Vizyonsuz geçen yıllar demokrasinin darbe aldığı, özgürlüklerin da-raldığı dönemlere tekabül ediyor bizde. Bu tür süreçlerde belirleyici olan “siyasetsiz siyasettir”. Kuşatılmış ve düşürülmüş olan siyasetler, şekil ve görüntüden ibaret kalırken, felsefi derinlik ve duruş problemini de derinlemesine yaşıyorlar. Bugün de önümde duran tablo aynıdır; siyasetin ve siyasetçinin vizyonsuzluğudur, ilkesizliğidir, korkaklığıdır, sığlığıdır, küçük hesaplarıdır, aklının hislerine yenik düşmesidir. Türk siyasetinde değişim daha dinamik ve kendini sorgulayıcı olabilse “siyasetin yenilenme”, “hastalıklarından kurtulma” ümidi kendiliğinden doğmuş olacak. Fakat Türk siyasetinde, siyasi figürlerin değişiminin çok büyük oranda darbe veya ölümle gerçekleşiyor olması, siyaseti tüketen başat faktörlerdendir. Öyle ki
bizde başarısız lider yoktur, kovulmuş lider vardır. Her başarısızlık dış faktörlerin ihanetiyle izah edilir ve kendine bir kurtuluş ve orada kalış imkânı bulur. Bu da “kendine siyaset”ten başka bir şey değildir.
Kendi bekası için devletçi olurlar, ulusalcı olurlar, darbeci olurlar, darbe yapanlarla kol kola girerler… Bunlar demokrasiyi, özgürlükleri, normalleşmeyi, farklılıklarıyla birilikte toplum inşa etme iradesini dinamitliyorlar. Bu tür siyasi görünümlü “rozet siyasetçilerinin” marifetiyle siyaset içerinde dinamitlendi bir kere daha. Meclis'in iradesi düştü. Hepimiz biliyoruz ki, kışla eğer siyasetin içinden destek görmezse ne muhtıraya yeltenebilir ne de siyasi bir demeç verebilir. Siyasi alanı tıkayanlar, darbecilere zemin hazırlıyorlar, adına da “ülke elden gidiyordu” diyorlar… Belli ki demokrasi ve özgürlükler onların hesaplarının düşmanı. Merak etmeyin, devlet yerinde duruyor. Kim kiminle ittifak ederse etsin “iktidarları” ellerinden gidiyor…
Sürekli ve uzun döneme yayılan bir tekerrür var. 1909'daki 31 Mart olayını ya da oradan sıçrayıp Menemen'i düşünün. 31 Mart'ta bir tarafta İttihatçılar, karşılarında da muhalif olan herkes vardı. İttihatçılara muhalif olanlar aralarında hiç bir ayrım yokmuş gibi blok olarak algılanıyorlardı. Hâlbuki bunların aralarında önemli farklar vardı. Mesela sahiden “dinci” diyebileceğimiz bir grup vardı, ama bir yandan da Prens Sabahattin gibi bir liberal vardı. Fakat İttihatçılara karşı olmak Prens Sabahattin'e de “mürteci” demek için yeterliydi. Dün olduğu gibi bugünde devletin kendini konumlandırış biçimi değişmedi, ya bendensin ya da düşmanımsın.
Evet ama siyaset bu değil. İnsanlar anlaşamadıkları noktaları konuşabilmeliler, birbirlerine iti-razlarını yapabilmeliler. İttihatçı zihniyet siyasetin üzerine kara bir bulut gibi indiğinde karşısındaki herkesi aynılaştırıyor. Bugün de onların mürteci dedikleri ile liberaller, demokratlar arasında bir fark kalmadığını görüyoruz. Düşünün ki, Fethi Okyar gibi, Ahmet Ağaoğlu gibi isimler bile mürtecilikle suçlanıyor. Bu günde sürüp giden bu tür saptırmalar çok zararlı. Biz demokratlar muhtıraya karşı tavır aldığımızda mürteci duruma düşürülüyoruz.
