|

Ülkücüler hakları için evet demeli

Eski ülkücülerden yazar Hüseyin Dayı referandumun 12 Eylül Anayasası'yla bir hesaplaşma olduğunu söyledi. Dayı, “Ülkücülerin hak ve hürriyetler adına, 12 Eylül 1980'le görülecek hesabı vardır” diyerek BBP'nin bu hesaplaşma için daha net mesajlar verdiğini söyledi.

Murat Aksoy
00:00 - 22/07/2010 Perşembe
Güncelleme: 00:33 - 22/07/2010 Perşembe
Yeni Şafak
Ülkücüler hakları için evet demeli
Ülkücüler hakları için evet demeli

Türkiye adım adım 12 Eylül'de yapılacak referanduma gidiyor. Partiler kampanyalarını yavaş yavaş başlatıyorlar. Bu süreçte en dikkate değer kesim kendilerine milliyetçi diyen kesimler olacak. Çünkü bu kesimin iki partisi MHP ve BBP referandumda birbirinden farklı renkte oy kullanacaklar. MHP yönetimi referanduma “hayır” oyu vereceğini açıkladı. Ama tabanından bu çağrıya ne tepki geleceği belirsiz. Çünkü MHP tabanının 12 Eylül Darbesi'nde en fazla zarar gören kesim olduğu biliniyor. BBP de bu yüzden referanduma “evet” diyeceğini söylüyor. Bu yüzden kimi eski ülkücüler referanduma “evet” demesini istiyorlar. Bizde hem referandumu hem de milliyetçiliği eski ülkücülerden yazar Hüseyin Dayı ile konuştuk. Hüseyin Dayı'nın, “Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz” (Timaş), “Milliyetçiliğin Dinle Kavgası” (Bilgeoğuz) isimli iki kitabı bulunuyor.



Türkiye 12 Eylül'de refanduma gidiyor. MHP “hayır”, BBP “evet” diyor. Bu nasıl olabiliyor?

12 Eylül 1980'de yapılan ihtilal, sağcılara da solculara da ülkücülere de çok acılar çektirmiştir. İşkencelerle alınan ifadeler, o ifadelerle mahkemelere ve hapishanelere gidişler ve hatta hatta darağaçlarında can verişler var. İşte bugün kısmen de olsa değiştirilmek üzere referanduma götürülen Anayasa, o acı günlere ait bir ihtilal anayasasıdır ve her siyasî akımdan daha fazla olarak ülkücülerin hak ve hürriyetler adına, 12 Eylül 1980'le görülecek hesabı vardır. Bu hesap, hem MHP hem de BBP genel başkanları tarafından da ifade edilmektedir. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, “Elbette ki 12 Eylül 1980'le hesaplaşacağız. Elbette ki yapılanları unutmayacağız. Çekilen çileleri hafızalarımızda taşıyacağız. Haklarımızı asla helal etmeyeceğiz. Bunlar bizim iki cihanda namusumuza emanettir ve bu emanete asla hıyanet etmeyeceğiz” demektedir. BBP Genel Başkanı Sayın Yaşar Topçu da; “BBP sivil bir anlayışla; asker vesayeti karşıtı duruşla insan merkezli siyaset yapan, siyaseti meslek algısıyla yapmayan, millet menfaatlerini parti menfaatlerinden önde tutan, camia olarak 12 Eylüllerle hesabı olan, hafızasını ve acılarını ve dahi mağduriyetlerini unutmamış bir siyasi harekettir.”

DEVLET Mİ MİLLET Mİ?

Bunlardan hangisi daha sahici?

Her iki genel başkanın 12 Eylül'le hesapları olmak bakımından ifadeleri benzer olsa da bu hesaplaşmada Sayın Topçu'nun açıklamaları daha nettir. Çünkü Bahçeli, 12 Eylül'le nasıl hesaplaşacaklarını söylemediği gibi, ihtilalcilerin anayasasında değişiklik yapılmasına da karşı çıkmaktadır; Topçu ise, “Yapılacak referandum, milletin 12 Eylül cuntasına sembolik cevabı olarak görülüp 'Evet' denilmelidir” demektedir.

