|

Terörle mücadelenin zaafı Jandarma karakolları

Doğu ve Güneydoğu'daki karakolların önemli bir kısmının 1960'lı yıllarda kurulduğunu söyleyen Gazi Üniversitesi'nden Hüseyin Yayman; kaçakçılığı ve sınır geçişlerini engellemek için kurulan karakolların, terörle mücadele için kullanılmasının hata olduğunu söyledi. Yayman, karakollarla ilgili yapılması gerekeni şöyle özetledi: “Önemli bir kısmı kapatılmalı, bir kısmının yeri değiştirilmeli ve önemli bir kısmı da yenilenerek güçlendirilmeli”

Murat Aksoy
00:00 - 10/05/2010 Pazartesi
Güncelleme: 01:24 - 10/05/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Terörle mücadelenin zaafı Jandarma karakolları
Terörle mücadelenin zaafı Jandarma karakolları

Türkiye son bir haftasını TBMM'deki anayasa değişiklik paketini tartıştı. Aynı süreçte başka bir konuyu da alttan alta tartışmaya başladı. Bir süredir Karadeniz'de ve Güneydoğu'da artmaya başlayan terör eylemleri ve Tunceli'de Sarıyayla Karakolu'na yapılan baskın ve ortaya çıkan bazı haberler terörle mücadelede güvenlik konusunu yeniden gündeme getirdi. Karakolların lojistik konumundan, alt yapısına kadar birçok konu tartışılmaya başlandı. Bu konuları Gazi Üniversitesi Öğretim Üyeleri'nden Hüseyin Yayman ile konuştuk. Hüseyin Yayman, bu meseleyi teorik boyutuyla olduğu kadar saha tecrübeleriyle de en iyi bilen uzmanlardan biri. Bölgeyi ve Kürt siyasetini uzun yıllardır takip eden Yayman, 1920'den 2010'a Kürt meselesi hakkında kaleme alınan çözüm önerileri konusunda kapsamlı bir çalışmayı bitirmek üzere.



* * *


Anayasa paketi tartışmalarıyla birlikte terör eylemleri artmaya başladı. Nasıl açıklıyorsunuz?

Türkiye'de bahar mevsimiyle beraber şiddetin yükselmesi artık bir sürpriz değil. Bunu sokaktaki normal insanlar dahi biliyor.

Her yıl tekrarlanan bir süreç yani...

Evet. Türkiye'de karakol baskınlarıyla başlayan, sıcak çatışmalarla devam eden ve en sonunda sınır ötesi operasyonlarla devam eden bir şiddet döngüsü var. 1984'ten bu yana yaşanan hadiseleri kronolojik olarak takip ettiğimizde neredeyse her bahar aynı eylemlerin tekerrür ettiğini görüyoruz. Karların erimesi ve Mayıs ayıyla birlikte bölgede hareketlilik başlıyor. Bu hareketlilik önce küçük çatışmaların yaşanmasına yol açıyor. Asıl büyük olaylar Temmuz ve Ağustos aylarında yaşanıyor. Ağustos ayında yaşanıyor çünkü bu tarih TSK'nın tayin dönemine denk geliyor.

Şiddet artmasını bekliyorsunuz o halde...

Görünen o ki bu yaz öngörülenden daha sıcak geçecek. Operasyonların artmasına bağlı olarak PKK'da eylemlerini yükseltecek ve TSK'yı yeni bir sınır ötesi operasyon yapmaya zorlayacaktır. Bunun yanında siyasal ve toplumsal gerilimin yükselmesine paralel biçimde terör olayları da artacaktır. Özellikle Anayasa referandum sürecine dikkat etmek lazım. PKK Derecik, Taşdelen benzeri büyük karakol baskınlarına yeniden teşebbüs edebilir. Bunun yanında sansasyonel bazı suikastlar olabilir. Geçmişte bir ay (1992 Ağustos) içinde üst üste dört karakolun basıldığını ve çok sayıda şehit verildiğini biliyoruz. Karakol baskınları konusunda sözün bittiği örneklerden biri de Aktütün. Bu karakol 18 yılda 4 defa büyük saldırıya uğramış ve 45 şehit vermiştir. Lübnan'da 2 İsrail askeri kaçırıldığında, Genelkurmay Başkanı'nın görevden alındığını düşündüğümüzde, Türkiye'de nelerin yapılmadığı ortaya çıkmaktadır. Üzerinde çok fazla durulmayan bir diğer konu da Dağlıca Baskını...

