|
Altın Buzağı’dan Kızıl Düveye

Tevrat’ta Hz. Musa’ya verilen kurban emrinin ve bir uygulamasının Kur’an’daki tashihinde mit ve kıssa farkıyla vurgu yapmamızın nedeni, “kahramanlar ve efsaneler devrinin hikayesi; masalımsı, gerçek olmayan şey, Fiziki ve felsefi genel bir konuyu alegori şeklinde işleyen hayal ürünü eser…” olarak tanımlanan mite (Fr.: mythe; Yun.: mitos; Arp.: usture’ye) yalan, uydurma anlamının verilmesidir.

Bize göre mit ise “yalan” değil, ilk-el bilgilerde (bunların bir kısmı ilahî / nebevî de olabilir) zaman içinde yapılan bir dizi tahrifata rağmen doğruluğuna inanılan “yanlış”tır. Nitekim kadim zamanlarda tarih ilminin kuruluşuna hizmetle, günümüzdeki “history” (İng.) kelimesine kaynaklık eden Arapça “usture” kelimesi de bunu gösterir.

Bu nedenle biz, Tevrat yazıcılarının eliyle tahrif edildiği (yanlışlıklara bulandığı) sabit olan ilgili haberleri ne reddederiz ne de onaylarız. Ta ki, Kur’an’da ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın haberlerinde, tahrif yoluyla yanlışa bulanmış ve dolayısıyla mitleştirilmiş ya da hâlen mitleştirilmeye açık bulunan bir bilgi tashih edilmişse, mezkur reddetmeme ve onaylamama tutumumuzu aşıp, Kur’an’la ve nebevi haberle geldiği için doğruluğuna -iman ettiğimiz bu bilgiyi kendi hakikati ve hikmeti yönünden anlamaya çalışırız.

Önceki birkaç yazımızda işlediğimiz Tevradî kurban konusunu mit, onun Kur’an’la tashihini ise Kıssa şeklinde ayırmamızın nedeni budur. İlahî bir hakikat olarak Kıssa’nın hikâye anlamına gelmediğini, hikâye etmenin sadece insana verilmiş bir özellik olduğunu ayrıca işlememize de sanırız gerek yoktur.

Yahudi kelamcısı Maimonides’in önceki yazımızda zikrettiğimiz Musevî şeriatta dört ayaklı hayvan türlerinin kurban edilmesi emriyle, önceki inanışlardan kaynaklanan inanışların ya da kültürlerin kırılmasının hedeflendiğine dair görüşü, yine Tevrat’ta yer alan ama en doğru şekliyle Kur’an’da anlatılan (Taha, 20:83-98) Altın Buzağı kıssasıyla teyit edildiğine göre, biz de aynı bağlamdaki (boğaya tapınma huyundaki) bir depreşmenin Yahudiler için her devride mümkün bulunduğunu, zamanımızdaki Siyonazilerin medya ortamına sürdükleri Kızıl İnek mitinin de bunun açık bir işareti olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira birinin altınla, diğerinin genetiğini değiştirerek “yapmak / yaratmak” istediği şey mesajda ortaktır. Bu nedenle Altın Buzağı’nın Sâmirîsi ile Kızıl Düve’nin Siyonazisi aynı soydandır.

Yasin Meral’in Sâmirî’nin Buzağısı adlı kitabında (Ankara Okulu Yayınları) verdiği şu bilgiler de bizim Maimonides’ten hareketle zikrettiğimiz görüşü ve bugün için Siyonazilere yüklediğimiz yeni Sâmirî rolünü doğrulamaktadır:

“Yahudi kaynaklarında yer alan bazı rivayetlere göre, İsrailoğullarının Mısır›dan çıkışlarından çok önceleri yaşamış Apis adında çok meşhur bir sihirbaz vardır. Apis, sihri sayesinde her yıl belirli bir günde sabah vakti Nil’den boğa çıkarmış ve boğa havada uçmuştur. Onun ölümünden sonra Mısırlılar o Apis’in anısına şarkılar söyleyerek ve buzağının etrafında dönerek kutlamışlardır. Böylece Apis boğa kültü ortaya çıkmıştır. Çölde de buzağının tercih edilmesi böyle bir tarihi arka planla irtibatlandırılmıştır. Yahudi filozof Philo da (ö. 50) buzağının Mısırlıların kutsal boğalarını temsil ettiğini belirtmektedir. (…)

(Kur’an tefsirlerinin pek çoğunda) Sâmiri’nin ineğe tapan bir kavimden olduğu ifade edilmektedir. Bu çerçevede özellikle buzağının tercih edilmesi de geldiği kavmin inancıyla açıklanmaktadır. Bu da açıkça ifade edilmese bile boğa kültüne işaret etmektedir. Bazı modern tefsirlerde ise Apis boğası ismen zikredilmektedir. Hz. Musa ile Sâmiri’nin diyaloğundaki bazı detaylar, buzağı tercihiyle ilgili birtakım işaretler içermektedir. Hz. Musa, buzağı putunu yakıp küllerini su birikintisine savuracağı esnada bu putun Sâmiri’yle olan ilişkisine dair ‘Tapınıp durduğun ilahına bak! (…)’ ifadesini kullanmaktadır. Metinde geçen ‘zalte aleyhi âkifâ’ ifadesi, süreklilik ifade etmekte olup, Sâmiri’nin buzağı putuyla geçmişten gelen ünsiyetine işaret etmektedir.

Yahudi kaynaklarında buzağının Mısır inancıyla ilişkilendirilmesinin yanı sıra bizzat Yahudi mistik düşüncesiyle açıklandığı da görülmektedir. Bilindiği üzere, Tanrı’nın tahtını temsil eden göksel varlıklar (hayot), Yahudi mistik geleneğinde önemli yer tutmaktadır. Bunun temeli, Hezekiel Kitabı’ndaki manevi müşahedelere dayanmaktadır.”

Bu bilgilerin devamında önceki yazımızda Bakara 2: 67-78’den mealini naklettiğimiz Altın Buzağı Kıssası’ndaki diyaloglardan, Samiri olarak bir Siyonazinin şirki / küfrü depreştirme özellikleriyle, şer yüklü sıfatlarını da öğreniriz.

#Yahudi
#Tevrat
#Ömer Lekesiz
٪d يوم قبل
Altın Buzağı’dan Kızıl Düveye
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon