|

Muhalefet partilerinin iktidar hedefi yok

Başbakanlık Eski Başmüşaviri Prof. Dr. Nabi Avcı, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin 12 Haziran hedefinin parti-içi iktidarlarını korumak olduğunu söyledi. Avcı; "Gerek Kemal Kılıçdaroğlu gerekse Devlet Bahçeli'nin iktidar hesabı, kendi klikleriyle birlikte parti-içi iktidarlarını sürdürmek... Yani onların hesabı, oylarını birkaç puan arttırarak parti-içi iktidarlarını sağlama almak ve korumak" olduğunu söyledi.

Murat Aksoy
00:00 - 9/05/2011 Pazartesi
Güncelleme: 01:08 - 9/05/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Muhalefet partilerinin iktidar hedefi yok
Muhalefet partilerinin iktidar hedefi yok
Seçimlere bir aydan biraz fazla süre var. Meydanlar ısındı ama heyecanlı değil. Bunun en büyük sebebi kuşkusuz seçim sonuçlarının üç aşağı beş yukarı belli olması. Bu konuda merak edilen tek şey partilerin alacakları oranlar ve milletvekili sayıları.

Geçen hafta Başbakan'ın konvoyuna dönüş yolunda yapılan saldırı ve bir polisin şehit olması Türkiye'nin gerçekten zor bir dönemde olduğunu bir kez daha gösterdi. Anladık ki istim üzerindeyiz.

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da neredeyse dokuz yıl boyunca Başbakan'a çok yakın çalışan eski Başbakanlık Başmüşaviri ve şimdi Eskişehir'den Milletvekili adayı Prof. Dr. Nabi Avcı var. Nabi Avcı çok yakından tanıdığı sokaklarda, caddelerde, meydanlarda bu kez Eskişehirlileri Meclis'te temsil etmek için dolaşıyor. Yoğun programı içinde seçim bürosunda sıkışık zamanda söyleşi yapabildik. Telefonların susmadığı, gelen gidenin eksik olmadığı büroda Avcı ile değişen Türkiye'den yeni siyasi dile, demokratikleşmeden Eskişehir'e kadar birçok şeyi konuştuk.

Her seçimde hedef öncelikle seçimi kazanmakken, AK Parti sadece 12 Haziran'ı değil 2023'ü hedef alan bir seçim beyannamesi ile halkın karşısına çıktı. Neden?

Her şeyden önce bu hedef, seçilecek parlamentonun sorumluluğunun sadece dört yılla sınırlı olmayacağını gösteriyor. Önümüzdeki dört yıl içinde yapılacak çalışmaların 2023 hedeflerini de belirleyecek çalışmalar olacağını gösteriyor. Türkiye öyle bir yerde ki, yeni Meclis'in vizyonu dört yıla değil 2023'e odaklanmalı ve ona göre çalışmalı.

2023 hedefi nedir?

Birincisi artık Türkiye'nin bugün ulaştığı sosyo-ekonomik düzey, demokratik olgunluk, demokratik kültür, dünyaya açılma gibi parametreler bir araya geldiğinde, Türkiye'nin bundan sonra, eskisi gibi idare edilemeyeceğini gösteriyor. Yani "eski hal muhal..." Dolayısıyla 2023 vurgusunun anlamı şudur: "biz artık eski Türkiye olmayacağız; olamayız".

Bu yeni Türkiye'nin en önemli ön koşulu, yeni bir anayasa. Toplumun farklı kesimlerinin taleplerini dikkate alacak, isteklerine cevap verecek bir Anayasa... Geniş katılımlı bir Anayasa... Mümkün olan en geniş katılımla, sadece Meclis içinden değil, Meclis dışı görüşleri de alan, onları da kuşatan, çok geniş bir konsensusa dayanan bir Anayasa... Söyleyecek sözü olan, bir derdi olan herkesin bir şekilde katkıda bulunabileceği bir Anayasa...

ÖN KOŞUL YENİ ANAYASA

Yapabilecek mi yeni Meclis bunu?

Şüphesiz yeni bir Anayasa hazırlamak, hiç kolay bir iş değildir. Bu, dünyanın her yerinde böyledir. Toplumun geniş kesimlerini işin içine katmak, her zaman zor olmuştur. Sabırla, bu sürece şans tanımak zorundayız. Yani çok aceleci de olmamak lazım. Şüphesiz zaman zaman bazı konularda tıkanmalar da yaşanabilir. Bunları aşmak için çok dolaylı yollar izlenebilir. Kısacası yeni Anayasa yolu, evet, engebeli bir yoldur. Ama aşılmayacak bir yol da değildir. Tedbirli bir iyimserlikle yola koyulmakta fayda var.

Siz AK Parti olarak yeni Anayasa hedefinin arkasında mısınız?

Tabii ki. Yeni Türkiye'yi kurmanın en önemli ön koşulu yeni bir Anayasa... Ancak yeniden iktidar olursak, elbette ki tek işimiz Anayasa olmayacaktır. Öncelikli hedefimiz olabilir ama tek hedefimiz değil. İktidar partisinin ekonomide, eğitimde, bilim ve teknolojide, dış politikada, güvenlikte önemli hedefleri var. Ama yeni Anayasa, Türkiye'nin demokrat geleceğini garantiye almak açısından özel bir yere sahip.

Türkiye'de 8.5 yılda ne değişti?

Hangi konuda olursa olsun, rastgele seçeceğimiz bir başlık altında 9 yıl önceki Türkiye'de durum neydi, bugünkü Türkiye'de durum ne diye alt alta yazdığımızda farkı görebiliriz. Adalette, eğitimde, ekonomide, sosyal güvenlikte, sağlıkta, ulaşımda, demokratikleşmede, sivilleşmede, dış politikada... Hangi konu başlığını seçersek seçelim, objektif ve insaflı bir değerlendirme ile, iki dönem arasındaki fark, hem görünüm hem de kantitatif olarak çok açık ortadadır.

Üstelik bunların bazılarında kantitatif göstergelere bile gerek yoktur. Mesela ulaşımda, sağlıkta durum böyledir. Çünkü bu alanlarda yaşanan değişimi vatandaş gündelik hayatında dolaysız yaşıyor. Önyargılı olmayan her vatandaş, iki dönem arasındaki farkları görebilir. Türkiye her alanda standartlarını çok yükseltti; daha da yükseltiyor.

KILIÇDAROĞLU İKTİDAR OLMAYACAĞINI BİLİYOR

Peki niye böyle yapıyor?

Bunun iki izahı olabilir. Birincisi zaten iktidar olmayacağını biliyor. Dolayısıyla bunları söylemenin maliyeti yok. Nasıl olsa kimse benden hesap sormayacak diye düşünüyor herhalde. Nasıl olsa iktidar olamayacağım; o yüzden ne kadar vaadde bulunursam o kadar iyi olur havasında.

İkincisi…

İkinci izahı ise Kemal Kılıçdaroğlu hesap bilmiyor. Yani işler bu kadar kötü ise bu kadar bol keseden vaatte bulunamazsınız.

Sizce hangisi

Bence ikisi birden... CHP hem asla iktidar olmayacağını biliyor. Bu yüzden karşılığı olmayan vaatlerde bulunmaktan kaçınmıyor. Hem de, bu vaadler paketini bile kendi içinde tutarlı bir hesaba dayandıramıyor. Gerek CHP, yani Kılıçdaroğlu; gerekse Bahçeli, 12 Haziran'a iktidar olmak için değil kendi parti-içi iktidarlarını korumak için giriyorlar.

Peki muhalefet neden her şey çok kötü diyor?

Ne diyor muhalefet partisi? Ekonominin, sağlığın, ulaşımın, herşeyin çok kötü olduğunu... Peki bunları dedikten sonra ne diyor? Olağanüstü vaatlerde bulunuyor. Herkese, her kesime, birbiriyle çelişen, hesapsız kitapsız bir sürü vaad... Sormazlar mı insana, ekonomi bu kadar kötü ise bu vaatlerin kaynağı ne, nasıl vereceksin bu paraları, kaynağın nedir?

ONLARIN İKTİDAR HEDEFİ KENDİ KOLTUKLARI

Açar mısınız biraz?

Gerek Kemal Kılıçdaroğlu gerekse Devlet Bahçeli'nin iktidar hesabı, kendi klikleriyle birlikte parti-içi iktidarlarını sürdürmek... Yani onların hesabı, oylarını birkaç puan arttırarak parti-içi iktidarlarını sağlama almak ve korumak. Bu hesapsız kitapsız vaatleri de bunu kanıtlıyor

Siyaseten Türkiye'de nasıl bir değişim var?

Sadece Türkiye'de değil bütün dünyada siyaset kabuk değiştiriyor. Sadece kabuk değil öz de değişiyor.

