|

Ümit Kardaş: Demokraside hükümet askere hesap vermez

Emekli Hakim Albay Ümit Kardaş: Hükümetin siyaseti ilgilendiren konuları askere sorması gerekmez.

Mehmet Gündem
00:00 - 11/12/2006 Pazartesi
Güncelleme: 01:10 - 11/12/2006 Pazartesi
Yeni Şafak
Ümit Kardaş: Demokraside hükümet askere hesap verm
Ümit Kardaş: Demokraside hükümet askere hesap verm


Demokratlar rahatsız



Şerif Mardin'in merkez-çevre irdelemesi “Türkiye gerçeği” bağlamında soruna çözümleyici bir ışık tutuyor; merkez daima çevrenin niyetlerinden kuşku duymuş, çevre de merkeze duyduğu güvensizlik nedeniyle merkezle işbirliğine gitmemiş ve sürekli bir gerilim ve çatışma ortamı doğmuştur. Ümit Kardaş'a göre de, bu gerilim merkezin rahatlıkla hukuk dışına çıkmasına neden olmuştur.

Hukuk dışına çıkan bir merkez…

Merkezde devlet var…

Hukuk karşısında boyun eğmeyen, kutsanmışların ve dokunulmazların hüküm sürdüğü, çevreyi merkeze kurban eden, içe kapanık bir yapı…

Çevreden gelen siyasilerini aşağılayan, onları hizaya çağıran, ikincilleştirmeye çalışan, gerektiğinde asan, merkezden gelen bürokratlarını ise koruyan, güçlendiren bir anlayış…

Siyasilere ve topluma tahakküm eden, onları hataya meyilli gören, Genelkurmay Başkanı'nı ise hatasız addedip kendi hukuk sisteminde yargılanamaz bir mevkie koyan sistem…

Gerektiğinde generallerine hukuk karşısında hesap soramayan bir ülkede demokrasi var olsa da, onun özgürleştirici bir içerik kazanması düşünülemez.

Bizde anlamsız bir korku var…

Asker korkusu, devlet korkusu, kuralsızlık korkusu, hukuksuzluk korkusu.

Korkutanlardan korkma korkusu.

Bu kadar korku üzerine bir toplum yaşayamaz, gelecek tasavvuru oluşturamaz.

Tek sığınak var; hukuk.

Her yere ve her şeye hükmeden evrensel hukuk.

Devletten, askerden, bölünmekten, parçalanmaktan değil, hukuksuzluktan korkalım.

Emekli Askeri Hakim Albay Ümit Kardaş'ın son kitabının adı; “Hukuk Devlete Sızabilir mi?

Hukuk devlete sızamaz, daha doğrusu hukuk devlete hakim olamazsa, “bu ülke neden bir güvelik şirketi gibi çalışıyor?” sorusunu daha çok sorarız.

İşlemeyen hukuktan ve sürekli güvenlik konuşmaktan biz çevredeki demokratlar rahatsızız.

Biliyoruz ki eleştiri, hakiki yurtseverliğin bir parçasıdır.

Asker, görev alanını ve görev tanımını genişletmemeli.

Siyasilerin “en büyük görevi” askeri kışlada tutmak olmamalı, artık asker kışlada kendiliğinden durmayı başarmalı.

Siyaset yapan asker, topluma da, siyasete de zarar veriyor.

Bize göre siyasetçi kadar askerin de sahici eleştiriye ihtiyacı var.

Çünkü askerin siyasi alana ilişkin çıkışları “tahakkümcü” tavrın dışa vurumu gibi duruyor.

Son söz siyasetindir demokrasilerde.





* * *

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt; Hükümetin, Kıbrıs Rum kesimine liman açma konusunda ortaya attığı teklifi kendilerine danışmadan aldığını, bu konunun böyle gündeme getirilmesini yadırgadıklarını, sorsalardı, “bu devletin resmi görüşünden sapmadır” diyeceklerini söyledi…

Bu bir dış politika sorunudur ve hükümet askere sormak zorunda değildir. Hükümet Dışişleri bürokrasisiyle politikalar üretip uygulayabilir. Bunlar siyasi sorumluluk gerektiren kararlardır, sonucun olumlu ya da olumsuz çıkması durumunda bedeli iktidar ödeyecektir. Askerin sorumluluğunun olmadığı bir alanda görüş beyan etmeye kalkması doğru değildir, zaten demokrasilerde böyle bir şey olmaz.