DAĞLICA İÇİN SORUŞTURMA AÇILMALI

Birkaç gün önce yeniden çatışma oldu Dağlıca'da. Dağlıca baskını neden önemli?

İnsanlar Dağlıca Baskını'nı basit bir karakol baskını olarak görüyorlar. Hâlbuki Dağlıca'da basılan bir karakol değil bir taburdur. Bu tabur, TSK'nın Irak'a sınır ötesi operasyonlar yapmak için kullandığı önemli garnizonlardan biridir. Yani obüs topların, zırhlı araçların, tankların bulunduğu bir yer. Şimdi böyle bir tabura 2,5 yıl sonra PKK saldırı düzenleyebiliyorsa bunun üzerinde biraz düşünmek lazım. Benim görüşüm Dağlıca baskınıyla ilgili bir meclis araştırma komisyonu kurulmalı ve olayın karanlık noktaları aydınlatılmalıdır.

Neden?

Çünkü Dağlıca Baskını diğer baskınlardan çok farklı. Diğer baskınlarda daha çok normal karakollara saldırılar düzenlenirken burası bir operasyon taburu. Yani burada TSK envanterine kayıtlı en güçlü silahlar ve en gelişmiş teknoloji var. Bütün bu donanıma rağmen eğer bir tabur hala baskına uğruyorsa burada ya büyük bir ihmal ve zaaf var demektir. Ya da alınan bütün bu teknolojiler bir işe yaramıyor. Türkiye'de ne yazık ki, her karakol baskını, her terör eylemi sonrasında kanı yerde kalmayacak nakaratı ile hiç birşey olmamış gibi hayat devam ediyor.

“PKK LİDER KADROSUNU BU KIŞ YOK EDECEĞİZ”

Tedbir yok, teselli mi var?

Aynen. SETA Vakfı için yaptığım çalışmada liderlerin, PKK ve Kürt meselesi hakkında ki beyanatlarını çıkardım. Orada dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in 1992 Temmuz'unda bir beyanatı var. Sezgin diyor ki; “Gelecek yıl Güneydoğu Dağlarında piknik yapacağız.” Ne kadar komik değil mi? Başka bir demeç daha söyleyeyim size dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş'in bir açıklaması var; “PKK'nın lider kadrosunu bu kış yok edeceğiz. Hepsi geberip gidecekler. Yılgınlık yok.”

Değişen ne?

Koca bir hiç. Siz acemi eğitimi almış tecrübesiz askerleri terörle mücadelenin ön saflarına sürerseniz ya bu meseleyi bilmiyorsunuz ya da topyekûn mücadele stratejiniz yanlış demektir. Geçen 30 yılın sonunda Türkiye'nin terörle mücadele stratejisinin iflas ettiğini söyleyebiliriz. Bilançoya baktığımızda çok ağır tablo var karşımızda. Kamuoyunun bildiği 40'a yakın büyük karakol baskını var. Genelkurmay bu karakollara ait fotoğrafları veya baskın sonrası görüntülerini yayınlasa Türkiye'de yer yerinden oynar.

Buradan nasıl bir yere varabiliriz?

Sen karakolu vadinin tabanına yerleştirirsen, kaçakçılar için, adi asayiş olaylarını önlemek için kurduğun karakolları PKK ile mücadeleye görevlendirirsen bu sonuçla karşılaşırsın. Karakollar mevcut halleriyle PKK'nın önüne konulmuş yemlerdir maalesef. Bırakın karakolu Dağlıca'da olduğu gibi tabur dahi saldırıya uğrayabilir. Çünkü profesyonel teröristin karşısında sabit bir hedef koyarsan bu taburda olsa tugayda olsa baskın yiyecektir.

KARAKOL SİSTEMİ ISLAH EDİLMELİDİR

Buna bir açıklık getirelim. Şu anda Türkiye'deki karakolların konumu ve işlevleri terörle mücadele için uygun değil mi?

