Türkiye hızla seçim sürecine doğru ilerlerken siyasi partilerin seçimlerde izleyecekleri stratejiler de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Seçimlerin galibi ve ikincisi neredeyse belli. Ancak merak edilen bir parti var MHP. MHP yüzde 10 barajını geçebilecek mi yoksa referandum süreci ile başlayan küçülme devam mı edecek?

MHP Genel Başkanı ve sözcüleri kendinden çok emin açıklamalarda bulunsalar da söylemlerinin sertlikleri seçimde işlerinin çok kolay olmadığını da gösteriyor. Çünkü MHP ikili bir kuşatma altında. MHP tabanı da 'ülkücü' ve 'ulusalcı' ayrışması ile karşı karşıya. MHP'nin özellikle Kürt açılımı konusundaki sert eleştirileri partinin adeta 'Kürt karşıtı' algılamasına yol açıyor. Oysa Ülkücü Hareketin önde gelen isimlerinden Musa Serdar Çelebi, MHP'den çok ayrı bir yerde duruyor ve “Ülkücüler demokratik açılıma ve Kürtlere sahip çıkmalı” diyor.

Çelebi 13 Nisan 2020'da Samsun'da yumruklu saldırıya uğrayan eski DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ü olaydan sonra ziyaret etmiş ve büyük bir saygınlık kazanmıştı. Aynı Çelebi, Hakkari'de Kürt sorununun tartışıldığı toplantıda konuşmasına Kürtçe başlamış ve büyük alkış almıştı. Elbette kendisini hâlâ ülkücü tanımlayan birisi için bütün bunlar şaşırtıcı geliyor. Oysa Çelebi bunları, bir ülkücünü yapması gereken şeyler olarak tanımlıyor.

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da Çelebi ile Kürt sorununu, 12 Eylül referandumunda MHP'nin tavrını ve Haziran 2011 seçimlerini konuştuk.


Geçen yıl Ahmet Türk saldırıya uğradı ziyaret ettiniz, bir ay önce Hakkari ve Van'da Kürt sorununun tartışıldığı toplantıda izleyenleri Kürtçe selamladınız. Ne düşünüyorsuz?

Ben yaklaşık iki yıldır, Ekopolitik adlı düşünce kuruluşunun sürdürdüğü 'Türkiye'nin Büyük Çatısı' adlı çalışmasının içindeyim. Bu çalışma milletimizi oluşturan farklı etnik gruplara, farklı inançlara mensup insanların tamamını bir araya getirerek ülkenin geleceğini, bugünkü sorunların çözüm yollarını konuşmayı amaçlıyor. Beni de davet ettiler, katıldım. Bu toplantılarda ve Ahmet Türk'e yapılan saldırı veya buna benzer olaylarda saldırgan taraf olarak bir şekilde milliyetçi-ülkücü camia ima ediliyor; hatta biraz daha ileri götürülerek Kürt-Türk çatışması olarak yansıtılıyor. Bu eski bir tezgah, ülkücüler böyle işlerin içinde olmazlar? Ama birileri hep böyle göstermek ister. Ben Musa Serdar Çelebi olarak buna karşı çıktım, oyunu bozmak istedim ve gidip Türk'ü ziyaret ettim. Ahmet Türk ile birlikte kamuoyuna vuruşarak bir yere varılamayacağını, Kürtlerle Türklerin kardeşliğinin her şeye rağmen süreceğini ifade ettik. Olayların farkında olan ve özellikle Kürt kökenli ülkücülerin takdirini aldım, tabii ki tepkiler de geldi. Aslında gerek Türk'e yaptığım ziyaret, gerekse Hakkari ve Van'da katıldığım toplantılarda önemli bir gerçeği daha gördüm.

ÖNYARGI VE BİLGİSİZLİK BİZİ KÖRLEŞTİRMİŞ

Hangi gerçeği?

