Türkiye'de bir insanın ömrüne birden fazla hayat sığıyor. O yüzden bizim hayat tecrübemiz batılıların çok üstünde. Mehmet Salim Dervişoğul, Oramiral. Deniz Kuvvetleri eski Komutanı.
1957 yılında Deniz Lisesi'nde başlayan yolculuk, 1999'da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emeklilikle sonuçlandı. Önemli ve kritik görevlerde bulundu. 12 Eylül döneminde albaydı. MGK Genel Sekreterliği Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı görevine atandı. Yurtdışı görevler, Deniz Harp Akademisi Komutanlığı, filo komutanlığı, Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcılığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Donanma Komutanlığı ve nihayet Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulundu. 28 Şubat'ın hemen ardından o sürecin mimarı olarak anılan Güven Erkaya'dan sonra 1997 Ağustos'unda kuvvet komutanı oldu, 1999'da emekliye ayrıldı.
Zor dönemleri yaşamış, Türkiye'de olayların merkezinde yer almış bir askerin tecrübe ve tanıklığını dinlemek oldukça önemli. İki gün devam edecek olan sohbetimiz bana pekçok konuda ışık tuttu. Askerin demokrasi ile ilişki ve imtihanını da görme fırsatı buldum.
Siyaset kurumu ve karargah arasındaki ilişki düzelmeden bu ülkede başka sorunların da dü-zeleceği yok. Hakem olacak tek unsur tam demokrasidir... Siyaseti de ehlileştirir, kışlayı da…
Dervişoğlu tecrübesinden çıkardığım sonuç budur. Artık siyaset mi, kışla mı tercih sorusu anlamını yitiriyor, demokrasi öne çıkıyor…
Dedemin lakabıymış. Derviş Mehmet... Bende de Salim'in önünde Mehmet var. Soyadı oradan geliyor, dini bir yanı yok.
Anne tarafımda denizci çoktu, sempatim aileden geliyor. İlkokulda karar vermiştim denizci olmaya…
Denizde özgürlük var, hürriyet var. Denizdeki geniş ufuk karakterime daha uygun geliyor.
Meslekte de öyleyimdir, özgürlüğü severim.
Muhtemelen. Her kuvvetin kendine özgü bir yapısı var.
Haklısınız. Dünyadaki bütün denizciler birbirlerine benzer. Takım çalışması önemlidir, görev disiplini ağırlıklıdır. Karada ise katı disiplin kaideleri uygulanır. Erkenden dışa açılmamız, farklı kültürlerde büyüme imkanı, dünya görüşümüzü ve vizyonumuzu daha çabuk geliştirme imkanı veriyor.
Kara Kuvvetleri büyük, Atatürk de neticede karacıydı. Biz küçük bir kuvvetiz, birbirimizi tanırız. İşçiler dahil benim zamanımda 60 bin kişiydik. Kara Kuvvetleri 400 binin üzerinde. Dolayısıyla TSK içinde daha dominantlar.
Genelkurmay Başkanlığı yapacak yetenekte insan bizden çıkmıyor mu diye denizcilerin de havacıların da aklından geçer. Esasında kanunlarımız buna müsait; Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanlığı yapmış olanların arasından seçilir diyor.
Evet. Karacıların ağırlığını, çoğunluğunu dikkate alacak olursanız, o teamülü dikte ediyor gibi bir durum var. Diğer kuvvetlerin içinde de başkanlık yapacak insanlar yetişir. Fakat bizde Genelkurmay Başkanlığı ile ilgili kanunlar ve görevler öyle tarif edilmiş ki, karacılar daha uygun gibi görünüyor. İdeali her kuvvetten olabilmesi.
Ankara'da yaptığım görevlerde daima bir mücadele içinde olduğumu hissettim. Çok karmaşık ve zor görevlerdi, Ankara'da zorlandım…
Çok zor. Karargaha bağlısınız, her konuda sıkı münasebet içinde olmanız gerekiyor. Türkiye'de TSK'yı ilgilendiren bazı konular var ki, netice itibarıyla muhatapsınız. Bunun sorumluluğu çok ağır.
Evet…
Kaideler, kanunlar, talimatlar aynı olsa da kişisel özellikler her yerde belirleyicidir. İnsan yaptığı işe kendine katar. Türkiye'de her şeyin merkezine siyasi görüşü taşımak gibi bir sorun var. Maalesef olaylar hep siyasi görüş etrafında değerlendiriliyor.
