|

Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu: CHP solun değil devletin partisidir

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu, Muhtıraya tepki göstermeyen CHP'nin siyasi parti vasfı taşımadığını, böylelikle sistemi tıkadığını, siyaseti bitirdiğini ve Türkiye'yi çok kritik bir bölünmeye sürüklediğini belirtti.

Mehmet Gündem
00:00 - 7/05/2007 Pazartesi
Güncelleme: 00:43 - 7/05/2007 Pazartesi
Yeni Şafak
Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu: CHP solun değil devletin
Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu: CHP solun değil devletin


Darbecilerle ittifak siyaseti…

Vizyonsuz geçen yıllar demokrasinin darbe aldığı, özgürlüklerin da-raldığı dönemlere tekabül ediyor bizde. Bu tür süreçlerde belirleyici olan “siyasetsiz siyasettir”. Kuşatılmış ve düşürülmüş olan siyasetler, şekil ve görüntüden ibaret kalırken, felsefi derinlik ve duruş problemini de derinlemesine yaşıyorlar. Bugün de önümde duran tablo aynıdır; siyasetin ve siyasetçinin vizyonsuzluğudur, ilkesizliğidir, korkaklığıdır, sığlığıdır, küçük hesaplarıdır, aklının hislerine yenik düşmesidir. Türk siyasetinde değişim daha dinamik ve kendini sorgulayıcı olabilse “siyasetin yenilenme”, “hastalıklarından kurtulma” ümidi kendiliğinden doğmuş olacak. Fakat Türk siyasetinde, siyasi figürlerin değişiminin çok büyük oranda darbe veya ölümle gerçekleşiyor olması, siyaseti tüketen başat faktörlerdendir. Öyle ki

bizde başarısız lider yoktur, kovulmuş lider vardır. Her başarısızlık dış faktörlerin ihanetiyle izah edilir ve kendine bir kurtuluş ve orada kalış imkânı bulur. Bu da “kendine siyaset”ten başka bir şey değildir.

Kendi bekası için devletçi olurlar, ulusalcı olurlar, darbeci olurlar, darbe yapanlarla kol kola girerler… Bunlar demokrasiyi, özgürlükleri, normalleşmeyi, farklılıklarıyla birilikte toplum inşa etme iradesini dinamitliyorlar. Bu tür siyasi görünümlü “rozet siyasetçilerinin” marifetiyle siyaset içerinde dinamitlendi bir kere daha. Meclis'in iradesi düştü. Hepimiz biliyoruz ki, kışla eğer siyasetin içinden destek görmezse ne muhtıraya yeltenebilir ne de siyasi bir demeç verebilir. Siyasi alanı tıkayanlar, darbecilere zemin hazırlıyorlar, adına da “ülke elden gidiyordu” diyorlar… Belli ki demokrasi ve özgürlükler onların hesaplarının düşmanı. Merak etmeyin, devlet yerinde duruyor. Kim kiminle ittifak ederse etsin “iktidarları” ellerinden gidiyor…




Türkiye siyaset üretememenin getirdiği kriz durumuna bir kere daha düştü. Bu durumda gerçekçi bir çıkış yolu bulmak yerine kendimizi tekrar edip duruyoruz ve sistem kilitleniyor… Özellikle muhtıradan sonra aynı şeyleri konuşmaya başladık.

Sistemin iç ve dış faktörlerle ve en çok da gece yarısı muhtırasıyla kilitlendiği Türkiye'de gördük ki, demokrasi savunmasız, demokratlar da gittikçe yalnızlaşıyor…

Sürekli ve uzun döneme yayılan bir tekerrür var. 1909'daki 31 Mart olayını ya da oradan sıçrayıp Menemen'i düşünün. 31 Mart'ta bir tarafta İttihatçılar, karşılarında da muhalif olan herkes vardı. İttihatçılara muhalif olanlar aralarında hiç bir ayrım yokmuş gibi blok olarak algılanıyorlardı. Hâlbuki bunların aralarında önemli farklar vardı. Mesela sahiden “dinci” diyebileceğimiz bir grup vardı, ama bir yandan da Prens Sabahattin gibi bir liberal vardı. Fakat İttihatçılara karşı olmak Prens Sabahattin'e de “mürteci” demek için yeterliydi. Dün olduğu gibi bugünde devletin kendini konumlandırış biçimi değişmedi, ya bendensin ya da düşmanımsın.

