|

Prof. Dr. Levent Köker: Bu anayasa ile demokrasi olmaz

Prof. Dr. Levent Köker; “Türkiye'nin anayasa sorunu, yapılan onca önemli reforma rağmen hala öncelikli yerini koruyor. 12 Eylül ruhundan çıkamamış bu anayasa Türkiye'yi çağdaş dünyaya taşıyamaz. Yasakları kaldırmak, Cumhuriyet rejimini güçlendirir” diyen ve sivil anayasa konusunu hükümetin acilen gündeme alması gerektiğini belirtiyor

Mehmet Gündem
00:00 - 2/03/2009 Pazartesi
Güncelleme: 03:24 - 2/03/2009 Pazartesi
Yeni Şafak
Prof. Dr. Levent Köker: Bu anayasa ile demokrasi o
Prof. Dr. Levent Köker: Bu anayasa ile demokrasi o

Büyüme gibi değişim de sancılı bir süreçtir. Türkiye hem büyüyor hem de değişiyor, varlığı ve mahiyeti derinleşiyor, derinleşirken yeni açılımların da izini sürüyor…

Bu ülkede uzun yıllardır bir demokrasi sorunu ve demokrasi mücadelesi var.

Temel insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi konularda bir standart arayışı var. Toplum artık önüne konulanla yetinmiyor, siyaset kendisine uygun görülen “dar alana” razı değil. Devlet ve aygıtlarının tahakkümcü tavrı hiç olmadığı kadar tepki çekiyor.

AB yolculuğu, Kıbrıs, ekonomik kriz, Kürt sorunu, azınlıklar, Alevilik, terör, çeteler, Ergenekon, başörtüsü… hepsi hukuk üzerinden çözülsün istiyoruz. Yargı bağımsızlığı sağlansın, üniversiteler fikirlerin tartışıldığı özgürlük kalesi olsun istiyoruz. Halkıyla çatışmayan, çetelerin kirletmediği, lobilerce ele geçirilmemiş, toplumda kendisine karşı yeni yeni düşmanlar üretmeyen bir devlet istiyoruz. İktidarlar sandıkta değişsin, tanklar asfaltlara inmesin istiyoruz. Terör bitsin, milli gelirin büyük bölümü eğitime, sağlığa harcansın istiyoruz. Kimsenin bu ülke “başka cumhuriyetin çocukları” gibi bir ayrımcılığa uğramamasını istiyoruz.

İstediğimiz çok şey değil, insanca yaşamak, bu ülkeyi geleceğe taşımak… Bunu için evvela sivil anayasa istiyoruz. O kadar sivil olsun ki sadece hukuk üstün gelsin, sadece hak ve adalet meşru olsun… Herkes huzur ve güven içinde farklılıklarıyla birlikte yaşasın…

Darbe kültürü ile yoğrulmuş ruhuna kan damlamış bir anayasa bizi mutlu etmedi, etmeyecek. İktidarın da huzurunu kaçırdı, yine kaçıracak… Eminim yeni kaos planları hazırlanıyor… Sivil siyaseti, demokrasiyi, özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü hazmedemeyen çevrelerin hala sinsice yuvalanabileceği bir alan oluşturuyor mevcut anayasa... Bu zeminde demokrasiye kurulan tuzakları çok yaşadık.

Biliyoruz ki hukuk her şeyi çözer, karanlıkları aydınlatır, tehlikeleri bertaraf eder… Talebimiz sivil anayasadır… AKP hükümetinin Türkiye'ye yapacağı en hayırlı ve en kalıcı hizmet sivil anayasadan başka ne olabilir ki…

Toplumun geniş kesimleri yamalı bohça haline gelmiş ve çağın gerisine düşmüş anayasadan rahatsız olduğu halde, doğru bir üslup ve yöntemle bu sorunu çözmenin neresi zor ki… Hepimiz, sorunların varlığından değil, çözümlerinden beslenen bir yapıyı geçmeliyiz… İstiyoruz öyleyse varız…


Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne anayasa konusunda algı ve gerçek düzleminde ne tür süreçler, kırılma ve değişimler yaşandı?

