İktidarlara duygusal yakınlık ve iktidarlara gözü kapalı tepkisellik; her ikisi de aynı oranda bir imtihanı barındırır içinde. Seçici olamama, iyiyi-kötüyü, yanlışı- doğruyu görememe imtihanını.
Gerçeklikten kopuşlar başlar. İktidara aşırı yakınlıkla gelen yanlışa “göz yumma”, iktidara nefretle gelen “o iyi bir şey yapmaz” inadı.
Siyaset aktörleri bizde, siyaseti kendileri için yapıp, paradigmalarının yandaşları tarafından coşkuyla onaylanması gibi küçük bir mutluluğa sürüklenirler. Büyük toplum bu mutluluğun dışındadır ve onlara kısmi mutluluk salvoları yapılır arada bir. İktidar olgusunun kendisi bir imtihandır.
Seçilip, görünürde iktidar olduğu halde AKP'yi iktidarın dışında tutma çabaları da bu derin iktidar gerçeğinden kaynaklanır. İktidar, uzak durulup yakın ilgi
gösterilmesi gereken bir alandır.
Sevmeden ve nefret etmeden bağımsız bir ilgi gerektirir.
Cazibe alanına girenler hızla fanatikleşiyor, işi rövanşist duygularına esir olarak “düşmanca” algılayanlar da ülkeyi aradan çıkartıp ötekinin iktidarına karşı kendi iktidarını kurmaya koyuluyor.
Gerçek ise ikisinin ortasında; ne benim için iktidar ne de bana rağmen iktidar; adından çok yapıp ettikleri önemli.
AK Parti, derin iktidarla imtihan içinde. AK Parti seçmeni de, AK Parti karşıtları da AK Parti iktidarı ile imtihanda. Bu, içinde büyük değişimleri barındıran bir süreçtir.
Hepimiz biraz daha normalleştiğimizde, kimi derinliklerimizi sığlaştırdığımızda ortaya çok daha iyi bir Türkiye fotoğrafı çıkacaktır. Kimse kimseyi tehdit etmiyor, kontrolden çıkmış duygularımız ve sorgulanmamış başarısızlıklarımızdır asıl tehdidimiz.
Bu aslında örtülü bir tehdittir. Anayasa tartışmaları çerçevesinde yaşanması gereken ifade özgürlüğü üzerinde Demokles'in kılıcı etkisi yapar. Eğer biz sivil, çağdaş, demokratik Türkiye'nin temel sözleşmesi olacak bir anayasayı geniş katılımla ve serbest tartışma ortamında yapmak istiyorsak, anayasa tartışmaları sırasında “tehdit” olarak kullanılacağı anlaşılan ceza kanununun ilgili maddelerini AKP'nin Meclis açılır açılmaz değiştirmesi gerekir. Aksi taktirde “tetikçilerin” mahkeme önlerindeki tacizleri artarak devam eder. Tartışalım derken yeni kamplaşmalar doğar. Gerçek bir anayasa yapılabilmesi için AKP'nin bu güvenceyi vermesi lazım.
Evet büyük ölçüde sorun 301'de yatıyor.
AKP Anayasa değişikliğini seçim beyannamesine koymuştu. Dolayısıyla baskın bir anayasa değişikliği söz konusu değil. Ben dahil birkaç kişi bunu fırsat bilerek diğer partilerin tartışmayı bu noktada yoğunlaştırarak seçimin bir kurucu meclis seçimine dönüştürülmesi önerisini yapmıştık ama olmadı. 22 Temmuz'un ardından AKP seçim beyannamesinde önerdiği gibi anayasa sürecini başlattı, uzmanlar kurulu çalışıyor. Burada yanlışlık uzmanlar kurulunun çalışmalarının kısmı bilgiler olarak basına sızdırılmasıdır ki, bunun tepkileri ölçme açısından kasıtlı yapıldığı kanısındayım.