Bu tür çıkışlarla asker ne demek istiyor, verdiği mesaj nedir?

“Devlet benim” diyor. Siyasi alanlarda da atılacak adımlar bana sorulmalı, benim görüşlerim doğrultusunda politikalar belirlenmeli demek istiyor. Bu asker için alışılagelmiş bir şey.

Avrupa Birliği ile ipler geriliyor. Avrupa Birliği sürecinde yaşanacak ciddi bir kırılma Türkiye'de neleri değiştirir?

Avrupa Birliği sürecinden kopma olursa, iç dinamikler işlemediğinden dolayı Türkiye içe kapanmaya gidebilir, demokratikleşme çabalarından vazgeçebilir, özgürlüklerden geriye gidişler başlar. Türkiye için Avrupa Birliği motivasyonu çok önemlidir ve bunu kaybetmemeli. Artık karşılıklı bir takım, siyasi, hukuki, ahlaki vecibeler doğmuştur, bu süreç kopmayla sonuçlanmaz, sorunlar çıksa da devam eder. AB küresel bir güç değil, yarın ne olur bilinmez, ama bugün için AB hedefi doğru bir hedeftir.

Ak Parti iktidarı döneminde AB hedefi rasyonel yürütülebildi mi?

İktidar bu süreci kısmen değerlendirebildi. Ülke içinde karşılaştığı zorluklar bunda etken olmuş olabilir ama atılım yapabileceği bazı konularda geri kaldı. 301'inci maddede ayak sürdüğü gibi…

İktidar milliyetçi reflekslere yenik düştüğü anlarda sürçme yaşıyor…

İç dirençlere boyun eğildiği oluyor siyasette. Demokrasiyle ilgili konuları AB masasına düşürmeden, kendi içimizde konuşup halledebilsek, gerçekleştirdiğimiz yapısal değişiklikleri, çıkarttığımız yasaları uygulama konusunda da ayak diretmeyiz. AB'nin zorladığı noktalarda yaptığımız değişiklikleri yaşama geçirme konusunda psikolojik bir zorluk yaşıyoruz.

Askerin siyasi hesapları hala var mı?

Mutlaka var, asker zaten siyasetin göbeğinde. Asker siyasi alandan çıkmak istemiyor. Türkiye'nin gerçek demokrasiye geçebilmesi için askerin mutlak olarak kendi alanına çekilmesi gerekir. Bunu da ancak güçlü bir iktidar yapabilir ve o gün Türkiye'nin önü açılır.

Askerin siyasi ve toplumsal alana kayması sadece siyasetin problemi değil, toplumsal hafızamız militarizme çok müsait, davetiye biraz da oradan çıkıyor.

Siyasi alanın olduğu gibi toplumsal alanın da militarize edildiği doğru. Fakat çözüm için bir toplumsal talep beklersek onu göremeyebiliriz. Çünkü bu durum giderek o yapıyı güçlendiriyor. “Ordu en güvenilir kurum” çıktı haberlerini sık okuruz. Ordu hem siyasetçileri bloke ediyor, hem siyaset yapıyor, siyasi parti gibi çalışıyor ama seçime girmiyor, boyunun ölçüsünü hiç almıyor! Sorumluluk kabul etmiyor. Sonra da en güvenilir kurum seçiliyor. Bu ayrıcalıklara sahip olan herkes “en güvenilir” çıkar.

Neden üniversiteler, sivil toplum, siyaset “en güvenilir” değiller, bu durum demokratları rahatsız etmeli. Biz hayata güvenlik endeksli baktığımızdan mı bazı şeyleri kolay kabulleniyoruz?

Toplumun hem kendine güveni yok hem de çok fazla korkuları var. Zaten sürekli üretilen korkular var. “Ben olmasam bölünürsün, parçalanırsın” türü korkular canlı tutuluyor.

Kim üretiyor korkuları?

Rejim, devletin sahibi berim diyenler, korku üretip topluma servis yapıyorlar. Ardından da “bana sorun, doğruyu ben bilirim” diyor. Kürt sorununu düşünün çözemiyorsunuz. Askeri mantıkla bu sorunu çözemezsiniz. Tabii burada iktidarın da zaafı var.

