Hayatı aldanmışlıklarla dolu insanın. Ontolojik çözümlemesi netleşmemiş varolma biçimleri açısından hayat, doğum ile ölüm arasında başlayıp biten bir 'zaman'dan ibaret. Sahip olabildiği eşya üzerinden tanımlanmak ve kendine 'değer' biçmek gibi 'kendi bütünlüğüne' yabancı duruyor aldanmışlar. Hayatı akıp giden bir 'zaman'dan ibaret gören sığ hayatlar, kimi zaman eşyanın arkasına sığınarak, kimi zamanda onun üstüne basarak 'varlık' izlenimi vermeye çalışıyorlar. İnsan, kendi bedenine, eşyaya ve bir zamana sığmayacak kadar potansiyeli olan, zengin bir varlık. Başı boş bırakılmış ve kendi başına varlık değil. İnsan için varolmak sorumlulukla yol almak demektir. Hayat yaşadığımızdan başka bir şey, ama hayat bildiğimiz gibi, bildirildiği gibi. İnsanın başına ne geliyorsa, aldanmışlığından, mahiyetindeki sırlara
duyarsızlığından,benliğine, düşüncelerine, duygularına, ontolojik hedeflerine, zamana ve yola yabancılaşmasından geliyor. Ne gariptir ki, normal olanı bile sorun haline getiriyor insan. Değişen şartların hasıl ettiği yeni durumların dayatmalarına direnemedi, onları yorumlayamadı ve sırtına yük olarak aldı aldanmış insan. Ne kadar da gereksiz yüklerimiz var, ne kadar da küçük hesaplarımız var. Ne çabuk aldanıyoruz. Aldanmışlığın idrakinde almayınca da giden geri gelmiyor. Sağlıkta öyle... Başbakan Erdoğan'ın ani rahatsızlığı bende bunları çağrıştırdı. İdrakin sağlığı bozulunca zincirleme bir bozgun yaşıyor insan. Çözüm; insanın 'anlam' ve koyulduğu 'yol' üzerine bilgi ve hikmetle düşünmekten geçiyor. Ünlülerin sağlık koçu Prof Dr Osman Müftüoğlu ile 'güncel' olaydan hareketle sağlığımızı tehdit eden aldanmışlıklarımız üzerine konuştuk.
NOT: Dostların ve Yeni Şafak okurlarının Ramazan Bayramı'ını tebrik ederken, aldanmışlıkların yerini idrake terk ettiği nice zamanlara diyorum.
***
Filmin başa dönmesi gibi bir şey oydu. Bu filmi Türkiye 1993'te Turgut Özal'la yaşamıştı. Özal'ın vefatından bir gün sonra Demirel aradı gittiğimde, hayatımda gördüğün en kötü, en üzgün Demirel yüzüyle karşılaştım. Çok özel şeyler konuştuk.
Açıklamam uygun olmaz, Özal'la aralarında çok eskiye dayanan duygusal bir bağ olduğunu iyi biliyordum, ortak konuşmalarına da şahit olmuştum. Demirel, “Doktor bu olay Türkiye için büyük bir şanssızlık. Devlet sisteminde sağlık açısından bir organizasyon eksikliği var. Araştır ve başka şanssızlıkların yaşanmaması için bana bir sistem kur” dedi. O zaman Meclis'te bir tane kurum doktoru vardı ve kadın doğumcuydu. Bırakın Başbakan'a servis vermeyi sadece reçete yazıyordu. Eğitimler sonucunda 24 pratisyen hekim ve 48 hemşireden oluşan ekip Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Meclis Başkanlığı olmak üzere altışarlı gruplar halinde görevlendirildi. Diğer altı doktor da gruplarda pratik kaybı olmasın diye dönüşüm amaçlı tutuluyordu. Devlet büyükleri 24 saat ekibimizin gözetimindeydi. Koruyucu sağlık sistemi Tansu Hanım Başbakan olunca altıncı ayında ambulans seviyesine indirildi.
Eğer siz korumayı sadece güvenlik, dışarıdan gelen bir tehdit olarak algılıyorsanız ki o bile eksiktir, tam olarak korundukları söylenemez. Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a fenalık yapacak olan adam, vuracaktır, yaralayacaktır… Polisin yapacağı şey de vuranı yakalamak, etkisiz hale getirmektir, ama tedaviyi doktor yapacaktır. Peki nerede doktor? Ayrıca birini vurması şart değil, bunlar konvoylarda inanılmaz hızla gidiyorlar. Bunlar içlerinden gelen tehlikeye karşı da kendilerini koruyan insanlar değil. İşte Başbakan Erdoğan'ın başına geldi. Kendilerine bakacak zamanları yok.
Kesinlikle. Korumaya böyle bakmak lazım.
