Bir ülkede hukuk olmazsa neler olur?
Hukuksuzluk adına her şey olur, insan onuru hak ve adalet adına ise hiçbir şey.
Bizde hukuk var mı yok mu?
Hem var hem yok?Yani nereye kadar hukuk var, nereye kadar hukuk yok?
Hukukun girmediği kapalı ve karanlık alanlarda hak ve adaleti kim, nasıl sağlar?
Kanun gücü ile hukukun üstünlüğü nerelerde bir tutulur da, kanun ve güç hukuku, hukuk sistemini, hukuk adamlarını kapı dışarı eder.
Türkiye uzun süre hukuk açısından karanlıkta kaldı, ne darbelerin, ne çetelerin, ne faili meçhul cinayetlerin, ne de büyük yolsuzlukların hesabını sorabildi.
Hukuk emniyettir, sadece cezalandırma eylemi görmez, aynı zamanda caydırıcılık vasfını da taşır.
Hukukun basın ve üstün olmadığı, yani göstermelik hukukun olduğu yerlerde suç alabildiğine özgürleşir.
Devlet kadar toplumun, toplum kadar devletin de hukuka uymaya, hukuka biat etmeye ihtiyacı vardır. Hukuktan mahrum ne devlet ne de toplum, ne uzun ömürlü yaşayabilirler ne de o kısa hayatlarını huzurla geçirebilirler.
Güvencemiz hukuktur, tehdidimiz, düşmanımız da hukuksuzluk…
Bakın yakın maziye hukuksuzluk kimin. Kimlerin işine yaradı, kimler hukuksuzluktan beslendiler…
Türkiye'nin geri kalmasında hukuksuzluğun payı nedir acaba… Sizce de üst sıralarda değil mi..
“Devlet için bu kadarı da olur” diyerek açılan bir suiistimal kapısı…
Bugünden geçmişe bakınca, hukuksuzluğun mağduru olmuş bir Türkiye fotoğrafı duruyor, hepimizin aklında. Faili daha çok bizden öncekiler. Yarına bakınca ne gördüğümüzün cümlesini de bizim tavrımız, ideallerimiz, isteklerimiz belirleyecek…
Anayasa “yargı tarafsızdır” der, ama hakimler ve savcıların gelişme şartları, aldıkları eğitim, kendilerine empoze edilen duruş temelden tarafgir olmayı gerektiriyor.
Savcının kamu yararına soruşturma yürüttüğü için taraf olması normaldir, ama hakimler tamamen tarafsız ve bağımsız olmalı… Hakim ve savcılar arasında yapılan anketlerde büyük ekseriyeti “ben devletten yana tarafım” diyorlar. Yargı mensupları cumhuriyet, laiklik söz konusu olduğunda taraf olduklarını ilan ediyorlar.
Hayır hukuk biter. Hakimin taraf olduğu yerde adalet olmaz. Devletten yanayım demek, devletin ideolojisine hizmet ediyorum demektir ki, bu da devlet ile vatandaşın arasındaki her türlü ihtilafta siz peşinen ihsası reyde bulunmuş oluyorsunuz.
28 Şubat sürecinin mağdurlarındanım. 28 Şubat süreci hukuksuzluklarla dolu bir süreçtir. O tarihte Yozgat cumhuriyet başsavcısıydım, gördüğüm hukuk ihlalleri karşısında “devlet için bu kadar da olur” deniliyordu. Hukuktan değil resmi ideolojiden yana olacaksın baskıları ile mesleği bırakmak zorunda kaldım.
Başörtülü diye derslere alınmayan bir grup öğrenci rektörlüğü ve ilgili fakülte yönetimini şikayet ettiler, rektör ve dekan hakkında soruşturma yaptık ve haklarında eğitim özgürlüğünü engellemek suçundan kamu davası açtık. Başsavcılıktan alındım, baskılara maruz kaldım.
