|

Roman kahramanlarım hep iyi olsun istiyorum

Yazar Ahmet Günbay Yıldız, kitaplarına 'hidayet romanı' denmesinin kahramanlarının doğruyu bulmasını istediğinden kaynaklanabileceğini söylüyor. Yıldız, “Düzgün bir insanın bozulmasına içim tahammül etmiyor. Yolu doğru olmayan birisinin, doğru yola gelmesini istiyorum” diyor. Bugüne kadar 47 roman yazan Ahmet Günbay Yıldız'ın bütün kitapları yılda 2-3 baskı yapıyor. Bir kesim tarafından pek dikkate alınmayan, bir kesimin ise hayranı olduğu Yıldız'ın yeni kitabı 'Babamdan Sonra' Mart'ta çıkıyor. Kitap Atatürk devrinde yaşayan bir emniyet müdürü ve oğlunun hayatını anlatan bir dönem romanı.

Emeti Saruhan
00:00 - 22/01/2012 Pazar
Güncelleme: 00:48 - 22/01/2012 Pazar
Yeni Şafak
Roman kahramanlarım hep iyi olsun istiyorum
Roman kahramanlarım hep iyi olsun istiyorum
Edebiyat inanç ve ahlak demek midir sizce?

Edebiyat ahlak ve edep demektir. Bütün toplumların farklı bir ahlak yapısı olduğu gibi 'Sonsuzluğun Sahibi' yürüyen ve türeyen bütün canlıların beyinlerine hayata nasıl durmaları gerektiğini ilahi nakışlarla işlemiş. Buna göre İslam inancının ahlakı Kur'an' dır... Ahlak o kadar önem taşımakta ki, dinden bile önce gelir. Çünkü ahlaksız bir toplumun dini olmaz. İnsanların elinden ahlak ve inancı alırsanız sokaklarda caddelerde ruhsuz insanlar dolaşır ve kan gölüne döner dünyamız. İşte bunun içindir ki, edebiyatta inanç ve ahlak malzemesi, su hava ve toprak kadar önemlidir. Düşünen, fikri olan, inanç ve ahlaki yükümlülüğü olan bir varlıksa insan, edebiyatı da ona göre olmalı. Edebiyatın görevi hayatın boşluklarını yakalamak ve bataklıkların, uçurumların can alan kavşakların tuzaklarına nesillerin düşmemesi için uyarı işaretleri bırakmak...

Toplumumuzda ahlak ve namus gibi kavramlar daha çok kadın üzerinden tanımlanıyor. Sizin kitaplarınız da bu kavramlara yaslanıyor. Siz nasıl ele alıyorsunuz?

Erkekler işledikleri günahları bir mahzuru yok gibi görüyorlar ve namusu kadının üzerine yüklüyorlar. Oysa Kur'an “Ey iman edenler” diyor. “Ey kadınlar” demiyor. Kadın günah işlediğinde ne kadar günahsa, erkek aynı suçu işlediğinde o da aynı derecede günahtır. Ben bunu anlatıyorum. Erkekler de kadınlardan beklediğimiz namus kadar namuslu olmalı. Erkeğe “çapkın”, “Don Juan” deyip bir şeref madalyası takıyorlar, kadına ise aşağılayacak kadar bir suç isnad ediyorlar. Bir kızdan gelin olurken iffet meselesi isteniyorsa erkekten de aynısı beklenir. Kur'an kadın ve erkeği eşit tutuyor. İkisi de namus ve ahlak yapısında eşittir.

Kadınların yanındasınız yani?

Evet, kadınlar haksızlığa uğruyorlar. Erkek gücünü kullanarak kadına hor davranıp, eziyor. Kadına yapılan bu hakareti ve güç saldırısını hazmedemiyorum. Hanımları destekliyorum. Hanımlar çoğu zaman masum ve güvence altında değil.

YAZAR OBJEKTİF OLMALI

Romanlarınıza neden hidayet romanları deniyor?

Hidayet Allah'tandır. Yahudilerin, Hıristiyanların dini anlatan yazarlarına, Yahudi, Hıristiyan romancı denmiyor. Nedense bizde böyle bir damga var. İslamcı yazar deniyor. Bu çok güzel bir şey ama İslam'ı bir fert omuzlarında taşıyamaz ki! Sadece doğru bildiğini anlatır. Kabul eden eder. Şuna inanıyorum ki bu toplum bu eserleri daha çok tercih ediyor.

