|

Yüksek yargı gerçek iktidarın yanında

Yüksek yargının sınırsız bağımsızlığı sayesinde siyasallaştığını söyleyen eski DGM Savcısı Mete Göktürk, yargının iktidarın değil gerçek iktidar saydığı askeri otoritenin yanında yer aldığını söyledi.

Murat Aksoy
00:00 - 22/02/2010 Pazartesi
Güncelleme: 23:26 - 21/02/2010 Pazar
Yeni Şafak
Yüksek yargı gerçek iktidarın yanında
Yüksek yargı gerçek iktidarın yanında

Bu hafta Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) aldığı karar sadece bu kurumu değil bütün yüksek yargıyı yeniden gündeme oturttu. Tartışma devam ediyor. HSYK'nın aldığı kararın anlamı ne, bu rutin bir işlem midir yoksa bir direnişin parçası mıdır? Bütün bunları eski bir Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısı Mete Göktürk ile konuştuk. Mete Göktürk DGM Savcılığı yaptığı dönemde katıldığı bir TV programında “yargı bağımsız değildir” dediği için hakkında davalar açılan ama sonunda beraat eden bir hukukçu. Bugün yine aynı şeyleri söylemeye devam ediyor. HSYK'nın yetki aşımında bulunduğunu ifade eden Göktürk, Türkiye'nin değiştiğini, ancak yüksek yargının ise buna engel olan unsurlardan biri olduğuna dikkat çekti.


* * *
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yeniden gündeme oturdu. Biraz bilgi verseniz bu kurumla ilgili?

Normal olarak HSYK, Anayasanın 159.'cu maddesine ve kendi özel yasasına dayanarak hakimlerin atanmaları, görev yerlerinin değiştirilmeleri, terfileri, haklarında disiplin işlemleri uygulanması, meslekten ihraç ve özlük hakları ile ilgili tüm konularda yetkili olan tek kurumdur. Yargıtay ve Danıştay'dan seçilen 5 asil üye, Adalet Bakanı ve müsteşarı olmak üzre 7 kişidir.

HSYK'nın Erzurum Özel Yetkili Savcıların yetkilerinin ellerinden almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu somut olayda herhangi bir müfettiş raporu olmadan, soruşturma dosyasına henüz ulaşmadan, dosya hakkında bir bilgi olmadan çok acele böyle bir karar vermiş olması, objektifliğinden, tarafsızlığından büyük ölçüde kuşku duymamıza yol açmakta. HSYK, savcıların yetkilerini elinden alırken hukuki bir dayanak bulmaya çalışıyor ve bu kişilerin yetki aşımında bulunduklarını gerekçe gösterip, savcıların yetkilerini elinden alıyor.

Yetki aşımı söz konusu mu?

Yetki ve görev aşımı konusu yargı görevi ile ilgili ve yargı süreci içinde değerlendirilecek bir konu. Yetki aşımı yargılamada her zaman karşılaşılabilecek bir olay. Somut olayda da, eğer böyle bir şey varsa bile, bu usul yasaları ile çözülebilirdi. Bu telafi edilmeyecek bir sorun değil. Şu sık sık tartışılıyor: acaba Yargıtay mı görevli yoksa başka bir mahkeme mi? Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun (CMK) 250. maddesine başvurularak açıklanıyor. Oysa 251. madde var. Bu maddeyi okuduğunuzda, Erzurum Özel Yetkili Savcıları'nın soruşturma ve işlemlerinde bir yetki aşımı olmadığını görüyorsunuz. Çok açık ve net bir hüküm var. Hep gözden kaçırılıyor.

YETKİ AŞIMINI HSYK YAPTI

Ne diyor 251. madde?

CMK 251. maddenin ilk fıkrası şöyledir: “250'nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250'nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.” Ve bu somut olayda hazırlık soruşturması yapmakla yetkili olan savcılar Erzurum'daki savcılardır.

Erzincan Savcısı'nın tutuklama işleminde bir yetki aşımı söz konusu mu?

Bu konuda şu ifade ediliyor; “tutuklama son soruşturma ile ilgili bir görevdir”. O da değil. Arama işlemi gibi, tutuklama işlemi de hazırlık soruşturmasının parçasıdır. Ortada bir yetki aşımı söz konusu değil. Durum bu iken, sadece idari görevi olan ve yargısal hiçbir görevi olmayan HSYK'nın müdahale etmesi çok büyük yanlış ve o amaçla yapılmamış olsa bile, yargıya müdahaledir. Bu karar anayasanın 138. maddesinin açık biçimde ihlalidir. HSYK'nın yaptığı işlemin yanlış olduğunu düşünüyorum. Üstelik ellerinde herhangi bir müfettiş raporu olmadan, tahkikata gerek duymadan, herhangi bir dosya olmadan bu kadar acele bir karar almaları çok objektif olmadıklarını, önyargılı oldukları anlaşılıyor.