“Düşman” ilan ettikleri karşı blok da kendi aralarında farklılıklarını konuşamaz olunca siyaset üretilemiyor…

Evet ama siyaset bu değil. İnsanlar anlaşamadıkları noktaları konuşabilmeliler, birbirlerine iti-razlarını yapabilmeliler. İttihatçı zihniyet siyasetin üzerine kara bir bulut gibi indiğinde karşısındaki herkesi aynılaştırıyor. Bugün de onların mürteci dedikleri ile liberaller, demokratlar arasında bir fark kalmadığını görüyoruz. Düşünün ki, Fethi Okyar gibi, Ahmet Ağaoğlu gibi isimler bile mürtecilikle suçlanıyor. Bu günde sürüp giden bu tür saptırmalar çok zararlı. Biz demokratlar muhtıraya karşı tavır aldığımızda mürteci duruma düşürülüyoruz.

Onlara göre üç şeyden birisi-yiz; mürteci, devlet karşıtı ve TSK'yı yıpratmak…

Tabii toplumu böyle kuşatırsanız tartışma ve konuşma zemini ortadan kalkar ve siyaset biter. Siyaset bi-tince devlet ile siyasal alanda bulunan herkesin arasındaki gerilim oluşuyor. Siyaset, devletin yanında yer almaya ve yer almamaya indirgeniyor.

İTTİHATÇILIK CHP'DE YAŞIYOR

“Korku” ve “düşmanlık” iki kavram üzerinden üretilen bir da-yatma.

Evet, onun için bu tekerrür var. İttihatçı zihniyet işte budur. Sürekli “devletin muhafazası” üzerinden düşünüyor, “devlet elden gidiyor” kaygısıyla siyasete göz açtırmıyor.

Siyaset yapanlar gerçekten devleti tehdit mi ediyorlar Türkiye'de?

Hayır, ben bu korkuya kesinlikle prim vermiyorum. Bu korku ittihatçı zihniyetten itibaren, cumhuriyetin kuruluşunda da gündeme gelmiş ve o zihniyet hâlâ yaşadığı için korkuları da üretiyor. Unutmayalım ki korkuyla siyaset yapılmaz. Belli ölçülerde de olsa işleyen bir sistem vardı, Anayasa Mahkemesi'nin karar vermesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Mitingler yapıldı, eminim ki aralarında darbeyle barışık olmayan çok insan vardı. Fakat o mitingler de muhtıranın gölgesinde kaldılar. TSK mızrağını atınca toplumu ikiye böldü, bir tarafta.

Sonsuza kadar düşman olanlar ve sonsuza kadar yandaş olanlar…

Evet, “ne olacak asker de siyasi fikrini beyan etsin” diyenler var. Hayır asker siyasi fikir beyan edemez, asker askerliğini bilir. Görüyorsunuz muhtırayla ikiye bölündü toplum. En büyük zararı budur Türkiye'ye.

MİTİNGLERE MİLİTARİZM HAKİM

Mitinglerde AK Parti karşıtlığı ve laiklik vurgusu var. Demokrasi es geçiliyor. Mitingler de bir bölünmenin sonucu mudur?

Tepki vermek iyidir ama mitinglerin militarist bir ruhu vardı. Siyaset karşıtı duruş ve orduyu davet eden söylemler çok rahatsız ediciydi. Bir başka rahatsız edici unsur da ulusa dair imgelerin yoğun olmasıydı.