Kamuoyuna sunulan taslak AKP'nin değil, Ergün Özbudun ve birlikte çalıştıkları ekibinin taslağıdır. Bu da başka çevrelerin yeni taslak ortaya koymasına engel değildir. “AKP rejimle hesaplaşmak istiyor” demeyi bırakıp mızmızlanmak yerine eğer bütünüyle farklı bir anayasa taslağı önerileri varsa bunu yapsınlar. Tartışmaya birden çok taraf girebilirse bu sağlıklı olur.
Garip bir biçimde 1990'larda 12 Eylül anayasasını şiddetle eleştiren bazı kesimler bugün AKP'ye sen anayasa yapamazsın diyorlar.
Kimse can çekişen 12 Eylül rejiminin sonrasına sivil bir iradeyle geçmek gerekliliğini gündeme getirmiyor. Çünkü hepsi farklı biçimlerde de olsa, 12 Eylül rejiminin bunalımlarından siyasal rant elde ediyor. Özgürlükler rejimini savunduğunu iddia edenlerin, anayasa değişikliğinin boyutları kendi kurumsal ayrıcalıklarını törpülemeye başladığı için çark ediyorlar.
Bazı sol çevreler de anayasa değişikliği konusunda AKP'ye eleştiriler getireceklerdir. AKP'nin siyasal felsefesiyle özgürlükçü solun siyasal felsefesi arasında elbette ki farklar olacaktır. AKP muhafazakar liberal bir parti, -taslağın AKP'nin Meclis grubunda değiştirileceğini bilerek söylüyorum- değişiklikler muhafazakarlığın, liberalliğin vurgusunu taşıyacaktır ve doğal olarak eleştirilecektir.
Meşruiyetini esas olarak askeri darbeden alan anayasal düzen dönemi simgesel olarak kapanacak. Toplumsal aktörler ya da siyasal partiler yeni anayasaya dayanarak değişimlerin meşruiyetini sağlayabilirler.
Devlet hiyerarşisi ve sosyal yaşamda konumunun normalleşmesi bir sihirli değnekle, bir anayasa kararıyla olacak bir şey değil. Bu zaman isteyen ve başlamış bir şey. Nasıl MGK'da dengeler değiştiyse TSK'nın konumunda da kimi değişiklik olur ama çok büyük bir alt üst olacağını sanmıyorum..
Hayır, taslağa baktığımızda belki cumhurbaşkanına yönelik rövanşist bir duygudan bahsedilebilir ama o da kendi içlerinden birisi. Cumhurbaşkanının konumunda yapılan değişiklikler TSK'nın konumunda yapılan değişikliklerden çok daha anlamlı.
TSK şimdiye kadar iki darbe yaptı ve yürürlükteki anayasaları lağvetti. Dolayısıyla darbenin kendi hukuku vardır, anayasa dinlenmez orada.
Normalleşme konusunda ciddi yol aldık. Ama yakın tarihte darbelerle yaşadığımız büyük travmalar kolay kolay hafızalardan silinmiyor. Eskiye nazaran bugün darbe ihtimali çok azdır.
Muhtıraların da eski etkisi kalmadı. Bu da TSK'nın siyasetteki etkisinin sönümlenmesini getiren bir süreç. Genelkurmay başkanının demeci gazetelerde manşet değil de, normal bir haber olarak yayınlandığında daha da normalleşecektir sistem.
1923'te formatlanan rejim çok değişti. Bu, rejimin bekçisi olduğunu söyleyenler tarafından yapıldı. 80 yıl böyle bir değişiklik için hem uzun hem de çok kısa bir süredir.
Yol alıyoruz…
Birçok kez cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemi olmaz, bir kere olur. Birkaç kez aynı çevreler aynı teraneyi gündeme getirdiği zaman, bu bir teranedir bunun doğruluk payı biraz sınırlıdır.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyorsak devletin sahibi olmaz. Devletin sahibi ne bürokratik bir gruptur, ne başbakandır, ne cumhurbaşkanıdır, “devletin sahibi millettir” de demiyorum, devletin sahibi olamaz.
Devlet bir kurumdur. TBMM'nin de sınırları var. Meclis “egemenlik benimdir” deyip de “gözü mavi olanlar TC vatandaşı olamaz” diyemez.