Cumhuriyetin kuruluşuna giden süreçte ve sonrasında anayasa konusunda en büyük kırılma, “halkın kendi kendini yönetmesi” ideâlinden hareket eden bir anlayıştan bürokratik vesâyetçiliğe geçişte yaşanmıştır. 1921 Anayasası'na hâkim olan sınıfsal halkçılık ve buna bağlı demokrasi anlayışı, 1924 ve sonrasında yerini “sınıfları reddeden” ve dolayısıyla tek parti tarafından temsil edilebilecek olan bir halkçılık anlayışına bırakmıştır. Tek partili otoriter rejim, meşruluğunu sadece sınıfları reddeden halkçılık anlayışına değil, ayrıca halkın câhil ve geri oluşu nedeniyle kendisini yönetemeyeceği fikrine de dayandırmıştır.

61 ve 82 anayasalarında ne değişti?

Türkiye halkının çoğulcu bir demokrasi içinde kendisini yönetmesinin önüne askerî ve sivil bürokratik vesâyet mekanizmalarının yerleştirilmesi biçiminde tezâhür etmiştir.

Bu gün anayasa sorunu ülkenin öncelikli sorunları arasında nerede duruyor?

Türkiye'nin anayasa sorunu, yapılan onca önemli reforma rağmen hala öncelikli yerini koruyor. Türkiye'nin bugünkü aşırı merkeziyetçi idârî vesâyet düzenini değiştirme, daha adem-i merkeziyetçi bir düzene yönelme ihtiyacı, devletin temel örgütlenmesiyle ilgili bir anayasal yenilenmeyi zorunlu kılmaktadır.

Nereden başlamak lazım?

Temel hak ve özgürlüklerle ilgili, çağdaş, çoğulcu ve çokkültürcü demokrasi anlayışıyla bağdaşmayan hükümlerin değiştirilmesini de ekleyebiliriz. Vatandaşlık, eğitim, dil, siyâsî partiler gibi alanlarda, doğrudan Kürt meselesinin demokratik çözümünü de ilgilendiren ama asla bu sorunla sınırlı olmayan hususlar bu meyanda ilk akla gelen örneklerdir.

AÇILIMLAR ANAYASAL GARANTİ ALTINA ALINMALI

İktidarın ülkenin sorunları karşısında geliştirdiği açılımları anayasal güvence altına da almak lazım değil mi?

Evet, örneğin “TRT-Şeş” eğer Türkiye'de demokratik çoğulculuğun yerleşmesi bakımından önemli bir adım olarak görülüyorsa ve bu adımı başka açılımların izlemesi gerektiği vurgulanıyorsa, TRT-Şeş de dâhil tüm açılımların anayasal teminatını da oluşturmak gerekmektedir. Tüm bunlar, Türkiye'deki anayasa sorununun ne denli öncelikli olduğu hususunu yeterince açık olarak ortaya koymaktadır. “12 Eylül Anayasası”ndan kurtulma ve böylece 12 Eylül'le birlikte tüm darbe-müdahale tarihiyle anayasal olarak hesaplaşma türünden “sembolik önceliği” de bunlara ekleyebilirsiniz.

Hem anayasa yapmak hem de anayasayı uygulamak konusunda da sorun var…

Bunun çok açık örnekleri var. Bu sorun, sâdece anayasa yapmak ve anayasa uygulamak konusunda değil, kanun yapmak ve uygulamak diye ifade edebileceğimiz daha genel bir anlamda da yaşanıyor. Özellikle demokratikleşme yönünde yapılan pek çok hukuk reformunun uygulamada sanki hiç yapılmamış veya yapılmış da sanki demokratikleşme değil de otoriterleşme yönünde yapılmış gibi anlaşılıp uygulandığına ve bu yüzden de, onca reforma rağmen Türkiye'nin, AİHM tarafından sürekli mahkûm edilen bir ülke olmaktan kurtulamadığına tanık oluyoruz.

İKTİDAR DERS ALMALI

Anayasanın değişmesi konusunda toplumun geniş kesimlerinde mutabakat olduğu halde AKP iktidarı başlattığı süreci neden sağlıklı bir şekilde işletemedi?

AKP, sürece yönelik devletin bürokratik odaklarından gelen engellemeleri aşamadı. Bu engellemeler arasında özellikle yaratıldığını ve etkili de olduğunu düşündüğüm “rejim elden gidiyor” tehdidine dayalı kutuplaşmayı kıramadı. Bunun için yapılması gereken, AKP'li olmayan kesimleri de sürece dâhil etme girişiminde bulunmadı, toplumun geniş kesimlerini bir anayasa yapma hedefi etrafında toplayamadı.