Mehmet Ağar, “düz ovada siyaset” sözlerinin ardından Büyükanıt'ın “o zat” hitabına muhatap oldu…

Aslında Ağar bir şey demedi, altını doldurmadı ama aldığı tepkiye bakın. Bu siyasetin çözeceği bir konu için siyasetçi rahat konuşamıyor, konuşturulmuyor, bloke ediliyor. Vahim bir durum.

Şemdinli süreci, bir sarkaç gibi bir tarafıyla umuta, diğer tarafıyla da kabullenilmişliğe dokunuyordu. “Derin devletle hesaplaşma fırsatı” ile “Dava kapatılır, sonuç çıkmaz” arasında gel-gitler…

Ben, derin devletle hesaplaşma fırsatı var ama sonuca ulaşmayacaktır diyenlerdenim. Savcının başına gelenleri gördük, meslekten ihraç edildi. Asker korkusu bu sonucu doğurdu. Şemdinli tecrübesi bence iktidarın kırılma noktasıdır. Hesabını sorabilecek yolları açmış olsaydı, askeri siyasi alandan geriletme, kendi konumuna çekme fırsatı olabilirdi. Ama siyasi iktidar uzlaşmayı tercih etti.

Bu tecrübeden sonra ülkede bir daha bir general hakkında dava açılabilir mi?

Hayır. Bu olayda bir savcı kurban edildi. Bu çok önemli bir mesajdır. Verilmek istenen korku buydu. Biliyorsunuz biz teknik olarak Genelkurmay Başkanı'nı yargılayamayız. Yasalarda böyle bir boşluk var. Zaman zaman gündeme gelmesine rağmen ne hükümetten, ne de meclisten ses çıkmıyor. “Genelkurmay Başkanı suç işlemez” mantığı üzerine kurulmuş bir yapı var.

Şehir merkezlerinde güvenliğimizi büyük oranda jandarma sağlıyor, TBMM içinde asker var. Bu tablo demokrasi içinde ne kadar anlamlı duruyor?

Jandarma teşkilatını kaldırmanın zamanı geldi, geçiyor. Jandarma kırsalda, polis te merkezlerde görev yapardı. Şehirler genişledikçe Türkiye'de jandarmanın görev yaptığı alanlar yüzde 90'ı aştı. Jandarma teşkilatı bir taraftan İçişleri Bakanlığı'na bağlı ama öte yandan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı. Bunlar asker kişiler, kimlikleri de, özlük hakları da öyle. Demokratikleşmenin önemli bir ayağı ama bu konuyu da tartışamıyoruz.

Ak Parti karşısında bir 'ulusalcı' söylem var, ayrıca solda ve sağda yeni oluşum arayışları var. Bu ortam alternatif siyasi oluşumların çıkmasına imkan veriyor mu?

Türkiye'nin ağır sorunlarına, demokratikleşmeye, özgürleşmeye, sosyal adalete radikal çözümler getirecek cesur bir programa ihtiyaç var. Yeni bir siyaset anlayışıyla bunu sol yapabilir.

Hangi sol, felsefi sol mu, CHP solu mu?

Felsefi sol. CHP'yi sol olarak addetmiyorum. Bizde gerçek bir sol parti yok. Bunun olabilmesi için siyaset yapma anlayışının değişmesi, parti içi demokrasinin oluşması gerekiyor. Kendisi demokratik olmayan bir kurum nasıl demokrasiyi getirebilir ki? Türkiye'nin sorunu merkez-çevre ilişkisinde bir uzlaşma-işbirliği geleneği oluşturamamasının yanı sıra tabanda örgütlenmiş bir demokrasi temelinde kendi kendini yöneten kurumları yaşama geçirecek bir toplumsallaştırmayı başaramamasıdır. Acilen daha az devlet-daha çok toplum tasarımı yaşama geçirilmeli.

Bizde solun, özellikle CHP'nin askerle ilişkisi neden sorunlu?

CHP kuruluşundan beri böyledir, devlet partisidir, otoriter bir yapı vardır. Demokrasiye doğru bur açılımı CHP hiçbir zaman istememiştir. Bunun tek parantezini Ecevit'in halkçılık politikasında görebiliriz, o parantez de 80'de kapanmıştır. CHP hiçbir zaman sol bir parti olamaz. CHP'nin Türkiye'de sol kavramının içini boşaltan bir misyonu var. Burada gerçek bir sol parti olsa CHP marjinalize olur, küçük bir devlet partisi olarak kalır.




