|

Yüksek yargıya da halk iradesi yansımalı

Batı demokrasilerinde parlamentoların halkın iradesiyle ilişkilendirilmesinde olduğu gibi Anayasa Mahkemesi'nin de halkın iradesiyle ilişkilendirilmesine özen gösterildiğini ifade eden Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Serap Yazıcı, halk iradesinin yüksek yargıya da yansıması gerektiğini söyledi

Murat Aksoy
00:00 - 26/04/2010 Pazartesi
Güncelleme: 01:30 - 26/04/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Yüksek yargıya da   halk iradesi yansımalı
Yüksek yargıya da halk iradesi yansımalı

TBMM'de AK Parti tarafından hazırlanan anayasa teklifi üzerine kıran kırana bir mücadele sürüyor. Maddeler oylanırken AK Parti neredeyse bütün muhalefete karşı tek başına mücadele ediyor. Bu tabloyu nasıl okumalıyız? Meclis'teki mücadele siyasi mi yoksa ideolojik mi? Yeni bir anayasa talebine rağmen, sınırlı anayasa değişikliğine karşı bu muhalefetin anlamı ne? Bütün bunları Bilgi Üniversitesi'nden Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Serap Yazıcı ile konuştuk. Yazıcı, anayasa teklifine eleştirel bakan ve yetersiz bulanlardan birisi. Buna rağmen diyor ki Yazıcı; “Bu değişiklik 1982 Anayasası'nda çatlaklar oluşturuyor ki, bu çok çok önemli.”


* * *


Meclis'te teklif maddeleri oylanıyor. Muhalefetin sert tutumu AK Parti'ye güvensizlikten mi kaynaklanıyor?

Bunu AK Parti olarak daraltmamalıyız. Partiler düzeyinde değil, Türk siyasi hayatının akışı içinde daha genel kavramlar düzeyinde ifade etmeliyiz. Türkiye'de cumhuriyeti kuran asker ve sivil elitler cumhuriyetin o kökten modernleşme politikaları içinde modern ve çağdaş bir halkın da şekilleneceği tasavvurunda bulundular. Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Tabii AK Parti'nin parlamentoda çoğunluk oluşturması ile birlikte devlet elitleriyle halk arasındaki gerilim çok daha hissedilir hale gelmiştir. 2002 genel seçimlerinin sonuçları açıklandıktan çok kısa bir süre sonra, bu parlamento cumhurbaşkanını seçmemelidir tartışmaları öne sürülmüştü. Neden, çünkü cumhurbaşkanlığı makamının ancak devlet elitlerinin güvendiği kişiler tarafından doldurulması gerektiği yönünde bir fikir hâkimdir. 367 krizi de bunun neticesidir. Kavga da buradan kaynaklanıyor. CHP'nin tavrına da bu denklem içinde bakmak lazım.

Neden?

Çünkü CHP, bu devlet elitlerinin siyaset hayatındaki temsilcisidir. Bu yüzden, CHP'nin iktidar olmak gibi bir hedefi yoktur. Çünkü o zaten iktidardır. Kendisi muhalefette, fikri iktidardadır. Çünkü Türkiye'de iktidar ve hükümet kavramları örtüşmemektedir. Yani hükümet ve iktidar gibi birbirinden farklı iki kavramdan bahsetmiyoruz. Artık hükümet olanlar aynı zamanda muktedir olmak istiyorlar. Ve uzun yıllardan beri iktidara hükmeden seçkinler de sahip oldukları iktidar odaklarını teslim etmek istemiyorlar. Bunlardan biri HSYK diğeri de Anayasa Mahkemesi.

VESAYET ANAYASASI BİTMELİ

Tartışmalar bu yüzden mi sert?

Tabii. Bakın herkes yeni bir anayasa istiyor ama 28 yıla rağmen bu gerçekleşmediği gibi, HSYK ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili düzenlemelerin olması kıyamet kopartıyor. Türkiye mutlaka tümüyle yeni bir anayasa yapmalı, bu teklif hayata geçse bile bundan vazgeçilmemeli. Mevcut Anayasa'nın öylesine ciddi kusurları var ki, onlar kısmi anayasa değişiklikleri ile giderilemez. Yapılan değişiklikleri dikkatle incelediğinizde, yapılan bir iyileştirmeden elde edilecek fayda Anayasa'nın bir başka hükmünde yer alan bir düzenleme nedeniyle hayata geçmiyor. Çünkü 1982 Anayasası'nın en güçlü olduğu noktalar, sahip olduğu vesayetçi kurumlardır.

