|
“Ordan bir Cumhuriyet versene Mehmet...”

Kaç gazete bayiinde her sabah bu cümle söyleniyor kim bilir?

Muhtemel cevaplardan biri de “Al Mustafa abi... bozuk yok muydu?” oluyordur.

Önceki gün Cumhuriyet gazetesini satın alan beş bin erkeğin adı Mehmet, Mustafa, Ahmet, Ali veya Hüseyin’di.

Aynı gazeteyi alan yaklaşık sekiz bin kadının adı da Fatma, Ayşe, Emine, Hatice veya Zeynep’ti.

Çünkü ülkemizde her beş erkekten biri ve her üç kadından birinin adı yukarıdaki isimlerden oluşuyor.

Onları takip eden sonraki isimler de yine ağırlıkla İslam tarihinden.

Ne tuhaf değil mi?

Yaygın olarak Martin, David, Michel, Bernard, Anne, Carol, İsabeu, Eliza gibi isimlerin kullanıldığı Fransa’daki bir mizah dergisinin bu topraklarda adı geçince içi titreyen, en azından salavat getiren veya eli kalbine giden, ayak ayak üstüne oturuyorsa şöyle bir toparlanan insanların Peygamber’iyle ilgili tasvirini, çizimini burada yayınlamak ne tuhaf...

İnsan duygularını diliyle ve tabii ki sevgisini de en çok isimlendirirken belli eder.

Çocuğuna isim koyarken.

Bir memlekette açık ara ilk beş erkek ismi bizzat Peygamber’inin ve onun sevgili yoldaşı, damadı ile sevgili torununun ismiyse...

Kadın isimleri açık ara Peygamber’in kızı, annesi, torunu ve eşlerinin ismiyse bunun ne anlattığı çok açık değil mi?

İzaha gerek var mı?

Bizzat o gazeteyi alan kadın ve erkeklerin neredeyse yarısı bu isimleri veya yakın anlamlardaki adları taşıyorsa bunu niye yaparsınız ki?

Belli ki o gazeteyi basan işçiler, paketleyen ameleler, taşıyan kamyoncular, büfede satanların çoğunun adı yine ya Mehmet ya Mustafa, ya Ahmet, ya Ali, ya Hüseyin.

Çaycısı, temizlikçisi değil sadece dizgicisi, mizanpajcısı belki reklamcıları muhabirleri kimi yöneticileri arasında da yine Fatmalar Emineler Ayşeler ve diğerleri var...

Bizzat kendi künyesinde iki Mustafa, bir Ali, bir Ayşe yok mu hatta?

Bir stadyumda ‘Mehmet’ diye bağırsan neredeyse her on beş kişiden biri dönüp sana bakıyor özetle...

Bir konfeksiyon atölyesinde Fatma diye seslenmek ne mümkün? Her dokuz işçiden biri kendinin çağrıldığını sanıyor...

Bunu bir de Martin veya Carol için deneyelim isterseniz?

Herkes bakacaktır, “Ne diyo bu?” diye...

Hakikatten özgür, demokratik, çoğulcu, ultramodern meslektaşlar, “Ne diyorsunuz?..”

O’nun doğumunu, hayatını ve bu mucizeyi onlarca Mevlid yazarak, sonra bir araya gelerek kâh ağlayarak kâh neşeyle kutlayan bir millete bunu reva görmek neyin nesidir?

Gözü gibi sevdiği askerine Mehmetçik adını veren bir millete...

Düşünce özgürlüğünün sınırlarının kendi milletinin anasından babasından canından kıymetlisine hissettiklerinin üzerine çıkarmaya çalışmak gerçekten düşünce ve basın özgürlüğü mü?

Zaman böyle mi geçecek?

Tarih böyle mi yazacak sanıyorsunuz gerçekten?

Öyle olmayacak ama...

O “devrim yaptım” hissi veren heyecanlarınız azalarak yok olacak.

Geride sizin hislerinizden çok meselâ Gölbaşı’nda ilk maaşını almış biri başörtülü diğeri açık iki genç kızın ellerindeki küçük tomarlar halindeki yirmişer lirayı kahkahayla sayarken mutlulukları kalacak.

“Ne tabular devirdim” kof böbürlenmesi uçup gidecek.

Yan apartmanınızdaki ihtiyarın tek öğünü olan çorbasını kaşıklarken dudaklarından dökülen Besmele kalacak göğümüzde çakılı olarak.

Unutulacaksınız.

Biz de unutulacağız.

Artistik patinaj dalında alabileceğiniz ödüller ya da bizzat bu yazı da unutulacak.

Geride sadece bu toprakların Hazreti Peygamberine duyduğu ölçüsüz sevgi kalacak.

Değil mi ki meselâ Şeyh Galib’in Naat’ında yazdığı gibi ‘O’nun sayesinde ümitli, başkasına bakmaya hiç ama hiç gerek duymayan bir ümmet’ onlar.

#Cumhuriyet gazetesi
#Peygamber
#Gölbaşı
9 yıl önce
“Ordan bir Cumhuriyet versene Mehmet...”
"Büyük Felaket" ve 10 Nisan Sivas
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!