Bu nokta da bizde radikal bir devlet eleştirisinin gelişmediği ortaya çıkıyor. Devlet işlevsel algılanmak yerine kutsanıyor. Bu da devletin, toplumu tahakkümcü bir hiyerarşik yapıda algılaması sonucunu doğuruyor…

Toplumun devletsizleştirilmesi tartışılırken, devletin işlevlerinin yeniden tartışılarak, şiddete başvurmadan 'devlet şiddetten ne ölçüde arındırılabilir?' sorusuna da yanıt aramak gerekir. Çözüm; daha az devlet, daha çok toplum. Toplumun devletsizleştirilmesine yönelik toplum tasavvurunun siyasi partilerce tartışılması gerekmektedir. Şerif Mardin'in merkez-çevre ilişkileri çalışmasında açıkladığı gibi, merkez daima çevrenin niyetlerinden kuşku duymuş, çevre de merkeze duyduğu güvensizlik nedeniyle merkezle işbirliğine gitmemiş ve sürekli bir gerilim ve çatışma ortamı doğmuştur. Bu gerilim merkezin rahatlıkla hukuk dışına çıkmasına neden olmuştur.

Cumhurbaşkanlığı tartışmasının ana nedeni de bu olgular mı?

Cumhurbaşkanı, askerî bürokrasi, YÖK ve üst yargı mercilerinin oluşturduğu devletçi blok çevreyi merkeze taşıyan bir partinin siyasi meşruiyetini sorgulamakta, daha çok devlete dayalı, siyaseti ve toplumu vesayet altında tutan, siyasi ve toplumsal alanı daraltan ve bu alanlara dayatmalarda bulunan bir anlayışı sürdürmektedir. Bu baskılama siyasi alanın gerilmesine neden olmakta, toplumu da kaygı ve korkuya sürüklemektedir. Her alandaki tahakkümcü yapıları geriletecek bir yapılanma zorunludur. Bu yapılamadığı takdirde eğik bir düzlemde kopuşa doğru gidilmektedir. Bu ağırlığı siyasi iktidarın tek başına kaldırması olanaklı değildir. Bazılarının sandığı gibi gökkubbe sadece AKP'nin değil, herkesin başına çökecektir.



SEZER'İN POLİTİKASI GERİLİM ÜRETİCİ
Yedi yıl önce hukuk devletini merkeze alan bir röportaj yapmıştık sizinle. Sayın Sezer Cumhurbaşkanlığına adaydı ve biz Anayasa Mahkemesi Başkanlığı döneminde yaptığı konuşmaları 'referans' almıştık…

Biz siyasi kimliği olan bir cumhurbaşkanı yerine, hukukçu kimliği ağır basan bir cumhurbaşkanının Türkiye için bir fırsat olacağını düşündük. Üzülerek belirtmeliyim ki, Sayın Sezer hakkında yanılmışız. Konuşması etkileyiciydi, ama göreve gelince uygulamada bir şey görmedik. O metinlere sahip olan hukukçu referansını, geride kalan 7 yıl içinde sayın Sezer kullanmadı, demokrasi ve özgürlüklerden yana tavır almadı. Demokrasi metinlerini içselleştirmiş olsaydı, bugün Türkiye daha rahat, gerilimlerden daha uzak olabilirdi.

Umudu hızla büyüten bir yanımız var… Cumhurbaşkanı birkaç ay sonra Çankaya'dan indiğinde ne yazık ki, bizim “hiçbir şeyimiz” olacak...

Sezer hukukçu referansını koruyabilseydi, halkın her kesimini kucaklayan bir isim olabilirdi, ama bu da onun tercihi. Sezer döneminde Türkiye çok gerilim yaşadı. Laik anti laik kutuplaşmasında da büyük etkisi oldu, gerilim üretici bir politika izledi.

Sezer'in adı solu birleştirecek lider olarak geçmeye başladı?

Devletçi, otoriter, merkeziyetçi küçük bir yapılanmanın başında olur. Bu da parti değil, kulüp olur.



17 yıl önce