|

Silahların gölgesinde kalıcı çözüm olmaz

Askeri vesayetin sona ermesinin Kürtler için büyük bir güvence olduğunu söyleyen Orhan Miroğlu, “bu güvencenin benzerinin PKK tarafından Türkiye'ye verilmesi gerek” dedi. Silahların gölgesinde çözüm sürecinin zorluğuna dikkat çeken Miroğlu; “Bence Kürtler artık silahın bırakılması için seslerini daha fazla yükseltmeli ve bunda ısrarcı olmalılar” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 10/01/2011 Pazartesi
Güncelleme: 01:41 - 10/01/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Silahların gölgesinde kalıcı çözüm olmaz
Silahların gölgesinde kalıcı çözüm olmaz
Artık şundan eminim, hiçbir söyleşi tek başına sadece gazetenin sayfasına yansıyandan ibaret değil. Söyleşi yapan, söyleşiyi veren içinde mutlaka geride bir şey kalıyor. Bu bazen söyleşi için belirlediğiniz konu, bazen söyleşi yapacağınız kişi ve bazen de ortamdan kaynaklanıyor olabilir.

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da son aylarda insani açıdan dayanılması zor yükleri omzuna almış Orhan Miroğlu var. Onu her ne kadar siyasi yazılarıyla tanısak da esas göz ağrısının 'yazın' olduğunu anlıyorsunuz. Ve Miroğlu için yazma aslında nefes almak. Ve tabi ki, Zerdeşt. Artık 19 yaşında bir delikanlı olan Zerdeşt. Miroğlu'nun hayatının yazı ile birlikte ikinci sorumluluğu. Miroğlu ile konuşurken son aylarda omzunda taşıdığı yükleri hafifleten şeyin aslında Zerdeşt ve edebiyat olduğunu düşünüyorsunuz.

Orhan Miroğlu ile konuşurken, onun Kürt sorunu, demokratikleşme ve sivilleşme konusunda söylediği her şeyin aslında bir yönüyle de edebi bir yorum olduğunu seziyorsunuz. Ve bu sezişte sizi ikna eden ise onun sahiciliği. Bu sahicilik Kürt sorununun çözümü için için önemli bir çağrı ile kendini daha sarih hale getiriyor. 'Artık Kürtlerin de Türklere güven duyabilecekleri bir ortamı sunmaları gerekiyor. Dağda elinde silahlı insanlar varken Türkleri ikna etmek sahici olmaz diyor' Miroğlu. Haksız mı?



Son dönemde Kürt siyasetinde alternatif söylemler çıktı ama siyasal çoğullaşma olmadı. Neye bağlıyorsunuz?

Bunu, Türkiye toplumunun, Kürtler de içinde olmak üzere, PKK ile ciddi manada siyasi yüzleşme yaşamamasına bağlıyorum. Bu yüzleşme, PKK'nın hem kendi içinde hem de kendisi dışındakilere karşı gerçekleştirdiği olumsuz hatta açık insan hakları ihlalleri diyebileceğimiz eylemleri de içermeli. Bu konuda ne yazık ki bugüne kadar yeterince cesur davranmadık. Ama PKK ile yüzleşme derken akla sadece bu gelmemeli. PKK'nın birtakım iç infazlar ya da ihlaller boyutuyla gündeme gelmesi örgütü hiçbir şekilde zayıflatmadığı gibi etkilemedi de. Bugün doğru olan PKK'nın tasfiye edilmesi, gücünün kırılması değil, değişmesi ve dönüştürülmesidir.

Neden?

Çünkü PKK, bu haliyle var oldukça Kürt sorunun çözülmesi mümkün değildir. Bu süreçte PKK'nın dönüşmesine başta PKK'nın kendisi olmak üzere herkesin özellikle Kürt siyasilerin ve aydınların çaba harcaması gerekiyor. Çözüm ve PKK'nin transformasyonu iç içe geçmiştir artık. Ama bunun farkında olmak için, Kürt toplumunun 1984'ten sonra hangi değişimi yaşadığını görmek ve karşımızda yeni bir toplumun olduğunu anlamak lazım. Kürt siyasetinin anlamadığı şey budur.

İNKÂRDAN ÇÖZÜME GELDİK

Yüzleşme olsaydı...

