Her çatışma aynı zamanda bir karşılaşma, yakınlaşma demektir ve içinde fırsatları da barındırır.
Temassızlık ise yok saymaktır.
Var olanı yok saymak potansiyel sorun alanları inşa etmekten başka bir anlama gelmez.
Tanımadığınız, yok saydığınız, değersizleştirdiğiniz, ötekileştirdiğiniz insan, zaman, mekan, düşünce, inanç size “düşman” olarak döner.
Uzaklıklar “korku ve savunma” merkezli düşmanlık duygularını besler, büyütür, geliştirir ve hayata geçirir. Orada yaşamak için öldürürsünüz. Öldürmek asla bir kabiliyet değil, çaresizlik ve yenilgi halidir.
Yakınlık ise, farklılıklara rağmen bazen tahammül göstererek bazen de hoşlanarak birlikte yaşamaya kapı açar.
Birliktelik hukuk oluşturur, birliktelik sorumluluk oluşturur, birliktelik yeni sorunlar oluşturur ama hiçbiri öldürücü, çözümsüz değildir. Bu durum hem bizi hem de kabiliyetlerimizi geliştirir, en iyisi de sorun çözme kabiliyetimizi gelişir.
Anlamak iyidir, anlamaya çalışmak iyidir. Anlaşılmamızı kolaylaştırmak da iyidir. İyiliği hem kendimize hem de başkalarına yapmak da iyidir…
Sosyolog Nilüfer Göle, Modern Mahrem, Melez Desenler, İslam'ın Kamusal Yüzü ile yaptığını İç İçe Girişler: İslam ve Avrupa çalışması ile bir kere daha yaptı; anlamaya, anlamayı kolaylaştırmaya çalıştı…
Türkiye üzerinden bakalım, Batıdan uzaklaşma değil, batıyla tekrar tekrar karşılaşma yaşanıyor. Batı dışı modernlikte referans yine batı, fakat bu modernlik okumalarında farklılık var, kendi tarihimizden, kültürel havzamızdan da besleniyor. Yani batının kötü bir taklidi olmanın ötesinde yaratıcı bir yanı da var. Laikliği bile böyle düşünebiliriz, Fransa'dan esinlenmesine rağmen Müslüman bir ülkede farklı bir aksan, farklı bir renk, farklı bir yüz, özellikle de kadın yüzü kazanabiliyor. Biz bunu çok zaman görmedik, elimizde hep batı aynası vardı, kendimize eksiklik hipotezi üzerinden baktık.
İç içe geçişler var. Bu dönüşüm aslında Türkiye'nin kendi dönüşümü oldu. Türkiye'nin Avrupa topluluğuna üyelik süreci bunu da beraberinde getirdi.
Fransa'da Batıdan çok Türkiye ve İslam meselesi ile karşılaştım. Eskiden batıya doğru gittikçe doğudan uzaklaştığımızı düşünüyorduk, şimdi batıya doğru gittikçe doğu ile karşılaşıyoruz. O zaman ister istemez düşüncemi, ufkumu buna ayarlamak zorunda kaldım. Ben Avrupa üzerin çalışma yapmıyordum, ama ister istemez İslam kapısından ve Türkiye kapısından Avrupa meselesine girmeye ve Avrupa'yı Türkiye ve İslam aynasında okumaya başladım.
Makasların daralması yaklaşımı doğru bir gözlem, çünkü hem birbirine yaklaştılar, hem de çatışma noktaları daha fazla artı. Kavuşmalar ve yakınlaşmalar var. Biz Avrupa'ya yaklaşmakla birlikte kendi sorunlarımızın tanımını farklı yapar olduk. Farklı bir şekilde kendimizin farkına varmaya başladık. Bu aleyhimize olmadı, kendimize güvenimiz giderek artıyor. Avrupa ise son on yılda kendi içindeki İslam'ın farkına varmaya başladı. Farklılıkların farkına varmak o kadar kolay bir süreç değil.
