|

Prof. Dr. İhsan Dağı: Özal'ın mirası Erdoğan'da

Prof. Dr. İhsan Dağı, “Özal'ın mirası açık toplumdur, sivilliktir, demokratikleşmedir, Avrupa Birliği'dir, bölgesinde inisiyatifler alabilen aktif, dünya ile entegre olmuş bir Türkiye'dir. Bu mirası 2002 seçimlerinde Erdoğan ve AK Parti siyaseti devraldı. Erdoğan Özal'ın çizgisinde...” diyor.

Mehmet Gündem
00:00 - 23/04/2007 Pazartesi
Güncelleme: 00:56 - 23/04/2007 Pazartesi
Yeni Şafak
Prof. Dr. İhsan Dağı: Özal'ın mirası Erdoğan'da
Prof. Dr. İhsan Dağı: Özal'ın mirası Erdoğan'da
Özalizm'den Erdoğanizme…

Turgut Özal devletin ilk kurucusu değildi fakat ortaya koyduğu vizyonla halkının ufkunu açmış bir başat liderdi. Vefatının üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen bugün hâlâ vizyonuyla ve misyonuyla konuşuluyor, Özal'dan referanslarla siyasete anlam katılıyor. Çağını aşan Özal 2007'de karşımızda bir paradigma olarak duruyor esasında. Etkisi ve felsefesi konuşuluyorken kendinden sonra gelenler için de belirleyicilik vasfı taşıyan bir güç olarak hem tarihte hem de bugünde o yaşıyor, mirasıyla yaşıyor. Bu miras kısaca Özalizm'dir. Siyaset bilimcileri ve halkın kahır ekseriyetine göre Turgut Bey'in, büyük düşünen, dışta bölgesel ve küresel güç olmayı hedefleyen, içeride sivil, demokrat, özgürlükçü, dindarlık gibi kavramları özgün kimlik olarak görerek farklı olanı da aynı oranda muteber sayan bir mirasını Başbakan Erdoğan yaşatıyor şimdi. Tayyip bey, abartılmış sembollere takılmadan ayağına kadar gelen Çankaya'yı reddeder ve icranın başında kaymayı tercih ederse Özalizm'den sonra bir yeni bir paradigmanın da ortaya çıkmasının ilk adımı atılmış olacak ki bu Erdoğanizm'dir. Devlet muhiti olan Çankaya'nın havası, suyu, çevresi bu dönemde Erdoğanizm'i öldürür. İyi bir miras bırakmak için şimdilik Çankaya uygun bir yer değil…


Turgut Özal vefat edeli 14 yıl oldu. Hâlâ referans alınan bir siyasi kişilik olarak duruyor. Özal siyasetini bugüne taşıyan faktör nedir?

Özal'ın temellerini attığı yeni bir Türkiye'de yaşıyoruz. Dünyaya açık, ekonomisi hızla büyüyen, ihracatı 100 milyar doları bulan bir Türkiye bu. Özal'ın 1987'de tam üyelik başvurusunu yaptığı AB ile üyelik müzakerelerine başlayan, siyasal reformlarla dünya standartlarını yakalayan bir ülke. 1990'lardaki içe kapanma süreçlerine rağmen Türkiye Özal vizyonundan kopamadı, çünkü Özal'ın temellerini attığı ekonomik ve toplumsal dinamikler, Türkiye'yi bu yönde gelişime mahkum etti.

Bugün 'Özal misyonu' ve 'Özal vizyonu' diye bir olgudan ne oranda söz edebiliriz?

Düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü ekseninde özgür ve müreffeh bir açık toplum rüyası gören adamdır Özal. Bu rüyanın gerçekleşmesi için de devletin buyurgan, ideolojik ve hantal gövdesiyle bireylerin önünden çekilmesi gerektiğini düşünür. O, devlete ve bürokrasiye değil, Türk insanının azmine, girişimci ruhuna güvendi, küreselleşmeden korkmadı. AB sürecinde Türkiye'de bir daha darbe olmayacağını, başörtüsü sorununun anlamsız olacağını söylüyordu. AB dinamikleriyle iç siyasal reformlar 1987'de başladı. Türkiye'ye özgü bir demokrasi yerine tam demokrasiyi mümkün kılacak yeni bir devlet-toplum ilişkisi gelişmeye başladı Özal döneminde.

Peki halk ile devlet arasında nerede nasıl durdu Özal?

Özal'a göre, devlet millet için vardır. Milletin üstünde, ona buyurgan bir edayla ne yapması gerektiğini anlatan, neye inanması gerektiğini söyleyen, nasıl giyinmesi lazım geldiğini dikte eden bir devlet tasavvurunu kabul etmez. Türkiye'de devletin ekonomide, siyasette ve kültürel dünyamızda nasıl egemen bir yere sahip olduğunun farkındaydı.

ÖZAL'IN DERDİ BÜROKRATİK DESPOTİZM

Özal'ın derdi olan 'bürokratik devleti demokratik yapıya kavuşturma' mücadelesi Özal sonrasında ne oldu?

Evet, Özal'ın derdi budur. Bürokratik despotizm Özal için ahlaken de siyaseten de kabul edilmez. Üstelik böyle bir yapı ülkenin kalkınmasını da imkansız kılar. Kalkınmayı devlet değil, halk gerçekleştirir çünkü Özal'a göre. Değişimin motoru halktır, devlet değil. Devlet eliyle modernleşme modeli halka tepeden bakan bürokratik bir oligarşi yaratır. Halkı değil, bürokrasiyi güçlendirir.

ERDOĞAN ONA BENZİYOR

Özal kime benziyor, ya da bugün kim Özal'a benziyor?

Özal'ı bir başka siyasetçiye benzetmek güç. Kendine özgü bir adamdı. Pratik, pragmatik bir mühendis. Vizyoner bir siyasetçi. Bir orkestra şefi. Sürekli yeninin peşinde olan bir muhafazakar. Modern ve dindar. Erdoğan zaman zaman Demokrat Parti'den Özal'a gelen çizginin devamı olduklarını söylüyor. Siyasal reformlar, ekonominin liberalleşmesi, dışa açılma, milli irade vurgusu, hizmet anlayışıyla Erdoğan merkez-sağ bir siyaset izliyor. Ayrıca muhafazakar çevrelerin küreselleşme, AB ve genelde Batı endişelerini de giderici bir liderlik gösteriyor. Erdoğan'ın Özal'a en çok benzeyen yönü bu; muhafazakar bir Türkiye damarına yaslanmakla birlikte bu muhafazakar damarın dışa açılmasına, dünya ile bütünleşmesine öncülük yapmak. Devlet seçkinleri dışardan, küreselleşmeden korkarken muhafazakar çevrenin dünya ile rekabete hazır olması içerdeki güç dağılımını yeniden şekillendirmiştir.

O halde çok tartışılan Özal'ın siyasi mirası ortada kalmış değil?

Özal'ın mirası açık toplumdur, sivilliktir, demokratikleşmedir, Avrupa Birliği'dir, inisiyatifler alabilen aktif, dünya ile entegre olmuş bir Türkiye'dir.

Bu miras şimdi nerede? ANAP'ta mı, AK Parti'de mi?

Özal'ın toplumsal taban olarak mirasını 2002 seçimlerinde AK Parti devraldı. AB üyeliği sürecini AK Parti oldukça ileri aşamalara taşıdı. AK Parti'nin bu politikalarıyla Özal çizgisinde olduğu kesin. Ayrıca, Türkiye'nin kalkınmasında bir yandan Anadolu sermayesini öte yandan da yabancı sermayeyi teşvik Özalcı yaklaşımlardır.