KARAR HUKUKİ DEĞİL SİYASİDİR

Gerekçesi ne olabilir bu görevden almanın? 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk'in ifadeye çağrılması mı?

Bu konuda yapılan spekülasyonlara katılmak istemiyorum. Çünkü bilmiyorum. Yalnız buna benzer örnekler yaşandı. Pek çok nedeni olabilir. Bu dediğiniz nedende olmuş olabilir. “Bunların biraz kulağını çekin fazla üzerimize gelmesin” denmişte olabilir. Ya da şöyle bir şey olmuş olabilir; “Bu savcı irticaya göz yumuyor” denmiş de olabilir. Hatta iki savcı arasındaki kişisel ihtilaflar da olabilir. Bunların hepsi spekülasyon, bilmiyorum. Suçlayıcı da olmak istemiyorum. Şu da olabilir. Erzurum ve Erzincan Savcıları arasında kişisel husumetler de olabilir. Kasıtlı bir yaklaşım da söz konusu olabilir. Çünkü Erzincan Savcısı'nın maruz kaldığı yaklaşım oldukça hoyratça, ofisinin evinin basılması, mahkemelik olduğu savcı tarafından ifadesinin alınması vs. Bu konularda şüphesi olan HSYK, Adalet Bakanlığı ile temas geçip buraya çok acele müfettiş gönderilmesini isteyebilir ve gelecek tahkikat raporuna göre bu kararı alabilirdi. O zaman kimse HSYK'nın kararının eleştiremezdi. Ancak HSYK bunu yapmamıştır. Bu açıdan HSYK'nın görevden alma işlemi hukuki değil, siyasi bir karardır. Ortada bir yetki aşımı söz konusu ise bunu yapan HSYK'dır. Yargıya müdahale sonucu doğurmuştur bu işlem.

YÜKSEK YARGI SİYASALLAŞTI

Bütün bu gerilimin nedeni ne?

Bakın HSYK karar aldı, ardından Yargıtay, ardından Danıştay açıklama yaparak bu karara sahip çıktı. Aslında bu tablonun tek açıklaması var: Yargının siyasallaşması. Özellikle yüksek yargı için bunu söylüyorum. Yüksek yargı son yıllarda giderek artan oranda siyasal kararlar almakta ve açıklamalar yapmaktadır.

Nasıl bu kadar siyasallaşabiliyor?

Sınırsız bağımsızlıkları var o yüzden. Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay, Danıştay ve bunların bir ürünü olan HSYK tam anlamıyla bağımsız kurumlar. Hakim ve savcıların esas korkuları nedir biliyor musunuz, bakan falan değildir, HSYK'dır. HSYK, yaptım oldu dediği anda bitmiştir her şey. Bakın bir Ferhat Sarıkaya olayı yaşandı Türkiye'de. Türkiye'de yüksek yargı siyasallaşmıştır ama bu siyasallaşma var olan iktidardan yana değildir.

Kimden yana?

Gerçek iktidardan yana. Yüksek yargı şu andaki iktidarın gerçek iktidar olmadığını biliyor.

YARGININ İKTİDARI ASKERİ OTORİTEDİR

Kimdir gerçek iktidar?

Siyasetin üzerinde uzun yıllardır süren askeri vesayet var. Esas iktidar, askeri otoritedir. Onun etrafında örgütlenmiş bürokrasidir. Hatta partiler de vardır bunun içinde. Bütün bunların yarattığı bir ideoloji var. Bu ideoloji de milli iradeye pek de saygısı olmayan, güvenmeyen bir ideolojidir. Darbe anayasamızın felsefesi de budur. Açın anayasayı okuyun. Parlamentonun etkili olduğu hangi kurum var acaba? Hiçbir anayasal kurumda parlamentonun seçtiği insanlar yoktur. Ne AYM'nde var, ne Yargıtay'da, ne Sayıştay'da, Danıştay'da, ne HSYK'da. Oysa Avrupaya baktığınızda tam tersini görürüsünüz. Ben Türkiye koşullarında hepsini parlamento seçsin falan demiyorum. Böyle bir iddiam da yok ama bazı anayasal kurumlarda en azından birkaç üyeyi parlamentonun seçebilmesi milli egemenliğin bir yansıması açısından önemlidir. Özetle Türkiye'de yüksek yargı, siyasi iktidarın değil, gerçek iktidarın güdümündedir. Bunun o kadar çok örneğini gördük ki…

