Bozyel, Karayılan'ın bu cevabının yanlış olduğunu ve şiddetin bu aşamadı Kürtlerin kazanımları azaltabileceğine dikkat çekti. Sorunun çözüme çok yaklaştığı noktada şiddette ısrar etmenin, “ben çözüm istemiyorum” anlamına geldiğini söyledi.
Bence yanlış yapıldı. Mübarek Ramazan ayı vesile edilerek bir iyi niyet adımı pekala atılabilirdi. Karayılan "silahların susma koşulu yok" demiş. Ne zaman o koşullar oluşacak? O koşulların oluşması için daha kaç genç ölecek? Eylemsizlik için hâlâ şans var. Bence PKK bu adımı atmalı. Ramazan'da ateş bırakmalı. O şans hâlâ var.
Son bir yıl için Kürt sorununun çözümü konusunda hem içerde hem de dışarıda olgunlaşan bir iklim var. Sorunun büyüklüğü de artık çözümü dayatıyor. Böyle bir ortamda şiddet ve silah kullanma iyice anlamını yitiriyor. Bugün artık yapılması gereken şey silahların tamamen susturulmasıdır. Bu aşamada şiddet sorunun çözümüne katkı değil zarar vermektedir. Bunu Öcalan da söylüyor, PKK'nin öteki yöneticileri de. Kürtlerin büyük bir kısmı da böyle düşünüyor. Bu savaş artık zorlama bir savaşa dönüşmüş durumda. PKK karşılığı olmayan bir şiddetin peşindedir. Şiddet ve silahlı mücadelede artık uzatmalar oynanıyor. Hatta BDP içinde de pek çok isim silahların susmasını, PKK'nın silahla mücadeleye son vermesini istiyor. Bunu açık açık söyleyemeseler de bu böyle.
Bunun temel sebebi BDP üzerindeki yoğun PKK vesayetidir. Bu vesayet BDP'deki siyaseti hem tek tipleştirmiş hem de donuklaştırmıştır. BDP'liler de bugün PKK'dan bağımsız siyaset yürütemiyorlar. Diğer bir neden de, bugün BDP'de siyaset yapan pek çok şahsiyetin siyasi istikbalinin, silahı elinde bulunduran PKK tarafından belirlenmesinde. Bu geçmişte böyleydi ama bugün daha fazla. Başka bir ifade ile PKK içinde muhalefet etmek, 'resmi' söylemin dışına düşmek sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Öte yandan PKK'nın kendisine muhalefet yapanlara ya da ayrılanlara karşı başvurduğu sert yöntemler var. Muhalif seslerin sindirilmesi için başvurulan yöntemler; izolasyon, ajanlık suçlamaları ve infaza kadar varan uygulamalar, PKK içinde farklı düşüncelere yaşam hakkı tanımamaktadır. Hikmet Fidan, Kani Yılmaz olayları bunun örneğidir.
Öncelikle Kürt hareketinde şiddeti ve otoriter zihniyeti besleyen iklimin demokratikleşmesine bağlı olarak Kürt hareketi demokratikleşebilir, giderek çoğulcu bir yapıya kavuşabilir. Bu gelişmeye paralel olarak kişilikli, ilkeli ve cesaretli aktörlerin güçlenmesi ve çoğalması ile bu süreç hızlandırılabilir. Leyla Zana'nın son çıkışı bu açıdan önemli.
Elbette. Zana'yı geçmişten bugüne özgün kılan noktalar var. Sadece ilk Kürtçe yemin etmesi, 10 yıl hapis yatması değil. Gerektiğinde başka riskler alması, Kuzey Irak'ta gerek Barzani gerekse Talabani ile olan iyi ilişkileri ve yakınlığı onu özel kılan unsurlar. Tabii onu önemli kılan bir başka unsur da şüphesiz üslubu.
Bu Zana'nın söylediklerini önemsizleştirmez. Haklı olduğunu gösterir. Zana'nın çıkışı bizim de pek çok noktasına katıldığımız bir çıkıştır. Bu çıkış, bölgede sessiz çoğunluğun, ses vermeyen milyonların sesi oldu. Sistem disiplini içindekilerin de sesi oldu.
