|

Orhan Pamuk: ABD'de 10 dolara yaşıyordum (2)

"'Ne iş yapıyorsun' diyenlere 'Hiçbir şey, evde roman yazıyorum' demek kolay değildi. İlk kitabımı 4 yıl bastıramadım. 'Git bir baltaya sap ol' lafı bana çok söylendi. Yılmadım, gemileri yaktım ve yazar oldum"

Mehmet Gündem
00:00 - 24/12/2006 Pazar
Güncelleme: 22:56 - 23/12/2006 Cumartesi
Yeni Şafak
Orhan Pamuk: ABD'de 10 dolara yaşıyordum (2)
Orhan Pamuk: ABD'de 10 dolara yaşıyordum (2)
İlk kitabınızı 4 yıl yayınlayamadınız. Yaş otuzken sizi görenler "Aaa sen Gündüz'ün oğlu musun? Ne yapıyorsun şimdi?" diye sorduklarında cevap verebiliyor muydunuz?

“Hiçbir şey, evde roman yazıyorum" demek elbette kolay değildi. "Hiç bir baltaya sap olamama" lafı benim için büyükler tarafından çok kullanılmıştır. Annem 'Baltaya sap ol, git bir yerde para kazan' diyordu. Bu konuda çok acılarım var ama anlatmam herhalde. 22–30 yaş arası durmadan, günde 10 saat roman yazdım. Romanlarımı yayınlamıyorlardı. Çevrem de yavaş yavaş delirdiğime hükmediyor ve bunu bana inandırmaya çalışıyordu. 'Mühendis olacakken tahsili bıraktı, roman diye bir şeyler yazıyor. Hatta onlar ödül de alıyor, fakat yayınlanmıyor.' Bu benim en sıkıntılı dönemimdir.


YAZARLIK YOLUNDA ÇOK ZORLUKLAR ÇEKTİM
Bu kadar frenlenen bir insan nasıl oldu da yazarlık yolundan dönmedi?

Ben gemileri yaktığım için baskılara boyun eğmedim. Mimarlık okudum bıraktım, gazetecilik okudum ama askerliği ertelemek için. Gündüz çalışıp akşamları roman yazarım dememek için böyle yaptım. Yazarlık yolunda çok zorluklar çekeceğimi biliyordum, kendime yazar dedirtmek için yaktım gemileri. Benim çocukluğum o malın satılması, bu malın satılması, babaannemin ağlaması ve fakir düşme hikâyelerinin arasında geçti. Nitekim babam da işte böyle özel girişimci müteahhitlikten bir yöneticiye evrildi, sonra Paris'te yaşadı. Aile içi huzursuzluklar hiç istemediğim şeylerdi ama oldu.

Romanlarınızı yazarken acı çektiğiniz de olur mu?

Hayır, düşünerek, planlayarak yazarım. Ama romancının hayatında çektiği acıları hatırlama ihtiyacı var. Roman sanatı insanoğlunun büyük buluşlarından biridir. Çünkü kendi çektiğimiz acıya bakarak başkasının acısını anlamak insanoğlunun en büyük hasletlerinden biridir. Kendimizi başkasının yerine koyma yeteneği… İyi bir romancı kendini başkasının yerine koyabilmeli. Biz erkek yazar bir kadını anlamalı, kendini onun yerine koyabilmeli ki, yazdıkları inandırıcı olsun. Roman yazarken öyle sahneler gelir ki karakterin tıkandığı olur. O anda "ben olsam ne yapardım" diye kendime sorarım, yaşadıklarıma müracaat ederim.

Romanın sonuçları sizi ne kadar ilgilendiriyor?

Okurun romanı ve beni anlaması, beğenmesi ilgilendirir beni. Roman yaşadığınız hayattan bir dilim kesmek ve bu dilimin anlamlı olduğunu söylemektir. İnsanlığınız başkalarıyla paylaşabilme zevki çok büyük bir zevktir.

Karakterin acı çekmesinden etkilenir misiniz?

Etkilenirim. Karakterin fazla mutsuz olduğunu, fazla ezildiğini gördüğümde -ya da tersi- onu ortaya doğru çekerim. Romancılık yalnızca ilginç karakterler değil, okurun da kendini özdeşleştirebileceği karakterlerle olur.

Kitaplarınız ve siz büyük reklam kampanyalarıyla sunuldunuz...

O düzeyde reklamı yapılan yazarların birincisiyim.

Pazarlanmayı sorun görmüyorsunuz…

Bu ayıp bir şey değil, dünyanın her yerinde kitaplara tanıtım yapılıyor. "Bunlar kapitalist işi, kitaplara böyle reklam olmaz" diye dirençle karşılaştım. Ama ben bunların yapılmasını doğru buluyorum. Hem az kitap okunuyor diye şikâyet edeceğim, hem de reklam yapılmasından…


AMERİKA'DA GÜNDE 10 DOLARA YAŞIYORDUM
Yazarlıktan ne zaman para kazanmaya başladınız?