Vali bey sık sık “çok yanlış bir iş yaptınız, bu sizin genç yaşta mesleğinize mal olacak bir iş” diyordu. Üst üste soruşturmalar geçirdim. Sonuç çıkmayınca iftiralar devreye girdi. En baştan suçlu olduğuma karar verilmiş, müfettişlere; bir yolunu bulun ve mutlaka hakkında dava açın talimatı verilmiş.
“İki yıl önce yerel bir gazetede 'Türkiye'nin generalleri' diye bir yazı yayınlanmış. O yazı muhtemelen askerleri tahkir ve tezyif etmiştir. Neden yazıyı görmedin ve hakkında dava açmadın” diye suçlandım ve Yargıtay'da yargılandım. Mahkemede esas hakkındaki mütalaası istenen savcı, savunmamı “mütalaam hazır” dedi, çantasından çıkardı ve “suç sübuta erdiğinden cezalandırılmalıdır” diyerek okudu.
Yoğun bir şekilde tecrit ediliyorsunuz, dışlanıyorsunuz, psikolojik baskı altına alınıyorsunuz. Takip edildik, ev telefonlarımız dinlendi, Çarkıfelek'in telefonları bize yönlendirildi. Tayinler etkisizleştirmeye dönüktü… Sorumluluğumda 600 kişilik terör cezaevi vardı, idama mahkum olmuş Meclis'te dosyaları bekleyen 80 kişinin firarını önledik. 28 Şubat sürecinde devlet; “Terör örgütünün hedef listesinde sen de varsın, kendine mukayyet ol” diyor.
Hayatın tehlikede deniliyor, korunması gereken kişilerden olduğum bana bildiriliyor ama başsavcılıktan alınıp İstanbul'a savcı olarak atanıyorum, devlet verdiği korumaları geri çekiyor. Altı ay sonra kendi isteğimle emekli oldum…
Darbe yapanlar da darbe yapmanın suç olduğunu, darbe başarılı olmadığında başlarına gelecekleri de bilirler. Onun için hukuku beraberlerine almak, pasifize etmek isterler.
27 Mayıs İhtilali'nden sonra hazırlanan anayasalara, Türkiye'de darbe ortamını her an sağlayacak, gerektiğinde darbeyi çözüm olarak sunacak emniyet sübapları yerleştirilmiştir.
Siyasetçilerin çoğunluğu darbeyi çare olarak görüyorlar. Muhalefet her zaman darbeyi savunur, siyaset kurumunu değil, iyi yönetseydiniz asker el koymak zorunda kalmazdı derler. Güçlü iktidarlar da ne yazık ki yeni anayasa konusunda işin aciliyetini idrak edemiyorlar. Son sözü millet söyler diyen iktidar çıktığında da, işin önünü almak isteyen güçler devreye girerler, yıpratma ve tehditle, “karışmayın” derler, irtica tehdidi ile toplumu korkutmaya, devlet, laiklik, cumhuriyet elden gidiyor diye de tahrik etmeye başlarlar.
Ergenekon'un deşifre olmuş kısmı bile, geçmişte iddia olarak söylenen şeylerin artık delillerle ortaya konulmasınıdır. Türkiye'de halk iradesi ile iktidarı ele almış olanların, -demokrasiyi içine sindirememiş kesimlerce- geçmişte darbelerle uzaklaştırıldığı ve halen de uzaklaştırılması gerektiği zihniyeti aleniyet kazanmıştır.
Bu sözler çok tehlikeli bir zihniyeti ortaya koyuyor… Ergenekon sürecinde siyaset üzerindeki baskıyı da gördük, demokrasi dışı baskılara boyun eğen siyasilerin yok olduklarını da gördük. Ergenekon ahtapot gibi her tarafa uzanıyor, fakat bir kesim bütün bunlar çok sıradan işlermiş gibi konuşulup geçilmesini istiyor, halbuki sonuna kadar gidilmesi, devletin bu tür yapılardan hızla temizlenmesi şarttır.
