|

Prof. Dr. Ömer Çaha: Tehlike mahallede değil 'memleket havası'nda

Fatih Ünv. Öğretim Üyesi Sosyolog Prof. Dr. Ömer Çaha, “Gerçek tehlike 'mahalle baskısı' değil, iktidarı yitirme kaygısına kapılan kesimlerin oluşturmaya çalıştıkları sisli-puslu, korku dolu memleket havasıdır. Bu havanın güç bulduğu zeminde demokratikleşme, özgürlükler büyük sıkıntılar yaşar” diyor.

Mehmet Gündem
00:00 - 24/09/2007 Pazartesi
Güncelleme: 01:38 - 24/09/2007 Pazartesi
Yeni Şafak
Prof. Dr. Ömer Çaha: Tehlike mahallede değil 'meml
Prof. Dr. Ömer Çaha: Tehlike mahallede değil 'meml
Kentlice düşünmek...

Korkmadan, korkutmadan, cesurca yeni kutsallar üretmeden, düşünceyi ve kimlikleri baskı altına almadan, yaşam tarzları dayamadan, kimseyi tehdit etmeden tartışalım.

Önce kalbimizi ikna edelim, bu ülkede hepimize yetecek kadar yer olduğu gerçeğine. Mahalle baskılarına da, puslu memleket havalarına da birlikte tavır alalım.

Zıtların ahengini yakaladığımızda göreceğiz ki, türevlerimiz dışındakilere kapalı yaşayan bizler oldukça fakir bir toplumsal tecrübe yaşamışız. “Mahalle baskısı” en önce kendi evlatlarının zihinlerini törpüler. Törpülenmiş zihinler zamanın bir karesine demirleyip orada patinaj yapmaya başlarlar ve neredeyse bir ömrü; birbirine akraba cümle ve kelimelerle, hiçbir sürprizi olmayan davranış kalıplarıyla geçirirler. Bundan sonrası verimsizlik ve kısır döngüdür, gerçeklikten kopuşla bir kısım arızi haller de bırakır sahiplerinde.

Sahte korkunun hayata bir faydası yok. Ruha yerleşen travmadan kurtulmak için gerçeklerle yüzleşmektir çare.

Gerçek şu ki; bu ülke 'iktidar oyunlarına' zemin olmaktan çıkıp, normalleşmek istiyor. Kimse kim-seye hayat tarzı dayatmak, geçmişin hesaplarıyla geleceğini karartmak istemiyor.

Rövanşist duyguları tarihten ödünç almak da istemiyor.

Bu ülkenin sorunları -ne olursa olsun- tek başına bir kesimin ürettiği ve tek başına bir kesimin çözeceği kadar sığ değil. Derin sorunları, farklılıkların üzerinde yükselen “toplum ruhuyla” çözebiliriz ancak.Bunu da normalleşerek, gerçekçi ve geçerli fikirlerle, işleyen akıllarla, ötekini en az kendimiz kadar muteber görerek sağlayabiliriz.

Kavga için yandaş toplama kurnazlığına düşmeden, takıntılarımızdan arınmak için kafa yoralım.

Mahalle baskısı da, memleket havaları da bozar bizi, hepimizi...




Türkiye'de kadınların hayat tarzlarının tehlikede olduğuna dair bir endişe dillendiriliyor son günlerde. Ne oldu, kadınların durumunda AKP öncesi ve şimdi arasında ne değişti?

AK Parti ile birlikte kadınların durumunda değişen bir şey yok. Türkiye'de kadın sorunu diye bir realite var. Bu sorun son senelerde daha da görünür olmaya başladı.

Nedir o sorun?

Dini kesim açısından kadınların kamusal hayatta daha fazla yer almasına yönelik bir sorun. Laik kesim açısından örtülü kadınların kamusal alanda yer alarak buraları kendileri açısından daraltma sorunu. Esasında kadın sorunu daha derin bence. Beş kadından birinin okuma yazma bilmediği bir toplumdan söz ediyoruz. Bunun getirdiği daha çetrefilli, daha derin sorunlar var. Örtü bu toplumda hep vardı, ama bu ölçüde görünür değildi.

Şimdi ne değişti?

Eğitim ve modernleşme imkanının yaygınlaşmasıyla birlikte daha görünür olmaya başladı. Bir de muhafazakar İslami kesimde kadın modern değerleri paylaşmak için kamusal alana daha fazla çıktı. Modern semtlerde gezin-meye, plajlara inmeye, tatil beldelerinde boy göstermeye başladı. Bu yönüyle bakıldığında aslında daha önce duvarların arkasında durarak kendisini erkekten sakınan, saklayan İslami kesim kadınının modern değerleri yaşamaya başladığı görülür. Bu modernleşme anlamında olumlu bir gelişme.