Özellikle Sovyetler'in dağılmasından sonra, yani reel sosyalizmin iflas etmesinden sonra, en azından sol siyasette ciddi bir kriz yaşandı. Üstüne bir de kitle iletişim araçlarının, enformasyon teknolojilerinin gelişmesi... Bunun sonucu olarak, siyasetin temel öğelerinden biri olan siyasal mesajların dolaşım hızı ve hacmi çok değişti. Biz artık siyasetten söz ederken, bırakın 50 yıl 30 yıl öncesini, onbeş yıl öncesinden bile örnek veremez durumdayız. Farklı bir dünyada, çok odaklı bir dünyada, çok mesajlı bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada, eski yöntemlerle, eski klişelerle, eski öğretilerle siyaset yapılamaz. Günümüzde siyaset, daha alçak gönüllü, daha minimalist, daha müzakereci olmak zorunda... Dünyayı kurtarıcı kof retorikler artık kitleler için inandırıcı değil. Yeni Türkiye, bu yalın insani düzlemde kuruluyor.


Atılamayanadımlarla ilgili yeni biygilermi öğreneceğiz?

Hep beraber, yaşadıkça göreceğiz. Başbakan da zaman zaman söylüyor; "Eskiden Kürt demek hapis yatma nedeniydi, bugün 24 saat Kürtçe yayın yapan yapan TV kanalı var ve bir şey olmadı". Halbuki geriye doğru gidip, "bunu neden 10 yıl önce yapmadınız" diye o dönemin siyasi sorumlularına sorduğunuzda, size kimbilir ne gerekçeler söyleyeceklerdir. Bunların bir kısmı makul da olabilir.

Ama geçmişte yapılmayan, yapılamayan şeylerin Türkiye'ye çok ağır maliyetleri olmuştur. Keşke bazı şeyler zamanında yapılsaydı. O bakımdan AK Parti döneminin en büyük başarısı, düşünülemeyecek olan bazı şeylerin yapılabileceğini göstermiş olmasıdır. Bu Türkiye'de değişimin mümkün olduğunu göstermiştir. Ciddi bir psikolojik engel aşılmıştır.

Şu anda da aynı yerde değil miyiz? Bugün yapılması gerekenler yok mu?

Elbette var. Bir kısmı herşeye rağmen yapılıyor da... Seçimlerden sonra da yapılmaya devam edecek. Ancak geçen gün Başbakan'ın konvoyuna yapılan saldırıyı da unutmayalım. Bütün bu olanlar çok tesadüfi şeyler değil. Seçime 39 gün kalmış, söylemlere bakın. BDP'lilerin, algılarını Türkiye'ye açmaları gerekiyor. Ne yazık ki daha orada değiller. Daha doğrusu, ne yazık ki hâlâ orada değiller...


Hükümet Kürt sorununu çözmek için açılım süreci başlattı. Ne düşünüyorsunuz açılım konusunda?

Türkiye'nin sorunlarının genel çözüm çerçevesinin topyekün demokratikleşme olduğunu düşünüyoruz. Yani Türkiye demokratik yolda ilerledikçe, demokrasisini derinleştirdikçe, özel ve lokal sorunlar da bir bir çözülecek. Kürtlerin sorunu da, Alevilerin sorunları da, Sünnilerin sorunu da... Bunlar eşzamanlı, senkronize çözülecek sorunlar. Bunlar arasında bir hiyerarşi, bir öncelik sıralamamız yok. Kürtlerin sorununu, belli bir etnik kimlik tanımı altına sıkıştırmadan, topyekün demokratikleşme sürecinin parçası olarak görüyoruz. Bu sorun, Türkiye'nin bütüncül demokratikleşme sorunundan bağımsız ele alınamaz. Ondan bağımsız çözülemez.

Dolayısıyla BDP'nin veya başka siyasal örgütlerin "Kürt sorunu" başlığı altında topladıkları sorunların çözümü, Türkiye'nin genel demokratikleşme mücadelesinden bağımsız değildir.

Demokratik açılımı da bu çerçevede mi görüyorsunuz?

Evet. Üstelik biz sık sık BDP ve önceki partilerine hep şu çağrıyı yaptık: Türkiye partisi olun! Kendinizi bir bölge ile, bir etnisite ile sınırlamayın. Sorunun çözümüne katkıda bulunmanızın yolu Türkiye'nin farklı sorunlarına sahip çıkmanız ve Türkiyelileşmeniz... Salt bir kimliği ya da bir sorunu merkez alan partilerin, hareketlerin, siyasal çabaların sonuçsuz kalması kaçınılmaz.

YENİ ŞEYLER GÖRECEĞİZ

Demokratik açılımla birlikte bazı adımlar atıldı. Neden daha önce yapılmadı bunlar?