Laikliğe indirgenmiş bir sol söylem var arka planında…

Ben artık ona sol demiyorum. Kerameti kendinden menkul bir parti halene geldi CHP. CHP'ye hâlâ siyasi parti denebilir mi, şüpheliyim. Çünkü her siyasi parti muhtıra karşısında doğal olarak tepki verir. CHP muhtıraya tepki vermedi… Siyasi alanı korumak bütün partilerin görevidir. Bu onların demokratlıklarının ölçüsüdür…

Siyasetin ivme kaybetmesi, sokaklarda artan ulusalcı ve militarist söylemler yarın için neyin habercisidir?

Daralma, içe kapanma… Demokrasinin öznesi olan “halk”ın içinde Türk olmayanlar da var, Ermeniler var, Rumlar var, Süryaniler var, Kürtler var. Bunları da biraz hiçe sayan bir görüntü var mitinglerde. Bunlar hoş şeyler değil. Son dönemlerde “Türklük” adına işlendiği söylenen cinayetler ortadayken, ben bugün “Türklükle gurur duymanın” günü olmadığını düşünüyorum. Türklükle gurur duyarak sokaklara dökülmek rahatsız edici. Burada ciddi bir milliyetçi etken var. Milliyetçilik dini de kendine kullanıyor.



O militarist ruhlu kalabalıklar sandıktan iktidar çıkartabilirler mi?

Daha şehirli ve batılı bir görüntü ama sayısal olarak küçük bir grup. Batılılık değerlerini değil batılılık görüntüsünü vurgulayan bir topluluk var orada. Modernitenin kendisinden ziyade görüntüsü ağırlıklıdır Türkiye'de. Modern görünmek modern olmaktan daha önemlidir Türkiye'de. Başörtülü kadınlarla ilgili yaptığım çalışmalarda nice başı örtülü kadının gündelik yaşamlarında, ilişkilerinde çok daha modern olduklarını gördüm. Ama siz başı örtülüyü iter, öteki üzerinden okursanız bunu görmeniz mümkün değil.

Bu tür mitinglerde toparlayıcı olan faktör his midir akıl mı?

Çok fazla coşku ve coşku üzerinden hislerle yapılmış bir siyaset vardı.

His yoğunluklu kalabalıkların manipüle edilme ihtimali nedir?

Oldukça yüksek. Tarihte de gördük, çeşitli siyasi faşizan partiler bu hisleri kullanarak iktidara gelirler. Bugün sessizce MHP kenarda bekliyor. Bu ortamdan CHP değil de MHP çıkıp gelirse hiç şaşırmam. Korku hissinden, Türklükle gurur duymak şeklinde kendini gösteren coşkudan faydalanma ihtimali en yüksek siyasi partidir MHP. Bundan sonraki siyaset AKP ve MHP arasında olacaktır. CHP muhtıra karşısında takındığı tavırla Türkiye'nin sosyalist temelli demokratlarını utandırdı. Türkiye de bir sol siyasetin olmamasının tek sorumlusu solu işgal eden CHP'dir. Bu aynı zamanda siyasete verilmiş büyük bir zarardır. Perihan Mağden'in dediği gibi “siyasetin tıpacı” oldu. Siyasi alanı ka-pattı, AKP döneminde laiklik konusunu yücelterek her şeye itiraz ettiler.

MHP ALANINA CHP'Yİ SOKMAZ

CHP yönetimi partide ve bürokraside iktidar olmaya odaklanmış durumda. Seçimle iktidara gelmek gibi niyetlerinin olmadığı anlaşılıyor…

Değil mi ki en milliyetçi parti, bu tavır yakışır CHP'ye. Genç Parti'yle yakınlaşmaları da şaşırtıcı değil. Hatta MHP ile de ittifak düşünürler ama MHP kendi alanına CHP'yi sokmaz.

Bu seçime haki renk damgasını vurabilir mi? Yani seçmen daha büyük olaylar çıkmasın diye gönlünde olmayan bir partiye oy verir mi?

Bu tür seçmen davranışları oluyor…

AK Parti'den kaçar m?

Sanmıyorum…

Asker gelir mi sorusu artık anlamını yitirir mi?