Manisa Salihli'de de jandarma karakolu var. Bu karakolun görevi ne? Düğünlerde çıkan asayiş olaylarını önlemek, köylünün malını korumak, hırsızlıkları önlemek vs. Aynı mantıkla Şırnak'ta, Cudi'de, Gabar'da benzer karakolların kurulduğunu görüyoruz. Geçen zaman içinde bölgedeki karakolların çok azı yenilebildi. Bu karakolların bir kısmı II. Dünya Savaşı sonrasında önemli bir kısmı ise 1960'lı yıllarda kurulmuş. Yani o günkü şartlarda kaçakçılıkla mücadele için kurulmuş olan bu karakollar şimdi terörle mücadele için kullanılmak isteniyor.

Bu mümkün olabilir mi?

Bu konu 1990'lı yıllardan bu yana tartışılıyor. Ciddi bir külliyat oluşmuş durumda. Merhum Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'de, Hakkari Dağ Komando Tugay Komutanı Osman Pamukoğlu da, Alaattin Parmaksız Paşa'da bu karakolların yerlerinin yanlış olduğunu söylüyor. Ortada fazla söze gerek bırakmayan çok açık bir durum var. Hemen hemen hepsi hiçbir askerî düşünce dikkate alınmadan vadi tabanlarında kaçakçılık yollarını kapatacak şekilde inşa edilen bu karakolların fiziki yapısı yetersiz, uzman kadroları eksik, kuruluş yerleri yanlış olması ve kuvvet miktarının yetersiz olması en büyük eksikliği oluşturuyor. Sonuç itibarıyla kaçakçılığı ve sınır geçişlerini engellemek için kurulan karakollar 'düşük yoğunluklu çatışmanın' kolay hedefi haline gelmiş durumda.

PKK bu yüzden mi ısrarla karakollara saldırıyor?

Bu sorunun cevabı önemli. Çünkü bölgedeki karakollar örgüt için hem kolay hedef, hem kolayca sızma yapabiliyorlar hepsinden önemlisi baskın sırasında yardım gelmeyeceğini biliyorlar. TSK'nın karakolların kendi başlarına mücadele konsepti yeniden düşünmelidir. En son Sarıyayla'da bir kez daha gördük ki bu karakollar o kadar kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde yapılmışlar. Bırakın terörle mücadeleyi buralara kışın dahi ulaşılamıyor.

KURTULUŞ SAVAŞININ 5 KATI ŞEHİT

Ne yapılmalı bu karakolları?

Çeşitli rakamlar olmakla birlikte bölgede çok sayıda jandarma karakolu olduğu biliniyor. Bu karakolların önemli bir kısmının kapatılması, bir kısmının yerinin değiştirilmesi ve önemli bir kısmının da yenilenerek güçlendirilmesi gerekiyor. İlginç bir şey söyleyeyim.

Buyrun...

Bakınız Türkiye'nin PKK'la mücadelesinin boyutlarını kavrayabilmek için yakın tarihte cereyan eden savaşlara ve buralarda verilen şehitlere bakmak gerekiyor. Türkiye I. ve II. Balkan Harbinde 4307 şehit, Kurtuluş Savaşı'nda (1919-1922) 10.885 şehit, Kore Savaşı'nda (1950-1953) 731 şehit, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı 486 şehit vermiş. Peki şimdi soralım PKK'la mücadele de ne kadar insanını kaybetmiş? Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 17 Nisan 2009 Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı konuşmada “etkisiz hale getirilen toplam PKK'lı” sayısını 40 bin olarak açıklamıştır. Başbuğ'un bu rakamına PKK'nın verdirdiği 11.735 asker-polis-korucu-öğretmen-muhtar-vatandaş kaybını eklediğimizde toplam rakam 51.735'e ulaşmaktadır. Fazla söze gerek var mı?


Artık bir özeleştiri şart mı diyorsunuz?

Açık söyleyeyim Türkiye'nin terörle mücadele konsepti yanlıştır ve iflas etmiştir.

Biraz açar mısınız?

Çünkü PKK terörü başladığında TSK'nın temel şikâyeti “Ordunun elinde yeterli teçhizat yok” yani gece görüş dürbünleri, termal kameralar, gece uçuş yapabilen savaşan helikopterler yok... Bunların hepsi kısa sürede tamamlandı. TSK, 'düşük yoğunluklu savaş' yeteneği bakımından dünyanın güçlü ordularından biri haline geldi.