Hidayet romanı denme sebebi, kadın karakterlerinizin imana erip tesettüre girmesi, erkek karakterlerin doğru yolu bulması olabilir mi?

Hepsinde öyle mi?

Genel olarak böyle bir yaklaşımınız var gibi...

Bu dayatmacı bir şey olur. “Benim fikrimi kabul et” der gibi. Objektif bakması gerek yazarın. Ben her fikre objektif bakıyorum ve doğru olanların arkasında duruyorum. Düzgünü bozmayışımdan ileri geliyor sanırım hidayet romanı denmesi. Düzgün bir insanın bozulmasına benim içim tahammül etmiyor. Yolu doğru olmayan birisinin doğru yola gelmesini istiyorum.

47 romanınız var. Hiç birbirine benzemeleri endişesi duydunuz mu?

Birbirine benzeyen eserim yok. Konular birbirine yakın olabilir ama farklı yaşanmışlıklar vardır. 47 tane roman yazdım. Böyle bir durumda ilk romanıyla son romanı arasında neler geçtiğini fazla ölçemez insan. Yazarken ben bu konuyu işledim mi diye araştırıyorum. İşlemediğimi gördüysem o konuyu detaylı düşünerek yazmaya çalışıyorum.

Nelerden besleniyorsunuz?

Toplumda yaşananları baz alarak, romanlaşmaya elverişli konuları seçiyorum. Tabii topluma nasıl bir mesaj vereceğini de göz önünde bulundurarak kurguyu yapıyorum.

Dediğiniz gibi bir mesaj kaygınız var. Romanlarınızın edebi değeri açısından bir endişeniz oldu mu?

Edebi endişe edebiyat yapmayı bilmeyenlerin işidir. O kurgunun işi değildir. Gizemleriyle, merakın peşine düşürmekle ve zihne yazılan cümlelerle yapılır edebiyat. Kurguda şunu yaparsam edebiyat olmaz diye bir şey yok. Bir yazar mesaj vermiyorsa boş karalamayla eser çıkarmıştır. Mutlaka bir hedefi vardır yazarın, o da mesajdır. Mesajı olmayan mektup bile olmaz. Her söz bir mesajdır.

Kitaplarınız geniş bir kesim tarafından okunuyor. Bunun sebebi ne sizce?

Toplumu ilgilendiren meseleleri yazarsanız toplum alaka gösteriyor. Bu toplum edep kökünden gelen edebiyatın edepli olmasını istiyor. Kitapları çocukları ve etrafıyla okurken, bir başkasına okudum derken ve okuması için verirken içinde utanılacak bir şey olmasını istemiyor.

BÜTÜN ESERLERİM PİYASADA

Sizi artık 5. kuşak okuyor. Bu kuşaklar arasında nasıl farklılaşma oldu?

Dünkü kuşaklar nasıl bir özlemle alıp okuyorsa bugünkü kuşaklar da aynı özlemle alıp okuyor. Çünkü ben dünün değişenlerini bugüne aktarıyorum. Şu an yaşayan neslin ne istediğini araştırarak yazdığım için bir fark olmuyor yazdıklarımda. 47 yıldır hiçbir eserim yolunu noktalamamış. Hiçbir yazara nasip olmamıştır bu. Türkiye'de bütün yazarlara bakın. Bütün eserleri piyasada mı, değil mi diye. Bütün eserlerim 47 yıldır, senede 2- 3 baskı yaparak devam etmekte. Bu beni ve kitaplarımı, toplumun ve gelen kuşakların kabul edişinin ifadesidir.

SANATIN TAM ORTASINDAYIM

Buna rağmen edebi anlamda sizden bahsedilmiyor. Kategori dışı mı tutuluyorsunuz?

Ben medyatik değilim. Sevmiyorum da medyatik olmayı. Bir eser yazıp onun peşine sözle düşen yazarların velüd yazar olamayacağı düşüncesindeyim. Ben hayata iz bırakmak için geldim. Güzellikleri, nesillerin hangi noktalarda hayata karşı nasıl durmaları gerektiğini yazarım. Gök kubbede hoş bir seda bırakmak için geldim. Ne medyatik olmak, ne de şöhret için. Fakat ben yaptığımın sanat olduğunu ve edebiyatın da tam ortasında durduğunu biliyorum. Her kademeden insanlar, profesörler, devlet adamları her mevki ve makamdan insandan aldığım tepkilerle doğru yolda olduğumu biliyorum.