“Anayasamı değiştirmem lobisi” yine mi üstün geldi?

Öyle görünüyor…

AKP iktidarının anayasayı değiştirme tecrübesi neleri öğretti bize?

Türkiye'de gayet çoğulcu, özgürlükçü demokrasiye destek olmaya hazır ve hattâ sınırlı da olsa bunu talep eden toplumsal kesimler var. AKP, anayasayı değiştirme sürecini bu kesimlerin sahip oldukları demokratik muhalefet potansiyelini siyâsî alana taşıyarak gerçekleştirmeye yönelmek zorunda. Bu olmadan istenilen sonuç, özellikle de demokratik bir yeni anayasa yapma sonucu hâsıl edilemez.

Yeni anayasaya kimler neden karşılar?

Enteresan bir soru. Türkiye'de 1982 Anayasası'nın demokratik bir yenilenme ihtiyacını ortaya çıkardığını, meselâ çeyrek yüzyıldır söyleyen, yazıp çizen akademisyenler, siyasetçiler ve kurumlar var. Özellikle kurumlar arasında, CHP, TÜSİAD, TOBB, TBB öne çıkıyor.

KONJONKTÜREL DÜŞÜNENLER DEĞİŞİME DİRENİYOR

Hepsi de 1990'lardan itibaren hukukçulara anayasa taslağı hazırlattılar…

Buna rağmen, 2007 sonrası süreçte, ya neredeyse her türlü anayasa değişikliğine karşı çıktılar veya AKP'nin veyâ pratik olarak AKP çoğunluğunu içeren bir TBMM'nin anayasa değişikliği yapamayacağını dile getirdiler. Aslında karşı çıkışların, örneğin AKP'nin hazırlıklarının yeterince demokratik olmadığı itirazlarını ortaya koyan ve ciddîye alınması şart olan bazı çok değerli istisnâlar hâriç, ilkesel olmadığı, daha çok konjonktürel siyâsî iktidar hesaplarına dayandığı anlaşılmaktadır.

Üslup ve yöntem sorunu mu, yoksa iktidar sorunu mu var “değişim” üzerinden sürdürülen…

Zaman zaman üslûb, yöntem gibi hususlar, örneğin yeni bir anayasanın bir “toplumsal uzlaşma” temelinde gerçekleştirilmesi gibi kolay kolay itiraz edilemeyecek çıkışların çoğu, aslında mevcut parlâmentonun anayasa değiştirme veya anayasa yapma yetkisine karşı çıkmak amacıyla yapılmış gibi görünüyor. Mevcut parlamentonun siyasi iradesi olmadan anayasal reform yapılamayacağı, üstelik bu parlâmentonun Türkiye toplumunun % 85'inden fazlasını temsil etme yeteneğine sâhip bulunduğu ortadayken gündeme gelen bu karşı çıkışların, aslında bir anayasal reform talebinden çok bir iktidar mücadelesini yansıttıkları daha akla yatkındır.

Mevcut anayasanın ruhunu nasıl okuyorsunuz?

Mevcut anayasa, 12 Eylül askerî rejimi tarafından “devlet düzenini insan hak ve özgürlüklerine karşı korumak” gibi, anayasa fikriyle ve kavramıyla bağdaşmayacak bir anlayışla, Türkiye toplumunun adetâ içinde boğulacağı bir elbise olarak tasarlanmıştı. Yapılan reformlar netîcesinde biraz nefes alma imkânı bulduysak da, elbisenin doğru demokrasi anlayışı ve ölçüleriyle yenilenmesi hâlâ bir zorunluluk.

Devletin ve siyasetin bu sorunlu yolculuğu ne tür yeni sorunlar barındırıyor?

En temel sorun, her türlü anayasal (ve yasal) düzenlemeyi kendi belirsiz yorum ve denetim alanına almış görünen Anayasa Mahkemesi'nin eskiden özellikle askerî bürokrasinin oynadığı siyâseti daraltıcı rolü üstlenmesinden kaynaklanıyor. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde demokratik reformların gerçekleşmesi, kendi içinde, yüksek yargı organlarının siyâsî sistem içindeki güçlü pozisyonunu de revize etmeli ve bu pozisyonu demokratik hukuk devletinin sınırları içine çekmeli.