Şüpheniz olmasın. Bugün dağda zor koşullarda yaşayan (sayısı ne kadarsa) insan da bu çatışmaların artık durmasını istiyor. Bölgede BDP'ye oy vermiş insanlar da Zana'nın çıkışını kendi sesleri olarak gördüler. Kısaca Kürtlerin yüzde 90'ı bu çıkışı destekledi. Gelinen noktada PKK'nın yürüttüğü savaş, PKK tabanına ve Kürt halkına rağmen yürütülen bir savaştır. Çatışma ve silah artık Kürtlerin hakları için değil, PKK'nın bölgede siyasi egemenlik kurma arayışının bir aracına dönüşmüş durumdadır. Ortadoğu'da son dönemde yaşanan gelişmeler, özellikle bazı ülkelerin sunduğu destek sayesinde PKK mevcut savaşı yürütüyor. Bu savaşın Kürt toplumundan ya da PKK tabanından gelen her hangi bir baskı ya da talep nedeni ile sürdürüldüğünü söylemek mümkün değil.
Bana göre öyle. PKK'nin bu mantıkla artık Kürtlerin hak ve özgürlüklerine bir katkı sunması mümkün değil. Tersine, içinde olduğumuz süreçte şiddet eylemleri Kürt halkının mevcut kazanımlarını riske sokabilir. Ülkenin Batısında yaşayan Kürtleri zor durumda bırakır. Çatışma ortamı, legal demokratik mücadele zemini tahrip ederek Kürt halkının meşru mücadelesine gölge düşürebilir. Bugün mevcut onca sıkıntı ve engellemelere rağmen Kürt hareketinin legal ve demokratik yöntemlerle elde ettiği mevziler ve kazanımlar az değil. Elbette bununla sıkıntıların bittiği, sorunların çözüldüğü söylenemez. Ancak sorunların çözümü bakımından şiddetin miadını doldurduğu kesin. Bugün Meclis'te 30 vekil, 100'e yakın belediye BDP'nin elindedir. Kürtler bugün pek çok açıdan daha elverişli bir ortamda mücadele yürütüyor. Türkiye 12 Eylül Türkiye'si değil, AB üyeliğine aday, demokratikleşen, normalleşen bir ülkedir. Böyle bir ülkede silah ve şiddetten medet ummak akıl karı değil.
Hayır, bence açılım adından bağımsız yarattığı olumlu siyasi iklimle Kürt sorunun tüm boyutlarıyla konuşulmasına, önyargıların yıkılmasına yol açmıştır. Batı'daki Kürt algısı değişmiştir. Şunu da eklemek gerekiyor ki, Kürt sorununda da olumlu adımlar sürece yayılmıştır. İyileşmeler açılımla başlamadığı gibi, bitmeyecektir de. Başbakan Erdoğan Kürt sorunun çözülmesi için önemli bir aktör, başka bir ifade ile bir şanstır. Ama bu şansın hayata geçmesi için yapılması gereken Kürtçe eğitim, TCK ve TMK'da değişiklikler, yer adlarının iadesi… Ve tabi en önemlisi KCK'da yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi. Evet,'bu yargının işidir' denilebilir ama bugün KCK davalarında ortaya çıkan mağduriyetler hükümete olan güveni azaltmaktadır. KCK operasyonları sanılanın aksine PKK'yı güçlendiriyor. Devlet Kürtçe kanal kuruyor, mahkemede Kürtçe savunmayı kabul etmiyor. Bu olabilecek bir şey değil. Bu gerilim, PKK'ya, Devlet içindeki çözüm karşıtlarına, İran'a Suriye'ye yarayabilir, ama yaramadığı bir kesim var o da Kürtler.
Şuradan başlayalım. Kürt sorununun çözümünü tek başına Barzani ya da Talabani'ye yüklemek haksızlık olur. Bu sorun Türkiye'nin sorunu. Çözecek olan Türkiye'dir, AK Parti'dir, siyasettir. O nedenle beklentileri başka ülkelere yönlendirmek geçekçi olmadığı gibi adil de değil.