Korkunç önyargılar ve bilgisizlikler. Ben, bunca yıllık ülkücü, Türkiye sevdalısı insan olarak Hakkari ve Van'a ilk defa gittim. Ne kadar acı değil mi? Mesela Hakkari toplantısı, beni çok sarsmıştır. Ben o toplantıdan bir gün önce Kürt siyasilerle, PKK'ya yakın olan isimlerle ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile konuştum. Sorun nedir, ne istiyorsunuz, nasıl çözeceğiz diye.

Sonuç…

En önemlisi, Kürt-Türk ayırımı tarihimizde ilk defa bu kadar derinleşmiş olduğunu. Çok katı önyargılar oluşmuş. Kürtlerin gözünde neredeyse bütün Türkler, özellikle de milliyetçi ve ülkücüler Kürt düşmanı, Kürtleri yok etmeyi amaçlamış insanlar olarak algılanıyor. Biz Türkler de, tüm Kürtleri PKK'lı, bayrak ve devlet düşmanı, ayrı bir devlet kurma peşinde olan katiller gibi görmeye başlamışız. Elbette son 25 yılda yaşanan kanlı olayların bunda büyük rolü var ama, birileri de boş durmamış, kardeşler arasındaki nefreti arttırmak için ellerinden geleni yapmışlar. Bu ortam, 1980 öncesi yaşadıklarımıza benzer, darbecilerin müdahale için arzu ettiği çatışma ortamına benzer bir durum. Oysa ben Ekopolitik toplantılarında ve en son Hakkari'de gördüm ki, PKK'ya çok yakın isimler dahi ayrı bir Kürt devleti istemiyor. Türk bayrağıyla, Türkçe'yle sorunumuz yok deniyor. Mesela Seydi Fırat ile uzun uzun konuştum, tartıştım. Seydi diyor ki, "Hayır biz bölünme istemiyoruz. Biz hak ve özgürlük mücadelesi veriyoruz” diyor. “Bu ülkede eşit onurlu vatandaşlar olarak yaşamak istiyoruz, bizim ayrı bir devlet kurma hedefimiz yok” diyor. Bu sözlerin tamamı Hakkari'de PKK'lı gençlerin de bulunduğu salonda altı çizilerek söylendi. Hiç kimsenin itirazı olmadı. Ben kendi kendime şu soruyu soruyorum o zaman.

SORUN KÜRTLERİN YOK SAYILMASIDIR

Hangi soruyu?

"O zaman temel mesele ne?"

Cevap bulabildiniz mi bu soruya?

Evet. Sorun, geçmişte devleti yönetenlerin Kürtleri yok sayması, Kürt kimliğini inkâr etmesidir. Bakın, kişileri, kurumları, şirketleri, devletleri batıran şey, gerçeklerin inkârıdır. Yanlışları görmemek, hatalarda ısrar etmek, uyarıcılara kulak tıkamaktır. Benim ülkemde, benim insanımın ana dili Kürtçe ise Kürtçe'yi, Arapça ise Arapça'yı öğrenme ve konuşma onun doğal hakkıdır. Bunu yapmak da benim devletimin vazifesidir. Bu zenginliğimizi inkâr etmek, devleti büyütmez, küçültür, hatta batırır. Hal böyle iken biz, devleti çöküşe götürecek yanlışa nasıl duyarsız kalırız?

Bir de şu var, insanların kendi kimlikleri ile hakları ile yaşaması bu toprakların yabancı olduğu uygulamalar değil. Bakın büyük ecdadım Osmanlı'ya. Orada devletin dili Türkçe idi ama her halk kendi dilini konuşurdu. Bu bölgede yine Kürtler yaşıyordu ve Kürtçe konuşuyorlardı, Kürtçe edebiyat eserleri veriyorlardı ve 'Büyük Devlet'imin, Osmanlı'nın tebasıydılar. Bu şimdi neden inkâr ediliyor? Bundan bugün ne fayda bekleniyor? Anlayan, anlatacak olan var mı?

Peki neden olmuyor?