Önemli bir soru... Seçmen bu kadar çıkar hesabına girer mi bilemiyorum.

Askere göre tehlike bu kadar büyükse muhtırayla yetinir mi?

Önceki darbelerde haberini vererek geliyorlardı. Muhtırayı da bir öncü haber olarak almak mümkün ama eski tarz darbe pek mümkün değil.

Darbe olmasa da bir baskı unsuru olarak yerleşebilirler mi?

Olabilir. Darbe bir gecede olan bir olay değil, bir süreç haline geldi. Belki de şu anda o sürecin içindeyiz.



Bu dönemde devlet niye kendisini tehlikede hissediyor? Bu histe CHP'nin önemli bir rolü var. CHP'nin laiklik üzerinden yaptığı muhalefet sanki AKP'nin hiçbir özelliği yokmuş noktasına geldi. Bu da Türkiye'de siyaseti kilitledi. Ayrıca AB sürecinde yapılan yasal düzenlemelerle de bazı kurumlar güç kaybına uğrayınca “Türkiye elden gidiyor”, “devlet tehdit altında” gibi argümanlara sığındılar.

“Laiklik hiç bu kadar tehlike altında olmamıştı” diyen Cumhurbaşkanı Sezer de aynı noktada mı?

Özgürlükçü ve demokrat bir söylemden başlayıp da şimdi gelinen noktaya bakılınca öyle gözüküyor. Herhalde devletin kendine özgü bir kültürü var. “Görev” odaklı iş yapmaya odaklanmışsanız o görev sizi teslim almaya başlıyor ve düşünce sisteminizi değiştiriyor. Cumhurbaşkanı vizyoner olabilirdi ama çok vizyonsuz buldum onu. Türkiye'nin Sezer'i hatırlayacağı hiçbir eser yok ortada. Kırmızı ışıkta durdu, pazardan alış-veriş yaptı demek yetmiyor. Bunlar kötü değil ama çok eksik…

Bu süreci sürükleyen partinin devlete yapışmış olması onun siyasetini otoriter ve faşizan olarak tanımlamamıza yeter mi?

Otoriter karakteri kesin ama faşizanlığa da oynuyor, o mitinglerin gözde partisi olmayı da diliyor. Mitinglerde cumhuriyeti kurtarmak adına parlamento karşıtlığı yaparsanız, bu cumhuriyet için de tehlikeli hale gelir.

Cumhuriyeti asker kurdu asker korusun mu deniyor?

Böyle yazan köşe yazarları çıktı… Önümüzde seçim var ama şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu siyaset karşıtlığıdır. Parlamento kurumundan bu kadar çabuk vazgeçiliyor alması çok tehlikeli.

Bu kaçış sistemin oturmadığını göstermiyor mu?

Yıllardır “vesayet rejimidir” diye yazıp durduk. Son yıllarda yapılan yasal düzenlemelerle vesayet durumu değişiyor derken, bir gecede alt üst olduk, eskiye döndük, gördük.

DYP ve ANAP'ın birleşmesinin siyaset açısından bir anlamı var mı?

O birleşmeden umutlu değilim. İkisi de fazla iktidar odaklı düşünen liderler. Sorunlu bir birliktelik. Milletin itibar edeceğini sanmıyorum. Mitingler coşkulu geçse de Türk halkı sandığa gittiğinde son derece sağduyulu akılcı davranır… Meclis'e üç parti girebilir AKP, CHP ve MHP.

Beş yıla baktığında AK Parti siyasetini devlet için tehdit olarak niteleyebilir misiniz?

Hâlâ bu korkuyla AKP'ye yaklaşılmasını anlayabilmiş değilim. Eleştirilecek yanları elbette var ama yanlışları başka, tehdit olması başka bir şey. Bu tür yaklaşımların da etkisiyle Türkiye'de insanlar birey olmadan vatandaşlığa sıçradılar. Dönüp birey olmak istediklerinde de vatan haini durumuna düşüyorlar.




17 yıl önce