Nedir vesayetçilik?

Seçilmiş organlar üzerinde siyasi yerindelik denetimi yapan bürokratik varlıkları ifade etmektedir. Normal şartlarda çoğulcu demokraside de aslında seçilmiş organlar yani hükümet ve parlamento kadir-i mutlak değildir istediği politikayı elbette yürürlüğe koyamaz. Yetkileri sınırlıdır ve bu sınır hukukun üstünlüğü ilkesidir. Haliyle anayasanın üstünlüğü kuralıyla sınırlıdır. Vesayet organlarının yarattığı sınır ise ideolojiktir. Bu vesayet anlayışının kökleri 1961 Anayasası'nda yer almaktadır.

Hangi kurumlarla bu vesayet sağlanıyor?

1961 Anayasası doğrudan doğruya tek bir vesayet organı yaratmıştır: Milli Güvenlik Kurulu. Asker ve sivil üyelerden oluşan bir organdır, milli güvenlikle ilgili politikaların tespitinde hükümete yol gösterecektir. Bu kurulun verdiği kararlara bakarsak, milli güvenlik kavramıyla bağdaşmayan pekçok konuda da etkili olduğunu görürüz. Neredeyse hükümetin yanında ikinci bir yürütme oranı gibi yer almıştır. Buna ek olarak bu Anayasa döneminde de facto olarak ortaya çıkmış vesayet makamları vardır. Bunlardan biri cumhurbaşkanlığı makamıdır. Nitekim Anayasa'nın yürürlüğü süresince, cumhurbaşkanlığına hep asker kişilerin seçilmiş olması elbette bir tesadüf değildir. Çünkü TSK adına, sivil yönetim sürecinde asker kökenli biri cumhurbaşkanlığı sıfatıyla denetim rolünü yerine getirecektir. Bu Anayasa döneminde AYM de fiilen vesayet organına dönüşmüştür. AYM, bu Anayasa döneminde yetkilerini Anayasa'yla bağdaşmayacak biçimde kullanmıştır.

DARBEYE GEREK BIRAKMAYAN ANAYASA

1982 Anayasası'nın gücü bu vesayet kurumlarının varlıklarını sürdürmelerinde mi?

Evet. 1982 Anayasası seçilmiş organlara daha da büyük bir güvensizlik düşüncesiyle hazırlanmıştır. 12 Eylül müdahalesinin hemen ardından Evren, hazırlanacak yeni anayasanın, bir kez daha askeri bir müdahale ihtimalini ortadan kaldıracak biçimde hazırlanması gerektiği fikrini açıklamıştır. Gerçekten bunu başarıyla yapmışlardır. Bazı vesayet kurumları düzenleyerek, Türkiye'de artık askeri müdahale olmaksızın ama daima sistem içinde Silahlı Kuvvetler'in veya devlet seçkinlerinin iradesinin rol oynadığı bir düzen yaratmışlardır. 2007'de Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olması, 1982'de kurulan sistemi alt üst etmiştir. 367 kararına, 27 Nisan e-muhtırasına bu gözle bakmak gerek. Yani, halkın seçtiği organları denetlemek üzere yaratılmış olan bir makama, halkın temsilcisi olan yani devlet seçkinlerinin muhalefet ettiği halk çoğunluğunun temsilcisi olan bir kişinin seçimi gerçekleşecekti. 1982 Anayasası'nın yarattığı diğer vesayet kurumları, AYM ve HSYK'dır. Bugün Meclis'te görüşülmekte olan anayasa değişikliğinin, hararetli tartışmalara yol açması da bundan kaynaklanıyor.

Peki bu kurumlar Batı'da nasıl? TBMM'de görüşülen teklif bu standartları yakalamaya elverişli mi?

Teklif bu organları, Batı'daki emsallerine kısmen yaklaştırıyor. Ama peşinen söyleyelim ki teklifin içerdiği hükümler gene de bu organların Batı demokrasilerindeki emsallerine uygun bir yapı yaratmayacak. Ama gene de önemli. Çünkü, vesayet sistemi üzerinde önemli çatlaklar oluşturuyor. Ve sonrası için umut oluyor. Şimdi Batı dünyasında HYSK ile AYM'nin paraleli olan organların fonksiyonu nedir onlara bir bakalım. O organların fonksiyonu hukuk devleti ilkesini korumaktır.