LAİKLİĞİN YAŞAM BİÇİMİ GİBİ ALGILANMASI SORUN

Laiklik bizde biraz da 'karşı din' olarak mı algılanıyor?

Bir yaşam biçimi gibi algılanıyor. Oysa aslında laiklik bir arada yaşamayı mümkün kılan bir sistemdir. Yaşam biçimi yapınca bu özelliğini kaybediyor. Türkiye'de temel sorun, laik sistemin tam anlamıyla oturmamış olmasıdır.

Bizdeki kadın sorunu sadece laiklik bağlamında bir sorun mudur?

Kuşkusuz değil. Şiddet, eğitimsizlik, kimlik, işsizlik, sosyal güvenceden yoksunluk, siyasi hayata yeterince katılamama gibi sosyolojik ve kültürel nedenlerden dolayı kadınların çok daha ciddi sorunları var.

KADINLAR BİRBİRLERİNE KARŞI KIŞKIRTILIYOR

Kadınların üzerinden toplum laik kadın-İslamcı kadın olarak kışkırtılıp, karşı karşıya getirilmek mi isteniyor?

Bilinçli bir şekilde 'kışkırtılıyoruz' izlenimi var. 'Mahalle baskısı' kavramı birtakım insanların elini güçlendirdi. Son yirmi yıldır, devlet baskısından kurtulmaya çalışırken şimdi bir anda 'mahalle baskısı' kavramıyla karşı karşıya kaldık.

Türkiye nereye gidiyor; modernleşiyor mu yoksa kentlerde taşralaşıyor mu?

Türkiye'de; devletin manipülasyonlarına, ideolojik çatışmalara rağmen kendiliğinden modernleşen bir toplum söz konusu. Ne İslamcıları takıyor, ne de Kemalistleri. Toplum kendi seyrini yaşıyor, yüzü modern dünyaya dönük, refah ve demokrasi istiyor. Çeşitlilik sağlayan bir modernleşme sürecinden geçiyor toplum. Sorun; devletin topluma tek hakikatli, tek varoluşlu bir modernleşme anlayışı dayatmasıdır. Bunu 200 senedir dayatıyor, ama toplum yine kendi bildiğini yaşıyor, kendince bir tarz içinde değişiyor ve modernleşiyor.

Nedir bu tarz?

Empati olgusu gelişiyor. Etkileşim gelişiyor. Modernleşme empati, etkileşim ve iletişim imkanı sağlıyor. Türkiye'de bu yönde bir gelişme görünüyor. Mesela feminist kadınlar başlarını örterek başörtüsü yasağını protesto edebiliyor. Yüz binlerce kişi 'hepimiz Hrant'ız' diyebiliyor. Bu önemli bir empati. Türk toplumu Dink olayında, insani değerler açısından muazzam bir başarı sergiledi. Orda gelişen empati toplumun vicdan patlamasıydı. Bu et-kileşimi, empatiyi önemsemek lazım.

BİR MİKTAR MAHALLE BASKISI DOĞALDIR

Türkiye'de krizden beslenen, puslu havayı seven bir kesim var. Ben buna 'memleket havası' diyorum. Esas tehlike budur, mahalle baskısı değil. Demokratik rejimlerde 'mahalle baskısı' son derece doğaldır. Modern toplumlarda mahallenin yerine sivil toplum geçti. Bunlara aynı zamanda 'baskı grupları' diyoruz. Demokrasilerde sivil toplumun baskısı doğaldır. Ama unutma-yalım ki demokrasilerde aynı zamanda check and balance sistemi de vardır. Sivil toplum kuruluşları birbirini dengeler.

Bu baskı grupları başkalarının yaşam tarzlarını etkiler mi?

Etkileyebilir ama tehdit etmez. Kimi baskı gurupları iktidarları daha çok etkiler, yasal düzenlemelerde de belirleyici olabilir. Türkiye siyasetine son 30 senede baskı seküler mahalleden geldi. Kadınlar açısından bakıldığında, en önemli baskıyı feministler yaptı ve son derece başarılı oldular. Medeni Kanun'un değişimini sağladılar. Yasalara eşitlikçi bir bakış yerleştirdiler. 50'ye yakın kadını milletvekili seçtirdiler. Demokrasi bir katılım sürecidir. Serbest rekabet ortamında kendini daha iyi ifade eden, medyayı kullanan siyasal yaşamı daha fazla etkiler. Her etkinin dengeleyici bir karşılığı vardır. Türkiye'de bu denge işliyor.

