Akşam Gazetesi'nin Yayın Yönetmeni Serdar Turgut'un 27 Temmuz'da yazdığı “Faili meçhul hayatım” başlıklı yazısını çok önemsedim. Turgut Ergenekon iddianamesini okuyunca hissettiklerini kaleme almıştı. Acı, hüzün ve inkisar dolu satırlarının özetini bir paragrafta şöyle ifade ediyordu; “İddianameyi okudukça, ortaya konulan korkunç suç dünyasıyla ilgili söylenenleri son derece şahsıma yönelik bir darbe olarak aldım, içim acıdı. 54 yıllık yaşamımı boşu boşuna yaşamışım gibi hissettim.” Bu tablo elbette hepimizi düşündürüyor. Şimdi acaba benim hayatımın ne kadarı faili meçhul diye soruyorum. İtiraf edelim ki hepimizin hayatıyla oynamışlar. Olup bitene ilgisizliğimiz, korkaklığımız, bencilliğimiz kim bilir kaç tane faili meçhul hayata kapı açtı. Bizim üzerimizden kaç kişinin hayatını söndürdüler. Hepimiz bir şekilde kullanılmış olabiliriz. Bunu dün yaptılarsa yarın da yaparlar. Onun için sahici yaşamaya ve bütün hayatlara sahip çıkmaya adanmalı ömürler. Hızla bütün hayatları en az kendi hayatımız kadar “muteber” görebildiğimiz bir ufka ulaşmalıyız. Yaşamamış gibi yaşamak kime yakışır… Hepimiz Serdar Turgut'un açtığı kapıdan kendimize, geçmişimize ve yarına bakalım istedim…
İddianameyi okudukça, ortaya konulan korkunç suç dünyasıyla ilgili söylenenleri şahsıma yönelik bir darbe olarak aldım. 54 yıllık yaşamımı boşu boşuna yaşamışım gibi hissettim, içim acıdı.
Kurgu değil. Ben düşünmeye başladıktan sonra solcu oldum (CHP solculuğu değil). İlkeli yaşamak isterken, birçok acıyla karşılaştık. Öldürülen gençleri, alındıktan bir ay sonra üniversiteye dönebilen genç kızın işkenceden tükenmiş vücudunu ve korkuyla bakan gözlerini hatırladım. O gözler karşısında çaresizliğimi, sonra onlarca cenaze töreninde havalara kalkmış sol yumruklarımızı, marşlarımızı…
Evet, anlayacağınız; boşa harcanmış bir hayat bizimki.
Her zaman kuşkularımız vardı. Biri öldürüldüğünde “Katil bulunamaz, çünkü devlet izin vermezse bu işler yapılamaz” diyorduk.
Sağdan soldan böyle bir kuşak harcandı. Şimdi ortaya bir dosya çıktı, içinde bazı ıvır zıvır şeyler de var…
Bir yerde benim de adım geçiyor; yabancı istihbarat örgütlerinden bilgi aldığımı söylüyor. Gazeteci olarak her yerden bilgi alırız, bunu saklamıyoruz ama bir insana 'casus' demek ayıp. Öyleysek alsınlar içeri. Sadece suçu işlemiş adamlarla ilgili bilgileri koysalardı çok iyi ederlerdi. Ergenekon davasında adı geçen tüm insanlardan nefret ediyorum.
Kukla gibi oynatmışlar bizi, kırdırdılar birbirimize, böldüler, hiç bıkmadılar. Daha güzel, daha adil bir Türkiye'yi kendimizin kuracağını zannediyorduk. Sağcılar da böyle düşünüyordu. Demek ki iki tarafla da oynanıyormuş. Dev-Sol'la da, Hizbullah'la da, PKK'yla beraberlermiş.
Yaşlanmaya hazırlanan bir insanım, ülkeyle, hayatımla böyle oyunları oynayan insanlardan gerçekten nefret ediyorum. Suratlarını gördüğümde kaybolan ideallerimi, boşa giden mücadelelerimi hatırlıyorum.
Evet düşünüyorum. Bu yüzden cumhuriyet büyük bir başarısızlıktır.
İkisi de var ama cumhuriyetin kökenlerine inmek yanlış olur. Atatürk ve arkadaşları gizli bir örgüttü, silahlı mücadele veriyorlardı diye eleştiri getirmek doğru değil. İttihat ve Terakki böyleydi, cesur insanlardı bu sistemi kurdular ama sistem Türk halkında travma oluşturdu. Şapka giyilecek, şu müzik dinlenecek, şöyle yaşanacak diye dayatmalar başladı. Otoriter bir sistem. Yaptıklarını anlatmayı ve halkı ikna etmeyi hiç denemediler. Hâlâ cumhuriyetin ilk yıllarının savaşı yapılıyor. AKP ile askerler arasındaki gerginlik de savaşın devamı niteliğinde.