AYM'DE KEMİKLEŞMİŞ ÜYE YAPISI VAR

AYM'den başlayalım...

Batı demokrasilerine baktığımız zaman, anayasa mahkemelerinin çok önemli bir yapısal özelliği var. Temel rolü, kanunların anayasaya uygunluk denetimini yapmak. Yani anayasaya aykırı görülen bir kanunu iptal ederek, o kanunun hukuk âlemindeki varlığına nihai olarak son vermek. Haliyle bir tür negatif kanun koyma fonksiyonu var. Çünkü kanunu koyan organ parlamento, onun hukuki varlığını sona erdiren organ anayasa mahkemesi. Bu yüzden Batı demokrasilerinde, tıpkı parlamentoların halkın iradesiyle ilişkilendirilmesinde olduğu gibi, anayasa mahkemesinin de halkın iradesiyle ilişkilendirilmesine özen gösteriliyor. Bazı ülkelerde, anayasa mahkemesinin bütün üyelerini parlamentolar seçmektedir. Örneğin, Almanya, Polonya ve Macaristan'da. Birçok ülkede üyelerin önemli bir kısmını parlamentolar seçmektedir. İspanya ve İtalya buna örnek verilebilir. Mesela Fransa'da Anayasa Konseyi 9 üyeden oluşur. 3 üyeyi, halkın seçtiği cumhurbaşkanı, buraya dikkat edelim, halkın seçtiği cumhurbaşkanı, 6 üyeyi ise her iki meclisin başkanları seçer. Dolayısıyla, Türkiye'deki yapı bu modellere hiç benzemiyor. Bütün üyelerin seçiminde, kendisi parlamento tarafından seçilmiş olan cumhurbaşkanın iradesi belirleyici.

Vesayet organı olduğu için...

Mahkemesinin yapısına baktığımız zaman bu organın da bir vesayet organı olarak tasarlandığını görüyoruz. Anayasamıza göre, AYM 11 asıl 4 yedek üyeden oluşuyor. Mahkemenin bütün üyelerini ya doğrudan doğruya ya dolaylı olarak cumhurbaşkanı seçiyor. Tabii bu şaşırtıcı değil. Çünkü bu anayasa düzeninde cumhurbaşkanlığı en güçlü vesayet makamıdır, vesayet makamları da cumhurbaşkanlığı makamıyla bir biçimde ilişkilendirilmiştir. Böylece mahkemeye 1 kişinin iradesinden kaynaklanan bir yapı hâkim ve o yapıda uzun seneler kemikleşmeye muktedir bir yapı. Zaten şu an ki yapı da böyle bir yapı. Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer çeşitli üyeler seçtiler ve o üyeler halen görevlerini devam ettiriyorlar.

HYSK'ya eş yapıların durumu nedir dünyada?

Dünyadaki örneklere bakalım. HSYK'nın paraleli olan, yargı konseyi olarak adlandırılan organların nitelikleri nasıldır? Her ülkenin kendi yargı sisteminin büyüklüğü ile doğru orantılı bir üye sayısı vardır. İkincisi, karma bir üye kompozisyonu söz konusudur. Yani yargıçlık mesleğinden gelen üyelerle, yargıç olmayanların birlikte yer aldığı bir yapı. Yargıdan gelen üyeler, yargının her kademesini temsil ederler, sadece yüksek yargı kuruluşlarını değil alt derece mahkemelerini varsa istinaf mahkemelerini. Üstelik bu üyeler, kendi eşitleri tarafından seçilirler. Yargıç olmayan üyeler, hukuk profesörleri, avukatlar, işletme yöneticileri gibi değişik mesleklerden gelirler ve mutlaka parlamentonun nitelikli oy çoğunluğu ile seçilirler. Burada amaç bu kuruluşa demokratik meşruiyet ve hesap verirlik kazandırmaktır. Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi bünyesinde Venedik Komisyonu ve Avrupa Yargıçları Danışma Kurulu'nun yapısına ilişkin raporlar HSYK'nın yapısının, bahsettiğim şekilde olmasını öngörüyor.