Zaten öyle. Bu yüzden onlar da Kürt sorununun çözülmesini istiyorlar. PKK'nın Kandil'de konuşlanmasından, oradan Türkiye'ye saldırmasından rahatsızlar. Bu yüzden bu süreçte rol alıyorlar. Türkiye'nin Barzani ile Kuzey Irak'la ilişkileri son dönemde çok iyi. Öte yandan şiddet, Kuzey Irak'taki istikrarı da olumsuz etkiliyor. Onlar, şiddetin bütün Kürtler zarar verdiğini düşünüyorlar. Savaş ve şiddetin Kürt sorununun önüne geçtiğini ve sorunun haklılığına gölge düşürdüğünü düşünüyorlar. Sayın Barzani bunu çok net söylüyor ve silahların kalıcı olarak susması için elinden geleni de yapıyor.
Şunu söylüyor, 'Gelinen aşamada ihtiyaç duyulan şey geçici değil, kalıcı olarak savaşı ve silahlı mücadeleyi durdurmaktır. Ben onlara silahları bırakın demiyorum, savaşa son verin diyorum. Savaşa son verildiği zaman silahın bir anlamı kalmaz zaten. Günü geldiğinde silah da bırakılır. Silah bırakma koşulları oluşuncaya kadar burada (Irak-Kürdistan Bölgesi'nde) kalmalarında bir sorun olmaz'. Doğrusunu söylemek gerekirse bu konuda Sayın Barzani ile tümüyle benzer düşünüyoruz.
Sayın Barzani PKK'lilerle görüştüğünü saklamıyor. Sayın Barzani PKK'lılarla görüştüğünü ve her görüşmede de kendi söylediklerini onayladıklarını ama ayrıldıktan sonra bildiklerini yapmaya devam ettiklerini söyledi. Bu durumun Sayın Barzani açısından ciddi bir sıkıntı ve gerilim kaynağına dönüştüğü açık.
Barzani, Başbakan Erdoğan ile yaptığı ikili görüşmelerden O'nun bu sorunu çözeceğine inandığını çok net bir biçimde dile getirdi. Barzani'nin söyledikleri ile Leyla Zana'nın 'Bu sorunu Başbakan çözer' çıkışı arasındaki benzerlik dikkatlerden kaçacak gibi görünmedi bana.
Evet. Bugün Kürt sorununu çözecek en büyük güç devlet daha açık söylersek siyaset kanalı, hükümettir, Başbakan Erdoğan'dır. Ne var ki hükümet Kürt sorununu PKK üzerinden konuşuyor, bu yanlıştır. Çözümü PKK'ya endekslemek yanlıştır. Nasıl Kürt tarafına devletin tutumundan bağımsız olarak siyasete sahip çık diyorsak, hükümet de PKK'dan bağımsız olarak demokratikleşmeye devam etmeli. Unutmayın ETA silahı daha geçen yıl bıraktı. Geçen yıla kadar ülkede demokratikleşme derinleştikçe halk da ETA'ya karşı çıktı ve ETA silah bırakmaz zorunda kaldı.
Evet, Sayın Zana ile görüştüm ve onda herhangi bir pişmanlık belirtisi görmedim. Zana'nın son çıkışını düşünerek, olası sonuçlarını öngörerek yaptığı izlenimini edindim. Ayrıca kendisine yönelik sert eleştiriler karşısında sinmiş görünmek bir yana, attığı adımın doğruluğunda ısrar ediyor.
Koşulların CHP'yi Kürt sorununda bir noktaya taşıması kaçınılmazdı. CHP'nin son çıkışını Kürt sorununda yeni bir pozisyon oluşturma ihtiyacının bir sonucu olarak değerlendirmek yerindedir. Kürt sorununda izlediği geleneksel inkârcı politikalarla CHP yeni Türkiye'nin inşasında varlığını sürdüremezdi. İçerde, bölgede ve uluslararası planda Kürt sorununun çözüm ihtiyacının CHP tarafından fark edilmesi ve bundan kaynaklı bir arayışın başlaması elbette olumludur. Türkiye'nin demokratikleşmiş bir CHP'ye şiddetle ihtiyaç duyduğu açık. AK Parti'nin reform çabalarında iyice duraksadığı şu dönemde çerçevesi çizilen bir CHP'ye daha da çok ihtiyaç var. AK Parti'yi paçalarından tutarak değil, tersine demokrasi ve Kürt sorununun çözümünde gündem oluşturarak CHP önümüzdeki süreçte etkin bir rol oynayabilir.