Bitmesi lazım yoksa toplum biter.
Askerin kendi içinde bir sistem var. Onun haberini de yaptık askeri savcı iddialarla ilgili çalışma yapmış.
Her yalanlamaya inanmayın. Askerin de kamuoyu var onu tutmak zorunda. O kamuoyu generaller değil, albaylardan başlar. Silahlı insanlar ve emirlerinde insanlar var. Türkiye tarihinde bunların hareketleri çoktur. Bugün cumhuriyeti koruma konusunda nosyon değişiyor.
CHP sallantıda… Safraları atıyoruz. Artık CHP ile ordu arasındaki gerginlikten bahsediyoruz. YAŞ'ta ihraç olmaması bana önemli geliyor. Dolmabahçe'de Türkiye için çok önemli ve iyi kararlar alındığını düşünüyorum. Belki bugünleri konuşmuşlardır.
Türkiye'de devletin kendisi derindir. Hep böyle oldu, böyle de olacak. Ergenekon'a derin devlet deniyor. Böyle derin devlet olmaz, bunlar süprüntü, durumdan vazife çıkaranlar. Asıl derin devlet Churchill'in, Roosevelt'in kurduğu sistemlerdir.
Demirel'dir, (böyle olduğunu iddia etmiyorum) çünkü düşünmesini bilen, uzun dönem çıkarları gören bir insandır. Dolmabahçe görüşmesinde sonra Başbakan, Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı anlaşmış görünüyor. Böyle gitmez, bütün bunlara teslim olursak Türk devleti çözülür dediler. Hiçbiri bu tarihsel sorumluluğun altına giremezdi. Normalleşmeyi onlar sağlayacaklar ki Türkiye dünyada hak ettiğimiz yeri bulsun. Yalnız CHP dışında kalarak kendi tasfiye sürecini başlattı. Ben diyorum ki, bundan böyle hayatlarımızı karşıtlıklar üstüne değil, ortak noktalarımız üstüne kuracağız. Ben de buna kafa yoracağım.
Evet. Türkiye'nin de ihtiyacının bu olduğunu sanıyorum. Dindar olmayan biri olarak, dindarın yaşam biçimini, özgürlüklerini de savunacağım. Bu tavrın teorisini yapacağız önümüzdeki dönemde. Aynı şeyi onlardan da bekleyeceğim.
Cemil Meriç'le ilgili bir yazı dizisi yaptırdım, yayınlayacağım. Meriç'in önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de halk ile entelejansiya arası daima kopuk kaldı. Meriç halktan kopuk aydını dönüştürmeye adadı hayatını. Kendisi dönüşürken başkalarını da dönüştürdü. İslam'ı anladı ama hep sosyalist kaldı. Sosyalist olarak dindarlarla bağlantı kurdu.
Derin devlet toparlanırken bu sorunlar da çözülecek. Bazen insanlar tuhaf şeylere inanıyor. İnanç eksikliği önemli bir eksiklik, o boşluğu mutlaka bir şey dolduruyor. Ergenekon'da Agarta'dan söz ediliyor. Atatürk de bu konuları incelemiş. Ordu'da da Atatürk'ü dini bir figür olarak görme alışkanlığı yaygındır. O tür örgütlerde şaman eğilimleri var.
Milliyet'i beğenmiyorum, diğerleriyle benzeşiyoruz. Sabah'ta sahipleri değiştikten sonra imaj sorunu var.
Evet ama sahipleri akıllıca davrandıkları halde böyle bir algı oluştu. Akşam için de ulusalcı gazete diyorlar ama ulusalcı değiliz.
Türkiye'deki yayın yönetmenleri kendilerini gazetelerine tam yansıtırsa o gazetelerin hepsi batar.
Yaparım, bir ismim var, elim de kalem tutuyor, dünyayı da takip ediyorum, gazete de bir noktaya geldi…
Hiç bilmiyorum…
Hayır, bu tür paralar hiçbir zaman şıp diye verilmez, yapmak istediğiniz işin ufkunu görmek isterler. Biz şimdi bu noktaya geldik, sanıyorum o işin de vakti geldi…
Hayır, hayır, zaten öyle yaşıyorum…
Eskiden birçok arkadaşım tutuklanmıştı ve suçsuzdu, acaba yine mi bu yanlışı sürdürüyor devlet diye düşündüm. Suçlu olup olmadığı belirsiz ve kendini savunma imkanı olmayan insanlar ertesi gün gazetelerde “suçlu” görülerek haberleştirildiler ki bunu çok ayıp buluyorum. Fakat iddianame ortaya çıkınca Ergenekon hakkında en çok haberi ben yapıyorum.