HSYK İLE KAST SİSTEMİ YARATILMIŞ

Türkiye'de HSYK ise kast sisteminin merkezi sanki…

HSYK'nın yapısı, demokratik örneklerle ve bu iki kuruluşun raporlarıyla bağdaşmıyor. Bir kez üye sayısı yargı organının hacmini yansıtmıyor. İkincisi, sadece yargıç üyeler yer alıyor ve bu yargıç üyeler, sadece yüksek yargıyı temsil ediyor. Alt derece mahkemelerinden bu organa üye seçimi söz konusu değil. Tabii daha önemlisi Yargıtay ve Danıştay bu organa üye seçiyor, bu organın da kendisi Yargıtay'ın bütün üyelerini, Danıştay'ın üyelerinin 4'te 3'ünü seçiyor. Tam bir kapalı kast sistemi söz konusu. Buna mesleki kayırmacılık diyoruz. İkincisi bu organın kararları yargı denetimine kapalı. Üçüncüsü, bu organın kararlarına karşı etkin bir itiraz mekanizması da yok. Bunun yarattığı sonuç ise hâkim ve savcıların kendilerini mesleki açıdan, bireysel olarak güvencesiz hissetmeleri. Zaten yaşadığımız örnekler de bunu doğruluyor. Ferhat Sarıkaya, Sacit Kayasu örnekleri ki bunlar kamuoyunda sıkça ifade edildiği için biz bu örneklerin farkındayız. Aslında kimbilir daha ne örnekler vardır, çünkü HSYK'nın bir özelliği de kararları şeffaf değil. Kararları yayınlanmıyor, yayınlanmadığı için ne kamuoyu bu kararların mahiyetini biliyor, ne de hâkim ve savcılar kendi meslektaşlarıyla ilgili evvelce alınmış kararların mahiyetini biliyorlar. Bunun tabii çok önemli bir sonucu var. Böylece hâkim ve savcılar gelecekte kendilerini ne tür kararların, ne tür tehditlerin beklediğini de bilmeyerek çalışmış oluyorlar.


TBMM'de görüşülen teklifi CHP Anayasa Mahkemesi'ne götürürse nasıl bir karar çıkar? Yeni bir 411 kabulle geçen yasanın iptali ile karşılaşabilir miyiz?

Bu konuda açıklamada bulunmak çok doğru değil. CHP'nin bunu mahkemeye götürmesi muhtemel. Mahkemenin üye kompozisyonu da 2008'den bu yana değişmediğine göre, o karardan farklı bir karar verebilir mi? Tereddütlerim var. Diyelim Anayasa Mahkemesi bunu da iptal etti. Peki bu iptal kararını nasıl gerekçelendirecek? Çünkü yapılan anayasa değişikliği, eğer iptal kararını HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapılandırılması yönünde verecek olursa, neredeyse varlığını inkar etmiş olur. Çünkü hem HSYK, hem de Anayasa Mahkemesi demokratikleşiyor. İkincisi, Adalet Bakanlığı Ağustos 2009'da bir yargı reformu projesi yayınladı ve HSYK'nın yeniden yapılandırılması o raporda da vardı ve o taslak yüksek yargı dahil bir çok kurumla istişare edilerek hazırlanmıştı. Kaldı ki şunu da vurgulayalım, AB 2009 İlerleme Raporu'nda bu yargı reformu projesini, içeriği yönünden destekleyen ve hazırlanmasında izlenen istişare yöntemini öven ifadeler var. Şimdi elimizde bu kadar veri varken, AYM bunu nasıl iptal edecek? Batı demokrasilerindekilere yakın bir HSYK yaratıldığı için bir iptal kararı verdiğini kamuoyuna nasıl açıklayacak? Yani daha demokratikleştiğimiz için bir iptal kararı vermiş olacak. Bu çok ciddi bir paradoks oluşturur.

Nedir?

Teklifin AYM'nin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili hükümleri, bizzat mahkemenin 2004 yılında AYM'nin yeniden yapılandırılması yönünde hazırladığı projeye tamamen uygunluk gösteriyor.