Tabii toplumu böyle kuşatırsanız tartışma ve konuşma zemini ortadan kalkar ve siyaset biter. Siyaset bi-tince devlet ile siyasal alanda bulunan herkesin arasındaki gerilim oluşuyor. Siyaset, devletin yanında yer almaya ve yer almamaya indirgeniyor.
Evet, onun için bu tekerrür var. İttihatçı zihniyet işte budur. Sürekli “devletin muhafazası” üzerinden düşünüyor, “devlet elden gidiyor” kaygısıyla siyasete göz açtırmıyor.
Hayır, ben bu korkuya kesinlikle prim vermiyorum. Bu korku ittihatçı zihniyetten itibaren, cumhuriyetin kuruluşunda da gündeme gelmiş ve o zihniyet hâlâ yaşadığı için korkuları da üretiyor. Unutmayalım ki korkuyla siyaset yapılmaz. Belli ölçülerde de olsa işleyen bir sistem vardı, Anayasa Mahkemesi'nin karar vermesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Mitingler yapıldı, eminim ki aralarında darbeyle barışık olmayan çok insan vardı. Fakat o mitingler de muhtıranın gölgesinde kaldılar. TSK mızrağını atınca toplumu ikiye böldü, bir tarafta.
Evet, “ne olacak asker de siyasi fikrini beyan etsin” diyenler var. Hayır asker siyasi fikir beyan edemez, asker askerliğini bilir. Görüyorsunuz muhtırayla ikiye bölündü toplum. En büyük zararı budur Türkiye'ye.
Tepki vermek iyidir ama mitinglerin militarist bir ruhu vardı. Siyaset karşıtı duruş ve orduyu davet eden söylemler çok rahatsız ediciydi. Bir başka rahatsız edici unsur da ulusa dair imgelerin yoğun olmasıydı.
Ben artık ona sol demiyorum. Kerameti kendinden menkul bir parti halene geldi CHP. CHP'ye hâlâ siyasi parti denebilir mi, şüpheliyim. Çünkü her siyasi parti muhtıra karşısında doğal olarak tepki verir. CHP muhtıraya tepki vermedi… Siyasi alanı korumak bütün partilerin görevidir. Bu onların demokratlıklarının ölçüsüdür…
Daralma, içe kapanma… Demokrasinin öznesi olan “halk”ın içinde Türk olmayanlar da var, Ermeniler var, Rumlar var, Süryaniler var, Kürtler var. Bunları da biraz hiçe sayan bir görüntü var mitinglerde. Bunlar hoş şeyler değil. Son dönemlerde “Türklük” adına işlendiği söylenen cinayetler ortadayken, ben bugün “Türklükle gurur duymanın” günü olmadığını düşünüyorum. Türklükle gurur duyarak sokaklara dökülmek rahatsız edici. Burada ciddi bir milliyetçi etken var. Milliyetçilik dini de kendine kullanıyor.
Daha şehirli ve batılı bir görüntü ama sayısal olarak küçük bir grup. Batılılık değerlerini değil batılılık görüntüsünü vurgulayan bir topluluk var orada. Modernitenin kendisinden ziyade görüntüsü ağırlıklıdır Türkiye'de. Modern görünmek modern olmaktan daha önemlidir Türkiye'de. Başörtülü kadınlarla ilgili yaptığım çalışmalarda nice başı örtülü kadının gündelik yaşamlarında, ilişkilerinde çok daha modern olduklarını gördüm. Ama siz başı örtülüyü iter, öteki üzerinden okursanız bunu görmeniz mümkün değil.
Çok fazla coşku ve coşku üzerinden hislerle yapılmış bir siyaset vardı.