Roman dışında başka iş yapmıyorsunuz. Yazarak geçinen nadir kişilerden misiniz?

Arada dizi işleri oldu. Yeşeren Düşler ve Doğruluk Ekseni dizilerinin senaryosunu yazdım. Tek Türkiye'nin kurgusunu yaptım. Başladığım günden beri hayatımı kitapla kazandım. Hiç sıkıntı çekmedim. Para kazanmak için de roman yazmadım. Bunu açıkça söyleyeyim. Ben bir boşluğu doldurmak için yazmaya başladım. Sonra Cenab-ı Allah maddi yönünü de nasip etti. Para için roman yazmıyorum ama Cenab-ı Allah bana oradan rızık veriyor.

Dönem romanları da yazdınız. Araştırmalarını nasıl yapıyorsunuz?

Türkiyede hiç değinilmemiş meseleleri yazıyorum. Ermeni meselesinde yazılmış ilk ve tek romandır Figan. Bundan 35 yıl önce yazdım. O zaman 'Ermeni Soykırımı' diye bir şey yoktu. Objektif bir araştırmayla Ermeni meselesinin zuhur ettiği yerleri gezerek ve yaşayanlardan dinleyerek yazdım. Ermeniler bir de bizi yaz diye 80 -100 sayfalık dokümanlar gönderdiler. Onlar da kendilerini haklı görüyorlar dolduruşlarla. Halbuki Türkiye'de Ermeni Soykırımı değil Ermeni- Rus mezalimi vardır. Erkekler asker olarak Ruslarla harbe katıldığında hem Ruslara destek verip, geride kalan yaşlılara, çocuklara ve kadınlara zulmetmişlerdir. Sonra bunu soykırım olarak adlandırıp dünya gündemine oturdular.

ANKARA'DA İÇİME DÖNÜYORUM

Ankara'da yaşıyorsunuz. Sizin şehriniz Ankara mı?

İstanbul'a gittiğimde zaman yetmiyor. Ankara daha derli toplu bir şehir. Burada kendi dünyama daha rahat çekiliyorum. Ben Türdav ve Timaş'ın kurucusuyum. Sadece yönetim kurulu toplantıları için İstanbul'a gidiyorum. Yazmak için yer mefhumu mesele değil. Bir yazar manzara karşısında oturup o manzarayı yazamaz. Perdeleri çekik, küçük bir odada resimlerle tasvirleri yapar, ilham o daracık yerde daha koyulaşır.

Bilgisayar kullanıyor musunuz?

Bundan 3-4 sene öncesine kadar önce müsveddeye yazıyordum sonra daktiloya geçiriyordum. Çalışması zor bir sistem. Sonra bilgisayara geçtim. Kafamda kurguyu oluşturup sonra direkt yazıyorum. Kurguyu yaparsınız sonra yazacağınız kişilerin arasında yaşıyormuş gibi hissetmeye başlayınca yazmaya başlarsınız.

Çalışma saatleriniz?

Farketmiyor. Yaz beni dediği zaman oturuyorum. Çalışma isteğiniz olmazsa güzel bir sonuç çıkmaz. Yaz beni dediği zaman oturur ve yazarsınız.


Yazmaya şiirle başladınız ama romanla devam ettiniz. Şiir içinizde kalmadı mı?

Liseyi bitirip Hekimoğlu İsmail'le karşılaştığımda 300 şiirim vardı. Minyeli Abdullah kitabı çıkmıştı o yıl. Bana “Romanda büyük boşluk var. Tek yönlü gitmezsen başarıya ulaşamazsın. Şiirlerini gözümün önünde yırtarsan bu yola birlikte devam ederiz” dedi. Yırttım. Ama şiir bırakılacak gibi değildir. Yayınlamasanız da duygularınızın tezahürüdür. Anlık bir meseledir.

Sonra yeniden şiir yazdınız. Küsmemiş miydi şiir?

Evet, aradan 15 yıl geçtikten sonra, 15-20 tane de eserim vardı, tekrar şiir yazmaya başladım. Bana biraz küsmüştü ama barıştık. Şu anda 5 tane şiir kitabım var. Sonuncusu da bu ay içinde çıkacak.

Sizin için roman mı önde şiir mi?