Artık olacak, yani bundan sonra eskisi gibi olmayacak. Kısa süre öncesine kadar yok sayılıyorlardı, yönetenler bu ülkenin gerçeklerine gözlerini kapatıyorlardı. Kürt yoktur, kart-kurt sesi vardır gibi saçmalıklarla, yalanlarla insanları aldattılar. Şimdi devleti yönetenlere gerçekten ne kadar safça inandığımızı düşünüyorum, içim acıyor. Bu inançla yetişmiş milyonlar var. Bu safhada yapılması gereken önemli iki şey var. Birincisi, Kürt kardeşlerimiz ayrı bir devlet, ayrı bir bayrak peşinde olmadıklarını, eşit, onurlu vatandaşlar olarak yaşamak istediklerini haykırıyorlar. Onların bu sesini tüm Türkiye'nin tam olarak duyması ve anlamasını sağlamak ve böylece Türklerin endişelerini gidermek.

TÜRKLER KÜRTLERİN HAKLARINI SAVUNMALI

İkincisi, Türklerin Kürt kardeşleri ile bir sorunu yok, hiç olmadı. Eğer ülkeyi bölmek, parçalamak gibi bir hedef yok ise, Kürtler elbette kendi kimlikleri ile onurlu bir şekilde yaşama hakkına sahipler ve Türk kardeşleri bu konuda onların yanındadır; bunun için silahlara sarılmanın da bir anlamı yoktur. El ele vererek insanımızı birbirine sevdirecek ve geleceği birlikte kuracağımız ortamı oluşturmak mümkündür. Türklerin bu sesini de Kürt kardeşlerimizin tam olarak duyması için çaba harcamalıyız.

Demokratik açılım bu sürece yardımcı olur mu?

Biraz önce söylemeye çalıştıklarımızın topluca ifadesi "Demokratiklesme"dir. Türkiye'nin bu yolda yürüyüşüne devam etmesi gerekiyor. Bunu tam olarak gerçekleştirmesi Türkiye'yi gerçekten büyük devlet haline getirecektir. Açılım, yanlış anlamalar ve malum sıkıntılara rağmen Türkiye'yi bu yola sokmuştur. Bu süreçte devletin ve siyasilerin yanında özellikle STK'ların daha çok devrede olması ve etkili olması gerekiyor. Son yıllarda önemli adımlar atılmış. Kürtçe TV var, Kültür Bakanlığı Ahmedi Hani'nin Mem u Zin'ini basmış. Bence Kürt sorunu çözülmesi konusunda önemli bir süreçteyiz ve hükümetin başlattığı açılıma bence özellikle Kürtler olmak üzere tüm Türkiye sahip çıkmalı. Eylemsizlik, silahların susması bu süreçte büyük fırsat. Kürt kardeşlerimizin kırılmış gönüllerini tekrar kazanma zamanı. Onlara bu acıların bu yok saymaların bir daha yaşanmayacağı yolunda güven vermeliyiz. Onlar da bizi birbirimize kırdıracak politikalara iltifat etmemeli, bizim korku ve endişelerimizi giderecek bir duruş sergilemelidirler. Bunlar hayal değil artık.

