Sorunlarımızla yüzleşme, tartışma, kendimizi eleştirme cesaretimiz yeni yeni geliyor.
Bir geç kalmışlık, ertelenmişlik halimiz var.
Sorunların üzerini başka sorunlarla örtme, gündemden düşürme taktiği bitti ve dibe vurdu.
Şimdi gerçekler bir bir çıkıyor ortaya.
İtiraflar dökülüyor her yerden.
İçten de dıştan da...
Yıllarca Türkiye aklını dondurmuş gibi, "sorun yok" refleksi gösterdi, ne Kürt sorununu tartıştı, ne de öteki hayati sorunlarını…
İdeolojik konumlanmamız tartışılmaz alanlarımızın sayısını artırdı.
Vaktinde önemseyip tartışmadığımız her sorun büyüyerek tekrar tekrar dikildi karşımıza.
Sorundan çözüm çıkarmaktır siyasetin anlamı…
Soruna yaslanıp korkular üreterek
ondan nemalanma ihaneti değil…
Sorunların varlığına göz yumanların, sorunlardan beslenenlerin ihanetine uğradı Türkiye…
Bunda siyasetin de, üniversitelerin de, medyanında, aydınların da payı var.
Öyle oldu ki, gün geldi tarihi gerçekleri, sosyolojik süreçleri, milli ve manevi değerleri de birer sorun olarak gördük. Sorundan sorun çıkarma yeteneğimiz gelişti ama sorunu çözme becerimiz, irademiz pek belirmedi.
Neyse ki şimdi idrak ettik, dünyanın bizden, bizim ideolojimizden, bizim kanatlarımızdan ibaret olmadığını.
En önemli idrak kazancımız da; de Kürt-Türk, aydın-halk, siyaset-asker gibi tanımlamaların birer ayrışma unsuru olmadığını bir toplumsal bütünün parçası olduğudur…
DTP'nin meclise girmesi Kürt sorununun daha rahat, objektif ve bilgi temelli konuşulmasına zemin hazırlamıştı. Fakat bu süreç büyük ölçüde kayboldu. Bir yanda DTP'ye açılan kapatma davası, mecliste varlığının hazmedilmemesi bir yanda da DTP'nin kendisi bu fırsatın tükenmesinde etkili oldu.
Evet, ama tam olarak çözümsüzlük noktasında değiliz… Fikret Bila'nın Milliyet'teki mülakatlarında 90'lardan bugüne gelen süreçte belli hataların yapıldığı söylendi. Ayrıca devlet organları içinde emekli müsteşarlarca demokratik, siyasal, sosyal çözüm için bu süreçlerin çok önemli olduğu saptaması yapıldı. Son olarak da Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ PKK'ya katılımın engellenemediği, insan hakları, demokrasi gibi söylemlerin PKK'ya kaptırıldığı yönünde bir özeleştiri yaptılar.
Devlet aklı içinde bu tartışmanın yapılması gerektiği saptaması giderek güç kazanıyor. Bu tartışmalar PKK'ya karşı askeri mücadelenin gerekli ama yeterli olmadığının kabulü demektir. Kürt sorununun hepimizin ortak sorunu olduğu, bu sorununu ciddi anlamda tartışmamız gerektiği bilinci ve zemini yavaş da olsa oluşuyor.
Kürt sorununu, bölgesel az gelişmişlik sorunu, kimlik sorunu, yoksulluk sorunu olarak görüyoruz. Şemdinli davasında gördüğümüz gibi bir hukuk dışılık ve patlayan bombalar itibarıyla günlük yaşam sorunu olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Sonuçlarını oradaki Kürt vatandaşlarımız yaşıyor. DTP ya da Türk milliyetçiliği ekseninde bakıldığında Kürt sorununu yalnızca terör bağlamında tartışıyoruz ama bu gerçek değil. 22 Temmuz seçimlerinden sonra bölgede önemli gelişmeler oldu.
Tek aktör DTP değil artık, AKP de, sivil tolum da bölgede aktör oldular. Artık bölgenin sorunlarıyla ilgilenen sivil toplum örgütleri var. Kürt sorununu teröre ve PKK'ya endekslediğiniz zaman oradaki insanları görmezden geliyorsunuz. Devlet halka ulaşmalı ama bu, sivil toplum, yerel kalkınma eliyle yapılmalı. Zaten PKK'ya karşı mücadelenin başarılı olması için o insanların desteğine ihtiyaç var. 2008'in temel tartışma konusu Kürt sorunu olacaktır.