Mesela…

En son Danıştay kararını düşünün. Bu kararın hiçbir hukuki tarafı yoktur. Kimsenin de yararına değil. 1 milyon 600 bin genç geleceği belirsiz bekliyor. Niye, cevap yok. Mesela Anayasa Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararları veriyor. Yürütmeyi durdurma kararı Danıştay için tanınmış bir haktır, AYM için değil. Yine anayasanın 148. maddesi çok açık. AYM, anayasa değişiklerinin şekil ve esas bakımlarından anayasaya uygunluğunu inceler ve denetler der. Bu açık hükme rağmen üniversitelerde kılık kıyafet serbestisine ilişkin düzenlemeyi AYM iptal etti. AYM bizzat anayasayı ihlal etmiştir. Yine 367 kararını biliyoruz. Gelelim Yargıtay'a.

YENİ BİR ANAYASA ŞART

Evet…

Her politik konuda Yargıtay çıkıp açıklama yapıyor. Başkanlar Kurulu hiçbir yargısal yetkisi olmayan idari bir organdır. Ama onlar kendilerini hiç ilgilendirmeyen bir konuda çıkıp demeç verip açıklama yapıyorlar, politik görüşlerini bildiriyorlar. Üstelik zaman zaman da önlerine gelmesi muhtemel dosyalara ilişkin de açıklama yaparak, açıkça ihsas-ı reyde bulunuyorlar. Bu haliyle yüksek yargı toplumun gelişiminin önünde bir tıkaç işlevi görmektedir. HSYK'nın aldığı kararlar denetime tabi değil. Yani yargıçlar bakandan filan korkmazlar. Kuruldan korkarlar. Yaptım oldu dediği zaman yapacağınız bir şey yoktur. Bütün bunlar istediğini yapma hakkına sahip bir kurul görünümünü almasına yol açmıştır. Öyledir de zaten. İki tane böyle kurum var. Biri Yüksek Askeri Şura, bir tanesi de HSYK'dır. Bu iki kurumun aldığı kararlar denetim dışıdır. Bir mübaşirin sahip olduğu haklardan bir yargıç mahrumdur.

Nasıl yani?

Bir mübaşir bir haksız idari işlemle karşılaştığında iptali için idare mahkemesine başvurabilir, Danıştay'a gidebilir ve haksızlığı düzeltilebilir, yürütmeyi durdurabilir. Oysa, Erzurum'daki savcıların böyle bir hakkı yok. Ferhat Sarıkaya meslekten atıldı hiçbir yere başvuramadı. Bugün yüksek yargı kendi işini yapmak yerine, devleti idare etmeye kalkıyor. Bütün bunların önü geçmenin tek yolu var.

Nedir?

Yeni bir anayasa yapmak. 30 senedir bu toplumun önünü tıkayan, gelişmesini engelleyen darbe anayasasıdır. Halka güvenmeyen, halkı ikinci plana iten, parlamenter demokrasiyi özümseyememiş anayasanın mutlaka değişmesi gerekiyor.

Neden değişmedi anayasa?

Bunun sorumluları iktidarı ile muhalefeti ile bugüne kadarki bütün siyasilerdir, siyasettir. 30 yıldır yok konsensus sağlanmadı, yok toplumsal mutabakat sağlayamadık. Anayasanın 175. maddesinde anayasanın nasıl değiştirileceği açıktır. Meclisin nitelikli çoğunluğu ile anayasa değiştirilir. Hiç bunun lamı cimi yok. Gerekirse halkoyuna sunulur. Niye bugüne kadar buna cesaret edemedi, neden ürkek davranıyorlar?

Neden sizce?

Korkaklık. Düne kadar askerden korkuyorlardır. Bu korku da geride kalıyor. Önlerinde engel yok. Üstelik baroların, siyasi partilerin taslakları var. Üstelik bunların da hükümetin hazırlattığı anayasadan pek bir farkı yok. Bütün bu anayasalar toplanır, incelenir, ortak noktalar tespit edilir. Kim anayasanın değişmesinden yana ise çıkar ve gerekli adımı atar. Ben bu konuda samimi olmadıklarını düşünüyorum.