Uyguladım. Her sabah tansiyonunu ölçüyordum. Ne gereği var diye düşünenler olabilir, gereği değil, icabı olduğu için tansiyonuna bakıyorduk. Tansiyondaki değişmeleri izlerseniz, alta aylık, bir yıllık aralıklarla kandaki değişmeleri izlerseniz bazı şeyleri önceden anlayabilirsiniz. Bu sağlık riski analizidir. Eğer siz bir sorunu sorun olmadan çözmek istiyorsanız, en baştan doktorunuzla kontratınızı “sağlıklı olmak” üzerine yapmalısınız.
Demirel 90'lı yıllardan, bizimle birlikte kaliteli hayatın önemini kavramıştır. Yaşam tarzının sağlığı üzerindeki değişimlerini gözlemlemiştir. Demirel korunmacı sağlığın etkilerini anlamıştır. “Doktor bende şu sorun var, senin için önemlidir ve ya değildir ama kaydına geç” der. Sadece sendrom anlatır. Demirel'e ilaç verdiğiniz zaman 'kes' demeyi unutursanız kesmez. Clinton'la görüşecektir, sağlığınızda sorun var derseniz, “Peki, başka bir gün görüşelim” der.
Çoğunda görebildiğimi söylemem çok zor.
Ben de öyle görüyorum. Liderler talimat verirler ama talimat almaktan hoşlanmazlar. Temel problem budur. Demirel'le ilk gün bir kontrat yaptık ve hep ona sadık kaldık; işin icabı neye gerektiriyorsa o yapılacak. Yani, işin icabı o gün işe gitmemekse, gidilmeyecek… Benden öncesini bilmiyorum, ama benden sonrası için Demirel işin icabı neyse onu yaptı…
Kesinlikle askerler daha sağlıklı. Eğer bir insanın üzerine toplumu ilgilendiren ciddi sorumluluklar yüklemişseniz, o insanın kendine nasıl baktığını takip etmek zorundasınız. Amerika'da bu statüdeki kişilerin sağlıkları kendi bilinçleri dışında takip altında tutuluyor. Bizde de askeri kesimde kişi general olduğundan itibaren sağlık dosyası tutulmaya başlanır, bir örneği kendisine, bir örneği de Genelkurmay'a verilir. Kişinin kendine bakmasında birtakım eksiklikleri varsa uyarılır, ya da terfisi engellenir. Siyasette de sağlığı iyi olmayan insanların sağlıklı karar verebilmeleri her zaman mümkün almaz. Ayrıca yetişmesi zor olan insanların bu kadar kolay harcanmaması gerekiyor. Tayip Bey kolay ortaya çıkmadı, arkasında büyük bir mücadele ve tecrübe var.
İyi bir doktoru var. Derim ki, doktorunuza sınırsız inanın. Demirel'e 89'da ilk muayeneye gittiğimde bir liste sundum, “şimdiye kadar bin tane doktor bunları söyledi, yapamam, ama hekim olarak beni izlemeni istiyorum. Ortak bir nokta bulalım, önerilerini biraz medenileştir” dedi. Bir yol bulduk ve anlaştık. Tayyip Bey'in işi çok zor. Cumhuriyet tarihinin programı en yoğun Başbakanlarından. Türkiye hiç bu kadar yoğun iç ve dış sorunla aynı anda karşı karşıya kalmadı. Bir de Tayyip Bey yeni bir partinin başkanı, yani tecrübesi az kadrolarla çalışmak zorunda, bütün iş onun omuzunda.
Tayyip Bey sağlığına, dinlenmeye, vücudunu geliştirmeye zaman ayırmalı. “Türkiye'ye hizmet sevdası”nda samimi ise, bu sevdanın uzun bir zaman gerektirdiğini biliyor olmalı. “Yola devam edeceğiz” dedi. Ömür biter, yol bitmez…
1900'lerin başındaki sanayi devrimi tıbbı da etkiledi. Tedavi ve teşhis sanayisinde patlama oldu. İkisinde de para olduğu için doktorluğu araya soktular. Oysa sağlık uzmanı, insanı sağlam tutma uzmanıdır, hastalanınca da erken teşhis edip, erken tedavi etmeye çalışır. Ben sağlık uzmanıyım, sadece tedavi uzmanı değilim. 21. yüzyılın hekimi artık polis hekim olmamalı. Olay olsun, ben sonra müdahale edeyim, dememeli. Tıp eğitimi değişmeli ve insanı bütün olarak değerlendiren doktorluk yapılmalı.
Elbette. A tipi kişilik, B tipi kişilik bile hastalıkları ikiye ayırır. Örneğin A tipi kişiliklerde kalp ve damar hastalıklarına, tansiyona, şekere, hipoglisemin riski daha yüksektir. Tayyip bey, Demirel A tipi kişiliktir. İddialı, başarmaya odaklı, hırslı, amaçları olan kişiler. Bu bile insanları farklılaştırır. Bunun dışında genetik olarak vücudun size hazırladığı hastalıklar vardır, onları önceden bilmeniz lazım, yok edemezsiniz ama akılla yönetebilirsiniz.