İkinci bir tez daha vardı. Bu Doğan Güreş'in teziydi; “PKK'yı suda yüzen köpek balığına benzeten Güreş, suyun onları beslediğini ileri sürerek, bu suyun kurutulması gerektiğini söylemişti. Bu benzetmenin tercümesi şudur. PKK'ya lojistik sağlayan halk var köylüler var, bu desteğin kesilmesi ve bu kırsaldaki bu köylerin boşaltılması gerekiyor. Bugün 3500 köy ve mezra boşaltılmış, 400 binden fazla insan göç etmek durumunda kalmıştır.

Üçüncü tez ise biz buraya askerleri gönderiyoruz, bunlar acemi askerler. Ne olması gerekiyor, bölgeyi iyi bilen yerel güçlerin olması gerekiyor yani koruculuk sistemi. Türkiye'de koruculuk sistemi de icra edildi. Bugün 80 bine yakın geçici ve gönüllü korucusu var.

Sonuçta terör durdu mu?

Hayır, durmadı hatta daha da şiddetlendi. İşte tam da bu yüzden başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmemiz gerekiyor. Biz nerede hata yapıyoruz? TSK'nın hemen hemen bütün talepleri karşılanmasına rağmen hadise hala devam ediyorsa durup bir düşünmemiz gerekmiyor mu? Bu meseleyi salt bir terör meselesi olarak almak tarihsel olarak meseleyi bilmemek demektir. Bu resmen bilgisizliktir.


asıl bitecek bu süreç?

Öncelikle “terörle-teröristi” birbirinden ayırmak gerekiyor. Sonra Kürt meselesi ile PKK'yı birbirinden ayırmak lazım. Çok söylendi ve söyleniyor PKK meselesi, Kürt meselesinin türevlerinden biri, ama kendisi değil. Yani PKK olmadan önce de Türkiye'nin Kürt meselesi vardı. İki sorunun çözüm yolları da, mahiyetleri de farklı. Kürt meselesinde atılacak adımlar, PKK meselesinin kendiliğinden ortadan kalkmasına sebep olacaktır. Bu meselede iki tarz-ı siyaset var. Birincisi güvenlikçi siyaset ki bunun eleştirisini yaptık. Geldiğimiz noktada bu yaklaşımın tarihsel ve toplumsal gerçeklikten kopuk bir tez olduğu görülüyor.

İkinci tarz-ı siyaset nedir?

Bu meselenin daha liberal tezlerle ve demokrasi içerisinde çözülmesini söyleyen diğer bir ekolden bahsedebiliriz.

Bu ekolün temsilcisi kimler?

En başta Celal Bayar'dan bahsedebiliriz. Bunun yanında Vali Cemal Bey'i sayabiliriz tabi Menderes'i, Özal'ı, Erdoğan'ı sayabiliriz. Bu ayrımın farkını en çok Demokrat Parti'nin kuruluşu sırasında görüyoruz. Bildiğiniz gibi tek parti döneminde, Doğu vilayetlerinde CHP teşkilatları açılmamıştı. DP'nin kurulma aşamasında Celal Bayar İsmet İnönü ile görüşüyor. Celal Bayar, biz Demokrat Parti'yi kuracağız, CHP'den farklı bir siyaset izleyeceğiz diyor. İsmet Paşa bunu olumlu karşılıyor. Fakat iki meselede sizden istirhamım olacak diyor. Birincisi dinin siyasete alet edilmemesi, laiklikten taviz verilmemesi. İkinci olarak ise Doğu vilayetlerinde parti teşkilatı açılmamasını istiyor. Celal Bayar'ın orada tarihi bir cevabı var: Paşam biz orada parti teşkilatı açmadığımızda yarın bir gün bize demezler mi ki; “Biz vergi verip askerlik yapmıyor muyuz? Yoksa biz vatandaş değil miyiz? diye sorduklarında ne cevap veririz?” diyor. Bunun üzerine İsmet Paşa haklısın diyor ve Demokrat Parti ilk defa Doğu'da parti teşkilatlarını açıyor. Bugün hala Kürt sorununu, terör sorunu üzerinden tanımlayarak güvenlikçi akılla çözüm arayanlar var. Türkiye'de teröristle mücadele edildiğini, terörle mücadele edilmediğini ve bunun önüne geçebilmek için de bir üst aklın ve sivil siyasetin devreye girmesi gerekmektedir.