Yüzleşme tabi ki, daha özerk ve sivil bir Kürt hareketinin yaratılmasına giden yolu açabilirdi. Karşılıklı güven bu yolla oluşabilirdi ancak. Kritik soru şudur; Kürt siyasi hareketi tüm Türkiye'ye güven verecek bir duruş sergileyebildi mi? Bunu tartışmak lazım.

Siz tartıştınız mı?

Benim açımdan sonuç şu: Türk toplumu özerk bir Kürt hareketine sıcak bakıyor. Çoğulcu bir Kürt hareketini sadece Kürtler değil, Türkler de istiyor. Kürt siyasi hareketi 1990'lı yıllarda PKK'dan daha özerkti. Bu geleneğin partilerinde 10 yıl fiili politika yaptım. On yıl önce daha çoğulcu bir yapı olduğunu söyleyebilirim. Partinin politikalarını parti meclisinde alınan kararlar belirliyordu. Bu Kürt siyasetinin Meclis'te değil, sokakta olduğu dönemdir aynı zamanda. Ancak gariptir çözüme yaklaştıkça ve Meclis'te temsil olanağı elde edilince, Kürt toplumu içe kapandı. Oysa Kürtlerin şunu da görmesi gerekiyor; Türkiye, Kürtleri inkâr politikasından çözüm politikasına geçti. Ancak bu süreçte ne yazık ki, siyaset yeterince öne çıkmadı. PKK, Kürt siyasetinin önünü yeterince açmadı. BDP yeterince inisiyatif almadı. Bunun yerine KCK öne çıktı. Kısaca Kürtler çözüm yaklaştıkça PKK etrafında daha fazla kenetlendi.

Bunu kim istedi örgüt mü?

Sadece örgütün istemesi yetmez. Tabanda da böyle bir psikoloji vardı. PKK, politik eğilimlerini ve kararlarını sadece Kürtlere bakarak değil, Türkiye'deki politik eğilimleri tartarak, ölçerek alıyor. Mesela Öcalan'ın demokratik özerlik konusundaki çıkışı, Türkiye'deki hassasiyetlerin dikkate alınmasının bir sonucudur. Ki Öcalan'ın çıkışı ile demokratik özerklik şimdilik rafa kalkmış gibi görünüyor.

KÜRTLERİN GÜVENCESİ VAR

Siz duygusal kopuş olduğunu düşünüyor musunuz?

Duygusal kopuş da siyasi kopuş da, tabiî ki var. Bu hükümetlerin kısa zamanda üstesinden geleceği bir şey değil. Ancak bu noktada Kürtlerin bazı gerçekleri görmesi gerek. Görülmesi gereken en büyük gerçek askeri vesayetin büyük ölçüde sona ermiş olmasıdır. Bunu bölgeye gittiğinizde ve bir takım uygulamaları çok değil birkaç yıl önce ile karşılaştırdığınızda görebilirsiniz. Hak ihlalleri yok mu, azalmış olsa da elbette var. Ama büyük bir değişim de var. Bence askeri vesayetin sonuna gelinmiş olması PKK için de, BDP içinde, Kürt toplumu içinde büyük bir teminat. Kürtler kendi tarihlerinde ilk kez ciddi bir siyasi teminatla karşı karşıyalar. Kürt meselesi artık askerlerin egemenlik alanından çıktı. AK Parti'nin bölgede güçlenmesinin de önemli sebeplerinden biri budur.

Bölgede en güçlü parti…

Evet. Çünkü AK Parti, vesayete son veren parti. İkincisi Kemalist paradigmalarla arasına mesafe koyan parti. Üçüncüsü Milli Görüş ile arasına mesafe koyması. Kürtler buna büyük değer veriyorlar. Bu noktada benzer teminatların da Türk halkına verilmesi lazım.

TÜRKLERE GÜVENCE VERİLMELİ

Ne demek bu?