EMNİYET SÜBABLARI ÇOĞALDI

'Mahalle baskısı' AKP'yi nereye götürür?

AK Parti'yi var eden şey mahalle değil, toplumun değişik kesimlerinin oluşturduğu kamuoyudur. Bu kamuoyunun birtakım değerleri ve beklentileri var. Erdoğan ve arkadaşları kamuoyunun talebini, değerlerini iyi okudu ve AK Parti'yi böylece var ettiler. Toplumsal beklentilerin baskısını ensesinde hissederek Türkiye'yi AB'yle müzake-reye götürdü. Hatırlayın zina yasası seküler kesimin tepkileri üzerine geri çekildi. Türkiye'deki kamuoyu baskısı MHP'ye, AB yolculuğunun önünü açtırdı. Hükümetler üzerindeki baskı modernleşme yönündeki baskıdır. Bir de unutmayalım ki, Türkiye'de rejimin emniyet sübabları çeşitlenerek gelişiyor.

Nedir onlar?

AB'yle müzakere, ekonomik açıdan dünyayla entegrasyon, pazar olma potansiyeli, dünyaya mal satma kapasitesi, ülkedeki seküler hassasiyetler, sivil toplum ve gelişen empati önemli birer emniyet sübabıdır. Muhafazakar-dini kesimin yaşadığı değişim de çok önemli bir emniyet sübabıdır.

Laik kesim açısından asker tek kurtuluş yolu olmaktan çıkıyor mu?

Öyle gözüküyor. Asker siyasete ne kadar girerse, toplum da aynı oranda daralıyor ve reaksiyoner hale geliyor. Askerin, siyasetin içinde yer aldığı formül çözüm olamıyor. Türkiye yeterince dene-yim elde etti.

CUMHURİYETİN SEMBOLU ŞEKİLCİ BİR KADIN TİPİ YOK

Cumhuriyet Türkiyesi'nin simgesi denebilecek, üzerinde konsensüs sağlanmış bir kadın imgesi var mı?

Cumhuriyetin simgesi olarak şekli bir kadından bahsedemeyiz. Atatürk, 'toplumun yarısı zincirlere bağlıyken, diğer yarısını özgürleştirerek medenileşemeyiz' der. Eğer cumhuriyetin sembolü kadından söz edilecekse, orada; kadının erkekle eşitliğinden söz edilmelidir. Bu da ancak kamusal alanda kadını özgür ve eşit kılmakla mümkün olur. Kadını kamusal alandan geri püskürtmeye çalışan anlayış cumhuriyetin kadın fikrinden uzak bir anlayıştır. Kadınlar lehine pozitif bir takım düzenlemelerle, kadının şekline bakmadan onu kamusal alana, sosyal yaşama, siyasal yaşama daha fazla çekmeliyiz.

TÜRKİYE'DE DEVLETİ ELE GEÇİRECEK BİR DİNİ PROJE YOK

Rejim tartışmalarının temeline din yerleştiriliyor.

Bizim dinden kurtulamayacağımız çok açık. Ama dinin estetiğimizi, sanatımızı, eğlence kültürümüzü, dünyevileşmemizi, rasyonelleşmemizi, bireyselleşmemizi, çoğullaşmamızı alıp götürmemesi gerekir. Din bu şekilde algılanır ve yaşanırsa bizi daraltır. Sekülerizmin bu konuda önemli kazanımlar sağladığını unutmamak lazım.

Türkiye'de sokakta yaşayan din, devleti ele geçirmeye mi yönelik?

Sanmıyorum. Türkiye'de din hiçbir zaman fundementalist, radikal bir proje olarak tutmadı, tutamaz. Türkiye'nin tarihsel arka planı, derinden gelen kültürü buna müsait değil.

Din devletin düşmanı-alternatifi değilse, sistem dini neden bu oranda problem olarak algıladı?

Siyasal anlamda bir tehdit değil, ama sosyolojik olarak dini simgelerin, dini değerlerin kamusal hayatta giderek yaygınlaşmasıyla yeni bir durum ortaya çıkıyor. Bunu bazı kesimler kendi yaşamlarıyla ilgili bir tehdit olarak görüyor. Bu, bazı kesimlerin göz alışkanlığını zorluyor. Plajlara mayonun, bikininin yanına şimdi haşema girmeye başladı. Buna alışmak ve hazmetmek kolay değil, fakat iyimserim. Türk insanı mutedil bir modernleşme tipi ortaya koyuyor. Buna G-modernleşme diyorum. Gelenekselin modernle sentezlendiği bir modernleşme tarzı. Toplumsal mekanları paylaştıkça gözler birbirini ısıracak, tahammül gelişecek, insanlar birbirine ısınacak.