Tezat var, Türkiye hem müzakerelere devam ediyor hem de pek istenilir bir durumda değil. Avrupalılar, aramızda aşk yok, sizinle zoraki evlilik yapmak istemiyoruz diyorlar. Eskiden Türkiye'ye, hayır dersek şeriatı mı gider, darbeye mi gider diye bakılıyordu. Şimdi Türkiye ikisine de gitmiyor. Avrupa'nın da “ders veren” konumu zayıflıyor.
Eskiye nazaran evet ama bu sorunsuz bir ülke demek değil bu. Bugün Türkiye'nin kendi içindeki tecrübede barışçıl yolları, çoğulculuğu, hatta laik ve İslam arasındaki çatışmanın biri ya da ötekisi değil, ikisi ile birlikte olabilirliliğini gösterme durumu ve potansiyeli dünyada Türkiye'ye çok önemli bir rol veriyor. Türkiye yaşadığı bu tecrübeyi tamamlarsa, netleştirebilirse hem Müslüman ülkelere hem de Avrupa'ya “yeni bir şekilde düşünme” fırsatı verir.
Böyle gözükmeye başlamadı ama bu yönde analizler yeni yeni başladı. Unutmayın ki Türkiye'deki süreç hem çok karmaşık hem de tam olarak rayına oturmuş değil. Daha geçen yaz iktidar partisi kapatılabiliyordu, darbe yapılabiliyordu… Tam oldu derken bambaşka bir makasa geçebiliyor.
Evet, ayna zamanda da modern dünyanın çağdaşı haline geliyor.
Böyle bir his var. Öteki ağırlıklı bir sözcük tahammül. Batılılar “Burası yabancıların istilasına uğramaya başladı, biz artık kendimizi evimizde hissetmiyoruz” sözünü çok tekrarlıyorlar.
Bu gerçek bir korku. Göçmenler batıda farklılıklarını göstermekten de keyif alır duruma geldiler. Batı açısından bugün göçmenlerin İslamileşmesi meselesi var. Geldikleri ülkeler üzerinden değil, din üzerinden bir tanımlama var. Türk işçileri yerine artık Müslümanlar deniyor. Bu sadece algılama meselesi değil, çoğunda Müslümanlığını öne çıkarma durumu var. Bu da gösteriyor ki İslam bir Avrupa meselesi haline geldi.
Sorun değil de yaşanması gereken bir süreç, karşılıklı farkındalık oluşturma. Aynı mekanları, aynı ülkeyi, bazen aynı projeyi paylaşıyoruz ama her zaman aynı değerleri paylaşmıyoruz. Bir değerler çatışmasının varolduğu gerçek. Örtü bunu kristalize etti, simgesi haline geldi. Hem kadın erkek eşitliği olsun hem de Avrupa'nın demokratik değerleri olsun cinsellik üzerinden tanımlanmaya başlandı. Yani Avrupalılar ve Müslümanlar birbirlerinin tolerans eşiğini deniyorlar.
Şu anda yaşıyorlar...
Evet, üçüncü durum denebilir. Avrupa biraz kendi saf kimliğinden vazgeçmek zorunda. Müslümanlarda öyle. İki tarafta metamorfozu kabul etiğinde bu olacak, zaten saf kimliğinizle kalamazsınız, süreç bunu gösteriyor. Türkiye'de Müslümanların karşılaştıkları, tartıştıkları konular ve sorular ile Avrupa'daki Müslüman Türklerin karşılaştıkları, tartıştıkları sorular aynı değil. Müslüman olmayan bir erkeğe aşık olan kızın durumu ne olacak sorusundan tutun da minarelerin boyuna kadar hararetli tartışmalar var. Bazı yerlerde camilerin minaresiz yapılması isteniyor, yani Müslümanlığın görünürlülüğü tartışılıyor. Müslümanlık artık Avrupa renklerini de alıyor.