MHP'Yİ ANLAMAKTA ZORLANIYORUM

Ama MHP demokratik açılıma başından beri çok sert tepki veriyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Politikacıların konuya bakışı gerçeklerden farklı olabiliyor. Konjonktüre, tabanlarının algılarına bağlı olarak bu tip çıkışlar yapabiliyorlar. Ancak ben bu konuda MHP yöneticilerinin çıkışlarını anlamakta zorlanıyorum. Hangi parametrelere dayanarak siyaset geliştirdiğini merak edi-yorum. Ama çok iyi bildiğim bir kitle var: Gerçek ülkücüler. Bunlar farklı düşünüyorlar. Bu insanlar bin yıldır kardeş olduğu insanlarla yeniden tam bir kardeşlik kurulması için ne gerekirse onu yapmanın lazım geldiğine inanıyorlar. Hiçbir ülkücünün, hiçbir milliyetçinin, hiçbir Türkün Kürt'le bir sorunu olamaz, yoktur da. Bize düşen şey Kürt kardeşimizin incitilmiş gönlünü kazanarak, onların yaradılıştan gelen haklarını sonuna kadar kulla-nabilecekleri bir devlet düzenine ulaşarak yaraları sarmaktır. Kürt kardeşlerimizin de silaha prim vermeyerek, sivil siyasete sahip çıkarak, kendi kimlikleriyle yaşamak istediklerini tüm Türkiye'ye duyurma gayretinde olmalılar. "Kürtler ayrı devlet kuracaklar" diyerek, bölünme parçalanma endişeleri yayarak bunun üzerinden siyaset yapanlara fırsat vermemeleri gerekiyor. MHP'nin 70'li yıllarda en güçlü olduğu yerler Doğu illeri idi. Bugun neden tersi oldu? Demek ki, Kürtlerdeki MHP algısı değişti, çünkü söylem ve duruşta yanlışlıklar yapıldı. Ülke bölünecek endişesinin siyasete abartılarak taşınması, Kürt kardeşleri kucaklayacak çözümler üretilmemesi, bu ülkede çatışmalardan, kutuplaşmalardan beslenenlerin ekmeğine yağ sürdü. Türkiye'yi tarihi temeller üzerine yeniden inşa etme ülküsü ile yola çıkan MHP, statükocu çizgiye getirildi. Ama bu ilk yanlışları değil.


Ne zamandan bu yana Almanya'da yaşıyorsunuz?

1978 Aralık ayında gittim Almanya'ya.

Yani 1980 Darbesi'nden sonra değil…

Büyük çoğunluk böyle zannediyor. Yani ihtilal sonrası gittiğimizi. Beni rahmetli Alpaslan Türkeş Avrupa'daki Türk derneklerinin koordinasyonu ve federasyonlaşması sürecinde Aralık 1978'de gönderdi ve ben 1 Şubat 1979'da Avrupa Ülkücü Türk Federasyonu Genel Başkanı olarak çalışmalara başladım. 1996'ya kadar ülkeye hiç gelemedim.

Neden?

Darbe dönemi savcıları, beni 12 Eylül sonrası yurt dışına kaçan ve orada devlet aleyhine çalışmalar yapan biri olarak gösterip MHP ve ülkücülerin yargılandığı davaya dahil etti. 1983'te ülkeye dönmediğim gerekçesiyle vatandaşlıktan atıldım. 1996'da tekrar vatandaşlığa alındım ve ülkeme adım atabildim. Şimdi ise Almanya-Türkiye arasında gidip geliyorum.

1980 Darbesi öncesi çok sancılı bir süreçti sağ-sol çatışması bağlamında. 12 Eylül'den sonra hem sağdan hem de soldan liderler, önde gelenler Almanya'ya ve çeşitli Avrupa ülkelerine gittiler. Siz Almanya'da nasıl ilişki kurdunuz solcularla, muhasebe yaparak mı, dertleşerek mi, yüzleşerek mi? Nasıl?

1990'lara kadar neredeyse hiç ilişkimiz olmadı. Sovyetlerin dağılması önemliydi, bu tarihten sonra çok ciddi yakınlaşmalar oldu. Tabii ideolojik olarak takıntılı olan küçük gruplarla ilişkimiz olmadı. Ama onun dışında geçmişte karşı karşıya geldiğimiz pek çok insanla yakın olduk. Bu süreç bir yüzleşme ve muhasebe yapmak şeklinde oldu. O dönem ideolojik bir mücadelenin içine girmiştik ve aşk insani kör eder, ideolojik bakış böyle bir sey. Herkes tek doğrunun, tek haklının kendisi olduğunu savunur. Her iki taraf da idealleri için mücadele etti, ama perde arkasında birileri idealistleri birbirine kırdırarak ülkeyi ellerine geçirdiler. Biz orada geçmişten bu dersi aldık. Sağcı, solcu diye bir ayırım yok. Hepsi dostlarımız. Şimdi Avrupa'da bayrakla ve devletle sorunu olmayan tüm kuruluşlar her an bir araya geliyor ve gereken yerde dayanışma içinde olabiliyor.

Peki nasıl görünüyor Almanya'dan Türkiye?

Yurt dışında yaşayan her vicdan sahibi insan Türkiye'nin son yıllarda inanılmaz büyüdüğünü söyleyecektir. Ekonomik olarak, uluslararası saygınlık olarak, bölgesinde lider ülke olarak vs. Tabii en önemlisi Türkiye psikolojik olarak büyüme eşiğini aşmıştır. Ki bu bence bütün hepsinden daha önemlidir. Artık Türkler bulundukları ülkelerde daha saygın hale geliyor, kendisine daha fazla güveniyor.

Neden?

Çünkü her açıdan büyüyen ve yükselen bir ülkenin vatandaşları. Bu vatandaşlarımızın maneviyatının, moralinin yükselmiş olması açısından son derece önemlidir. Bütün bunların dışında, çevre ülkelere barış elini uzatan, barış yapan bir Türkiye var ki, bu insanımızı çok mutlu ediyor, başını artık daha dik tutuyor. Yaşadığı ülkelerin insanları ile daha fazla dialog, daha fazla işbirliği imkanları oluşuyor. Bunlar hep özlenen güzel seyler. Bakın kış bitiyor, bahar geliyor.


Her halükarda ben, ülkücülerin Türkiye'nin önünü açacak, ülkenin refahını ve ozgüvenini arttıracak, devleti bütün dünyada daha iyi temsil edecek çalışmalara, projelere ve siyasete destek vereceğine inanıyorum.





MHP'nin kafa karışıklığı yaşadığını söyleyen Musa Serdar Çelebi, “Ülkücü hareketin kendi terminolojisindeki milliyetçiliğin, şovenizmle, ırkçılıkla, ulusalcılıkla hiçbir ilgisi yoktur” dedi.

MHP'nin Kürt sorununa bakışı konusu dışında başka yanlışlarının olduğunu söylediniz. Nedir o?

Bence yakın dönemin en büyük yanlışını referandumda yaptı. Referandumda hayır oyu vererek, 40 yıllık ülkücü geleneğini ve varlığını inkâr etmiş oldu. Alparslan Türkeş'in kitapları ortada. Biz Alparslan Türkeş adına 12 Eylül'den sonra Avrupa'da 1982 Anayasası'na 'hayır' kampanyası yürüttük. Bu bizzat Türkeş'in görüşüydü. Türkeş 1982 Anayasası için; "Millete karşı, millet iradesini kabul etmeyen anayasadır ve sonuna kadar karşı olun" demiştir. Ülkücüler olarak bizler doğrudan millet iradesine dayanan bir Meclis ve onun iradesiyle tecelli etmiş anayasaya taraftarız. Oysa MHP, referandumda bu kapıyı açan düzenlemelere hayır demiştir. MHP 'hayır' demiştir ama ülkücüler büyük çoğunluğu referandumda 'evet' demişlerdir. MHP yönetimi bu tavrı da doğru okuyamamış, evet diyenleri partiden ihraç yoluna gitmiştir, statükoya karşı duranları adeta cezalandırmıştır. Millet iradesi üzerine ipotek koyan, milleti hiçe sayan ve kendilerine ulusalcı adını verenlerle paralel hareket etmiştir.

MİLLİYETÇİLİK ULUSALCILIK DEĞİL ÜLKÜCÜLÜKTÜR

MHP'de bu açıdan bir ayrışma var mı?

Türkiye'de hâlâ çok ciddi kavram kargaşası yaşanıyor. Bunlardan birisi "milliyetçilik". Bizim ülkücü hareketin kendi terminolojisindeki milliyetçiliğin, şovenizmle, ırkçılıkla, ulusalcılıkla hiçbir ilgisi yoktur. Bu milliyetçilik, milleti sahiplenme, ona dayanma ve onu tüm değerleriyle birlikte koruma yüceltme anlamındadır. Bu, Osmanlı'nın millet anlayışıyla ifade edilebilir. Yani sadece tek bir etnik kökene değil, aynı inanca aynı kültüre sahip farklı etnik kökenlerden insanların oluşturduğu bir birliktelik. Bizim millet anlayışımız budur. Bizim milliyetçiliğimiz, bu milletin çıkarları için çalışmak demektir. Azerbaycan'da buna "milletçi" derler, daha doğru bir tabir, yani millet için var olan demek. Oysa ulusalcılık farklıdır. Ulus, tek bir kavme mensup insanların oluşturduğu siyasi topluluğun adıdır. Hâlbuki ulusalcılığı bilerek kullananların kafasında başka bir program var. Yani orada başka etnik kimlikleri tanımayan bir anlayış var: Hepiniz Türk kanından, Türk ırkından geliyorsunuz gibi örtülü bir dayatma vardır. Oysa ülkücü hareket her zaman ırkçılığı reddetmiştir. Irkçılığı, toplumları, ülkeleri parçalayan bir hareket olarak görmüştür. İslam inancına mensup insanların ırkçı bir yaklaşımı kabul etmeleri zaten mümkün olamaz. Ama zaman içinde özellikle de MHP'de, milliyetçilik yavaş yavaş ulusalcılığa dönüştürülmüş ve ulusalcı söylemlerle yeni bir taban oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu anlayış MHP'yi küçülten bir faktördür. Büyük devlet isteyen bir ülkücünün, bunu Kürt'süz veya Arap'sız veya başka etnik kökene mensup vatandaşsız mümkün olmayacağını görmesi lazım.

Sizce görecek mi bunu?

Görmesini umalım. Ancak şu da bir gerçek ki, referandumdan sonra büyük buluşma adı altında MHP'ye katılanlara ve referandum sürecinde ayrılanlara baktığımızda umutsuz bir tablo gözümüze çarpıyor. MHP'nin yanlış biçimde sırf muhalefet olsun diye bazı şeylere karşı çıkmasını ülkücüler kabul edemez. Milletin bekasına olan şeylere destek vereceksin. Zaman zaman ben Bahçeli'den bu çıkışları görüyorum bunun devamlı ve sağlam duruş haline gelmesi gerek. Aksi halde MHP'nin kan kaybettiği ortada. Bakın şunu açık yüreklilikle ifade edeyim; Kürt sorunu konuştuğumuz zaman, bu sorunun çözülmesinde ülkücüler önemlidir ve sürece katkı vermesi önemlidir. Çünkü ülkücüler Türkiye'nin güçlenmesini büyük Türkiye'nin oluşmasını hayatlarının en büyük gayesi görmüş olan insanlardır. Bu konuda AK Parti ve MHP'nin çatışması mümkün değildir. MHP ile AK Parti'nin Türkiye'nin en önemli meselelerinde mesela yeni anayasa konusunda işbirliği yapması CHP ile yapmalarından çok daha tabii ve çok daha kolaydır.

CHP-MHP KOALİSYONU KARANLIK ÇEVRELERİN HAYALİDİR

Ama 2007'den bu yana AK Parti'ye karşı sürekli bir CHP-MHP koalisyonu isteniyor…

Bazı karanlık çevreler bunu istiyor olabilir, ama bunu istemek olmayacak duaya amin demektir. Buna en çok ülkücüler karşı çıkacaktır. MHP yöneticilerinin bir kısmı buna inanır ve böyle bir şey gerçekleştirmeye çalışırlarsa, kendi elleriyle MHP'nin sonunu hazırlamış olurlar. Ülkücüler bunu asla kabul etmez. Her halükarda ben, ülkücülerin Türkiye'nin önünü açacak, ülkenin refahını ve ozgüvenini arttıracak, devleti bütün dünyada daha iyi temsil edecek çalışmalara, projelere ve siyasete destek vereceğine inanıyorum.

MHP yöneticileriyle görüşüyor musunuz?

Kurumsal değil daha çok bireysel görüşmeler olu-yor. Benim orada cok sayıda kardeşim, arkadaşım var. Onlarla sık sık ülke meselesini konuşuyoruz. Tabanla görüşlerimizi paylaşıyoruz, diyalog içindeyiz. Ben özellikle Kürt sorunu konusundaki tespitlerimi, Kürtlerin görüş ve düşüncelerini onlara aktarıyorum.





13 yıl önce