|

PKK ve Kürt siyaseti için özeleştiri zamanı

Öcalan'ın çıkışlarını süreçte tek belirleyen olmak istemesine bağlayan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Şimdi özeleştiri yapma zamanı” dedi. Arıboğan; “Devlet kendine dönük bir özeleştiri hamlesini başlattı, hesap soruluyor, hesap veriliyor. PKK ve daha genelinde Kürt hareketi ise henüz kendi içerisindeki pisliklere dönüp bakmadı” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 6/12/2010 Pazartesi
Güncelleme: 00:11 - 6/12/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
PKK ve Kürt siyaseti için özeleştiri zamanı
PKK ve Kürt siyaseti için özeleştiri zamanı

Tüm dünya gibi Türkiye de geçen hafta WikiLeaks'in yayınladığı belgeleri konuştu. Belgelerin içeriğini, nasıl elde edildiğini ve daha nelerin çıkabileceğini bütün hafta tartıştık. Ve önümüzdeki haftalarda tartışmaya devam edeceğiz. WikiLeaks belgelerinde Türkiye'ye ait belgelerin çokluğu, Türkiye'nin sıradan bir ülke olmadığını göstermesi açısından önemli.

Türkiye WikiLeaks belgeleri yanında önceki haftalarda Öcalan'ın Baydemir'e yönelik açıklaması ile birlikte, Kürt yazar Orhan Miroğlu'na yönelik açık tehditi de tartıştı. Öcalan'a yönelik açıklamalara sessiz kalan Türkiya Miroğlu'na sahip çıktı. Bu tartışmalar Kürtler üzerindeki şiddet vesayetini bir kez daha gündeme getirdi. Pek tartışılmasa da, Kürtlerin PKK/şiddetle ciddi bir vesayet sorunları olduğu açık. Gündemin bir maddesi de CHP. CHP'de 18 Aralık'ta PM'nin yenilenemsi için kurultay yapılıyor. Kılıçdaroğlu, 3 Kasım'da başlattığı liderlik savaşını 18 Aralık'ta perçinlemek istiyor. Bakalım bunu başarabilecek mi?

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile bu üç konuyu konuştuk. Kürt şiddeti için özeleştiri zamanı geldi diyen Arıboğa; WikiLeaks belgeli için de; 'küresel çıplaklar kampı' düzenini başladığını söyledi.


Abdullah Öcalan önce seçim sonuna kadar eylemsizlik ilan etti. Sonra bunu 1 Mart'a çekmekle tehdit etti, neden?

Abdullah Öcalan'ın tavrı devletin yaklaşımına paralel olarak değişmeler gösterebiliyor. Göründüğü kadarıyla şu sıralar temel hedefi görüşmeler sürecinde inisiyatifi kendi elinde tutabilmek ve kendisini dışarıda bırakan bir çözüm oluşmasının önüne geçebilmek. Hariçten ses çıkaranlardan da hoşlanmıyor, kendisinin bilgisi dışında gelişen yakınlaşmalardan da. Gelinen noktada onu zayıflatabilecek en önemli unsur, örgütün kontrolünü elinde tutacak gücünün olmadığı kanaatinin oluşması. Güçlü ve muktedir görüntüsünü koruyabilmek adına 'şiddet' kullanma ve kullandırma gücünün hâlâ kendisinde olduğunu bir yandan devlete, bir yandan da kendi kamuoyuna gösterecek bazı inisiyatifler alıyor. Mesela önce eylemsizlik kararı alıyor, tarih ilan ediyor, sonra tarihi değiştiriyor, şu şarta bağlı olarak şöyle uzatırız yoksa şiddet başlar diye tehdit ediyor.

Tarihi değiştirme tehdidi böyle bir güç gösterisi mi?

Tarihin değişmesi 'sürecin gidişatını ben belirlerim'in ifadesi aslında. Hükümete de “seçimler öncesi terörü yeniden başlatıp seni zorda bırakabilirim” mesajını veriyor. Hatta KCK'nın da eylemci biçimde devreye sokulmasının ve şehirlerde eylem sürecinin başlatılmasının mümkün olduğunu da hafiften vurguluyor. Nihai noktada bu bir süreç ve artık sonuçlanma aşamasına yaklaşılıyor. Taraflar da elinde ne varsa onu açmaya hazır durumda.

ÖCALAN TEK BELİRLEYEN OLMAK İSTİYOR

O halde Öcalan'ın Osman Baydemir'e yönelik çıkışı da; 'tek merci benim' mesajı mı?