Türkiye'de sol seçmen yıllarca CHP'ye mahkum olmuştu. Temmuz seçimlerinde sol -CHP'den bağımsız kesimler özgürlükçü demokrat birkaç aday görmüş oldu.
CHP zaten taktik nedenlerle solcu oldu, aslında solcu değil. CHP 1965'te TİP'i engellemek için “ortanın solu” kavramıyla ortaya çıktı.
Sol kitleleri temsil etmiyor CHP. Kendi tabanında rahatsızlıklar olduğu açık.
Baykal ve Sarıgül arasındaki sığ bir tartışma var. CHP'nin delegeleri büyük ölçüde seçim sonuçlarından memnun, üyeleri ise büyük ölçüde rahatsız. Siyasi Partiler Yasası kaynaklı açmazları en yoğun CHP yaşıyor. CHP bir delegeler partisidir. CHP solun kamburudur. Yok olmaz ama yüzde 10 ile 20 arasında gider gelir.
O kadar kolay değil, kısa vadede yeni bir sol çıkmaz. Türkiye'de sol olmanın mutlak kötü olduğu gibi bir kanı var. Solun 80 sonrası üzerine vurulan ağır olumsuz damganın kaldırılması için, solun kendisini yenilemesi, devlet ve toplumla ilişkisini yeniden tanımlaması gerekiyor.
O yüzden bağımsız olarak Meclis'e girip siyaset yapsınlar diye sol adayları destekledik.
Kendimi seçtirmek için bu fikri ortaya atmadım. Birkaç kişi “sen de gir” dedi ama ben siyaset için iyi bir aday değilim. İşbölümü yaptık, Baskın ve Ufuk aday oldular, biz de onlar için çalıştık. Erdoğan ve ekibinin en iyi olduğu konuların başında kendi aralarında yaptıkları iş bölümü gelir. Siyasette herkes seçilmek, seçilmişliğin nimetlerini yaşamak zorunda değil.
Solda da bir kuşağın devrinin kapanması gerektiğine inanıyorum. AKP kendi içinde bir kuşak devrimi yaptı, bunu çok başaralı bir şekilde gerçekleştirdi. Gerçi askerler 28 Şubat'ta biraz yardım ettiler… Şimdi solun da 70'lerin mücadeleleriyle siyasal tasavvuru sınırlanmış kadrolardan, günümüz dünyasının mücadeleleri ve sorunlarıyla siyasal tasavvuru beslenmiş kadrolara “görev aktarımı” yapması gerekiyor. Çoğunun emekliliklerinin başlangıç zamanı geldi, nostalji kulübü, keşişhane, sol cemaatçilik gibi kavramlara solu hapsetmek bir başarı değil. Solun artık 2000'li yıllarda yaşaması gerekiyor. 70'li yıllarda kurduğumuz o dünyayı aşmamız gerekiyor.
Bize nasıl yaşamak isteğimizi kimse sormadı. Bizde modernleşme çabası tepeden inme bir modernleşme çabası oldu. Bizim çoğulcu bir Türkiye isteğimiz var. Bunu AKP kısmi olarak gerçekleştirdi ama açmazları var, daha ileriye götürecek güç sanıyorum soldadır.
Çok büyük bir özgüven eksikliği var solda. Bunu telafi edecek siyasal başarılara ihtiyaç var.
İkisi birden. Muhafazakarlığın arttığını görüyoruz. Muhafazakarlık dünyanın her yerinde toplumun dini değerlerini de benimser.
Hayır, öyle bir şey yok ama dini normlar toplumda bir kanaat baskısı yapabilir. Bu kanunlarla olan bir şey değil.
Hayır, özgürlük alanını daraltmadan var olan kanunları uygulamak yeterli. Örneğin, polis Ramazan'da oruç yiyen çocuğu dövenleri “iyi Müslüman” diye korumazsa problem olmaz. Bu işin “mahalle baskısı”na dönüşmesine izin vermemek lazım, bu Müslümanlar açısından da tehlikeli. Bir de milliyetçi muhafazakarlık var ki bu çok tehlikelidir. AKP'nin milliyetçi muhafazakarlıktan kendisini arındırmaya çalıştığını da görüyoruz.