Mutedil olan orta yol dururken aşırı uçlara çok mu yoğunlaşıyoruz?

Ne yazık ki öyle. Ayrılık noktalarını, ayrışmaları, çatışmaları daha fazla kurcalıyoruz. Bazen küçük ayrıntıları merceklerle koca görüntüler haline getiriyoruz. Bunlarla bir 'memleket havası' yaratılmaya çalışılıyor, buradan da bir yerlere varılmak isteniyor. Esas tehlike 'mahalle baskısı' değil, bu puslu-sisli 'memleket havası'dır. Almanya'yı, İtalya'yı faşizme götüren, Rusya'yı Boşevizm'e sürükleyen, mahalle baskıları falan değildi; düpedüz yaratılan memleket havasıydı.

Laiklik tehlikede, rejim elden gidiyor diye kendine ve çevresine sürekli korkular aşılayan kişilerin ruh hali nasıldır?

Abartılmış korku, aşırı kaygı insanı gerçeklerden koparır, hırçınlaşır ve sağlıklı düşünemez. Dışarıdan bakarak Türkiye'nin sosyolojik analizini yapamazsınız. Uzaktan bakarak toplumu anlayamayız, yanılır, vehimlerimizle hareket eder hale geliriz. Bunun bizi götüreceği yer toplumsal olarak faşizm, bireysel olarak da parano-yadır. Türkiye'ye yön veren aydın, akademisyenlerin sorunu budur.

Türban, karşıtlarınca bir iktidar simgesine dönüştürüldü. Türban serbest olursa derin iktidar el değiştirecek… AKP açısından türbanın iktidar anlamı var mı?

Türkiye'nin Başbakanı kızını bu ülkenin üniversitelerinde okutamıyor. Bu sorunu ondan daha iyi hisseden bir insan olabilir mi!

AK Parti açısından türban ideolojik değil reel bir sorundur. Türkiye'yi yönetecekseniz, sorunlara kayıtsız kalamazsınız. Başörtüsüne de, Alevilerin sorunlarına da, Kürtlerin sorunlarına da, seküler kesimin kaygılarına da duyarlı olacaksınız. Bence iktidar olarak AK Parti

bunları yapmak zorunda hissediyor. Ama bu farklı yerlere çekili-yor. Etnik konuda atacağı adıma 'memleket bölünüyor', Alevilerle ilgili açılıma 'din elden gidiyor', türbanlılarla ilgili düzenlemede 'rejim elden gidiyor' yaygarası koparılırsa sisli-puslu, toz duman bir memleket havası oluşur. Böyle bir zeminde demokratikleşme, özgürlükler büyük sıkıntılar yaşar.


Bugün 'mahalle baskısı' muhafazakar kesimden laik kesime bir tehdit gibi algılanıyor. Fakat 80 yıllık cumhuriyet tarihine bakıldığında, şehirden taşraya, laik kesimden dini kesime doğru bir 'şehir baskısı'nın varlığından da söz edilebilir. Burada baskılar yer mi değişiyor yoksa normalleşiyor muyuz?

Bunlar modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan sancılardır. Modernleşmeyle birlikte yaşam alanı kentler oluyor. Değişik kesimler burada bir araya geliyor, sentezlemeye doğru gidiliyor ve bir harmoni oluşuyor. Kabul edelim ki Türkiye'de bir köylülük problemi vardır. Cumhuriyet kurulduğunda nüfusun yüzde 11'i kentli, kalanı köylüydü. Bugün fırtına koparan insanların çoğu taşra kökenlidir. Sürüp giden tartışmalar da hâlâ köylülükten kurtulamadığımızı gösteriyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında kentli nüfus yüzde 11 ise, bizdeki laiklik pratiğinin özgürlük ve demokrasiyle sorunlu oluşunda 'taşra laikliği' olgusu ne kadar etkindir?

Çok. Onu söylemeye çalışıyorum, modern toplumlar sözleşmeci toplumlardır. Mübadele, sözleşme ve empati kültürü gelişmiştir. Köylü toplumlar sözleşme yapamazlar, sahip oldukları alanları parsellerler. Köylü zihniyet kendine güvenmediği için güce dayanır, iktidarı ele geçirdiğinde iktidar kamçısıyla diğerlerini hizaya getirmeye çalışır. Bizde laikçilik yapan kesim özgüven eksikliğinden dolayı köylüce bir laiklik anlayışı geliştiriyor. Laikliği zorbalığa dönüştürmeye çalışıyor.





17 yıl önce
default-profile-img