GÜVEN YOK Kİ YETKİ VERİLSİN

Anayasa “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyor ama egemenlik milletten anayasal kurumlarca gasp edilmiyor mu?

Teknik olarak, “hayır edilmiyor” demek mümkün, çünkü bu anayasa da milletin kabûlüne mazhar olmuştur ama burada bir ayrım yapmalıyız…

Peki darbeler gibi 367 krizi de meşruiyetini anayasadan almadı mı?

Bende oraya geleceğim. Özellikle son dönemlerde, Anayasa Mahkemesi'nin hem ünlü 367 kararı, hem Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerindeki değişiklikleri iptâl eden kararı, bazı anayasal kurumların kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanmalarına benzetilerek, yetki gaspı değerlendirmesine tâbi kılınmıştır.

“Ehliyetsiz halk” yaklaşımı…

Evet, Türkiye'de yurttaşların kendilerini demokratik yollarla idâre etme kâbiliyetinden yoksun oldukları anlayışına dayalı bu tür vesayetçi uygulamaların her türlü anayasal dayanaktan açıkça mahrum edilmeleri zorunludur. Yapılması gereken, kendi içinde çok farklı sınıf, toplumsal cinsiyet ve cinsel tercih, etnik ve inanca dayalı ve birbirini dikey olarak kesen farklılıkları içeren, dinamik kimlik gruplarından oluşan yurttaşlar topluluğu olarak Türkiye halkının çoğulcu ve çokkültürcü irâdesini ifâde etme kâbiliyetine sâhip bir demokratik mekanizmayı kurmaktır.

İddia edildiği gibi anayasayı değiştirmek, yasakları kaldırmak rejimi tehdit mi eder?

Rejim anti demokratikse, özgürlüklere ve çoğulculuğa kapalıysa, evet, eder, hattâ etmelidir. Ama, rejim Cumhuriyet ise, zaten bir cumhuriyet anti demokratik, özgürlüklere ve çoğulculuğa kapalı olamaz, özgürlüklere aykırı yasaklarla ayakta duramaz, gelişemez. Yasakları kaldırmak, dolayısıyla, Cumhuriyet rejimini tehdit etmez, güçlendirir, geliştirir, bizleri de gerçek birer yurttaş yapar.

SORUN METİNDE DEĞİL DAHA DERİNLERDE

Başörtüsü yasağının üniversitelerde kaldırılması gerektiğini 1989'da yazdınız. Yasağı kaldırmak, 411 milletvekili onay verdiği halde Anayasa Mahkemesi'ne takıldı. Sorun metinden daha mı derinlerde?

Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla Anayasayla kendisine verilmeyen bir yetkiyi kullanmış gibi oldu. Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerinin şekil yönünden denetlenebileceğiyle ilgili açık düzenlemeyi aşabildiğine göre, sorun metinde değil, daha derinlerdedir.

Bu daha derin yerler…

Herhalde Anayasa Mahkemesi'nin Türkiye Cumhuriyeti'nin nasıl bir devlet olduğu ile ilgili anlayışında ve bu anlayışa dayalı olarak kendisine biçmiş olduğu anlaşılan rejimi koruma misyonunda ortaya çıkmaktadır.

BAŞÖRTÜSÜ YAŞAĞI HUKUKİ DEĞİL, İDEOLOJİK

Üniversitelerde başörtüsü yasağını 1989 ve 1991 kararlarıyla getirmiş bulunan Mahkeme, bu yasağın kaldırılmasıyla ilgili bütün girişimlere de karşı çıkmaktadır…

Evet, Mahkeme'nin buradaki tavrı, sözü edilen içtihatlarındaki laiklik yorumuna dayanmaktadır. Buna göre başörtüsü (Mahkeme'nin diliyle türban) serbestliği lâiklik ilkesine aykırıdır, dolayısıyla bu serbestliği getirmek istemek de, lâikliği ve dolayısıyla Cumhuriyet'in temel niteliklerini değiştirmeye yönelmek anlamına gelmektedir.

Böyle bir bağ kurmak ne kadar hukuka uygun?