Biraz önce söylediğim gibi süreçte kendi dışında aktörlerin devreye girmesini ve kendisinden bağımsız bir inisiyatif almalarını istemiyor. Sadece siyasi bakımdan öne çıkanlara değil, TAK, Bahoz gibi kendisinden emir almadan eylem yapanlara da çok tepkili. PKK gibi büyük bir yapıda, zamanla bağımsız hareket eden unsurların gelişmesini ne yapsanız engelleyemezsiniz. Türkiye'deki barış süreci sadece bizleri ilgilendirmiyor. Dünya dengeleri açısından Türkiye'nin kendi Kürtleri ve bölge Kürtleri ile ilişkisi çok anlamlı. Sürece dışarıdan müdahale çok fazla. Öcalan açısından en kötü şey, hareketin parçalandığı görüntüsü. Sanırım Baydemir kanalıyla diğer bağımsız tutum almaya hazırlanan siyasi aktörlere de toplu mesaj verildi. PKK'nın en büyük lüksü yasadışı şiddet kullanma tekelini elinde bulundurması. Bu da sivil ve korumasız aktörler açısından ürkütücü ve itaate zorlayıcı oluyor kuşkusuz. Böyle bir ortamda itiraz zaten gelişemez.

BDP, ŞİDDETE KARŞI ZAYIF

Öcalan'ın bu çıkışına BDP, sivil siyaset niye güçlü bir karşı çıkış gerçekleştiremedi?

BDP'nin elinde silahlı bir baskıya karşı koyabilecek silahlı güç yok, ayrıca Öcalan'a yakınlık ve yaklaşım konusunda da tek bir fikir yok. Farklı düşünceler aynı şemsiye altında bir araya gelmiş. Kaldı ki koskoca devlet PKK ile nasıl mücadele edileceği hakkında bir netlik sahibi değilken, bölge insanlarını temsilen parlamentoya girmiş bu kişilerden fazla bir beklenti içerisinde olmak hem hayal, hem de haksızlık. Onların sırtındaki yük, herkesinkinden daha ağır. Sağlam bir karşı duruş için hem bölge halkının, hem devletin, hem de küresel güçlerin tam desteği gerekir. Bireysel başkaldırışlar ise her biri için tehlike demektir. Toplu tavır içinde kalmaları şu anda güvenlikleri açısından bir mecburiyet.

Osman Baydemir potansiyel tehlike mi Öcalan için?

Kimin için sorusunu sorayım? Tehlikeyi ne olarak tanımladığınıza bağlı. Bazen elinde hiçbir ateşli silahı olmayan bir siyasetçi, bombalı bir teröristten çok daha fazla etki yaratabilir. Gandhi böyle bir kimlikti. Baydemir seçilmiş bir siyasetçi, Öcalan ise terör sürecini başlatmış siyasi bir kimlik. Adını ister bebek katili, ister bölücü başı koyalım, farketmez. Şu anda barış sürecinin en önemli aktörü. Her ikisinin de Türkiye'nin geleceği hakkındaki fikirlerini iyi değerlendirmek lazım.

Görüşme sürecine dönersek. Öcalan 'devlet AK Parti'den daha samimi' diyor, ne demek bu?

Öcalan, devlet ile AK Parti'nin farklı şeyler olduğunu düşünüyor. Muhtemelen devletin bürokratik mekanizmasının yani MİT'in, askerin, polisin tavrını, kabinenin tutumundan ayrı değerlendiriyor. Bölgede PKK'nın ve uzantılarının en büyük siyasi rakibi AK Parti, bunu unutmayalım. Hükümetin halka hesap verme yükümlülüğü nedeniyle bürokratlar kadar rahat ve ras-yonel hareket edemediğini düşünüyor olabilir. AK Parti ise bu konuda kaçınılmaz olarak dalgalı bir seyir izliyor. Meselenin net ve keskin bir biçimde çözüme kavuşturulması mümkün değil. Ağır psikolojik travmalar var her iki tarafta da. Hükümet bütün Türkiye'ye karşı sorumlu. Kaldı ki Öcalan da, kendi temsil ettiği kitle ile bağlarını koparmamak için “gel git” tutumlar içerisine giriyor. Dengeyi kaçıran ağır hasar alır.