ANAP-DYP birleşmesi gündemde. Mirası geri alma girişimi AK Parti'yi tehdit eden bir boyuta ulaşabilir mi?

Birleşmenin baraj sorununu aşmak için gündeme geldiği çok belli. DYP'nin anketlerde %10'un altında görülmesi tetikliyor süreci. Böylesi bir görüntü birleşmeden umulan sonucu yaratmaz. Ayrıca, bunun etkisi AK Parti'nin izleyeceği stratejiye de bağlı. AK Parti, söylem, siyaset ve kadro yapısıyla merkezi boşaltmaz; demokrat, muhafazakâr ve kalkınmacı konumlanmasını değiştirmezse birleşmenin etkili olacağını sanmıyorum. Köşk tercihi de bu nokta da etkili elbette.




Özal'ın Çankaya'ya çıkması bir hata mıydı?

Değildi. Özal Çankaya'ya çıkarak devrim yapmıştır. 1989'a kadar 1980 darbesinin lideri Çankaya'da Cumhurbaşkanı olarak oturmuştur. Özal, Çankaya seçimlerini artık devletin değil, milletin temsilcilerinin yapacağını göstermek istemiştir. Unutmayalım cumhuriyet tarihi boyunca, darbelerle, Meclis baskınlarıyla yapılan seçimlerde emekli paşaların çıktığı bir makamdır Çankaya. Özal bunu değiştirdi.

Peki kendini kabul ettirebildi mi devlete?

Devletin tepesi Özal'la birlikte sivilleşmiştir, siyasetin yani toplumun nüfuz ettiği bir alana dönüşmüştür. Türkiye'nin gerçek anlamda ilk sivil Cumhurbaşkanı'dır. Özal, Cumhurbaşkanlığı'nı devletin âli çıkarları adı altında bürokrasiyi ve resmi ideolojiyi temsil eden bir makam olmaktan çıkarmış, bu anlayışa devletin tepesinde muhalefet etmiştir.

Bugün Başbakan Erdoğan Özal gibi davranıp Çankaya'ya çıkmalı mı, çıkarsa ne olur?

Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması hata olur. Seçimlere giderken AK Parti'nin iktidar düzeneğini bozması siyaseten makul görülmüyor. Kamuoyu yoklamaları AK Parti'nin gelecek seçimlerde de Meclis çoğunluğunu alacağını gösterirken içte ve dışta etkili çevreler de Erdoğan'ın Başbakan kalmasını istiyor. Muhtemel bir CHP-MHP koalisyonunun, Türkiye'nin AB sürecinden Kıbrıs sorununa, Kuzey Irak meselesinden yabancı sermayeye bakışına kadar birçok alanda istikrarı ve Türkiye'nin öngörülebilirliğini sarsacağından korkuluyor. Bu nedenle de AK Parti'nin Çankaya'ya Erdoğan'ı göndererek kan kaybetmesi ve Çankaya'da Erdoğan'ın hedef tahtası haline gelmesi istenmiyor. Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması partisini zayıflatır, muhalefeti birleştirir, kendisini tarafsız ve partiler üstü bir Cumhurbaşkanı olarak muhalefet karşısında korunaksız kılar.

Yani Erdoğan'sız bir AK Parti seçimlerde heyecan oluşturamaz…

Partinin kuruluşundan beri Erdoğan'ın popülaritesinin partinin üstüne çıktığı bir gerçek. Dolayısıyla, seçimlere giderken lider değişikliği partiyi zorlayabilir.

O SÜRPRİZ İSİM ABDULLAH GÜL

Erdoğan Çankaya sürecini şu ana kadar nasıl yönetti?