Karşılıklı etkileşim ve karşılıklı dönüşüm yaşanıyor ama Avrupa buna Müslümanlardan daha çok direniyor. Çünkü Avrupa'nın istediği tamamen bizim gibi olun…
Tam bu nokta. Bizim burada olan ebrulaşma, melezleşme öyle kolay olmuyor. Yani o iç içe geçişlerde biraz da şiddet var. Batı da giderek provokasyon sınırını yükseltiyor. Karşılıklı bir zıtlaşma, iktidar ilişkisi var. Şiddet olayını anlamadan bu süreci çok kültürlülük bağlamında alamayacağımız bir olay.
O noktayı aştı. Müslümanlar, İslam Avrupa'nın meselesi ve Avrupa'nın da değerlerinin tartışıldığı bir yere geldi… Avrupa'nın kendisi değişiyor.
Okunması gerekir ama bu şunu gerektiriyor; biz kendi deneyimlerimizi, tarihimizi batının aynasında okuma yeteneğini ve yetkisini uzun yıllar önce kazandık. Batıyı da bilmek… Bunun tersi Batı için çok zor. Örneğin örtü tartışması çıktığında “bizde de oldu” dediğinizde anlamak, öğrenmek için dönüp bakamıyorlar, biraz gururlarına dokunuyor. Onlar üstün olduklarına inanıyorlar ve İslam arkadan geliyor. Yani geri kalmışlık paradigmasını sürdürmek istiyorlar. Benim çağdaş oluyoruz demem rahatsız edici. Yani aynı dönemde yaşıyoruz, aynı çağın içindeyiz, aynı mekanı paylaşıyoruz, artık geri kalmışlık paradigması yok. Müslümanlar farklı istemlerle farklı kültürel bir modernite ile çıkıyorlar.
Bunu kendisine meydan okuma, geriye gitme, haklarının elinden alınması gibi görüyor. Haklarımızı yeni aldık, batılı kadın kilise baskısından, dinsellikten kendisini daha yeni kurtardı, şimdi karşımıza yine dinsellik geliyor kadını baskı altına alacak deniyor. Eşcinsel hakları ne olacak deniyor. Bizdeki cumhuriyet tartışmalarına benzer “bizi geriye götürecekler” korkusu var.
Obama'nın Türkiye'yi önemsemesi Avrupa'yı rahatsız etti. Fakat burada çok önemli bir değişim var, eskiden Türkiye'nin konumunu Amerika belirliyordu, halbuki şimdi Obama'nın destek verdiği konuma Türkiye kendiliğinden, hatta Amerika'ya rağmen ve karşı olarak geldi. Tezkere sonrası tarihsel bir dönüm noktasıdır. Biz korkuyorduk ama o otonomi Türkiye'ye yaradı. Bush Amerikası değişti, Obama'nın gözünde Türkiye değer kazandı. Türkiye'yi istemeyen bir Avrupa var ama Avrupa da aynı kalmayabilir, değişebilir. Amerika'daki İslam meselesi dışarıdaki ötekiydi, Avrupa'da içerideki öteki. Türkiye ise aday ülke olarak Avrupa'nın kimliğini sorguladı. Bu güne kadar böyle bir tartışma yoktu. Sınırlar tartışılıyor; medeniyet sınırları nerede başlayacak, farklılık nedir, biz Türkiye'yi alırsak hala Avrupalı olur muyuz, Türkiye'ye evet demek tarihi belleğimize inkar mı olur, Viyana kuşatmasını unutacak mıyız... Türkiye Avrupa için bir test oldu.
Dosya meselesi olmaktan çıktı, Avrupa'nın kendi kendini tanıma meselesi oldu. Avrupa Türkiye tartışması üzerinden yeni bir değerler sistemine doğru evriliyor. Türkiye'nin ödevlerini yapmasından öte Avrupa'nın kendisine nasıl bir kimlik oluşturacağı belirleyicidir. Avrupa, kimliğini Türkiye adaylığı karşısındaki duruşuyla belirlemeye başladı. Avrupa'da Türkiye adaylığı onun kendini sorgulaması için bir sebebiyet verdi, bir ateşleme yaptı. Burada İslam edilgen değil, aktif bir faktördür. Avrupa'nın bundan sonraki kuruculuğunda dinin rolü çok önemli olmaya başladı.