BDP'DEN DE KUŞKULANIYORLAR

PKK ve Kürt siyaseti çıtayı yükseltiyor mu? Bölgeye 'Kürdistan' demek, seçilmiş belediye başkanlarının yanına 'eşbaşkan atamak' gibi bazı girişimleri var…

Bölgeye Kürdistan denmesi yeni bir şey değil, onların jargonunda her zaman olan bir şey. Eşbaşkan atamaları ise bir boyutuyla BDP'nin kontrol edilmesi ve bireysel çıkışların önünün kesilmesi maksatlı, diğer boyutuyla da artık meşru siyasi alana doğru kaymaya çalıştıklarının göstergesi. Farklı bir okuma yaparsanız, seçilmiş insanlara, dolayısıyla bölge halkına güvenmedikleri ve kendi adamlarını tepeden atama gayretinde olduklarını da söyleyebilirsiniz. Demek ki, BDP'yi yeterince kendilerinden hissetmiyor, bir parçalanmanın önünü kesmeye çalışıyorlar. Artı sandığa inanmıyor, kendi inisiyatiflerini ön planda tutuyorlar.

Bundan sonraki süreçte ne olacak?

Ben bir normalleşme sürecinin başladığına inanıyorum. Kısa sürede çözümlenecek bir durum değil ama dengeli bir iyileşme sağlanabilir. Öyle olmalı, artık herkes bıktı. Acı çekmeyen, yaralanmayan kalmadı bu terör döneminde. Lakin devlet kendine dönük bir özeleştiri hamlesini başlattı, hesap soruluyor, hesap veriliyor. PKK ve daha genelinde Kürt hareketi ise henüz kendi içerisindeki pisliklere dönüp bakmadı. Bu kandan beslenen her kim idiyse, bir gün hesabını verir diye umuyorum.

ÇÖZÜM SÜRECİNDEYSEK ÖZELEŞTİRİ YAPMAK ŞART

Yani Kürt siyaseti özeleştiri mi yapmalı?

Elbette yapmalı. Siyasi hareketler eleştirisiz kendi rotasını bulamaz.

Yapabilir mi bunu? Daha yeni PKK'ya yakın bir web sitesinden yazar Orhan Miroğlu açıkça tehdit edildi. Buna karşı Kürt siyasetinden güçlü bir ses çıkmadı mesela…

Eğer bir barış sürecine girilecekse yapabilir tabii. Orhan Miroğlu'na yapılan tehdit elbette kabul edilemez ve ölçüsüz bir durum. Lakin PKK'nın demokratik bir örgüt olma iddiası vardı da biz mi duyamadık? Daha önce de farklı sesleri bastırma konusundaki maharetlerini sergilediler. Terörü yöntem olarak kullanan bir örgüt, gücünü şiddetten alıyor. Şu sırada da çatlak ses istemiyor. Üstelik her türlü provokasyona da açık bir zemin var. Buna rağmen güçlü sesi bir tarafa bırakın, bence umulmadık ölçüde cesur girişimler bile var.


CHP, ROLÜNÜ UNUTMUŞ BİR AKTÖR

CHP'de önce Baykal gitti, şimdi 18 Aralık'ta kurultay toplanıyor. Nedir CHP'de olan bir değişim mi yoksa başka bir şey mi?

Değişimi kimin gerçekleştirdiğinden çok, kimin istediğine bakmak gerekiyor. Bu talep tabandan geldi, tavandan eyleme geçildi. Verili ideolojik zemininde CHP'nin sınırları belli ve ona iktidar kapısını açabilecek bir görüntü sunmuyor. Bu kalıplar % 20-30 bandında sıkışmış bir muhalefet partisinin kalıpları. Oysa iktidarı zorlayabilecek, gerekirse değiştirebilecek bir gücün varlığı demokratik yapı için elzem. Kurultayın sonucu sürprizlere de gebe olabilir, ben hâlâ emin olamıyorum.

CHP Kürt sorununun çözümünde aktör olabilir mi?

CHP'nin bu soruna son dönemlerde mesafeli bir tavrı oldu. Oysa bir zamanlar bu sorunun çözümünün kendilerinin inisiyatifi ile mümkün olduğuna inanırlardı. Kürt raporları hazırlayan, Kürtlerle ittifak yapmaktan çekinmeyen bir partiden söz ediyoruz. Üstelik bunu Türkiye'nin geleceği adına yaptılar, zarar göreceklerini bile bile. CHP, Kürt sorununda zaten bir aktördür ama rolünü unutmuş bir aktör. PKK, sol tabanlı olarak başlamış sonradan milliyetçi, etnikçi çizgiye kaymış bir hareket. İlk nüvesinde ve teorisinde anti feodal yaklaşımı, sınıfsal karşı duruşları, hak ve özgürlük arayışını barındırıyor. Lakin bunun sol tabanda ifadesi farklı, faşizan bir yaklaşım içerisinde sergilenişi doğal olarak farklı. CHP, Kürtlere uzanmak durumunda, bu bir vazife.