Endişeleri ne olabilir?

Şu olabilir. Bunu yaparsak dokunulmazlıklar konusunu ele alacağız ister istemez. Dokunulmazlık kürsü dokunulmazlığı ile kalırsa başımıza iş açarız, endişesi var sanki. Bu yüzden işi ağırdan alıyorlar. Bu endişeler sadece bu iktidar için değil bugüne kadarki bütün iktidarlar için geçerli. Mesela Siyasi Partiler Kanunu. Üstelik nitelikli çoğunluk gerekmiyor. Değiştirin bakalım. Yine seçim barajı. Siyasi istikrar sağlanmazmış. O zaman yüzde 20 yapalım tam istikrar olsun! HSYK kararlarının yargı denetimine açılmasına ilişkin yasa değişikliği çok mu zor? Büyün bunları üst üste koyduğumuz zaman anayasanın değişmesi konusunda ciddi bir isteğin olmadığını görüyorsunuz. Bu yapılmadığı sürece HSYK örneğindeki gibi haksızlıklar olur. Eğer bu hükümette samimi ise koysun taslağı ortaya gerekirse halka gitsin. O zaman toplum görsün kim darbe anayasasından yana kim değil.


HSYK'nın son kararından sonra siyasi arenada hükümet yalnız kaldı ve daha sert bir saflaşma ortaya çıktı. AK Parti'nin hükümet olması gerçek iktidar sahiplerini çok mu rahatsız etti?

Tabii. Resmi ideolojisine ters düşen bir parti AK Parti. Resmi ideoloji dediğimiz, 1961 ve 1982 Anayasaları'nın getirdiği bazı kurallar. Neydi bunlar: millete olan güvensizlik. Darbelerin mantığı da bu. Gücünü milletten değil silahtan alan güç. 1960'dan bu yana bu böyle. Totaliter, halka üstten bakan bir devlet anlayışı. Milletin iradesi ile iktidara gelen bir partiye bu felsefe ters. Bu yüzden karşılıklı olarak bir güvensizlik söz konusu. Kapatma davaları açıldı, partinin gayri meşru olduğu iddia edildi, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğundan anayasayı değiştiremeyeceği iddia edildi. Bunlar söylendiği sürece halk bunları söyleyenlere karşı olduğunu oylarıyla gösterdi. AK Parti'nin aldığı oy, bunları çok sevenler tarafından verilmedi sadece. Hükümetin aldığı oyda bu çeşit baskılardan rahatsız olanların payı var. Darbeci anlayışa karşı, dayatmacı anlayışa karşı insanlar oylarıyla tepki verdi. Yaşadığımız bu gerginlikler, bu kutuplaşmalar bu değişim isteğinden kaynaklanıyor. Yaşadıklarımız bir değişim sancısı.

KAPATMA DAVASI DA DEĞİŞİME DİRENCİN BİR PARÇASI

Bu süreç, bir kapatma davasını getirir mi?

Kapatma davaları Türkiye'nin değişimine olan direncin parçası. Bu çatışmanın parçası. HSYK'nın kararından tutun da, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına kadar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın ikide bir kapatma ile ilgili istekliliğine kadar hepsi bir direnişin, seçilmiş insanları diskalifiye etmelerinin bir göstergesi. Bu konuda yüksek yargı mesleki dayanışma ve taassup içinde götürüyorlar. Bakın HSYK, Danıştay ve Yargıtay üyelerini seçiyor. Onlar da HSYK üyelerini seçiyor. Parlamento üye seçsin, dediğiniz zaman, yargı siyasallaşıyor, deniyor. Bu ortamda yeni bir kapatma davası bu çatışmadan yeni bir cepheden başka bir şey olmaz. Ama kapatma davası hükümeti güçlendirir.

Nasıl bir değişim yaşıyor Türkiye?

Daha fazla demokratikleşme, dünyayla entegre olmuş bir demokrasiye sahip olmak istiyor. Daha fazla zengin olmak, barış içinde yaşamak istiyor. Kendi içine kapanık bir ülke olması, demokrasisi geri kalmış bir ülke olmasını kimse istemiyor. Daha özgür olmak istiyor insanlar, daha zengin olmak istiyor. Toplumdaki gelir adaletsizliğine rağmen Türkiye zenginleşiyor.