Topyekun İslam diye bir şey olmaz, oradaki Müslümanların Avrupa ile İslam arasındaki ilişkiyi nasıl mezcedecekleri belirleyicidir. Herkesi bir araya getirebilecek bir alanı, mekanı, projeyi hayal etmek gerekiyor ama bu Avrupa'nın İslam'ı tanıması değil, ikisi için ortak bir mekanı, kültürel havzayı yeniden düşünebilmek olur. Örneğin camilerin sadece ibadet yeri değil, aynı zamanda kamusal alana ait, çevreye uyum sağlayıcı, birleştirici, yaşam alanlarıyla çok amaçlı inşa edilmesi önemlidir. Müslümanlar artık cami estetiğine, şeffaflığa bile önem veriyorlar, camileri batılı için de şüphe edilen yerler olmaktan çıkarıp korkulan değil, beğenilen yer olmasını istiyorlar. Önemli olan bu tür ortak mekanları, ortak dilleri yaratabilmek.
Bizim kimlikten gelen bir aidiyetimiz yok Avrupa'ya. Ama Avrupa aynı zamanda bir proje olduğu için bizim de Avrupalı olma projemiz var, yani sonradan mensup olabiliriz.
Hala öyle düşünüyorum. Obama'nın bile Türkiye'ye değer biçti; Çünkü Türkiye Müslüman kimliği ile barıştığı için Avrupalı ve dünyalı da olabilme potansiyeli taşıyor. Türkiye Müslüman kimliği ile kavgalı olsaydı örnek olarak konuşulmazdı. Ben Türkiye'nin farklı kültürel kodlar arasında tercümanlık ettiğini düşünüyorum. Kendi içindeki kültürel kodları da tercüme etmeye, harmanlamaya devam ediyor. Bakın Şakirin Camii somut bir örnektir… Camiye kadın eli değdi, Anadolu Müslümanlığı ile seçkin kentlinin buluşması… Cami kadınlara da açıldı bir anlamda…
Konuşulmaya başlandı zaten…
Avrupa kamusal alanının en korkulu heyecan verici konuları, hep İslam etrafında toplanmaya başladı. Bu bana çok heyecan veriyor ama onlara değil. Avrupa ülkeleri İslam'ın varlığını kendi bünyelerinde yaşıyorlar ve bir arada yaşama ve anlama sorunu ile yüzyüze gelmiş haldeler. Bu yakınlık Avrupa'nın can alıcı sorunlarından birisidir. Bu durum durağanlaşmış Avrupa'yı canlandırdı, yeni Avrupa bu. Avrupa kamusal alanını oluşturucu gücü var artık. Çatışma bile bir yakınlaşmayı getiriyor. Bu çatışmada, bellek, mekan ve cinsiyet önemlidir ve hepsinin de kavgası vardır.
Ben Avrupa'nın ötekisi yerine öteki Avrupa diyorum. Göçmenlerin ve Müslümanların Avrupa'nın öteki olma duruma var, fakat aynı zamanda öteki Avrupa'yı yaratma durumlarını daha güçlü görüyorum. Benim hipotezim öteki Avrupa eski Avrupa'yı ateşliyor.
Tartışmaların anahtar kavramı.