Herkes siyasetçi ve herkesin kriterleri siyasi. Geçen hafta Adalet Bakanı, Genelkurmay Başkanı'nı ziyaret etti, ne yorumlar yapıldı. Bu tür ziyaretler hepimize yapıldı, kuvvet komutanı olunca Meclis Başkanı'nı ziyaret ettim, saygılarımı sundum. Efendim emrinize amadeyim dedim. Fakat ne yazık ki bu insani görüşmeler bile siyasi yorumlanıyor.
Erkaya sınıf arkadaşımdı. Askeri idareye sıcak bakmayan biriydi.
Birtakım şeyleri ortaya atarak 28 Şubat'a neden olan kişi gibi aksettirilebilir ama esas felsefesi farklı.
Olabilir. Fakat MGK bunların konuşulabileceği yerdi. Asker darbe yapacaksa, MGK'da konuşarak yapmaz. Orada tarafların sıkıntıları da konuşulur.
O günkü halet-i ruhiye şöyleydi; Türkiye İran'daki rejimden korktu.
Evet. Türkiye'nin İran tipi dikta rejime gitmesinden ürküyorduk. İran gizli teşkilatının Türkiye'de yaptığı operasyonlar vardı, öldürdüğü insanlar. RP büyük oy almıştı ve biz bu yeni oluşumu bilmiyorduk. RP'nin bazı mensuplarının bizim gibi endişeleri olan çevreleri iyice ürkütecek tutumları da oldu. Güven Paşa'nın hangi motivasyonun etkisinde kalarak o çalışmaları yaptığını bilmiyorum, ama bazı endişeleri MGK'ya getirme ihtiyacını duydular.
Demokrasiyi askıya alan silahlı bir darbeye sıcak bakmam mümkün değil. 28 Şubat postmodern bir darbe değildir, MGK'da alınan tedbirlerdir.
Onu kullanan Çevik Paşa'ydı. Demokrasi için bu tabiri de kabul etmek istemiyorum. 28 Şubat bir süreç de değildir.
Onu da Kıvrıkoğlu Paşa söyledi. 28 Şubat süreç değil, reaksiyondur. Hükümete, bazı uygulamalarına karşı reaksiyon. Süreç demek, şartlar ne olursa olsun devam ettireceğiz demektir ki böyle şey olmaz.
Aşırı hareketler önlenmiş oldu...
Kesinlikle. Onu darbeler tarihinde bir yere koymamak lazım.
Darbe iyi bir şey değil. Medeni, çağdaş olmak isteyen ülkelerde askeri yönetimler arzu edilemez. Türkiye, Batı'yı örnek almış, demokrasiye, insan haklarına, özgürlüklere değer vermeye çalışan bir ülke. Demokrasi adına öğreneceğimiz daha çok şey var. Bakın bizde hiç olmadı, Obama'ya rakip olan Bayan Clinton kaybedince, kenara çekilmeyip ekibe dahil oldu. Bizde ise siyaset hep kişileri yıpratıyor. Siyasilerin uzlaşmacı demokrasiyi kavramaları gerek.
Bence yok. 27 Mayıs ve 12 Eylül'e bakın, kısa sürede yönetimi sivillere terk ettiler. Sizi temin ederim bu ne iç ne de dış zorlamalarla olan bir şey değil.
Size tamamen katılıyorum. Sivil çevrelerden, ordu problemleri çözer, şöyle yapmalısınız gibi teşvikler, tahrikler daima olmuştur. Bunu içtenlikle yapan olduğu gibi, menfaat beklentisiyle yapanlar da oluyor. Ordu göreve çağrılıyor, darbe yapıyor arkasından ordu aleyhtarlığı artıyor. Türkiye artık sorunları demokrasi içinde çözebilmeli, sistemini bu noktaya taşımalı. Siyasetçi halka siyasetin önemini göstermeli.
Boşluk bırakmamalı, tahriklere fırsat vermemeli.
Askeri motive eden unsur ülkeyi girdiği güç durumdan çıkarma arzusudur…
Genç subaylar rahatsız tabiri imzasız mektuplarla bize, kumandanlara o kadar çok geldi ki. Hatalarımızdan biri budur, dünyanın hiçbir yerinde imzasız mektuba hukuki bir işlem yapılmaz. Şerefli olan insan mektubun altına ismini yazar. Türkiye'yi kaşımak isteyenler bu yolu kullandılar. Bunların çoğu provokasyondur. Ben yırtar atardım.
Maalesef oldu, ben onları da çok tenkit ettim. Prensip şudur, imzasız mektuba işlem yapılmaz. Bu mektuplar sivillerin eline geçince, kendilerine gerekçe arayanlar genç subaylar rahatsız dediler.