Buna Tayyip Bey karar verecek. Kilo almayacak, egzersiz yapacak, beslenmesine dikkat edecek.
Sağlık açısından bir skandal örneğidir. Özal, ölüme koşar adımlarla gitti. Son gezisinde beş kilo aldı… Hatırlar mısınız, prostat ameliyatından sonra “üzerimden silindir geçmiş gibiyim” dedi. O ameliyat gereksizdi. Gereksiz birçok şey yapıldı.
Mutlaka… Detaya girmiyorum ama gazetecilerle siyasetçilerin hastalıkları birbirine çok benzer. Bir defa ikisi de çok kötü besleniyorlar… İşadamları biraz daha farklı.
Toplum sağlığı gündemine aldı.
Şu aşamada korktuğu için. Fakat insan korktuğu şeylerin aynı zamanda faydalandığı şeyler olduğunu görmeye başladı. Doktorlar toplumda sevimli görünmeye başladılar. Doktorlar önceleri kendilerini Allah'la insan arasında bir yerde zannediyorlardı. Bu anlayış yıkıldı.
Biz bir hayatın ortasındayız, bu hayatın kendine ait gelgitleri var. Bizim bu hayatın bilincini kavrayabilmemiz lazım. Hayat bilgisi adına ne öğretiyoruz çocuklarımıza, böbreğimiz nerede, Kızılırmak'ın uzunluğu nedir?... Hayat bu değil, insanın hayatla çok derin bir ilişkisi var. Okullara acilen “Yaşam sanatı dersleri” konmalı.
Her şey zıddıyla bilinir. Kötülük varsa iyilik vardır, hastalık varsa sağlık vardır. Kültürümüz bunu çok iyi yorumlamıştır, “hastalık sağlığın zekatıdır” denir. Bazı insanlar için hastalık hayatı öğretici bir süreçtir.
35-55 yaşları kritiktir. 35'e kadar vücudumuz olgunlaşır, 55'e kadar durumunu korur ve 55'ten sonra geriye dönmeye başlar. Bedenin artık bakıma ihtiyacı vardır.
Yapacak işiniz yoksa, yaşlılık kötü bir alışkanlıktır. Yaşlılık önlenemez bir süreç ama yavaşlatılabilir. Yaşlanırken de yaşlıyken de hâlâ meşgul biri olabilir, hâlâ üretebilirsiniz! Dünyayı ve hayatı derinden etkileyen kararların beden gücü ve çevikliği ile değil, erdem, fikir ve sağduyu ile alındığını unutmazsanız, siz de genç bir yaşlı olarak kalabilirsiniz. Goethe, Tolstoy, Churchill 80'inden sonra raflar dolusu eser yazmışlar, Picasso 90'lı yaşlarında resim yapmayı sürdürmüş. Yaşlanma sınırını da, “50-65 arası genç yaşlılar”, “65-80 arası orta yaşlılar” ve “80'in üstü en yaşlılar” diye değiştirmek gerekiyor.
Yaşlanan sadece insanın bedenidir. Duygular tam tersine olgunlaşır, hatta gençleşir. Vücudunuzu sadece gıdalarla değil, aynı zamanda hayatla beslemeniz gerek. En az bedensel egzersizler kadar, ruhsal ve duygusal egzersizleri de ihmal etmemek gerek. Sağlık ve sağlamlık hali, akıl ve ruh işbirliğinin önemine bağlıdır.
Hayat çok hızlandı. Daha hızlı bir hayat, daha iyi bir hayatın zıddıdır. Fast-food yaşayıp plastik yiyor insanlar. Günümüz insanı hızlı yürüyor, hızlı yemek yiyor. Ama egzersiz olarak yapmıyor bunları. Tek hedef gideceği yer. Bu durum yaşamına paniği, stresi sokuyor. Kendisiyle, ailesiyle, çocuklarıyla da yeterince vakit geçirmiyor. Hayatı yavaşlatmak gerekiyor. Neyi yaşadığımız, hayatta neyi geliştirdiğimiz, ürettiğimiz önemlidir, fakat belli bir yaştan sonra sahip olmaktan vazgeçip kendimiz olmamız lazım.
Yetinmeyi bilmeliyiz. Para kazanmayı, ekonomik gücü, bir hırs, bir kavga, bir hayata tutunma amacı haline getirmemek gerek… Diyet sektörü daha da büyüyecek. Teknoloji gereği daha çok yiyeceğiz.
Hayır, ama tabağınıza koyduğunuz her şeyi sorgulayacaksınız. Bu bana lazım mı, bu benim için fazla mı? Benim iki formülüm var, Bir, yediğinizin yarısı, yaptığınızın iki katı. İki, her gün bir dilim eksik, bin adım fazla.