Nedir bu üst akıl?

Sivil siyaset ve müzakere. Artık siyasetçilerin bu meselede daha fazla inisiyatif alması ve çözümü konuşması gerekiyor.

Ne yapması gerek?

Aslında bugüne kadar Kürtlerin sorunları ve talepleri ile ilgili hazırlanmış raporlara bakıldığında; istenen taleplerinin çok azı dışında hemen hemen hepsinin gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz. Nedir gerçekleşmeyen?Anadilde eğitim ve PKK'nın dağdan indirilmesi meselesi. Kürt meselesi, geldiğimiz noktada Kürtçe eğitim meselesine indirgenmiş durumda.


BDP'nin partilerin kapatılmasını zorlaştıran maddeye evet oyu vermemesini nasıl okumalıyız?

BDP'nin parti kapatma meselesinde meclise girmemesi, bu konuda en çok mağdur olan bir siyasi hareket için büyük bir talihsizlik, büyük bir paradoks oluşturmaktadır. Yarın öbürgün günlük tartışmalar unutulur ve BDP'nin tavrı akıllarda kalır. BDP'nin tutumu, Kürt siyasetini yakından takip edenler için bir sürpriz değil. Sonuçta BDP'nin meclise girmemesinin arkasında kimin olduğunu biliyoruz.

BDP'yi meclise sokmayan kim?

Çok açık söyleyeyim Abdullah Öcalan. 22 Temmuz sonrası temel beklenti neydi? DTP'nin PKK ile arasına mesafe koyması ve siyasal bir aktör haline gelmesi. Fakat DTP ve sonrasında BDP her defasında kendi varlığını PKK'nın varlığına armağan eder bir tavır içerisinde oldu. DTP'nin kapatılmasında da aynı şey oldu. Milletvekilleri, Abdullah Öcalan'ın “sine-i millete dönmeyin, parlamentoda kalın” demesi üzerine mecliste kaldılar. Benzer bir durum bu anayasa görüşmelerinde de yaşandı. Kanaatim o ki BDP'liler tüm maddelere olmasa dahi en azından parti kapatma ile ilgili oylamaya katılmak istiyorlardı. Ama İmralı'nın talimatıyla aksi yönde tavır aldılar. Bu kararın etkileri uzun vadede çok daha iyi görülecektir.

Peki, bu Kürt siyasetinde bir dönüşüme yol açabilir mi? Gerçekten BDP'den ve Kandil ve İmralı'dan bağımsız bir Kürt siyaseti tartışması başlatabilir mi?

Bu 20 yıldır devam eden bir tartışma. Gerçekçi olmak lazımsa fazla iyimser değilim. Dersane önünde bomba patlatılması ve Reşadiye saldırısı sonrasında Fırat'ın doğusunda sivil bir inisiyatif ortaya çıkmıştı. Sivil tolum örgütlerinin toplanması, bu saldırıyı kınaması ve daha sonra yapılan tartışmalar PKK dışında sivil bir siyasetin gelişebileceğinin işaretlerini verdi. Böyle bir sivil siyaset ortaya çıkabilirdi ancak yaşanan tuhaf bir gelişme bu süreci sona erdirdi.

Hangi tuhaf gelişme?

KCK operasyonları. Bu operasyon ile bazı seçilmiş siyasetçilerin, eli prangalı, tek sıra resimlerinin kamuoyuna dağıtılması Kürt kamuoyunda ciddi bir tepkiye yol açtı. PKK'yı eleştirenler ve DTP'ye daha fazla sorumluluk almasını isteyenler, eleştirilerine son vermek durumunda kaldılar. Sanki görünmez bir el bu süreci durdurmak istedi ve durdurdu. Ben şimdi de benzer bir eleştirel sürecin başlayabileceğini düşünüyorum. Çünkü artık Türklerde, Kürtlerde demokrasi istiyorlar. Bir süredir yükselen Türk ve Kürt milliyetçiliği bir “dehşet dengesi” yaratıyor ve barışı mecbur kılıyor...



14 yıl önce