Anayasa Mahkemesi'nin kendi hazırladığı projeye…

Evet. Mahkeme 2004 yılında böyle bir proje hazırlamıştı, mahkemenin yeniden yapılandırılması konusunda. Çünkü yoğun iş yükleri var, o iş yüklerine bağlı olarak üye sayısının artmasını talep etmişlerdi. AYM'ne anayasa şikâyeti başvurusunun yapılması yönünde bir talepleri vardı. Yani teklifin mahkemeye ilişkin hükümleri 2004 projesine uygun. Bunu neden söyledim. Eğer bu teklif yasalaşır ve AYM'ne intikal eder ve mahkemede bunu iptal ederse; kendi içinde çelişkiye düşmüş olacaktır.


2011 sonrası için başkanlık sistemi gündeme geldi. Ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'de başkanlık sistemi ya da yarı başkanlık sistemine yönelik tartışmalar yeni değil. İlk defa 1980 yılının Nisan ayında bu tartışmalar ortaya çıktı. Tercüman Gazetesi ile Yeni Forum dergisinin düzenledikleri toplantılarda. Çünkü o zaman hükümet istikrarsızlığı sorunu vardı. O probleme çare bulmak için de hükümetin istikrarını garanti edeceği düşünülen başkanlık sistemi ya da yarı başkanlık sistemi tartışmaları ortaya çıkmıştı. Daha sonra anayasanın hazırlanma sürecinde Kurucu Meclis'te de bu tartışmalar tekrar edildi. Tayyip Erdoğan ise bu yöndeki düşüncesini ilk kez 2005'te açıkladı. Ve nihayet, geçtiğimiz hafta aynı öneriyi tekrarladı. Ben Türkiye'de böyle bir sistem değişikliğinin doğru olmayacağı kanısındayım.

Neden?

Çünkü, beklenen faydaları sağlamayacağı gibi, ciddi sakıncalar doğuracaktır. Bu sistemin görünen tek avantajı hükümette istikrarı sağlamasıdır. Başkan ve parlamento sabit bir süre için seçiliyor. İki organ birbirini görevden alamıyor. Tek iyi tarafı bu. Onun dışında bu sistemin dayandığı unsurlar sorun üretecek nitelikte. Mesela başkanla, parlamento çoğunluğu farklı siyasal eğilimlere sahip olduğu zaman, yasama sürecinin kilitlenme ihtimali var. Böyle bir durumda başkanlar, ülkeyi kararnamelerle yönetmeye başlar ki, bu da parlamentonun bypass edilmesi anlamını taşır. Bu yönetimde kişiselciliğe yol açar. Yönetimde kişiselcilik, Türkiye'de dikkate alınması gereken bir şeydir. Türkiye'nin siyasi kültürünü dikkate aldığımızda bu çok uzak bir ihtimal değildir. Bu sistem Türkiye'yi kişisel bir diktatörlüğe sürükleyebilir. Üstelik, Türkiye 1876 yılından bu yana parlamenter sistem deneyimine sahiptir. Bence yapılması gereken parlamenter sistemin güçlendirilmesidir. Türkiye'de başkanlık sistemini önerenler, sadece ABD'deki sistemi dikkate alıyorlar ki bence bu tek yanlı bir bakış açısı.

Neden ABD' de sistem başarılı?

ABD'de sistemin başarıyla işlemesi, pekçok faktörün bir araya gelmesinin sonucu. ABD'de demokrasi başkanlık sisteminden değil, başkanlık sistemine rağmen işliyor. Kaldı ki, ABD'de bu kilitlenme zaman zaman yaşanıyor ama sistemde kriz üretecek noktalara ulaşmıyor. Ama Latin Amerika örneklerine bakarsak, çoğu kez yasama ile yürütme sürecinin kilitlendiğini ve bu kilitlenmeyi aşmak için de askerin darbe yaptığını görü-yoruz.

Başkanlık sistemi yerine öneriniz?

Tabii ki parlamenter sistemin güçlendirilmesi. Bunun için cumhurbaşkanının yetkilerini, parlamenter sistemin gerektirdiği sembolik düzeye indirmek gerekir. Bence anayasa teklifinde en önemli eksiklik budur. Ancak şunu da görmek gerekiyor, cumhurbaşkanının yetkileri esas itibari ile 104. maddede düzenlenmiş. Dolayısıyla bu yetkiler, Anayasamızın yasama, yürütme ve yargıyı düzenleyen hükümlerinde de yer alıyor. Eğer sadece cumhurbaşkanı ile ilgili yeni bir formül belirtecek olursak, en az Anayasa'nın üçte ikisine dokunmak zorundayız.








14 yıl önce