Uzun süreden beri bu anlamda bir ihtiyaç olduğu görülüyordu. Yani gayrı Müslimlerin İslam'a olan merakı zaten öteden beri biliniyordu. İslam'ı merak eden insanların bu merakını gidermek için kaleme alınan çok sayıda eser var. Fakat bu eserlerin kahir ekseriyeti soruları azaltmaktan çok çoğaltan cinsten. Bu eserler muhteva itibariyle İslam'ı öğreten değil İslam adı altında geleneksel kültürü öğreten eserler. Yani Beşeri olan 'Müslüman kültürü' üzerine 'İslam' yazılarak servis ediliyor.
Evet, bunu söyleyen Max Weber haklı çıkarılıyor. Oysa o bu tespiti tamamen beşer ürünü olan Hıristiyanlık için yapmıştı ve haklıydı. Bu zihniyetin 'İslam' diye sunduğu dinde gelenekle din, adet ile ibadet, yorum ile nas karışmış durumda. Oysa birinciler beşeri, ikinciler ilahidir. Bunlar birbirine öylesine karışmış ki, biri nerede bitip diğeri nerede başlıyor ayırmak mümkün değil. İşte bu sebeple böyle bir projeye ihtiyaç duyduk. İslam'ı ana kaynağından, arı duru bir şekilde aktarmanın gerekliliğine inandık.
Gayrı Müslimlerin soruları toplanıp da önüme geldiğinde, bu sorularının büyük bir kısmının bilme isteğinden ve meraktan değil de, önyargıdan kaynaklandığını görmek beni hayli düşündürdü ve üzdü. İşin asıl üzücü yanı, bu ön yargının büyük kısmının maalesef gayrı Müslimlerden değil, Müslümanların verdiği yanlış cevaplardan kaynaklanıyor oluşuydu.
Birçok örnek verebilirim. İşte kadın meselesi… Kur'an'ın kadına bakışı farklı, Müslümanların geleneğinin kadına bakışı farklıdır. Asla aynı değildir. Müslümanların geleneği erkeksidir. Fakat Kur'an'da böyle bir erkek merkezliliği göremezsiniz. Kur'an'da; 'Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakkı neyse, kadınların erkekler üzerindeki hakkı odur' diyen ayetler bulursunuz. Baştan sona kadın haklarını dile getiren ve adı da 'Kadın' (Nisa) olan bir sure bulursunuz. 'Hakkını arayan kadın' anlamına gelen Mücadile adlı bir sure bulursunuz. Fakat maalesef gayrı Müslimlerin İslam'ın kadına bakışı hakkındaki sorularını besleyen de geleneğin erkek merkezli bakış açısıdır. Kadını 'fitne' olarak gören bir yaklaşım esasında kendi ayağınıza, kendi kalbinize kurşun sıkmaktır. Bir başka misal, dinden dönenin öldürülmesi meselesidir. Kur'an'da dinden dönenin hükmü vardır. Kur'an böyle birine dünyevi bir ceza biçmez, dinden dönmenin cezası ahirettedir. Fakat geleneksel rivayetlerde dinden dönenin öldürüleceğine dair rivayet, Kur'an'ın hükmünü bastırmış, vahyin önüne geçmiştir. Dinini değiştiren birini öldürün diyen bir dini nasıl anlatacaksınız siz söyler misiniz?
Mesele elbette sadece anlatmak değil. Yani ben bu noktada Batılılara şirin görünelim, gayrı Müslimlere cici görünelim derdinde falan değilim. İslam'ın böyle bir derdi yok. Ama bu takdim edilen de İslam değil. Müslümanların ürettiği rivayet kültürü bunu diyor, fakat Hz. Rasul'ün dini öğrendiği kaynak olan vahiy bunu demiyor. Peki, bu durumda İslam töhmet altında bırakılmış olmuyor mu? İslam bizim babamızın malı değil, İslam insanlığın son sığınağı. İslam'ın yetimi olan milyarlar, büyük ailemizin kayıp çocuklarıdır. Ümmet olmak, insanlığa anne olmaktır. Biz Müslümanlar, İslam'ın yetimlerine, İslam'ı yanlış tanıtmakla, İslam'a ve ona muhtaç olan kitlelere haksızlık yapmış olmuyor muyuz?