Gözlemim Erdoğan'ın Köşk seçimlerinde amaçlı bir belirsizlik ve gerginliğe izin verme siyaseti izlediği yönünde. Bunun sonunda da bir 'şah-mat' hamlesi yapacak gibi. Cumhurbaşkanı adayı olmadığını açıklayacak ve muhalefetin bir yıldır yürüttüğü gerginlik siyasetini de bir hamlede anlamsız hale getirecek. Muhteris olmadığını ve uzlaşmadan yana olduğunu, meydanlardan kaçmadığını göstermiş olacak. Meydan okuyan 'Kasımpaşalı' Tayyip Erdoğan imajını pekiştirecek.

O sürpriz isim Erdoğan haricinde kim olabilir?..

'Şah-mat hamlesi'nin ikinci ayağını kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağı oluşturacak ki bu isim bence Abdullah Gül. Gül'ün adaylığı siyaseten ön kesici, kazanıcı bir hamle. Öncelikle Gül, Dışişleri Bakanı olarak son dört yılda iç siyasal gerginliklerin içinde değil. AK Parti tabanı dışında da devlet adamı nitelikleriyle öne çıkan bir isim. Dışarıdaki finansal ve siyasal çevrelere de güven verecek bir isim. Öte yandan taban için de partinin baskılara boyun eğmediği mesajını verecektir Gül'ün adaylığı. Ayrıca başörtülü bir 'first lady'nin Çankaya'ya çıkması da çok önemli partinin tabanı açısından.

Yine de Erdoğan Köşk'e çıkarsa meşru olmayan bir meşruiyet sorunu yaşar mı?

Milli iradenin tecelligahı olan Meclis'in seçtiği bir Cumhurbaşkanı'nın meşruiyetini sorgulayacak kurumlar, kendi meşruiyet zeminlerini kaybederler. Buna izin verilemez. Aksi durumda zaten, demokratik değil bürokratik bir cumhuriyete demir attık demektir.

Özal ile Erdoğan Çankaya sürecinde ne oranda benzer karşı direnişlerle karşılaştılar?

Oldukça benzer dirençler vardır. Bu direnç aslında siyasetedir. Siyasetten gelen bir Cumhurbaşkanı dirençle karşılaşıyor. Direnç, toplumun siyaset aracılığıyla devlete nüfuz etmesine... Her durumda bugün, devlet seçkinlerine değil cumhura bir reis seçtiğimizi biliyoruz.



Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmama kararı, siyaseten nasıl ifade edilebilir, “Çankaya'dan püskürtme”, “Halk iktidarı Köşk'ten döndü” söylemlerinin bir karşılığı olur mu?

Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmaması iktidarın gerçek merkezinde kalma yönünde bir tercih olacaktır. Türkiye, güçlendirilmiş bir Cumhurbaşkanlığı da olsa parlamenter bir demokrasidir. Dolayısıyla iktidarın odağı Meclis ve Meclis çoğunluğuna dayanan hükümettir. Son yıllarda, özellikle 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanlığı'nın gücü ve işlevi abartılmıştır. Cumhurbaşkanlığı'nı bazı kesimler demokrasinin, halk iradesinin ve iktidarının önünü kesmek için uygun bir mevzi olarak kullanmışlardır. AK Parti, seçeceği Cumhurbaşkanı'yla bu mevziyi kullanışsız hale getirebilir. Öte yandan muhalefetin uzunca bir zamandır yürüttüğü 'Erdoğan'ı Cumhurbaşkanı seçtirmeyiz' kampanyası da AK Partilileri bir yanılsamaya ve inatlaşmaya itti. Çankaya'ya olduğundan fazla bir anlam, değer ve güç atfetmeye başladılar. Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmaması parlamenter sistemi güçlendirecektir. Ancak, bunun koşulu da Çankaya'ya sivil-asker bürokrasi ile flört etmeyecek dirayetli ve demokrat bir kişiliğin gönderilmesidir. Siyaseten güçlü, güç odaklarına karşı donanımlı ve dirençli bir isim Köşk'e gönderilmeli. Aksi, geleceğe mayın döşemek olur.




17 yıl önce