Toplumdaki değişim hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye değişiyor derken burada gerek iç politikada gerekse içerdeki sorunlara bakışta değişmeyi görüyoruz. Pek çok şeyin kapağı açıldı. Ortada eğer bazı pis kokular varsa bu yıllardır açılmamış kapakların açılması yüzündendir. Kapağı açılmadığı için çürümüş birçok mesele var karşımızda. Yıllardır “yurtta sulh, dünyada sulh” denilen geleneksel dış politikamız, dış dünyadan tecrit edilmişlik ve komşularımızın hepsi ile küslük üzerine kurulmuştur. Geleneksel dış politikamız dökülüyordu. Şimdi komşularla barış içindeyiz. Herkes bize düşman değilmiş! Bütün bunlar bir gelişme değil midir?

TOPLUM DEĞİŞİM İSTİYOR

İç politikada…

Mesela Kürt açılımı. Bazıları kabul etmese de Türkiye'de 30 yıldır iç savaş var. Binlerce insan ölmüş. Bu sonsuza kadar mı sürecek? Bunun durdurulması gerekmiyor mu? Ölen de öldüren de kendi vatandaşımız değil mi? Başarılı olur ya da olmaz, bu sorunu nasıl çözerim, demek devletin görevi değil mi? Böyle bir girişime, alternatif bir önerisi, projesi olmadan neden karşı çıkılıyor, anlamak mümkün değil. Bu işin üzerine gidilmesin, demek anlaşılabilir bir şey değil. Yine azınlıklar meselesi var. Ne oldu Gökçeada'daki, İstanbul'daki azınlıklara? Kaç kişi kaldı? Bunun da düzeltilmesi gerekmiyor mu? Aleviler yıllardır sıkıntılarının ifade ediyor. Şimdi bu yönde bir girişimin neresi kötü? Bütün bunlar değişimin arayışının göstergeleri. Ancak bu konularda çok cesur ve kararlı adımlar atılmıyor. Anayasa taslağının hazırlanıp bunun meclise sunulamaması gibi.

Muhalefet bu değişime direniyor sanki…

Ben tabii mümkün olduğunca politik konulara girmek istemiyorum. Yalnızca demokratikleşme açısından ve hukuki değerlendirmeler yapmaya çalışıyorum. Bu konuda şunu ifade etmek zorundayız: muhalefetin işi hükümeti daha ileriye itmektir. Tüm dünyada muhalefet daha ilericidir, muhafazakâr partiler bile böyledir. Hükümeti muhafazakâr olmakla suçlarlar. Oysa Türkiye'de tam tersini görüyoruz. Türkiye'de muhalefetin muhafazakâr olduğunu, hiçbir şey değişmesin, dediğini görüyoruz. Hiçbir projeleri yok, talepleri yok. Gönül istiyor ki, mesela muhalefet gelsin hükümete, bu darbe anayasasıdır, desin, şurasını şurasını değiştirelim, desin. Normal olan budur, ama burada tersi oluyor. Onlar her türlü değişime karşı.


Erzurum'daki dosya başsavcıların yetkilerinin alınmadan önce İstanbul'da sürmekte olan Ergenekon Savcıları'na iletildiği ortaya çıktı. Bu doğru bir karar mıdır?

Hukuki ve filli irtibatı nedeniyle dosyanın gönderildiği anlaşılıyor. Böyle bir irtibat varsa bu dosya kaçırmak değildir; yapılan işlem doğrudur.

Ergenekon Davası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu dava önemli. Bir anlamda toplumun geçmişle yüzleşmesi. Eğer bu yüzleşme daha önce yapılabilse idi, darbeleri, bugünlerde çıkan yeni darbe planları görmezdik. Ama şimdi bu hesaplaşmayı yaşıyoruz. Ancak bazı usul hataları yok değil. Daha titiz davranılabilir. Keşke olmasaydı diyeceğiniz şeyler de yaşanıyor. Bunun nedeni de yargı mensuplarının evrensel ölçülerde donanımlı olmamasıdır. Bir gazetecinin, bir bilim adamının gözaltına alınmasını hoş karşılamıyorum. Tutuklama en son tedbir olmalıdır. Özgürlük bu kadar ucuz olmamalıdır. Anayasal hakları kullanmayı suç gibi görmek anlaşılabilir bir şey değildir. Bu dava geçmişle yüzleşme açısından önemlidir. Dava sürecindeki dikkatsizlikler yüzünden pek çok insan beraat ederse Türkiye, hem iç kamuoyunda hem de uluslararası kamuoyunda zorda kalır.






14 yıl önce