|

Yüzde 60 doktor yüzde 40 şair

Geçmişte, gündüz Doktor Hasan Bey, gece Frankeştayn olduğunu söyleyen Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, “Gece 12'den sabah 9'a kadar yüzde yüz şairliği kabul ediyordum. Sabah 7'den sonra doktor oluyordum. 1987'den sonra şairliği kabul etmemle, yüzde 60 doktorum, yüzde 40 şair” diyor.

Emeti Saruhan
00:00 - 30/01/2011 Pazar
Güncelleme: 23:34 - 29/01/2011 Cumartesi
Yeni Şafak
Yüzde 60 doktor yüzde 40 şair
Yüzde 60 doktor yüzde 40 şair
Küçüklüğünüzde çiftçi olmak istiyormuşsunuz. Şimdi toprakla ilgileniyor musunuz?

Benim hayatım hep koltukta düşünmekle geçti. Devamlı toprağı düşünüyorum. "Dekorlar Kaldı Geride" kitabımda da yalnız tohumla ilgili bir makale yazdım. Ruhen çiftçiyim.

Çiftçilikten sonra hangi meslekleri seçtiniz kendinize?

Ortaokul 1'de diş hekimliği, Ortaokul 2'de eczacılık. Sonra doktorluk ama "Abisi tıbba girdi diye kopyacılık yapıyor, özeniyor" demesinler diye, içimde doktorluğu isteyerek ama söylemeye bahane bulamayarak 3 yıl geçirdim.

Sizi de kardeşinizi de edebiyata yönlendiren neydi? Nasıl bir ortam vardı?

Ailede bir gen vardı herhalde. Annemin bizim elimize düşmesin, parçalanmasın diye mutfağın en üst rafında sakladığı bir Ömer Hayyam kitabı vardı. Hem namaz kılardı, hem Ömer Hayyam okurdu (gülüyor). Babam da Hafız Divanı'nı arada bir açıp Farsça'dan okurdu. Benim elemanter bilgi alışım bizim sokakta oturan Muammer Kemal Özen sayesinde olmuştur. Onun sayesinde içimizde tasavvuf öğrenme hevesi 12 yaşındayken doğdu.

Çocukluğunuz için "Hacivatımsı görünürdük, bizi kasıntı görürlerdi" diyorsunuz.

Arkadaşlar arasında sevilmediğimizi hissediyorduk birkaç kişi hariç.

Neden?

Lay lay lom çocuklardı çoğu. Okul kitaplarından ne öğrendilerse dünyaları o kadardı. Vahdettin deyince hemen "hain"i bastırırlardı. Osmanlı padişahlarından bahsedince "Cumhuriyet düşmanı mısın" derlerdi.

İçinizde hep dertli esrarkeş bir müzik çalıyor. O müzik hâlâ dertli mi?

Çok değişir ama bazen bir hafta süren, bazen her gün değişen bir müzik çalar içimde. Genellikle bir yere varırken, nakil vasıtalarında çalar, sonra günün işlerine dönünce unuturum. Akşam metroyla dönünce gene çalar. (gülüyor) Ama beste değişir. Mesela Selahattin Pınar çok çalar ama Dede Efendi de vardır. En son çalan 70'li yılların müziği Avni Anıl, Yusuf Nalkesen.

Okul yıllarında ikizinizle sürekli karıştırılmak sıkıcı mıydı eğlenceli miydi?

Sıkıcı olmaya başlamıştı ama belki yokluğunu hissetsek de yokluğunu sıkıcı bulurduk. Arkadaşlar karıştırdık demeyi bıraksalar belki bu sefer de biz arardık.

Hafızanız oldukça kuvvetli. Yanılıyor muyum?

1995'e kadar. Sonra da fena değil ama çok seçkin hafıza 1995 yılından sonra yavaş yavaş beni terk ediyor onu hissettim. İnsan kundaklı devrini bildiği oğlu tıp fakültesini bitirince eski defterleri şuur altından karıştırmaya başlıyor. O zaman fark ettim ki, bir gördüğümü ikinci kez gördüğümde adıyla hatırlamıyorum artık.

Tıp oldukça yoğun bir alan. Bu yoğunlukta diğer alanlara nasıl vakit ayırabildiniz?

Benden daha çok vakit ayıranlar var. Ben tek örneği değilim. O yüzden böbürlenmek olur. (Gülerek ve espriyle sesini kalınlaştırarak) "Eveeet öyleyuum, kolumda 3 bilezuğum varr" demek istemiyorum.