1985'te Amerika'ya gittim, günde 10 dolara yaşıyordum. Bu 10 doların yarısını Erdal Öz kitaplarımın telifinden gönderiyordu. İlk on yılda ancak kitaplardan gelen parayla günü bile kurtaramadım, aile gelirleriyle idare ettim. Ondan sonraki on yılda günü kurtaracak kadar para kazanıyordum kitaplarımdan. 1994'te Yeni Hayat çıktı 200 bin sattı. Ondan sonra yazarlıktan geçinmeye başladım.

Kitapların adını siz mi koyuyorsunuz?

Bütün kitaplarımın adını ben koydum. Eskiden çok zorlanıyordum, kitap bitmiş, adını koyamadığım için baskısı gecikiyor, bekliyordu. Son zamanlarda ad koyma konusunda talihliyim. Artık kitap bitmeden adını koyabiliyorum.


KİTAPLARIMIN ÇOK SATMASI BAŞKA YAZARLARA PROBLEM OLABİLİYOR
Kitabının çok satması ve çok para kazanman… Bunu bireysel mutluluk ve toplumsal mutsuzluk açısından problem görür müsün?

"Ne iş yapıyorsun?" sorusuna "Yazarım" dediğinde "Neyle geçiniyorsun?" diye bin kişinin sorduğu bir ülkede kitabın satması problem mi olur. Kitaplarımın satması benim için asla problem olmamıştır ama başka yazarlara problem oluyor.

Kendinizle ilgili sorulara cevap verirken çekingenlik öne çıkıyor…

Medyadan birazcık korkmuşum. Bir lafınızı alıp başından sonundan bir iki cümleyi de değiştirerek manşet haline getiriyorlar. Siz o lafı tam söylememişsiniz. Ona benzer bir şey metinde var ama konuşmanın ruhu o başlık değil. Bu çok sık yapılıyor. Yazarın ağzından onu zor durumda bırakacak çarpıcı bir iki laf almak ve manşete çekmek geleneği ne yazık ki yerleşti. Röportaj yaparken ben şimdi bunları da kolluyorum. Bu güzel bir şey değil.

7 yaşından 22'ye kadar resim yapmışsınız. Yazıya geçince resimden koptunuz mu?

Resmi renklerle yapmıyorum. Ressam olmak renklerle çalışmak demektir. Öteki çizmektir. Çizmeye hâlâ devam ediyorum. Lokanta da ya da bir toplantıda, kayıt ya da peçete bulduğumda elim kendiliğinden resim yapmaya başlıyor. Geçenlerde Amerika'da bir lokantaya gitmiştim. Farkında değilim, orada kâğıt örtüye bir şeyler çizmişim, ertesi gün imza gününe getirdiler. Renk yok, çiziyorum.


Ödül, hayatımın yüzeysel ayrıntılarını kolaylaştırdı
Yani yazıda var olmayı tercih ettiniz…

Ödül alırken de söyledim; Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir âlem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir. Onları elleyerek, birbirleriyle ilişkilerini hissederek, bazen uzaktan bakıp seyrederek, bazen parmaklarımızla ve kalemimizin ucuyla sanki onları okşayarak ve ağırlıklarını tartarak kelimeleri yerleştire yerleştire, yıllarca inatla, sabırla ve umutla yeni dünyalar kurarız. Türkçe'deki o güzel deyiş, iğneyle kuyu kazmak bana sanki yazarlar için söylenmiş gibi gelir.

Ödülden dolayı devlete vergi verdiniz mi?

Sordum soruşturdum vergi tahakkuk ediyormuş, ama ne vergi vereceğimi ben de bilmiyorum.

Nobel'in iç dünyanızdaki ilk etkisi ne oldu?

Nobel'i aldığımı öğrendiğim günün sabahı derinden bir sevinç yaşadım. Ama kafam da karışıktı. Unutamadığım bir an var. Yayınevinin kapısından girerken on kişi kolumdan beni farklı farklı yerlere çekiştiriyordu. Ama o günler geçtikten sonra, şimdi oturup düşündüğümde Nobel'in hayatımın yüzeysel ayrıntılarını çok kolaylaştırdığını kabul edebilirim. Herkes bana gülümsüyor, aşırı kibar, saygılı ve tatlı davranıyor. İnsan bir süre sonra kendini bir prens ya da şehzade gibi hissediyor. Ben de keşke bu ödülü doğduktan iki hafta sonra verselerdi diye düşündüm... O zaman hayatımın hepsi bu tatlı rahatlıkla, bu duyguyla geçerdi.

Ün yazarı öldürür mü?

Bilmiyorum. Ünlüydüm, biraz daha ünlü oldum. Ama ben değişmeyeceğim, şımarmayacağım. Daha çok çalışacağım. Ün hayatı biraz zorlaştırıyor, yoğunluğu artırıyor. Benim şimdi bu yoğunluktan kurtulmam lazım.

Kendinizi nereye ait-yakın hissediyorsunuz, Doğu'ya mı, Batı'ya mı?

Doğu'da olduğum belli değil mi… Dünyanın neresinde olursa olsun, ister Doğu'da ister Batı'da, cemaatlerinden kopup kendilerini kitaplarla bir odaya kapatan yazarlar geleneğinin bir parçası olarak görmek isterim kendimi. Benim için hakiki edebiyatın başladığı yer kitaplarla kendini bir odaya kapatan adamdır.


17 yıl önce