DTP oy kaybetti ama büyük oranda değil. Burada esas önemli olan DTP'nin dışındaki bir partiye bölge insanının oy vermesidir. Bunu etnik mücadelenin olduğu başka ülkelerde görmüyoruz. Türkiye'den kopmadan refah içinde yaşamak gibi bir eğilim var bölgede. Diyorlar ki, benim reel sorunlarım var, yoksulluk, eğitimsizlik, şiddet, hukuksuzluk gibi, bu sorunlarımı çözün…
22 Temmuz seçimlerinde bölge insanının oy verme eğilimiyle, diğer bölgelerdeki insanların oy verme eğilimleri arasında büyük bir fark yok. Refah talebi her yerde.
AKP'nin hedefine göre operasyonlar PKK'yı ciddi anlamda zayıflatarak sorunu çözme pozisyonuna getirecek. Amerika'nın, Avrupa'nın desteğinin olması Türkiye'nin oyunu iyi oynadığını gösteriyor ki bu aşamadan sonra AKP bölgedeki reel sorunlara yoğunlaşacak, bölgesel aktörleri de içine katacak gibi gözüküyor…
Evet, bunu bir ayağı da tanık koruma ve dağdan inenlere belli bir imkan sağlamaktır. Fakat bu nereye kadar sürdürülebilir ona bakmak lazım.
Müsait…
Buna engel bu sorunu yeni tartışıyor olmamızdır. Henüz kürt sorunuyla yüzleşmedik. Onlarca yıldır bu sorunu yaşadığımız halde onu tartışmadık, ama artık bunun imkanı var, uluslararası destek de bu yönde.
İki tane boyutu var, biri, 5 Kasım Amerika gezisi başarılı oldu, operasyona uluslararası destek de alındı ve hükümet oyunu iyi oynadı, başarılı oldu. Tabi Irak'ta, Ortadoğu'da Benazir Butto suikastı ile göründü ki bölgede İslami köktencilik gibi bir sorun var. Afganistan, Pakistan gidebilir. Güçlü bir İran, sallanan bir Afganistan ve Pakistan'la Türkiye'yi nereye kadar idare edersiniz. Dışarıda iyice anlaşıldı ki Türkiye öyle kaybedilecek bir aktör değil, dünyada İslam'la modernliğin beraberliğinin simgesidir ve bir barış aktörü olarak öne çıkıyor Türkiye.
Operasyonlar tek başına başarılı olsa bile çözümde yeterli olmayacağı biliniyor. Çok boyutlu olan bir Kürt sorunu sadece sopayla çözülmez.
DTP'nin bu tür çıkışları kendi sonunun hazırlama işlevi görüyor. "Türkiye'de yaşıyoruz, sorunun burada yaşayan insanların kabul edeceği bir şekilde tartışmanız lazım" demeliler. PKK'ya "siyasal aktör" dediğiniz zaman Türkiye'de kimseden destek alamazsınız. Kabul etmek gerekir ki PKK bir terör örgütüdür. Kürt sorunun çözümü için bizim siyasal aktörlere ihtiyacımız var, bu aktörlerin de bölgeden çıkması lazım.
Kendi insanıyla ilgili sorunları hiçbir zaman seslendirmiyor. Örneğin DTP'den Diyarbakır'daki ekonomik sorunlarla ilgili bir şey söylemesini beklerdik… Şu anda bölgede AKP'nin güçlenme sürece var ve 2009 yerel seçimleri çok önemli. Belediyeleri alma konusunda AKP çok çalışıyor, özellikle Diyarbakır üzerine. AKP'nin pragmatik bakıyor, PKK'ya karşı mücadele sürerken, eve dönüş konuşuluyor, yoksulluğa karşı mücadele sürüyor. Etnik milliyetçilik temelinde mücadele eden bir partiye karşı pragmatik, İslami tonu olan, sosyal adalet temelinde hareket eden başka bir aktörün giderek güçlenmesi söz konusu bölgede.
Etnik milliyetçilik temelinde var, ama etnik milliyetçilik Kürt sorununun çözümünde engeldir.
Bu DTP'nin ve o bölgedeki aktörlerin yanıt vermesi gereken bir soru. Oradaki aktörler Kürt sorununu PKK dışında tartışmak zorundalar.
Olabilir fakat AK parti tek başına yetmez. Kürt sorunu Türkiye'nin sorunuysa diğer partilerin de buna destek vermesi lazım.