Roman baskın benim için. Şiir anlık bir meseledir. Bırakırsınız bir köşeye. Roman yıllık bir meseledir. Belki 5 yıllık bir meseledir. Zaman alır. Aynada Batan Güneş'i 6 yılda bitirdim. 2 cilt, 1300 sayfaydı. Bir dönem kitabıydı. 1977 ile 82 arasını anlatan boşluklara ve yanlışlara dokunan ama hiçbir tarafı incitmeyen bir kitaptı. Bir tarafı ötelerseniz barış olmaz.

Lisede 6 tane senaryo yazmışsınız. Daha sonra ne oldu o senaryolara?

Bir tanesi Çılgın Gençlik'ti. Onu Çiçekler Susayınca olarak romanlaştırdım. Yücel Çakmaklı okumuş, beğenmiş, önce romanlaşmasını sonra sinemasının çekilmesini istemişti. “Gözüm açık gider bunu çekmezsem” dedi. Ancak yaşlılığına geldi. Romanlaştırdım. Çok da beğendi. Önce sinema yapmak istedi. Sonra dizi yapalım dedi. Ömrü vefa etmedi. Şu anda dizi yapılabilecek şekilde hazır durumda bekliyor.

Diğerleri?

Diğerleri de çekilecek şekilde hazır bekliyor. O dönemde Batı edebiyatıyla Türk edebiyatı arasındaki farkı gözlemlediğim gibi, şu anda da görsel yayınla yazılı edebiyatın arasındaki farkı gözlemliyorum. Görsel yayın ağır basıyor. Çünkü kitap okumayı değil, hiç yorulmadan televizyon karşısına geçip dizi seyretmeyi seven bir toplum yapımız var. Bu dizilerde de gençliğin düşüncesini ifsad eden, reyting uğruna yanlışı masum gösteren meseleler var. Bizim inanç ve ahlak yapımız buna müsait değildir. Hatta Avrupa'nın ahlak yapısı da buna müsait değildir. Ahlakın ve inancın yara almaması için ahlakın çökmemesini isteyenlerin bu sahada iş yapmaları gerekir.

Televizyona yönelmek gerek mi diyorsunuz?

Toplumun ahlakı ve inanç yapısına göre diziler olması gerek. Genç nesil onları seyrederken beyinleri bulanıyor ve “bu da olurmuş” diye olmaz bir yanlışa düşüyor. Ahlakın ve inancın incinmemesini isteyenler ahlakı hiçe sayanlarla yarışa girmeli. Ailece seyredilen diziler daha çok rating alacaktır. Bugün yazar var, senaryo yazarı yok. Diziler çok çabuk çekildiği için 2-3 kişinin yazması gerekiyor. Bizim ahlak ve inanç değerlerimizle donanmış senarist fazla yetişmedi.


Roman hayatınıza nasıl girdi?

Liseli yıllarda Batı edebiyatını okudum. Sonra Türk edebiyatını okuduğumda arada büyük bir fark gördüm. Batı edebiyatı kendi kutsallarını ve mukaddeslerini övgüyle anlatırken, bizim edebiyatımızda inanç, ahlak mefhumları Batı'ya göre ayarlanmıştı. Edebiyat insanın duygularına ve hayata yönelişine hitap eden çok etkileyici bir unsur. Batı bizim öğretmenimiz olamazdı; ne edebiyatta, ne inanç yapımızda, ne de ahlaki geleneğimizi yaşamakta... Biz ahlakımızı Batı'dan öğrenecek değildik. Biz ahlakımızı Kur'an'dan almalıydık, ahlak ve inancımızdaki öğreticimiz Resulullah olmalıydı. Okuduğum Batı klasiklerinde kiliseler, havralar hakkında övgüler vardı. Papazlar, rahibeler, hahamlar hakkında, onları sevdiren türden hikâyeler...

Hangi romanlar mesela?

Mesela Sefiller'de büyük bir övgü vardı papazlara. Çok müşfik insanlardı onlar ve anlatım da onları yüceleştiriyordu. Son yıllarda okuduğum eserler ise ondan daha ileri. Simyacı, Piedra Irmağının Kenarında Oturup Ağladım vaaz niteliğinde. Hıristiyanlık propagandası yapıyor. Fakat biz İslam'ı anlattığımızda İslamcı yazar damgası yapıştırıyorlar.

Böylece oturup roman mı yazdınız?

Edebiyatımızdaki bu boşluğu doldurmam, karıncanın hac yolculuğu gibi bile olsa, emek vermem gerektiğini düşündüm. Ben şiir yazıyordum zaten. “Bizim toplumumuzun ahlak ve inanç yapısına göre roman yazılmaz mı?” diye düşündüm. Böylece lise son sınıfta bir roman yazmaya başladım. Askerde Çiçekler Susayınca ve Yanık Buğdayları kaleme alırken de bu düşünce vardı aklımda.