Mahrem. Mahremi modernlik içinde hatırlatmak… Modernlik mahremiyete karşı çalışan bir dinamik. Tezat… Hem modern hem mahrem, ya da ne modern ne de mahrem de diyebiliriz. Bugünkü oluşum, ne geleneksel Ortodoks İslam ne modern batılı kadın…
Çok yol aldık, yeni sorunlar karşımıza çıkıyor ama çok önemli bir bilinç kazandık… Bakın darbenin bile dili değişti, yargı darbesi diyoruz…
CHP durağan. Muhafazakarlık asla bu kadar durağan olamaz. Muhafazakarlık kelimesine kötü anlam yüklememek lazım, CHP için tutucu denebilir.
Kemalizm, 60 darbesiyle birlikte, ilericilik ve askerî söylemin birleşiminden oluşuyor. Bugünkü sıkışmamızın altında da 60 darbesiyle hâlâ hesaplaşamamak yatıyor. Kemalizm, geleneklerden koptu, ara kurumları yok etti ve toplumun etiyle kemiğini ayırdı. Kemalizm değil ama Atatürkçülük çıtayı yükselten bir ortak değer olabilir toplum için. Muhafazakâr kesim, bugün dünyaya daha açıkken, Kemalistler sınırları yükseltiyorlar. Gelenekçi imam kazandı, ilerici öğretmen kaybetti gibi bir zıtlık yok. İmamın kızı öğretmen olmak istiyor; ama başörtüsüyle, mesele de bundan çıkıyor... “Mahremiyeti olmayan modernite olamaz” gerçeğini anlamamız lazım. Her dine yönelen gerici olmadığı gibi her Atatürkçü'de Kemalist değil. Atatürkçülük toplumsallaşıyor. Dilerim bu toplumsallaşma daha çok sivilleşmeyi getirir.
AKP'yi devlet adamı olmaya zorluyor. Yani devletin İslamileşmesinden çok AKP'nin devletleşmesinden, devlet adabına uyum sağlamasından söz edebiliriz. Türkiye'nin asıl meselesi din değil, karşılıklı saygı alanlarının nerede olacağıdır. Türkiye'de insanlar özgürlükleri nasıl kullanacaklarını pek bilmiyorlar, her şeyi hoyratça tüketen bir toplumuz, henüz olgunlaşamadık… Edep, haya ve huzur nerede kaldı. Eskiden bir lokma bir hırka ruhunu eleştirirdik, şimdi arar olduk.
Fethullah Hoca hareketi İslami ama İslamcı değil. İslamı siyasallaştırmıyor, onlar bugünkü seküler dünyanın içine nüfuz ediyor, rahatlıkla giriyor, çatışmaya girmeden… Muhafazakâr ve dindar bir hareket, Türk okullarıyla birlikte, dünyaya en açık, küresellemeyi kendine mekan edinen bir hareket olmaya başladı.
Dindarlara atfettiğimiz çekingenlik ve edilgenlik yok. Gülen cemaati sanki seccadesini her yere seriveriyor. Seccadeyi dünya haritası yapmışlar.
Müslümanlıklarını görünür kılmak gibi bir politikaları yok, müminliği daha bireysel, yaşıyorlar ve hizmete dönüştürüyorlar. Orada iman kimliğe değil hizmete dönüşüyor. İslamcılıkta ise iman kimliğe dönüşüyor, siyasallaşıyor. Gülen hareketi modernist değil ama çağın içinde. Ama çağın liberal şeffaf birey anlayışıyla ters düşüyor.
İslam'ın yaşatılması, dini mirası daha güçlü ve daha temiz bir şekilde devam ettirme, gelecek nesillere aktarma duygusu… Onlar İslam'ı çağın dışında tutarak değil, tersine çağ ile iç içe girdikçe daha çok yaşama imkanı bulacağına inanıyorlar. Ama tabii çağın, temas halinde oldukları farklı milletlerin, kavimlerin, dinlerin ve mesleklerin de hareketin kendisini dönüştürmekte olduğu unutulmamalı.
Yeni bir tür… muhafazakarlık. Nefsin terbiyesi ve iman esas, adanmışlık ruhu çok belirgin… Hiyerarşiler önemli. Çoğunlukla erkek hareketi gibi…