Ergenekon zanlısı Şener paşanın eşi Mukaddes Eruygur “12. ve 14. mahkeme bizdenmiş” diyebildiğine göre, bu bize Ergenekon davasının yargı bürokrasisi içinden bazı dirençlerle karşılaşacağını gösteriyor.
Maalesef öyle… Yargı içinde hukukun üstünlüğünü tek kriter olarak kabul etmeyen bir kesim de var. Resmi ideoloji kendisini hukukun da, adaletinde üstünde görüyor, bu yaklaşım yüksek yargıda fazlasıyla paylaşılıyor. İlginçtir, 28 Şubat sürecinde Genelkurmay bünyesinde hakim ve savcılara brifinglerle talimat verilirken alkışlayanlar, bugün Cumhurbaşkanı yasama, yürütme, yargı temsilcilerini biraraya getirdiğinde kıyamete koparıyorlar yargı baskı altında diyorlar.
YARSAV'ın hukuk bir dayanağı yok, adı birlik olan yargıya sokulmuş ikiliktir.
Yargıtay üyeleri arasında da bu konuşuluyor, rahatsızlar. Başkan Hasan Gerçeker de rahatsızlığını değişik ortamlarda ifade etti, bunlar benim arkadaşlarım, yer istediler vermese miydim dedi, hukukî bir gerekçe söyleyemedi…
YARSAV'a dönelim, uluslar arası normlara baktım, bizdeki kanunları, mevzuatı inceledim. Sonuç, yargıçlar, savcılar böyle bir örgütlenme içinde olamaz, basına demeç veremezler. Burada yasaları ihlal vardır.
Bu çarpıklığı sorgulayacak makamda bulunanların bazıları YARSAV üyesi… Böyle bir sorgulamadan adalet beklenebilir mi?
Hukukî olarak sorunlu bir durum. Görmediği dosyalardan da beraat niteliği taşıyan bir karar verdi hakim. Tolon'un tahliyesine itirazı değerlendiren hakimler heyeti ise, tutukluluk halinin devam için delillerin yeterliliğine, hasta ve yaşlı olduğu için tahliyesine itiraz etmediklerini belirten bir karar verdi.
Ergenekon soruşturmasında ortaya çıkan, tutuklamalar, delil ve dokümanlara göre kökü devletin hayli derinliklerine kadar uzanmış bir örgüt. Bakın, Ergenekon hakkında ilk soruşturma 1998 yılında başlamış olmasına rağmen, soruşturmayı yürütenler, devletin içindeki örgüt uzantıları ve lobi faaliyetleri nedeniyle sonuç alamadılar.
Hayır, soruşturmanın sonuca ulaşacağı kanaatindeyim, fakat zorluğunun bilinmesi lazım. Hem yargı hem de askeri makamlardan soruşturmanın engellenmesi noktasında farklı tavır ve farklı kararların olabileceği görüldü, dikkat etmek lazım. Sanıklar, bu davanın hedefinin TSK olduğunu ileri sürüyorlar.
Hem orduyla siyaseti, hem de yargıyla orduyu karşı karşıya getirme stratejisi güdüyorlar. Silivri'deki Ergenekon sanıkları, siz kiminle uğraştığınızın farkında değilsiniz, arkamızda asker var, gücünüz yetiyorsa Genelkurmay Başkanı'nı yargılayın anlamında tahrik ederek savunma yapıyorlar.
Bu açıklama çok önemlidir. TSK, bu ülkede darbe döneminin kapandığını, bu tür heveslere asla fırsat vermeyeceklerini, sonuna kadar demokrasiye bağlı kalacaklarını yüksek sesle ilan etmeli.
GATA, YARSAV Başkanı Eminağaoğlu'na verdiği çürük raporuyla gündeme geldi, Şener Eruygur skandalı ile yıpranmaya devam ediyor. Bunları önlemenin yolu hukuku işletmektir. Hukuk devletini yıkmak isteyen yapı nerelere kadar sızmış görelim. Bu konuda Genelkurmay açık davranmalı, soruşturma başlatmalı, bu yanlışın hesabını sormalı. GATA zan altındadır, hukuk dışı yöntemlerle ve tarafgirlikle rapor verildiği ortaya çıkmıştır, bir daha oraya sevk yapılmamalıdır.