İki milliyetçi parti neden bu kadar farklı yerde duruyor?

Herkesçe önemli olan “devlet” ve “millet” kavramları, milliyetçiliklerde çok daha güçlü ele alınırlar. Bu iki partinin ayrışmasından önceki 1970'li yıllarda, MHP'nin yayın organı sayılabilecek iki dergiden birinin ismi “Devlet”, diğerininki ise milleti sembolize eden bir kelime olan “Töre” idi. Devlet-millet ilişkisinde zaman zaman devletin ilkeleri ile milletin değerleri arasında çatışmalar görülebilmektedir. Ayrılmalarından sonraki MHP ile BBP arasındaki farklılığı bu açıdan görebiliriz. MHP daha devlet yanlısı, BBP ise daha millet yanlısıdır. İkincisinin demokrasiye daha çok bağlı olmasının sebebi de budur.

Referandum paketti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Anayasa Mahkemesi tarafından önemli ölçüde kırpılmış da olsa Anayasa değişiklik metni, son haliyle de kadın, çocuk, memur ve genel olarak vatandaş hakları açısından oldukça olumlu yenilikler getiriyor. YAŞ kararlarını yargıya götürebilme hakkı ise, subay ve astsubaylar için de hukukî bir teminat niteliğinde. Kısacası hemen herkes için bir ferahlık söz konusu. Dendiği gibi cezaî bakımdan zaman aşımı söz konusu olsa bile, 12 Eylül darbecilerinin şu antidemokratik dokunulmazlığına son vermesi açısından da oldukça anlamlı bir metin. Halkın oylarıyla seçilmiş sivil bir Meclis tarafından kabul edilmiş olması ise başlı başına demokratik özellik. Elbette ki ülkücü camiada bu değişiklikleri de beğenmeyenler olabilir ama onlar da Rahmetli Türkeş'in en kötü demokratik yönetimi en iyi ihtilal yönetiminden üstün gören tecrübeye dayalı mantığını dikkate alacaklardır diye düşünüyorum. Son olarak görüştüğüm ülkücülerin çoğunun da o fikirde olduğunu belirteyim. Bunlara dayanarak, ülkücülerin büyük çoğunluğunun ihtilal anayasasını değiştirmeye “Evet” diyeceğini tahmin ediyorum.

ERDOĞAN BÜTÜN 12 EYLÜL MAĞDURLARINA SAHİP ÇIKIYOR

Başbakan Erdoğan'ın grupta yaptığı son konuşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sayın Başbakan'ın grupta yaptığı konuşma, her yönüyle harikuladedir. Bazıları, “Onun Mustafa Pehlivanoğlu ile ne ilgisi var?” diye eleştirmektedir. Onu diyenlerin göz ardı ettikleri husus, Sayın Erdoğan'ın bütün Türkiye'nin başbakanı olduğudur. Nitekim konuşmasında ülkücülerden idam edilmişleri andığı gibi, solculardan idam edilmişleri de anmıştır. Solcularla aynı cezaevlerinde yatmış ülküdaşlarımız, sadece kendilerine yapılan işkencelere değil, solculara yapılanlara da çok üzüldüklerini, hatta ağladıklarını anlatırlar. Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü Başbakanı hiçbir fark gözetmeden bütün 12 Eylül ezilmişlerini düşünüyorsa ancak takdir etmek gerekir. İhtilalin anayasasıyla hesaplaşmak da şimdi nasip olmuştur. Sayın Başbakan elbette ki o dönemde yapılan zulümleri gündeme getirmeliydi. Hesaplaşma başka nasıl olabilir?


Din ve milliyetçilik kavgalı mı?

Aslında dindarlar, milliyet duygusuna da milliyetçiliğe de karşı değiller. Bunun örneğini, millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy ile Türkçü düşünür Hamdullah Suphi Tanrıöver arasındaki tartışmada görürüz. Tanrıöver, Âkif'in dindar olup milliyetperverliğe karşı olduğunu söyleyince, Âkif, “Ben kavmiyet aleyhinde bir adamım, milliyet aleyhinde değil” demiştir. Batı tipi milliyetçi ideoloji, aslında cahiliye döneminin kavmiyetçiliğinin sözde bilimsel bir kılıfla kamufle edilmiş halinden başka bir şey değildir.