Hayatınızı yüzdeye vurmanızı istesem ne kadarı şair ne kadarı doktorluk?

Ben "Gündüz Doktor Hasan Bey'im, gece Frankeştayn" derdim. Gece 12'den sabah 9'a kadar yüzde yüz şairliği kabul ediyordum. Sabah 7'den sonra doktor oluyordum. 1987'den sonra şairliği kabul etmemle yüzde verebilirim. Doktorluğa yüzde 60 veriyorum, şairliğe yüzde 40.

Sabah erken mi kalkarsınız?

Hep altı buçuk, yedide kalkarım. Hiç değişmedi, emeklilikte de rahatı bulmadım.

Futbolla aranız var mı hangi takımı tutuyorsunuz?

Sadece Galatasaraylıyım. 1946 yılından beri ama "Şu anda Galatasaray ne durumda?" deseniz bilemeyeceğim gibi önceki gece bir büyük şampiyonluk elde etse bile ertesi gün biri bana söylemezse farkında bile olmam.

Facebook'ta da hesabınız var. Gelen arkadaşlık tekliflerini kabul ediyor musunuz?

Hayır, korkuyorum. Kızım "Sen güvenlik ayarı yapamazsın. Ben biraz öğreneyim sonra sen girersin" dedi. Geçtiğimiz yıl kızıma bu hesabı açtırdım. O Edinburg'a gidip otoritesi biraz hafifleyince el yordamıyla güvenlik duvarlarını kırmayı öğrendim.

Bir kanser atlattınız.

Atlattım demek için Allah'tan izin almak gerekir. Atlattım diye çok güvenip gururlanmamak lazım. Allah atlattırdı.

Hastalığınızı ilk duyduğunuzda ne düşündünüz?

Torunumu göremeyeceğime çok üzülmüştüm. Bizim gelin 4 ay sonra doğum yapacaktı. "Şubat'a Mart'a kadar yaşarsam" iyi havasına girmiştim. Ocak'ta ameliyat oldum. Nisan'da doğum oldu. Mehveş, şimdi 4 yaşında. Yıkanıp kundaklandıktan sonra ilk benim kucağıma verildi. O kucağıma verilince ilk ağlayışı, ağzını açıp eeee diye bir ağlaması var. En tatlı musiki gibi geldi.

Yeni şiirler var mı?

2005'te şiir yazmayı bitirmiştim. Geçen sene İbrahim Tenekeci'nin zorlamasıyla yeniden yazmaya başladım. Benim eski şiirlerimi de istedi. Yırtılmaktan kurtulmuş ama ilk kitabıma da almadığım 15 şiiri çıkardım. Yeni yazılmış 16 şiir ekledim. Yayınlama kararı alırsam bir yayınlanmamış ilk şiirler, bir de 2005 sonrası şiirler bölümü olacak.


Sizin adınız Hasan Hüsrev, kardeşiniz neden sadece Hüseyin?

Onun adı aslında Hüseyin Perviz. Tarih dersinde Perviz adlı İran hükümdarının Hz. Muhammed'in mektubunu yırttığını, elçiyi zindana attırdığını öğrenince, "Ben bu isimden büyüyünce kurutulacağım" dedi. İlk baktığı dava bu oldu. Evde de akrabaları "250 lira ceza alırım" şakasıyla Perviz'den vazgeçirdi. (kahkahalar)

Bu isimler nasıl konmuş peki?

Babam “Belki memlekete geri dönerim" diye 1943'e kadar Türk uyruğuna geçmedi. Doğduğumuzda İran uyruklu olduğumuz için İran Konsolosluğu'nda kaydolmuşuz. Oradaki yeni devirde de milliyetçilik başlamış. Hasan, Hüseyin adı eski devirde mübarek ve yeterliyken “Birine Hüsrev koyacağız, birine Perviz" demişler.


Prof. Hasan Hüsrev Hatemi ile Erciyes Kitap Kafe'de, üzerine yerleştirilen küçük bir isim plaketi ile kendisine ayrılmış olan masasında buluştuk. Çocukluğundan içindeki müziğe, dualarından rüyalarına kadar uzanan çok keyifli bir sohbet yaptık. Bu arada Hüsrev Bey, bir kitapta Ahmet Haşim'in yanlış yazılmış şiirini “Ruhu rahat etsin” diyerek düzeltti. Bu sohbetle Hüsrev Hatemi'nin bazı yönlerine ilk defa şahit olacaksınız ama keşke siz de bizzat kendisiyle sohbet edebilseydiniz.