Şöyle ki, bir orijinali var bir de çakması var. Çakmaları çok olabilir. Piyasada iki tane İslam var, indirilen İslam ve uydurulan İslam. İndirilen din belli: Allah'ın dini. İndirilen İslam sahipsiz değildir. Onun sahibi Allah'tır. Onun eksiği yoktur. Fakat uydurulan din hep eksiktir. Bu yüzden her gelen yeni bir şeyler ekliyor, ekleyecektir. Son eklemeler de yeni geldi; Allah ile görüşme, Resul ile buluşma, Hz. Peygamber'i olimpiyata getirme, kılık değiştirmiş İsa olma rivayetleri bunlardan bazıları…
Problem şuradan çıkıyor, İslam'a kaynağı olmayan bir din muamelesi yapılıyor. Yani İslam'a Hıristiyanlık muamelesi yapılıyor. Hıristiyanlığın kaynağı beşeridir; Pavlus icat etmiştir. Onun için Hıristiyanlıkta kaynaklar da uydurulmuştur. Bir sürü İncil vardır. Kilise üç bin İncil'den dördünü kanonik saymak, gerisini apokrif saymak zorunda kalmıştır. Aynı şeyi İslam'da yapmak, İslam'a Hıristiyanlık, Kur'an'a İncil muamelesi yapmaktır. İşte oraya mim koymak lazım: İslam'da kimler veya hangi yapılanlar kendisini kilise ve ruhban sınıfı yerine koymakta, bu dinin genleriyle oynamaktadır? Bunu kim yapıyorsa, İslam'a en büyük ihanet içindedir.
Yorum, yorum olarak kaldığı sürece sıkıntı yok. Yorum her zaman olacak, olmalıdır da. Yorumlardan dolayı sıkıntı çekmiyoruz, yorumun din'leşmesinden dolayı sıkıntı çekiyoruz. Bugün Müslümanların sorunu olan 'paralel yapı' meselesi işte buradan kaynaklıdır. Aslında birbirinin zıttı gibi duran Boko Haram Örgütü ile Paralel Yapı'yı aynı gözede buluşturan şey budur. İkisi de din üzerinden güç ve nüfuz peşinde koşuyor. İkisi de mensuplarının akıl ve iradelerine ipotek koyuyor. İkisi de birbirinden çok farklı iki din yorumunu din yerine koyuyor. Kendi yorumlarını ayet yerine koyunca o yorumların olduğu kitapları da Kur'an'ın yerine koyuyorlar. Kur'an'ı okur gibi, hatta daha fazla onları okuyorlar. Sadece burada da kalmıyor. O yorumu yapanı da ilahi yasa koyucunun yerine koyuyorlar. İşte sıkıntı bu.
Öncelikle vahiyle yorumu ayırmak ve sınırlarını belirtmek gerekir. Yorum mukayyettir, vahiy mutlaktır. Hiçbir yorum vahyin tahtına oturmamalıdır. Yorumu vahyin tahtına koyacaksanız, vahyi nereye koyacaksınız? İşte şu anda Müslümanlar vahyi koyacak yer bulamıyorlar. Onun için nereye koydular, evin en yüksek yerine.
Ondan önce, hiçbir yorumu dinin yerine koymamak gerek. Yorumcuyla devlet arasındaki ilişkiyi çok iyi takip etmek… Yani bu yorumcunun arkasında güç, iktidar ve servet var mı yok mu? Sadece devlet değil. Mesela bir örgüt olur, bir sosyal yapı olur, bir cemaat olur, devlet gibi güç kullanır. Aynı şey. Bu yorum dayatma yoluyla mı gerçekleştiriliyor buna bakmak lazım. Ama tabii, önce dayatılmıştır, sonra dayatıldığı unutturulmuştur, daha sonra meşrulaştırıldıktan sonra din damgası vurulup din gibi satılmıştır. Yüzyıllar geçtikten sonra da onun kimse gayrı meşru bir yorum olduğunu bilmeyecektir.