Türk milliyetçilerinin İslam'la ilişkileri nasıldı?

Tabi bütün Türk milliyetçilerinin İslamiyet'le kavgalı olduğunu söylemek doğru olmaz. Aksine o kesimde çok samimi Müslümanlar vardır. Ancak o insanlar, ideolojik milliyetçiliği tam incelememişlerdir. Benim bahsettiğim şahıslar ideolojiyi kuran ideologlar ve onları anlayarak izleyenlerdir.

Kemalizmin nasıl bir milliyetçilik anlayışı var?

Kemalizm'in aşırı laik uygulamaları ve hatta bazı çevrelerin Kemalizm'i bir din hâline getirmek istediği de bilinmektedir. Benim dikkat çekmek istediğim, bu ideolojinin laiklik yönünden ziyade İslam'a Türkçü müdahaleleri ve Türkçü kadroların o konudaki aktiviteleridir. Ezanın 1932'den 1950'ye kadar Türkçe okutulması, Türkçü bir uygulamaydı. O uygulamayı tavsiye eden de Türkçülüğün esaslarını kuran Gökalp'tır. Atatürk'ün arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay, Kemalizm'i “aslında büyük ve esaslı bir din reformudur” diye tarif eder. İşte o reformu yapmak üzere görevlendirilen heyetin başkanı da Türkçülüğün önemli isimlerinden Prof. Dr. Fuad Köprülü'dür. Bu heyetin tavsiyeleri arasında camilere ayakkabılarla girilip kiliselerdeki gibi sıralarda oturulması, ibadet dilinin de Türkçe olması yer almıştır.


Peki Türk-İslam sentezi ne oluyor?

Türk-İslam Sentezi ve “Türk Müslümanlığı” ifadeleriyle de sürekli dinle uğraşılmış, bu yönde birbirleriyle çelişen ama hepsi de İslam'ı saptıran görüşler ileri sürülmüştür. Türk düşüncesinin Araplardaki peygamberlik ve mucize inancından ziyade Yunan akılcılığına daha yakın olduğu ileri sürülmüş ve İslam âlimi İmam Gazzalî'ye, Türk filozof Farabî'nin başlattığı felsefî akımın önünü kestiğinden dolayı kızılmıştır. Daha sonra Türklerin inancının Maturidîlik olduğu, Maturidîliğin ise nakilden ziyade akla önem verdiği yorumu yapılarak konu, dinî kaynaklardansa aklın hükümlerini geçerli tutmaya kadar vardırılmıştır. Türk Müslümanlığı diye Yesevîliği ve Alevîliği tanıtanlar da mevcuttur. Bunu söyleyenlere “Kürt Alevîler de var” dendiğinde, bazı Türkçüler “Hayır olamaz” demekte ve bir kısmı o Kürtlerin aslında Ermeni olduğunu, bir kısmı da onların “Kürtleşmiş Türkmen” olduğunu söylemektedir.

Netice olarak şunu söyleyeyim: Kürtçü, Türkçü veya bir başka isim altındaki bu Batılı milliyetçi ideolojiler topraklarımızdan tamamen silinmedikçe, imanımız da millî birliğimiz de tehlikede demektir. Bu tehlikeleri bertaraf etmek için de iki tavsiyem var: Biri insanlarımızın iyi birer Müslüman olmalarını teşvik etmektir ki, zaten bizim milliyetimizin temeli İslamiyet'tir ve İslamiyet kavmiyetçiliği men etmektedir. Diğeri de hürriyettir ki, değişik kavim ve inanç türlerine sahip olan insanlar, hür bırakıldıkları ortamlarda kendilerini huzurlu hisseder, devlet ve toplumla kavgalı olmazlar.