KILIÇDAROĞLU DA TEKİN DE KÜRT

CHP'deki değişim arayışları Kürt sorununun çözümü ile bağlantılı mı?

Özel olarak bu sorun ile alakalı diyemeyiz ama genel olarak Türkiye'ye yeni bir bakış sunulması çerçevesinde açıklanabilir. Bu, Kürt sorununun da yeni bir paradigma içerisinde değerlendirilmesi demek. Ben yeni CHP'deki değişimlerden bir tanesinin bu konuya yaklaşıma dair olacağını sanıyorum. Kılıçdaroğlu Kürt kökenli bir lider ve ikinci adam Gürsel Tekin de öyle. Bu zaten simgesel bir durumdur. Kendilerine karşı bu durum bir silah olarak kullanılabilir, ama kendileri de bunu bir avantaja dönüştürebilir. Elimizdeki net veri, referandum sürecinde Türkiye halkının Kürt meselesini çözmek için çaba gösterenlere sahip çıkmasıdır. Bu konuda MHP'nin de yeni bir retorik geliştireceğini düşünüyorum.

CHP DE BDP DE LAİK VE AK PARTİ KARŞITI

CHP-BDP ittifakı gerçekleşebilir bir proje midir?

Bu projenin varlığını CHP'li yöneticilerin reddettiğini öncelikle söyleyelim. Kurultaya kadar da bunun gündeme getirilmesi çok zor. Zira bu, Kılıçdaroğlu yönetimi aleyhine kullanılabilecek bir konu. Delege yapısının bu konuda hızlı bir değişim göstereceğini sanmıyorum. Ama teoride mümkün ve anlamlı olacağını düşünüyorum. Her iki parti de Sosyalist Enternasyonel'e üye. BDP henüz tam üye değil ama, orada. Siyasi yaklaşımlarını sol içerisinde tanımlıyorlar. Ayrıca laiklik konusunda iki partinin de tavrı benzer. BDP biraz daha ılıman bir laiklik anlayışına sahip ama cemaatlere düşman. Her ikisi de AK Parti'yi rakip görüyor. Dolayısıyla bu tür bir ittifak olabilir, oy kayıpları da olur, kazançları da. Şunu da unutmamak gerekiyor, AK Parti genel seçimlere çok güçlü giriyor ve ittifaklar tüm partiler açısından zorunluluğa dönüşebilir. Başka ittifaklar da görebiliriz.

DP CHP'NİN KAPISINI ÇALABİLİR

Mesela…

Demokrat Parti'nin bir yere eklemlenmesi söz konusu olabilir. Göründüğü kadarıyla sağ-sol ayrımı da pek kalmadı bazı konulara bakışlarında. Daha önce İlhan Kesici istifasına kadar CHP'ye dahil olabilmişti, şimdi de Süheyl Batum'un parti genel sekreteri olması anlamlı diye düşünüyorum. Her ikisi de merkez sağın liderliği için adı geçen isimler ve CHP'de var olabildiler. Bence iki parti arasında seçim ittifakı çok zor olmaz. MHP de bazı küçük partilerle ittifaka girebilir.

BDP bir ittifaka PKK'dan bağımsız girebilir mi?

BDP, PKK'dan uzaklaştıkça Türkiye'ye ve CHP'ye yaklaşabilir diye düşünüyorum. Son olaylar belki geniş kesimlere bu uzaklaşmayı gösterecek bir şov niteliğindedir, belki de gerçektir. Her halükarda bu, BDP'nin genel kamuoyundaki algısının değişeceğini gösterir. Uzaklaşma görüntüsü kararını İmralı da verse bu böyledir, bağımsız da alınmış olsa böyledir. Eylemsizlik kararı seçim sonrasına uzarsa BDP'nin CHP ile ittifak yapması daha kolay olabilir. Terörün yeniden başlaması halinde BDP'nin buna karşı çok sert bir çıkış yapabileceğini sanmam. O zaman ittifak hayal olur.


WiKiLEAKS BELGELERi POLiTiK BiR TASARIM



WikiLeaks'in yaynladığı belgeler seffaflığa adım mı yoksa örtü mü?