İstanbul'un lezzetleri deyince aklınıza neler geliyor.

Bayrampaşa enginarı, Kanlıca yoğurdu, Eyüp'ün yoğurtlu kebabı... Meşhur bestekar Mustafa Itrı Bey'in Bakırköy gibi boş arazilerde bahçesi vardı. En kokulu armutlardan birbirine aşılaya aşılaya Mustabey Armudu'nu türetiyor. Ama Mustabey Armudu'nu devam ettiren bahçıvanlar kalmadı.

50 yıl önceki İstanbul'la şimdiki İstanbul'u karşılaştırır mısınız?

Çamlıca'ya gidince hiç kenarında köşesinde çirkin bir bina yoktu, hatta binalar çok azdı. Yakacık'a giderdik, ağaç denizi gibiydi ortalık. 1974'de ağaç denizinde kısmen delikler oluşmuştu. Bir de 1999'da gittim. Berbat. Eski Çamlıca ile en ufak ilgisi yok. Yayın kuleleri insanı çirkinliği ile etkiliyor.

İstanbul'un sokak davranışlarının gittikçe bozulduğundan şikayetçisiniz. Şimdi durum ne?

Hafif bir düzelme görüyorum. Siyasi olmamak için 2003'ten sonra demek istemiyorum ama galiba bir eskiye dönüş var AK Parti'nin modere edici havasıyla. Mahalle baskısının aksini söylüyorum. 1960'larda Müslümanlara uygulanan bir mahalle baskısı vardı, o gitti.


Prof. Hüsrev Hatemi dualarından bahsederken gördüğü çok ilginç iki rüyasını da anlattı. Önce yer vermemi istemedi. Sonra iyi bir Müslüman olmadığı şerhini düşerek, kabul etti. "Ya Hayy, Ya Kayyum'u elimden geldiği kadar içimden geçirmeye çok meraklıyım. Dua konusunda Allah'a bırakan tipte dua ediyorum. Münasibi neyse onu yap diye. 2007'de ameliyat olurken de ona bıraktım. Ameliyatın üçüncü gecesi çok şiddetli, dayanılmaz ağrılar başladı. Ağrı içinde 2-3 dakikalık bir uyku bastırmış. Birdenbire karnımın üstünden tavana kadar dev bir ekran belirdi. Altında da "Cancel" ve "Accept" diye birer buton yanıyor. Kulağıma bir fısıltı "Bu senin için ameliyat sırasında edilen dua. Kabul ediyor musun, red mi?" O sese "Gerçekten çok halsizim, biliyorsunuz. Hem duaları kabul etmek benim yetkim değil" dedim. Birdenbire ekran kayboldu ve ağrılarım geçti. Buna benzer bir rüya da bundan bir yıl sonra gördüm. Bir caddede, oldukça dinamik adımlarla yürüyorum. Birdenbire bir düğmeye basılıp elektrik kesilmiş gibi ortalık mavi, yeşil, gri karanlığa gömüldü. İnsanlar sessiz, kayarak gibi yürüyorlar. Ben de sessiz yürümeye başladım. "Ölüm bu işte, ben yolda yürürken öldüm" dedim ve buna da içimde tam inanç hasıl oldu. "Bir morga gireyim beni yerden toplamasınlar" dedim. Morgun kapısını çaldım. Görevli kapıyı açtı. "Buraya uzanabilir miyim, öldüm" dedim. Uzanır uzanmaz içimde büyük bir sıkıntı başladı. Ben şimdi kalkış gününü bu sessizlikte nasıl bir can sıkıntısıyla bekleyeceğim. Allah'a mı müracaat etsem. Birden aklı selim kulağıma fısıldadı. "Hayır yıkanmadan olmaz, cenaze namazın bile kılınmadı." Peygamber'e mi müracaat etsem? "Hayır. Nedir bu acelen. Herkes bunu çekmişken sen neden bu şımarıklığı aceleyi gösteriyorsun. İç rahatlığına kavuşmak için daha senin için hiçbir şey yapılmadı" diye fısıldadı o ses. Bu sefer bir "Ya Ali" dedim. Ne hayır, ne bir şey. Tekrar bir "Ya Ali", gene sessizlik. Son bir gayret, "Ya Ali." Birdenbire "Selam" diye cevap geldi. İçim rahatladı. Kendimi ermiş gibi gösterdiğim zannedilmesin. Kaliteli bir Müslüman hayatı yaşamıyorum.



13 yıl önce