Türkiye'deki milliyetçiliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

1908'den beri ülkemizde “Türkçü” ideoloji hâkimdir. Bahsettiğim zamana, sadece 1919 yılından TBMM'nin ikinci döneminin başladığı 1923 Nisan'ına kadarki dört yıl dâhil değildir. O dönem hariç, 1908'den beri hâkim olan bu ideoloji, insanlarımız arasında nifak çıkararak devletimizi, milletimizi parçalamaktadır. Bugün de ülkemizde bulunan Türk milliyetçiliği ideolojisi; “Türkçü”, “Kemalist” ve “Türk-İslam Sentezcisi” gibi bütün şubeleriyle gayri millîdir. Onun simetriği olan Kürt milliyetçiliği de gayri millîdir.

Türk milliyetçiliği ideolojisine neden gayri millî diyorsunuz, bizim insanlarımız tarafından çıkarılmadı mı?

Hayır, bunu tam anlayabilmek için öncelikle Türklük duygusundan kaynaklanan tabiî milliyetçilik ile Türk milliyetçiliği ideolojisinin farklılığına bakmak gerekir. Batılı ideologlar ve onların bizdeki takipçileri el atmadan önceki Türklük duygusu, hiçbir zaman dil-soy eksenli etnik bir kavrama dayanmamıştır. Bizim kendi milletimizde tabiî olarak bulunan milliyetçilik de o minval üzeredir. Çünkü milletimiz, en eski devirlerden beri kendilerine ait ayrı dilleri olan bazı kavimlerin, birleşmelerinden oluşmuştur. İslam'ın kabulünden sonra Abhaz, Arnavut, Boşnak, Çeçen, Çerkez, Gürcü, Kürt, Laz, Pomak gibi bazı kavimlerin eklenmesiyle daha da genişleyen bu sosyal birleşimin özelliği Müslüman olmasıdır. Osmanlı'da “Din ü devlet, mülk ü millet” ifadesiyle anlatılan; din, devlet, vatan ve milletin tekliği anlayışı da tamamen İslam'a dayanıyordu. Fakat Türkçü ideoloji, 1908'den beri o millî yapımızı kucaklayamadı. Esasen kucaklamayacak şekilde tasarlanmıştır. Çünkü yabancılar tarafından hazırlanmış olan o ideoloji, İslam'ı devreden çıkarmış, tek dil ve etnik kökene dayanmış, hayalî bir homojen toplum iddiasında bulunmuştur. Neticede o şekilde tasarlanan Türk'ten başka kimliklerden rahatsızlık duyuldu.

Sizin çabanız Türk'ü eski yorumuna kavuşturmak mı?

Doğrusu bunu çok arzuluyorum. Ama artık o kavramın birleşimci anlamına tekrar dönebileceğine çok şüpheli bakıyorum. Onu unutturan Türkçüler, yerine bir başka isim de koyamamış ve milletimizi isimsiz bırakmışlardır. Bugün milletimize “Osmanlı, Türk, Türkiyeli” gibi isimlerden hangisini teklif etseniz, itiraz edenler çok olacaktır. Tek millet olduğumuz bile bazılarınca kabul edilemez duruma gelmiştir. Bu yüzdendir ki Mehmet Âkif; “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz / Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz!” diyerek ancak tarihe atıfta bulunabilmiştir. Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda da Yahya Kemal “Türk devleti aslı olan Müslüman tabakanın hamuruyla tekrar yoğrulmadıkça tam bir sıhhatle yaşayamaz” diyerek Türkçüleri uyarmıştır. Ne var ki Türkçüler, bu memleketteki Müslüman tabakanın hamuruyla yoğrulmak yerine, o Müslümanlığı ya tamamen yok etmek, ya aslından saptırarak Türk'e özel bir hâle getirmek, ya da İslamî terminolojiyi kullanarak Müslüman halkımızın çok önemli büyüklükte bir bölümünü dışlamaya alet etmek istemişlerdir. Esasen ben, isim konusunda tartışmaya da meraklı değilim. “Tek millet” olduğumuzun şuurunda olalım, yeter.




14 yıl önce