Romanda olduğunu söylediğiniz boşluk Osmanlı'nın son döneminde mi ortaya çıktı?

Cumhuriyet'le başladı. Şiirde bu tehlike yoktu. Fakat romanda vardı. Şiir dengeliydi. Her iki zihniyetin de güçlü yazarları vardı şiirde, fakat romanda yazar yoktu.

Neden böyle bir yaklaşım gelişmiş roman türünde?

Batı'nın taklitçisi olduğu için. Romanın Batı'dan geldiği kabul ediliyor. Oysa daha önce Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi eserler var. Bunlar Batı romanından daha önce anlatılan hikayelerdir. Fakat bizim yazarlarımız Batı'nın etkisi altında kalmıştır. Diğer yandan İslam'da roman yoktur diyen bir anlayış vardı Müslümanlar içinde. Ben Çiçekler Susayınca'yı bir gazetede tefrika etmeye başladığımda bir sürü tepkiyle karşılaştım. Kars'tan Ardahan'dan, Van'dan gazeteye “Bunu kaldırın” diye kalkıp gelenler oldu. “Sonu nasıl bağlanacak? Fıkhi meseleler nasıl çözülecek?” diye soruyorlardı. 6 ay sürdü tefrika. Bu sefer gazeteye tersi bir akım başladı. “Bitmiyor değil mi? Yenisi var mı?” diye istekler gelmeye başladı. O günlerde aynı gazetede bir yazar vardı. “İslam'da roman yoktur” diye yazılar yazıyordu. Şimdi 50'nin üzerinde kitabı var.

Sizin kitaplarınızla aynı dönemde yayınlanan başka kitaplar da vardı. Onlar da aynı tepkiyle mi karşılaştı?

Evet. Susamışlığa bir yudum su idi Minyeli Abdullah. Arkasından Şule Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı, sonra benim Çiçekler Susayınca kitabım geldi. 3 roman vardı. 68 kuşağının farkı bu üç romanın yayınlanması ile Türk edebiyatındaki değişimdir.

Ya karşı cenahtan nasıl tepkiler aldınız?

Bu eserlerin çok satıldığını gördüklerinde rahatsız oldular. Hatta kendi yazarlarına “Siz çok sattığınızı söylüyorsunuz. Hiç adını bile duymadığınız yazarlar şu anda sizin 10 katınız satıyor” diye gazetelerde manşetten haber yaptılar. O gazetelerin hepsi benimle bizim gazetelerden daha çok röportaj yaptılar ve hiç saptırmadılar. Hiçbir gazete yoktur röportaj yapıp edebi anlayışımı sormayan. Hatta Wall Street Journal'in Türkiye'de röportaj yaptığı ve birinci sayfadan verdiği ilk insanım. Der Spiegel özel olarak geldi. Le Monde “Ahmet Günbay Yıldız Türk edebiyatı ve kültürünün dünyada kendi orijinaline göre yansımasıdır” diye bir sayfalık bir yazı yayınladı. Avrupa'da ismini bile bilmediğim gazetelerde hakkımda çok sayıda yazı var. Avrupa'dan, Amerika'dan konuşmam için davetler alıyorum.

Şule Yüksel Şenler yıllar sonra, “Huzur Sokağı'nda mini etekli kızlar hakkında ağır konuşmuştum. Bugün yazsam aynı şeyleri yazmazdım” demişti. Siz kendi yazdığınız romanlarda şimdi olsaydı farklı yazardım dediğiniz bir şey var mı?

Gül ağacını düşünün. Gül dikenlerin üzerinde sıyrılarak en yüksekte açar. Onun altında dikenler vardır üstü güldür. Dili dikenli olan üslup bir kesimin yazarı olur. Fakat incitmeyen, dili dikensiz bir üslup bütün kesimlerin yazarı olur. Yazar beynelmilel olmak istiyorsa zihniyet, renk, din, dil ayrımı yapmayacak. Doğru bildiklerini yazacak. Ben bazı kardeşlerimize dilinizdeki dikeni çıkarın diyorum. Kavgayla başlayan hiçbir davetiye müspet bir sonuç almaz.

Peki sizi bütün kesimler okuyor mu?

Evet. Zannedilenden ziyade diğer kesim okuyor.


12 yıl önce