Oldukça yüksek. Tarihte de gördük, çeşitli siyasi faşizan partiler bu hisleri kullanarak iktidara gelirler. Bugün sessizce MHP kenarda bekliyor. Bu ortamdan CHP değil de MHP çıkıp gelirse hiç şaşırmam. Korku hissinden, Türklükle gurur duymak şeklinde kendini gösteren coşkudan faydalanma ihtimali en yüksek siyasi partidir MHP. Bundan sonraki siyaset AKP ve MHP arasında olacaktır. CHP muhtıra karşısında takındığı tavırla Türkiye'nin sosyalist temelli demokratlarını utandırdı. Türkiye de bir sol siyasetin olmamasının tek sorumlusu solu işgal eden CHP'dir. Bu aynı zamanda siyasete verilmiş büyük bir zarardır. Perihan Mağden'in dediği gibi “siyasetin tıpacı” oldu. Siyasi alanı ka-pattı, AKP döneminde laiklik konusunu yücelterek her şeye itiraz ettiler.
Değil mi ki en milliyetçi parti, bu tavır yakışır CHP'ye. Genç Parti'yle yakınlaşmaları da şaşırtıcı değil. Hatta MHP ile de ittifak düşünürler ama MHP kendi alanına CHP'yi sokmaz.
Bu tür seçmen davranışları oluyor…
Sanmıyorum…
Önemli bir soru... Seçmen bu kadar çıkar hesabına girer mi bilemiyorum.
Önceki darbelerde haberini vererek geliyorlardı. Muhtırayı da bir öncü haber olarak almak mümkün ama eski tarz darbe pek mümkün değil.
Olabilir. Darbe bir gecede olan bir olay değil, bir süreç haline geldi. Belki de şu anda o sürecin içindeyiz.
Bu dönemde devlet niye kendisini tehlikede hissediyor? Bu histe CHP'nin önemli bir rolü var. CHP'nin laiklik üzerinden yaptığı muhalefet sanki AKP'nin hiçbir özelliği yokmuş noktasına geldi. Bu da Türkiye'de siyaseti kilitledi. Ayrıca AB sürecinde yapılan yasal düzenlemelerle de bazı kurumlar güç kaybına uğrayınca “Türkiye elden gidiyor”, “devlet tehdit altında” gibi argümanlara sığındılar.
Özgürlükçü ve demokrat bir söylemden başlayıp da şimdi gelinen noktaya bakılınca öyle gözüküyor. Herhalde devletin kendine özgü bir kültürü var. “Görev” odaklı iş yapmaya odaklanmışsanız o görev sizi teslim almaya başlıyor ve düşünce sisteminizi değiştiriyor. Cumhurbaşkanı vizyoner olabilirdi ama çok vizyonsuz buldum onu. Türkiye'nin Sezer'i hatırlayacağı hiçbir eser yok ortada. Kırmızı ışıkta durdu, pazardan alış-veriş yaptı demek yetmiyor. Bunlar kötü değil ama çok eksik…
Otoriter karakteri kesin ama faşizanlığa da oynuyor, o mitinglerin gözde partisi olmayı da diliyor. Mitinglerde cumhuriyeti kurtarmak adına parlamento karşıtlığı yaparsanız, bu cumhuriyet için de tehlikeli hale gelir.
Böyle yazan köşe yazarları çıktı… Önümüzde seçim var ama şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu siyaset karşıtlığıdır. Parlamento kurumundan bu kadar çabuk vazgeçiliyor alması çok tehlikeli.
Yıllardır “vesayet rejimidir” diye yazıp durduk. Son yıllarda yapılan yasal düzenlemelerle vesayet durumu değişiyor derken, bir gecede alt üst olduk, eskiye döndük, gördük.
O birleşmeden umutlu değilim. İkisi de fazla iktidar odaklı düşünen liderler. Sorunlu bir birliktelik. Milletin itibar edeceğini sanmıyorum. Mitingler coşkulu geçse de Türk halkı sandığa gittiğinde son derece sağduyulu akılcı davranır… Meclis'e üç parti girebilir AKP, CHP ve MHP.
Hâlâ bu korkuyla AKP'ye yaklaşılmasını anlayabilmiş değilim. Eleştirilecek yanları elbette var ama yanlışları başka, tehdit olması başka bir şey. Bu tür yaklaşımların da etkisiyle Türkiye'de insanlar birey olmadan vatandaşlığa sıçradılar. Dönüp birey olmak istediklerinde de vatan haini durumuna düşüyorlar.