Geçtiğimiz 8,5 yıl, hiç durgun bir dönem değildi. Hem içerde hem dışarıda pek çok şeyin yaşandığı dönem oldu. Bazı şeyleri biz daha önce yapmak istedik ama yapamadık. Bunların nedenleri var tabii. Kolay değil.

Neyin ne kadar yapılabileceğini gördünüz bir anlamda. Peki neler oldu mesela, neleri yapmak isteyip yapamadınız?

Onları bir çırpıda anlatmak zor. Bir kısmının hikayesi uzun. Bir kısmı da zamanı gelince ortaya çıkacak. Ama sizin kullandığınız tabir yerinde: Neyin, ne kadar yapılabildiği meselesi... Neyin, neden, ne kadar yapılamadığı, niçin yapılamadığı ve önümüzdeki dönemde bunların nasıl yapılabileceği... Bunların çoğunu inşallah yeni dönemde yapacağız.


8 yıl perde gerisinde kaldıktan sonra şimdi perdenin önüne çıkıyorsunuz. Neden?

Her makamın veya mevkiinin kendine göre icapları var. 8,5 yıl boyunca Başbakan Başmüşaviri olarak birtakım görevler yaptık. Türkiye değişirken biz de değiştik; fonksiyonlarımız da değişti. Yeni dönemde eski fonksiyonumuzla değil yeni fonksiyonumuzla görev almamız gerekiyormuş.

Siz mi tercih ettiniz adaylığı?

Eğer Başbakan'ın çok yakınında çalışan biri iseniz, bazı kararları tek başına almamanız gerektiğini bilirsiniz. Benim için de böyle... Konumum gereği adaylığa kendi başıma karar vermem söz konusu değil. Bir de şöyle derler Ankara'da: "Efendim ben aslında düşünmüyordum ama Başbakan çok ısrar etti," falan... Böyle bir şey de söz konusu değil. Benim adaylığım karşılıklı istişare ile oldu.

Eskişehir'e gelelim. Ne vaat ediyorsunuz bu şehre?

Eskişehir'i Türkiye'nin genelinden soyutlamak mümkün değil. AK Parti'nin 2023 vizyonu Eskişehir'e birebir uyuyor. Eğitim için, sağlık için, bilim için, sanayi için, ulaşım için çizilen vizyonun hepsi Eskişehir'e birebir uygun. Bu açıdan Eskişehir Türkiye'nin prototipidir. Türkiye nasıl bölgesinin yükselen yıldızı ise, Eskişehir de bölgesinin yükselen yıldızıdır.

Ne yazık ki bu potansiyel son yıllarda yeterince kullanılamamıştır. Bunun bir nedeni de şehrin siyasi aktörlerinin birbiriyle uyumlu çalışamamasıdır. Geçmişte bu aktörler arasında psikolojik gerilimler yaşanmış ve bunlar da şehrin yararına olabilecek projelerin gelişmesini ya engellemiş ya da geciktirmiş. Bu durumu hızla aşmak ve Eskişehir için ortak akıl üretmek durumundayız.

Somut neler hedefliyorsunuz?

Eskişehir'in dinamikleri size yapmanız gerekenleri zaten dayatıyor. Mesela bir eğitim kenti olarak kendini dayatan proje 'Yüksek Teknoloji Üniverstesi'dir. Bunu inşallah gerçekleştireceğiz. Yüksek Hızlı Tren, sadece Ankara-Eskişehir arasını bir saat onbeş dakikaya indirmedi; aradaki çok katmanlı etkileşimi temelinden donüştürdü, dönüştürüyor. Ayni şey, Konya-Ankara, Eskişehir-Istanbul arasında da olacak...

Yine Eskişehir son yıllarda turizm alanında kendi dinamiklerini keşfetmiştir. Mesela Odunpazarı Evleri restore edilerek şehre kazandırılmıştır. Ama yeterli değildir. Çünkü o bölge aynı zamanda doğal bir film platosudur. Son yıllarda ciddi bir sektör olan TV dizileri için de burası doğal bir platodur. Türk televizyon dizilerine yönelik dış talebi düşündüğünüzde, burası sadece iç turizm için değil, dış turizm için de kullanılabilir. Tarımda aynı şekilde çok ciddi bir potansiyel sözkonusu... Öte yandan, Eskişehir gerek sınai, gerekse beşeri altyapısı itibariyle, katma değeri yüksek yazılım ve elektronik sanayii için; savunma sanayii için de çok uygun koşullara sahip. Bunlarla ilgili olarak da, özellikle eğitimli genç nüfusa geniş istihdam imkânı sağlayacak projeler üzerinde çalışıyoruz.



13 yıl önce