Asıl konu, bazı çevrelerde söylendiği gibi lâikliğe karşı çıkmak değil, lâiklik ile başörtüsü yasağı arasında doğrudan bağ kuran anlayışla hak ve özgürlükler düzeni arasındaki çelişkiden kaynaklanan baskı ve adâletsizlik ile ilgilidir.

Anayasa değişikliği bir büyük zihniyet değişikliğine de kapı açabilir mi?

Açmalı. Özellikle hukuk ve yargı kültürümüz, devletin kurulu düzenini muhafaza etme zihniyetinin hâkimiyeti yerine, hak ve özgürlüklerin genişletilmesiyle ancak sağlanabilecek olan bir adâlet anlayışının hâkimiyeti altına girecek biçimde değişmeli.


AKP iktidarı anayasayı değiştirmeden Türkiye'de demokrasi ve hukukun üstünlüğü bağlamında neleri kalıcı hale getirebilir?

Pek çok şey yapılabilir ama Türkiye'yi çağdaş dünyaya taşıyacak köklü reformları güvenceye alacak bir sivil anayasa olmadan yapılan işler her zaman kalıcı olamazlar. Bu anayasa Türkiye'yi taşıyamaz, Türkiye'nin, Kürt sorunu, terör, azınlıklar, AB yolculuğu, tam demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, askerin ve bürokrasinin devleti sahiplenmesi gibi köklü sorunlarını çözemez.

Mevcut anayasa siyasi kurumları tehdit etmiyor mu?

Tehdit değil belki ama en önemli sakıncalardan biri, bu anayasa ile birlikte bazı devlet kurumlarının, örneğin Anayasa Mahkemesi'nin siyâsî sistem üzerinde nasıl gerçekleşeceği belirsiz bir kontrol gücünü eline almış olmasıdır.

Sivil anayasaya ihtiyaç malum olduğu halde bu iş nasıl olacak? AKP ne yapmalı?

Kendi tabanını oluşturmayan, kendisine oy verme ihtimali de bulunmayan ama kurulu düzenin değişmesi yönünde hak ve özgürlük talepleri olan toplumsal muhalefeti sürecin içine siyâseten etkili olacaklarını görebilecekleri bir tarzda dâhil etmeli.

Geçen dönem hazırlanan ve hükümete teslim edilen taslak ne oldu?

“Taslak”, Türkiye kamuoyunda pek çok yönleriyle ve daha çok siyâsî partilerin bulunmadığı veya onların önayak olmadıkları forumlarda tartışıldı, hâlâ da tartışılıyor. Bunun dışında, AKP'nin bu “Taslak”la ilgili olarak neler yaptığı kamuoyunca bilinmiyor; en azından ben bilmiyorum.

Başbakan 29 Mart seçimleri sonrası için anayasa değişimini gündeme alacaklarını ilan etti. CHP'liler yapılacak bütün değişikliklere karşıyız diyorlar.

Sorun siyâsî partilerden önce, toplumun en geniş biçimde yeni bir anayasayı yapabileceklerine inanmış, özellikle AKP'li olmayan tüm kesimleriyle anayasa değişimini sahiplenmesini sağlamak. CHP ve diğer partiler, ondan sonra ne yapacaklarını düşünebilir.


Mevcut anayasa ulusalcı ideolojileri besliyor mu?

Hem başlangıç, hem 2. maddesinde zikrettiği “Atatürk milliyetçiliği” ibâresiyle ve bu ibârenin yorumu üzerinden milliyetçi/ulusalcı siyâsî ideolojileri besliyormuş gibi düşünülebilir. Çağdaş anayasalarda milliyetçilik (veyâ ulusalcılık) gibi bir “siyâsî ideoloji” yer almaz. Böyle bir tercih, Atatürk Anayasası diyebileceğimiz 1924 ile 1961 Anayasası'nda da mevcut olmamıştır.

12 Eylül askeri rejiminin armağanı…

Evet… Başına Atatürk kadar büyük saygınlığı olan bir ismin eklenmesi, milliyetçiliğin/ulusalcılığın anayasaya 12 Eylül rejiminin yorumuyla eklenmiş bir siyâsî ideoloji ve dolayısıyla da anayasa düzeni için sorun olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.






15 yıl önce