Ama bölgeden gelen bir partinin de olması gerekiyor. AKP o zaman tamamen kendi içine bu sorunu taşır ki bu AKP'ye zarar verir. AKP şu anda bu politikayı iyi götürüyor. DTP'nin de kendisini dönüştürme şansı var, çünkü tek bir DTP yok, içinde tartışmalar sürüyor. Solun da bir şekilde çözüme katkı yapması lazım. Bölgedeki aktörleri ne kadar çoğaltırsak o kadar iyi olur.
PKK bittiği zaman Türkiye'nin gerçek Kürt sorunuyla yüzleşeceğini, şiddet unsuru olmayan ama siyasi talepleri daha sert bir Kürt hareketi olacağını düşünüyorum.
Türkiye kabuğuna çekilmiyor, Türkiye muhafazakarlaşıyor fakat Türkiye küreselleşiyor da, belli bir değişim süreci de yaşıyor. Bence şeriat korkusu yoktur Türkiye'de. Türkiye'nin dünyadaki önemi son yıllarda arttı. 2002-2007 AKP iktidar süreci İslamın yaygınlaşmasından daha çok, muhafazakar modernliğin yerleşmesi oldu. 2007 seçimlerinin değerler temelinde 2002-2007 performansından kaynaklandığını düşünüyorum.
Bence de muhafazakarlık modernleşmenin içindedir.
Entelektüel düzeyde ülkenin sorunlarıyla ilgileniyor, fakat muhalefet düzeyinde performans gösteremiyor. Kabul edelim ki Türkiye'nin sorunlarıyla yüzleşme ve çözüm üretme konusunda AKP başarılı olmuştur. AKP'nin başarısı ideolojik değil, olaylara pragmatik ve iyi yanıt vermesindendir. Sol giderek daha da ideolojikleşiyor. Kürt sorunuyla ilgilenirken aynı zamanda ekonomik sorunlarla da, AB'yle de, demokratikleşme reformlarıyla da ilgilenmeniz lazım. Hem CHP'nin, hem MHP'nin ortak özellikleri tek boyutlu olarak Türkiye'yi algılamalarıdır.
Türkiye reel sorunlarla baktığımız zaman 2007 boşa geçmiş bir yıldır. Fakat diğer taraftan 22 Temmuz seçimleri çok ciddi bir işaret vermiştir bize. Yüzde 46 oy Türkiye'nin AKP'yi içselleştirilmesine verildi. Bu içselleştirme bence şeriat anlamına gelmiyor, merkeze doğru gelme, merkezde bir yeni orta sınıf oluşması anlamına geliyor.
Erdoğan çok karizmatik, çok güçlü bir lider tipi çizdi. AKP diğer merkez sağ partilerden daha toplumcu ve daha çalışkan. Erdoğan'ın karizmatik lider olmasını sadece Türkiye bağlamında düşünmemek lazım, Türkiye-AB, Türkiye-ABD ilişkilerinde de öyle, Washington'daki son performansı bunun göstergesiydi.
Olmayabilirdi ama AKP tek adam partisi olmanın ötesinde, vizyon, hizmet, çalışma temelinde kendisini sürekli geliştiren bir parti...
Bunu bilemem… 2007 Hrant Dink'in katliyle başladı, Malatya'ya kadar gitti, cumhurbaşkanlığı sürece yaşandı fakat 22 Temmuz seçimlerinde AKP yüzde 46'yla başa geçti. Gül cumhurbaşkanı oldu. Türkiye demokratik olgunluk gösterdi. Pakistan'daki olayın Türkiye'ye, Türkiye'nin önemi bağlamında yansımaları var. Yani komplo teorileri yerine Türkiye'de bir yapısal değişim var ve bu değişim temelinde bunlar olacaktır. AKP de evet Refah Partisi'nden gelmektedir, İslami gelenekten gelmektedir fakat AKP'nin başarısı çözümleriyle, daha ileriye dönük söylemiyle ilgilidir. Daha zengin, daha refah bir Türkiye… Burada orta sınıf temelinde bir korku olmuştur ama bu mitinglerle oldu, televizyon konuşmalarıyla oldu…
Hayır. Fakat gelinen noktada bir başarı elde edilmiştir. Teröre karşı hükümetin, askerin başarısı Türkiye'nin başarısıdır. Eskiden çatışmaları konuşuyorduk, şimdi çözebilir miyiz, nereye kadar çözebiliriz bunu konuşuyoruz.