Bu çok uzun derin bir felsefi tartışmaya ihtiyaç gösteriyor. Bazen bir şeyi açtıkça üstünü daha da örtersiniz. Bu bilgi bombardımanı bir yandan da büyük bir bilgi kirliliğine yol açıyor. Ben buna bulanıklık çağı diyorum. Neyin gerçek neyin manipülasyon olduğunu bilemeyeceğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Devlet aygıtlarının bu çağa toplumlardan ve bireylerden daha hazırlıklı olduğunu ve kendi koruma mekanizmalarını geliştirdiklerini düşünüyorum. Ellerinde ortalığı pisletebilecekleri birçok mekanizma var ve bizler vaktiyle sahip olduğumuz soru sorma kabiliyetlerimizden oluyoruz. Eskiden akıllarımızla keşfetmeye çalıştığımız doğruları, bugün gözümüze sokarlarken, neye muhalefet edeceğiz, neyi “bu yalan belgedir, düzmecedir” diye itham edeceğiz bilemiyoruz. 'Alın size açıklık' derlerken, neyi açtıklarını bilemediğimiz için, adına “küresel çıplaklar kampı” dediğim bu düzende, sadece kendimizin soyulduğunu fark edemeyeceğiz.

Önce Irak ve Afganistan ile ilgili görüntüler çıktı ortaya şimdi de diplomatik yazışmalar. Belgeler gerçek mi?

Belgelerin gerçek olması, onların manipüle edildiği gerçeğini yok etmez. Bir sebze çorbasını alıp, içerisinden sadece domatesi öne çıkarırsanız, bunun bir domates çorbası olduğu intibaını verebilirsiniz. Havuçlar, patatesler görülmez bile. Burada da yapılan o. Hem belgelerin piyasaya sürülüş sırası, hem açıklananların hangi belgeler olduğu konusu incelenmeye değer. Üstelik bazı insanların adına xxx yapıp bazılarını açıkça yazmaları bir amaca hizmet ettiğini düşündürüyor. Para pazarlığı yapıldığı iddiaları var. Assange'ın yani WikiLeaks'in çok objektif olduğunu düşünsek bile, o paketi sızdıranların bazı bilgileri saklayıp, bazılarını öne çıkartmaları da çok mümkün. Kanımca ortada politik bir tasarım var.

Bu belgelerdeki notlarla mı oluşuyor ABD dış politikası?

Belgelerde yazılan dünya ülkelerinin dış politikalarına dair yorumları eğer ABD Dışişleri Bakanı açıkça söyleseydi, bunlar ABD'nin dünyayı yönlendirme amaçlı hezeyanlarıdır derdik. Oysa şimdi çalıntı oldukları için güvenir olduklarını sanıyoruz. Hırsızlığın güven verici hale gelmesi de ilginç değil mi? Ben belgelerin paketlendiğini ve aktarıldığını düşünüyorum, bu bakımdan gerçekler. Zaten ABD de gerçekliğini kabul etti. Lakin içinde aktarılanların gerçek olup olmadığını bilemem, onlar sadece iddia. İspatlaması gerekenler de suçlayanlar, suçlananlar değil.

KUŞKU İKİ TARAFLI

Bu belgelerin kaynağı bir 3. ülke olabilir mi? Mesela İsrail…

Ben bu tür kolaycılıklardan hiç hoşlanmam. Üstelik bunu bizim siyasetçilerimizin, ellerinde delil olmadan ciddi ciddi söylemelerini yanlış buluyorum. Ben olsam “Assange niye İngiltere'de saklanıyor?” diye sorardım.

Birileri koruyor mu Assenge'yi?

Birilerinin desteklediği kesin de, bunun bir devlet yönetimi olduğuna nasıl karar veriyoruz? Belki devlet olmayan bazı aktörler vardır işin içinde. İsrail'in gölgesi kendisinden fazla büyük, artık bu yaklaşıma da bir son vermek gerekiyor. Abartmayalım.

Ortaya çıkan belgelerde ABD'nin Türkiye'deki temsilcilerinin de AK Parti'ye kuşkulu bir bakışı var. Neden?

AK Parti'nin de ABD'ye kuşkulu bir bakışı var, hiç gocunmamak lazım. ABD'deki hakim dış politika algısıyla bizim hükümetin dünya algısı ve dış politika stratejisi çelişiyor. Ancak ne Türkiye'de, ne de ABD'de tek bir görüş yok. Örneğin İran konusunda ya da ABD ile ilişkilerimiz konusunda AK Parti içerisinde de birçok farklı düşüncenin olduğunu tahmin edebiliriz. Davutoğlu'nun ABD'nin bir kesimi tarafından hiç sevilmediği bir sır değil, ama daha geçen hafta bir başka kesim de ona yılın düşünürü ödülünü layık gördü. Bunları gözardı etmeyelim.




13 yıl önce