O konuya çok muttali değilim. Genelkurmay'ın çalışma şekli içinde, ikinci başkan kurmay başkanı gibidir. Bazen inisiyatifini kullanır, onun namına altına kendi imzasını atar. Bundan bazen Genelkurmay Başkanı'nın haberi bile olmaz.
Bu anayasa kimseyi korumu- yor ama değiştirmek de siyasilerin işine gelmiyor. MGK'da her seferinde Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu değişmelidir dedik, askerler bu konuda önayak olmuştur.
Parti içi diktatorya liderleri mutlu etti. Askerin 12 Eylül anayasasını korumak gibi derdi yok. Anayasa değişmesin demediler. Değişimin muhatabı siyasiler.
Kürt meselesi imkanlarımızı yutuyor, kanımızı emiyor, dünyadaki etkinliğimizi azaltıyor, psikolojimizi bozuyor, insanlarımız şehit oluyor. Kürt meselesi üzerinde cesaretle düşünmemiz lazım, sadece askeri yöntemlerle çözülmez, bugün öldürdüğünüz teröristin çocuğu yarın büyüyecek ve bu düşmanlık sürekli beslenecek… Sorunun kökünü kurutmak lazım…
Onların söyledikleri, istedikleri bir şeyler var, bir de bizim yapmadıklarımız var… Oturalım cesaretle bunları konuşalım, yapılabilecek olanları ertelemeyelim. Ekonomik adımları atmadık, Kürtleri kültürel bakımdan ülkeye entegre edemedik, asimile etmeye çalıştık. Yeni bir entegrasyon politikası belirlemeliyiz. Yapamadık bunları. Kuzey Irak'ın ilgi odağı olmasından korktuk, hâlâ da korkanlar var. Bu korkuyu gidermenin yolu kendi coğrafyamızı ilgi odağı haline getirmekten geçer ki bu potansiyelimiz ziyadesiyle var. İşe kendi içimizdeki ekonomik, kültürel, sosyal bölünmüşlüğü ortadan kaldırarak başlamak lazım.
Pek çok şeyi doğru buluyorum ama tatmin edici değil. Şunu da söylemeli- yim, iktidar her adımı çabucak atamaz, tepkileri psikolojik olarak da yönetmesi gerekir. Bu süreçte kurumlar arasında bir konsensüsün oluşması da önemli…
12 Eylül'e takaddüm eden günlerdeki Türkiye'nin görünümü vahimdi. Polis gibi ordu da bölünmüştü. Polisteki Pol-Bir, Pol-Der'in karşılığı orduda resmen yoktu ama sağcılar-solcular vardı, bunlar da dışarıdaki sivil teşekküllerin uzantıları halindeydiler, onlarla birlikte hareket ediyorlardı. Ordu içinde devrimci, milliyetçi militan fertler çıkmaya başladı. 12 Eylül öncesi bunlarla da mücadele etmek zorunda kaldık biz. Türkiye Cumhuriyeti'nin ordusu Türk milletinin ordusudur. Çoğumuz orta sınıfın insanlarıyız, Türkiye'nin başının ağrıması demek ordusunun da başının ağrıması demektir. Onun için toplumda hangi fay hatları, cepheleşmeler teşekkül ederse bunların akisleri orduya da yansır. Ordu bundan kendini korumak için çaba sarf ediyor. 12 Eylül'de bu konuda bir sıkıntı yaşandı.
Ciddi rahatsızlık verici çatışmalar olabilirdi. Ordu hi-yerarşik yapısını muhafaza etmek mecburiyetindedir. Ordunun en büyük gücü hi-yerarşik yapısının muhafazasıdır.
Lüzumsuz gördüm…
O da aynı derecede lüzumsuzdu…
Asker ile siyaseti baz alırsak, karşılıklı bir tereddütün olduğu söylenebilir.
Siyasetin tarzı, uygulamaları…
Hayır, 1950'den beri bütün dönemler için geçerli… Askerler iktidara gelenlerle aynı paralelde düşünmüyorlar.
Aslında normal ama farklılıklar var, bunlar da biçim, çağdaşlaşma derecemizle ilgili… Bunları ortadan kaldırmanın yollarını bulmak lazım. Bakın MGK çok eleştirildi, askerin siyasi sistem üzerindeki ağırlığı olarak görüldü. MGK bir danışma kuruluydu, orada herkes fikrini söylüyor, her konunun konuşulabileceği bir zemindi, onu zedeledik. Orada asker hükümetin, hükümet askerin nabzını tutabiliyordu. Yapısı değiştirildi, şimdi iki ayda bir toplanıyor ki bence çok sağlıksız…
Bu itimatsızlık ne yazık ki karşılıklı. Olan halka oluyor, bunu aşmak lazım…