Çok önceden atmayı düşünüyordum ama gözaltına alındı. Düşmüş bir kadına bir tekme de ben vurmak istemedim. Kömürcü'yü Ergenekon'dan beraat ettiği gün atmaya karar verdim fakat gitti Ergenekon'dan hapse düşmüş bir adamla evlendi, artık fikirleri dolayısıyla suçlanan bir insan durumunu aştı ve olayın magazin figürü haline geldi. Bunu taşıyamazdım.
O büyük bir hataydı.
Tabiî ki gelişi… Hastaneden yeni çıkmıştım, tavsiye ettiler geldi. Karizmatik bir figür, konuşma yeteneği var. Siyasi meczup gibi davranıyor. Fakat o kadar büyük zarar verdi ki bana... Onun yazılarına bakılarak bana “sen bu fikirdesin” deniliyordu. Türkiye düşük düzeydeki fikirlere o kadar rağbet gösteriyor ki, siz milliyetçi asıp kesmelerle ilgili bir haber yaptığınızda en çok okunan oluyorsunuz. Nihat figürleriyle fikir düzeyinde mücadele edip onları yenmek lazım…
Fethullah Gülen açılan davalardan beraat etmişti, medya ne zaman nasıl döneceğini tartışıyor, Humeyni gibi döneceği de söyleniyordu. Ben de yazdım; Şimdi bırakalım 'dönecek mi?' tartışmalarını... Beraat etmiş bir vatandaş ne isterse, ne zaman isterse yapar bunu. Herkes kabul etsin artık. Yoksa adalete güven sarsılır. Bizlere düşen bunu tartışmak değil, Gülen'e düşünsel olarak kendimizi hazırlamaktır.
Uzun yıllardır onun hakkında şehir efsaneleri çıktı, -bazen biz de etkilendik- ben onun partizanca söylenmiş efsanelerdeki insan olmadığına eminim. Gülen'in döndüğü bir Türkiye'de diyalogların daha yumuşak olacağını düşünüyorum, çünkü buna hizmet ettiğini biliyorum. Türkiye'ye gelse, konuşsak, topluma, normale dönmemize çok yararı olacağını düşünüyorum. Cemil Meriç gibi Gülen'in de fikirlerini çalışmamız gerekiyor.
Türkiye değişiyor. Birbirimizi anlamak zorundayız. Bakın Akdeniz Üniversitesi'nin rektörü olamayan adam, seçilmemesini “cumhuriyetin büyük kaybı” olarak görüyor, “Cumhuriyet elden gitti” diyor. Ne ayıp şeyler bunlar. Üniversitelerdeki türban yasağını anlamış değilim. Ben bu yüzden üniversiteden atıldım; Ankara Hukuk Fakültesi'nde asistandım, anarşi var diye kapıda jandarmayla birlikte nöbet beklerdik. Dekan, türbanlıları almayacaksın emri vermiş. Dev-Sol'un kalesi bir okulda üç-beş tane türbanlı olsa ne olacak. O kızları içeri aldım, dekan bağırdı çağırdı, ben de ona bağırdım… Maaş almaya gittiğimde “sizin maaşınız yok” dediler. YÖK çizmiş üstümüzü. Türkiye hâlâ böyle, yıllar sonra benzer şeyleri yaşamak ne üzücü.
Çok büyük bir şey kaldı dersem yalan söylemiş olurum. Ateist değilim dedim, dua ettim, çünkü hem dua edip hem ateist olunmaz. İnsan dua eder ama dindar olmayabilir
Ben teistim, Allah'a dua ederim ama dindar değilim. İslam'ın kurallarını bilmiyorum. Ama bir iddiam var, teist bir insan dindar insanın ihtiyaçlarını daha iyi anlar. Türban konusunda çekilen sıkıntıları daha iyi anlar. Dindarı anlamak Türkiye'de önemli değişmelere neden olur. Cemil Meriç'i bu yüzden çok önemsiyorum.
Bu sorun her iki tarafta da var. İnsanları olduğu gibi kabul edeceksin, bırakacaksın kendi kimliği, inancı ile çalışacak. Bunu yapmaya çalışıyoruz, Yeni Şafak da yapıyor.
Başörtülü yazar çalıştırdık ama maaşta anlaşamadık, belki daha fazlasını hak ediyordu ama ben veremedim, ayrıldı.
Muhabirim türbanlı olsun veya olmasın diye bir takıntım yok, iyi muhabir bulduğumda kıyafetine hiç bakmam…