Paralel Yapı'nın tepesindeki ismin 'Kur'an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı' dediğini bizzat kulağımla duyunca, ne yalan söyleyeyim, içimde derin bir inkisar hissettim. Eğer Kur'an'ı merkeze alan bir İslam'ı sapıklık olarak nitelendiren bir yapı varsa, onun bizi doğrudan hedef almasında şaşılacak bir şey yok. Sevgili Peygamberimiz'in tek kaynağı Kur'an'dı. Bu meselenin arkasında kendi kişisel yorumunu din yerine ikame etmiş bir yapı var. Allah'la görüştüğü iddia ediliyor. Allah'la görüşen biri ile karşı karşıyasınız. Etrafı onu İsa biliyor. Ondan öncesinde Peygamberimiz olimpiyatlara geliyor, konsere geliyor. Nasıl şeylerdir bunlar. Bu bir dindir aslında. Siz bunu yorum olarak görebilirsiniz ama bu kadar basit değil. Zira sizin yorum dediğiniz şeye birçok insan inanıyor, iman mesabesinde bakıyor. Zaten öyle görmese bugün yaşadıklarımızı yaşamazdık.
Ben söylemeyeyim, Kur'an söylesin: 'Sakın aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın.' Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Bu anlamda yaptığınız küçük iyilikler, arka planda yani yorumda yaptığınız o büyük hatayı kapatmıyor, meşrulaştırmıyor. Hatta ben bu eylemleri bile, o büyük hatayı örttüğü için pirincin içindeki beyaz taş kadar tehlikeli görüyorum. Ancak yine de iyi niyetli, sadece hizmet üzerinde yoğunlaşan kitlelerin uyanışını ve tüm olup bitenlerin onlarda 'farkındalık' bilinci oluşturmasını diliyor ve umut ediyorum.
Hayır, ben geleneğe savaş açmıyorum. Hatta ben gelenekliyim. Fakat gelenekçi değilim. Savaş açtığım da gelenekçilik, yani geleneği ideoloji haline getirip, onun sırtından geçinen gelenek tacirleridir. Benim dediğim şu: Ataların ocağına sadakat oranın külünü değil, közünü geleceğe taşımaktır. Gelenekçiler ise, ataların ocağının közü de külü de kutsaldır, mübarektir diyorlar. Anlaşamadığımız nokta burasıdır. Bendeniz gelenekçilikle geleneği ayırt ediyorum. İndirilen dine savaş açmış olan 'uydurulan din'e savaş açıyorum. Yoksa benim de bir geleneğim var. Burada sizinle konuşurken hep İmam-ı Azam'dan bahsettik. O kimin geleneği? Yani akletmeyen bir dindarlığa karşıyım.
Eğer yorum yapmışsam, aynen öyledir. Benimki de yorumdur. Hata da edebilirim, isabet de. Yorumuma katılıp katılmamakta herkes hür. Fakat biri çıkar da yorumumu din diye tanıtırsa, ona Allah'tan kork derim. Peki, aynı yürekliliği uydurulmuş din bezirgânları da gösterebilecekler mi? Var mı bir tane? Hayır, yok. Bu bir. İkincisi: Eğer Allah'ın kitabında söylediklerini nakletmemi, benim yorumum olarak nitelendirecek olana da, yine 'Allah'tan kork' demekten başka sözüm yok. Allah'ın ayetlerine kör ve sağır davranıp, Kur'an'ın hükümlerini, onu nakledenin yorumu sayacak kadar tozutmuş birine ne denir ki? Ona, 'Sen namazda hangi yorumları okuyorsun?' diye sorsak, düştüğü durumu fark eder mi dersiniz?
Dr. Şakir Yücel başkanlığında birçoğu farklı üniversitelerde öğretim görevlisi olan arkadaşlar tarafından bir ekip oluşturuldu. Dr. Nurdan Özyılmaz başkanlığında da Londra merkezli Avrupa'da da bir ekip oluşturuldu. Proje üç yıl önce bu ekiplerin soru havuzu oluşturmasıyla başladı. Her coğrafyadan 3000'e yakın soru toplandı. Japonya'dan da bu projeye katkı sağlayan kardeşlerimiz oldu. Bu sorulara, internet üzerinden toplanan sorular da eklendi ve tasnif edildi. Biz de son bir ayıklamaya tabi tuttuk, ilk etapta belirlediğimiz 200'e yakın soruya cevap verdik.
Elemede iki kıstas gözetildi: Sorunun acil ve yaygın olması. Sadece gayrı Müslimlerin değil Müslüman olup da İslam'ı kaynağından öğrenemeyenlerin de bilmesi gereken konular olması. Bu kitap projenin ilk kitabı olarak tasarlandı. Bu kitaptan alacağımız geri dönüşler projenin devamını belirleyecek.