Yürürken çekilmiş fotoğrafları var. Yani komada değil… Olay belli, yargıdan kaçıyorlar.
Karargah evleri kavramı, Ergenekon soruşturması sırasında ele geçen Ergenekon örgütünün yeniden yapılanmasıyla ilgili belgede geçiyor. Daha sonra lobi faaliyetleri çerçevesinde TSK bünyesinde bazı subayların bir araya gelip örgütlendiği ortaya çıktı ve Ergenekon savcıları bu belge üzerine soruşturma başlattılar. Askeri savcının karargah evleri operas-yonu gecikmiş bir operasyondur. Kafaları karıştıran ve şüphe uyandıran ikinci durum ise, Ergenekon soruşturmasında bazı askeri makamların engellemeleri oldu, Örneğin 11. dalgada Ankara'dan görevli cumhuriyet savcısı, Tuncer Kılıç paşa ve Tuğgeneral Erdal Şenel'in evlerini aramaya gittiğinde sabah 7'den 9:30'a kadar kapıda bekletiliyor, 9:30'da askeri savcı polisleri içeri almıyor, sadece cumhuriyet savcısını içeri alıyor, kapsamlı arama yapılamıyor ve bir şey yok diye on dakikada çıkıyorlar. Henüz bu uygulamanın makul ve hukuki izahı yapılmadı. Bunlar kuşku oluşturuyor… Karargah evleri Ergenekon davasından ayrı ele alınamaz, görev Ergenekon savcılarınıdır.
Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay gibi üst yargı mensuplarının çoğunda 28 Şubat brifinglerinin etkisinin sürdüğü açık olarak görülüyor. 367'nin nasıl ortaya çıktığına bakın, Kanadoğlu ortaya atıyor, Karadayı, iki siyasi pati başkanına Meclis'e girmeyin baskısı yapıyor… Asker-Yargı-Siyaset arasındaki bağlantı ve etkileşime bakın…
Yasal olarak bir sorun olmayabilir ama bu tablo derin bir ideolojik örgütlenmenin varlığına işaret ediyor. Seçimlerde neyin öne alındığı neyin tercih sebebi olduğu belli. Bakın HSYK'ya atama Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından yapılıyor. Danıştay ve Yargıtay üyelerini de HSYK atıyor. Dar alanda al gülüm-ver gülüm… farklı düşünenlerin oraya girmesi zor.
Davanın büyüklüğü ve haklarında soruşturma yapılan kişilerin konumları ve kimlikleri nedeniyle zor bir davanın içinde olduklarını bilirler, devletin içinden ve dışından aldıkları tepkilerin de üzerlerindeki stresi artırdığı açıktır.
Ergenekon'un dışarıdaki uzantıları mücadeleye devam ediyorlar ama Türkiye hızla hukuk devletine doğru gidiyor. Devletin üst kademelerinde devlet politikası olarak hukuka aykırı ne varsa temizlensin mutabakatının olduğu hissediliyor. O yüzden süreç engellemelere rağmen sürer…
İrticai eylem olarak takdim edilen pekçok provokasyonun ETÖ'nün eylemi olduğu ortaya çıktı. PKK gibi terör örgütleriyle de bağlantısı delillendi. Toplumu sarsan cinayetler de aynı adrese dayandı.
Enteresan bir durum. Bu CHP için siyasi bir çıkış mı, yoksa ciddi bir değişim mi başlı başına incelenmesi gerekir.
Kanadoğlu'nun hukuki durumunu tam olarak bilmiyorum, fakat serbest bırakılanların tamamı Ergenekon zanlısı durumundadır. İddianamesi tamamlananlar sanık durumundalar.