Kürtlere verilen güvencenin benzerinin silahlı Kürt hareketi yani PKK tarafından Türkiye toplumuna da verilmesi gerek. Şunu görebilmeliyiz artık, çözüm süreci bu aşamadan sonra silahların gölgesinde devam edemez. Elinde silah olan bir örgüt ortadayken çözüm arayışları Türkiye toplumuna olumsuz olarak yansır. Sadece siyaset ve hakları konuşmak yetmez, acıyı ve yası paylaşabilmeliyiz. Ama elimizde silah varken yapamayız bunu. Mesela ateşkesi 1 ay uzattım, şunu yapmazsan uzatmam, şu tarihte ateşkesi bitiririm gibi açıklamalar çok riskli. Silahlı mücadele, Türk toplumunun Kürtlere bakışını biçimlendiren bir faktör. Bence Kürtler artık silahın devre dışı bırakılması için seslerini daha fazla yükseltmeliler. Eylemsizlik ortamının uzamasında- seçimlerden önce ve sonra- mutlaka ısrarcı olunmalıdır. Kürtlerinde bu konuda daha fazla söz söylemeleri gerekiyor. Özellikle Kürt medyasına ve aydınlarına ciddi sorumluluk düşüyor.

FARKLI SESLERE TAHAMMÜL ŞART

Nasıl?

PKK'ya yakın medya bu sürece katkı yapabilir. Ama bu medya henüz değişim arzusundan uzak bir yerde duruyor. Dostları az, ama 'düşmanları' epey fazla bir medya bu. İnsanları işbirlikçilikle, ihanetle suçluyorlar sık sık..Bu tutum, sürece olumlu katkı yapmaz. Mesela son olarak Mehmet Emin Aktar, Garip Ensarioğlu'na karşı sergilenen tavır hoş değil.

Sonra Baskın Oran ve Ayşe Hür'ü Türk milliyetçileri olarak niteleyen bir Kürt bakışı ne kadar sağlıklı olabilir? Bu ülkede Ayşe Hür ve Baskın Oran gibilerinin sayısı o kadar da fazla değil. Bu insanlar Kürtler'in demokratik hakları sözkonusu olduğunda gayet tavizsiz davranıyorlar.

Cengiz Çandar, Ahmet Altan, Ali Bayramoğlu, Murat Belge, Hasan Cemal. Belki yanlarına birkaç kişi daha ekleyebilirsiniz. Bu insanların kıymetini bilmeliyiz.

Kürt medyasının bir muhasebe yapması gerekiyor. Güven inşa etmenin önemli bir yoludur bu.Bir başka nokta BDP'nin bizatihi kendisidir. Bence Kürt sorunu ile ilgili tartışmalar, talepler, bu sorunun siyasal taşıyıcısı ve meşru siyasal temsilcisi olan BDP üzerinden yürütülmelidir. Bu pozisyon BDP'yi güçlendirir ve topluma güven verir. Yani DTK ve KCK üzerinden tartışmak ve bu kurumları Kürt sorunun çözümünde odak yapmak Türklere güven vermez.

Yani Kürtlerin Türklere güvence vermesine mi ihtiyaç var?

Şu aşamada en çok buna ihtiyaç var.

Ne olabilir mesela, yurt dışına çekilme olabilir mi?

1999'da denendi, ama başarısız ve karşılıksız kaldı bu hamle. Şimdi çok farklı koşullar var. Yurt dışına çekilme kararını verebilecek tek kişi Öcalan'dır. Ama o da arkasında güçlü bir talep hissetmezse böyle bir kararı çok zor verir. Bu talep ortak bir ulusal karar şeklinde alınabilir belki, bilemiyorum. Bir Kürt ulusal Konferansı toplanır ve belirli şartlar altında ortak bir karar alınır. Bu uzak bir ihtimal değil. Silahsızlanmanın fiili bir siyasi pazarlık sonucu gerçekleşmesi gibi hayırlı bir gelişme, Türkiye şartlarında kolay görünmüyor. Kürtler ulusal bir konferansla, bu meseleyi aile içi sorun olarak görüp tarihi bir karar alabilirler. Böyle bir şey, PKK'yi ve Öcalan'ı zor durumda bırakmak bir yana, bence daha da güçlendirir.. Kanaatimce süreç böyle bir gelişmeye doğru gidiyor. Mesut Barzani BDP Kongresinde ulusal bir konferanstan söz etti..


2007'de DTP'den adaydınız. Yeniden adaylık teklifi gelse?

Anayasa Mahkemesi beş yıl siyasi yasak koyarak, siyasetten men etti beni. Doğrusu bu kararlar insanın şevkini de kırıyor. Hayatımı yazı yazarak sürdürmek istiyorum, belki daha edebi metinlere yönelerek, bu bir, ikincisi, mümkün olsa bile, aday olmak istemem çünkü herkes farkında sanırım, şu anda savunduğum fikirleri milletvekili olsaydım savunmazdım.

Savunmaz mıydınız, savunamaz mıydınız?

İkisi de aslında. Savunamazımdan ziyade savunmak etik olmazdı. O partide kalarak bu fikirleri savunmak etik olmazdı.

Şu anda BDP'de milletvekili olan ama düşünceleri söylediklerinden farklı olanlar var mıdır?

Bilmiyorum, ama olabilir de.


Siz umutlu musunuz çözüm konusunda?

Elbette. Geriye dönüp baktığımızda, şu an çözüme en yakın yerdeyiz.. Ama bu sürecin iki önemli aktörü olan AK Parti ve BDP'nin ciddi bir muhasebeye ihtiyaçları var. Son bir yılın muhasebesini yapsalar bile yeter. Neleri yapabilirdik, neleri yapabildik, neleri yapamadık? İki parti Ortadoğu'nun en önemli siyasi meselesini sona erdiren parti olarak tarihe geçebilirler. Siyasal alanda birbirlerini rakip görmeleri buna engel değil. Zaman zaman öyle davranılıyor, BDP'yi yok saymak yapılacak en büyük yanlışlardan biri olur. Bence her düzeyde işbirliği yapmaları AK Parti'ye kazandıracağı gibi BDP'nin de PKK üzerinde etkili olmasını sağlayabilir. PKK'nın da şu gerçeği fark ettiğini varsayabiliriz. Kürt toplumu büyük bir sosyolojik değişim yaşadı. Artık Kürtleri dağdan yönetmenin imkânı kalmadı. PKK'de Öcalan'da az çok bunun farkında, farkında olunduğu için KCK var. KCK, siyasallaşma umudu yönünde bir adımdı. Keşke bu siyasallaşma hamlesi tamamen BDP üzerinden gerçekleşebilseydi . Her şey çok farklı olabilirdi. Aslına bakarsanız gelecek için başka bir şans da yok. PKK'nin transformasyonu KCK üzerinden değil, BDP üzerinden tamamlanacak. Tersini düşünmek, Kürt hareketini marjinalleştirebilir. Birde şunu söylüyorlar, Kürt sorunu CHP'si, MHP'siz çözülmez.

ÇÖZÜM ERBİL'DEN GEÇECEK

Çözülür mü?

Bence çözülür. Ve bu işi çözecek iki parti AK Parti, BDP ve toplumun demokrat kesimleridir. Çözümün önemli bir dinamiği de Kuzey Irak'taki Kürt Statüsüdür.

Kuzey Irak nasıl bir dinamik?

AK Parti'nin Kuzey Irak yönetimi ile kurmuş olduğu dostane ilişkiler çok önemli. Geçtiğimiz ay Erbil'de KDP kongresini izledim ve şu kanaatle döndüm: Türkiye'de Kürt meselesinin çözümü Erbil'den geçecek. Kuzey Irak yönetimi ve halkı kendisini Türkiye'ye o kadar yakın hissediyor ki..Şunu diyorlar mesela, Zaho gelecekte bizim AB'ye açılan kapımız olacak. Türkiye'yi AB içinde görüyorlar ve bağımsızlık meselesi bizim için artık tali bir mesele yani siyasi olarak hedefleyeceğimiz bir mesele olmaktan çıktı diyorlar. Kuzey Irak bile yüzünü bize, Batı'ya İstanbul'a çevirmişken Türkiyeli Kürtlerin daha milliyetçi sınırlara çekileceğini düşünmemek lazım.


Demokratik özerklik tartışması bitti mi?

Öcalan'ın çıkışı ile tartışma şimdilik ertelendi. Ama bence Öcalan bir şey daha söyledi.

Ne dedi?

Özerklik Kürtlere statü talebidir dedi. Kimse statünün ne manaya geldiğini tartışmadı. Demokratik haklar mı, özerk statü mü, anayasal vatandaşlık yetecek mi? 2011 yoğun anayasa tartışmasıyla geçecek. Hakları da statüleri de konuşabilmeliyiz. Ancak burada önemli olan, bu ılımlı iklimin devam etmesi. Şu anda süren eylemsizlik büyük bir şans.

Peki Öcalan'ın bu kadar önde olması çözümü nasıl etkiler?

Bütün yetkilerin, siyaset yapma kabiliyetinin bir tek insanda toplanması devlet açısından kısa vadede işi kolaylaştıran bir şey gibi görülebilir. Tek kişi ile çözüm-üstelik bu kişi İmralı'da tutukluysa- bir çok merkezin tanınmasından, ve bu merkezlerle uğraşıp durmaktan her zaman iyidir. Ancak soruyu Kürt hareketinin geleceği ve çoğulculuğu açısından soracak olursak, aynı şeyi söylemek mümkün olmaz.

İSPANYOL ANAYASASI İYİ BİR MODEL

Peki çözüm demokrasinin güçlendirilmesi mi, demokratik özerklik mi?

Zaten Türkiye'de demokrasiyi derinleştirmeden demokratik özerklik tartışmasının anlamı yoktur. Türkiye'de güçlü bir adem-i merkeziyetçilik geleneği yok. Böyle bir siyasi kültürün ve geleneğin örneği olarak gösterilen 1921 Anayasası'nın yürürlüğe girmeyen bir anayasa olduğunu biliyoruz. Bırakalım âdem-i merkeziyetçiliği, 40-50 yıllık tep parti dönemi var. Sonrasında da üç askeri darbe. Böyle bir siyasi kültürden nasıl âdem-i merkeziyetçilik çıkar bunu bilmiyorum. Bence demokratik özerklik talebi için, -Kürtlerin talep etmesi önemli ama yetmez- Türkiye'nin öncelikle daha fazla normalleşme yaşaması gerekiyor. PKK'nın dağda olduğu bir ortamda demokratik özerklik tartışması çok fayda sağlamaz. Bakın bu tartışmalar iki dilli hayat ve ana dille eğitim hakkı tartışmalarının önünü kesti.

Yeni anayasada ne olsa Kürtler için tatmin edici olur?

Eğer yeni anayasa genel hatlarıyla, İspanyol Anayasasını temel alırsa bu Kürtleri tatmin eder. Yani çoğulculuğa vurgu yapan giriş benimsenebilir. Dil konusunda da, 'Kastilyanca (Türkçe) bütün İspanyol (Türkiyeli) vatandaşlarının öğrenmek durumunda olduğu bir dildir ama İspanya'nın özerk bölgelerinde de farklı diller özel bir saygınlık konusudur.' Gibi bir madde tatminkar olabilir. Yani Kürtlere ve Kürtçeye saygının anayasada yer alması bile Kürt toplumunun büyük kısmını tatmin edebilir. Ama bu saygının ne anlama geldiğini Kürtlerin görmeleri ve yaşamaları lazım. Patlıcan ve domatesin pazarda Kürtçe etiketlenmesine evet, ama elektrik faturasının Kürtçe yazılmasına hayır demekle olmaz bu.


Cumhurbaşkanı Gül'ün Diyarbakır ziyareti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sayın Cumhurbaşkanının Kürt meselesindeki rolü son derece önemli ve söylediği her şey, hem sürecin normalleşmesi hem de yumuşaması için çok büyük katkı sağlıyor. Özellikle kendisinin siyaset üstü konumu onu daha güçlü kılıyor. Ve kendisi de bu konuya özel bir hassasiyetle yaklaşıyor. Edindiğim izlenim iki günlük programın iyi geçtiği yönünde. Kaldı ki, sokaklarda "halkın cumhurbaşkanı" pankartları ile karşılanmış. Bu ziyaret son dönemde artan tansiyonun düşürülmesinde önemli olmuştur.

İlk defa Belediyeyi de ziyaret etti…

Evet. Bu da iyi bir gelişme. Ancak şöyle bir konu var ki, eğer doğruysa şık olmamıştır. Ziyaretin 2. gününde kahvaltıya BDP'lileri iradeleri olmadıkları için davet etmemiş. Eğer böyleyse durum, bence bu çözüme katkı sağlayan bir tutum değil. BDP'nin iradesini sorgulamak, siyasi partilerin, akademisyenlerin, aydınların işidir, Cumhurbaşkanının değil. O kentin % 60-65 oyunu almış partiyi iradesiz diyerek kahvaltı masasına layık görmemek çok inciticidir. Bu sadece BDP'li Kürtleri değil, AK Parti'li Kürtleri de incitir.



13 yıl önce