|
Yatırım grevi

Türkiye Ekonomi Modelinin devamlılığını neden sağlayamadığını konu alan yazıma birçok tepki geldi. Kimisi değerliydi kimi üzerinde ise durmaya gerek yok. O yüzden konuyu belki de son kez ama anlaşılır olmak kaydıyla bu sefer daha teorik olarak ele almak istedim.

İlk günden bu yana eleştirinin önemli bir başlığı olan zamanlama meselesi pazar günkü yazımla beraber gene karşıma çıktı.

Zamanlamayı tartışanlar aslında modeli reddetmiyor denebilir. Uygulama zamanını yanlış buluyorlar.

Fakat zamanlama eleştirisi olanlara geçen yazımda bir miktar cevap üretmiştim sanırım. Pandemi, Ukrayna-Rusya Savaşı, Asrın Afeti gibi olaylar modelin terki için değil, uygulanması için gerekçe gösterilebilirdi.

Asıl gözden kaçan husussa modelin 11 yıl boyunca cari açığın sürekli azalıp en sonunda artı verdiği bir yıldan itibaren Modelin uygulanmaya başlamasıydı. KOSGEB’in onlarca yıllık emeği gibi birçok başka bileşenin de analize dahil edilmesi gerekir, bunu da söyleyeyim.

Yani modele zamanlaması yönünden eleştiri yapmak aslında hep yersizdi. Daha iyi bir zamanlaması olamazdı çünkü. En azından bana göre.

Modelin almak istediği asıl sonucu alamaması zamanlama problemi değildi. Sorun 2013’ten bu yana süren tarihin en büyük “
yatırım grevlerinden”
birisini bitirmek için uygulamaya alındığı halde bitiremeyip bilakis grevi azdırmasıydı.
Sıklıkla
Kalecki
ile anılan literatürdeki yatırım grevi kavramlaştırması kapitalistlerin güç kayıplarını telafi etmek için başvurdukları bir enstrüman olarak ifade edilir. Kalecki’ye göre kapitalistlerin güç kaybı artan yatırımdan ve yayılan refahtan kaynaklanır. Yatırım grevi refleksi, yayılan refahın kapitalistler için sevimsiz olması nedeniyle yapılır. Kalecki, parasal ve politik ilişkilere tepki olarak da bu greve gidebileceklerini göz ardı etmez. Alternatif kârlılık alanlarına açık olup olmadıklarınıysa öngörmez. İlave kârlılık kaybını bu grevin maliyeti olarak gördüğü de ifade edilebilir ki her grev maliyetlidir.

Türkiye’de 2013’ten bu yana öyle bir yatırım grevi görüldü ki hem yayılan refah kapitalistleri rahatsız etti, hem parasal sisteme, hem politikanın yönüne tepki verdiler. Kombo…

Parasal sistem ve politika kısmına ikna etmeme sanırım gerek yoktur. Yayılan refaha tepki verdiklerini anlamanız içinse bir tek örnek vereceğim; Türkiye’nin her ile üniversite girişimine getirilen faşist eleştiri… (İyileştirmek adına yapılan eleştirileri ayrı tutuyorum.)

2013 yılı
IMF
ile stand-by anlaşmalarının sonu ve milli ekonomi mefkuresinin başıydı. Mesele hep IMF üzerinden yorumlandı. Belki de o yorum doğrudur ama ben kapitalizm söz konusuysa, hep mesafeli olduğum, sermayenin milliliği üzerinden konuyu tartışmayı daha uygun bulurum. En basitinden İsrail ile ticaretin
hükümet eliyle
durdurulmak durumunda kalınması bir örnek olarak gösterilebilir. Milli tavra uygun olarak işletmeler kendileri ilişkiyi kopartabilirdi.

Kapitalizm konuyu öyle ileri sardı ki sermayenin milli olması ancak ve sadece kapitalizmin medeniyet değerlerine rağmen kendi medeniyet değerlerine tutunabilen istisnai sayıdaki sermayedarlarla sınırlı kaldı. Emekçiler o kadar ileri gidemedi, milli kaldı. Emekçiler kapitalistleşmişseydi de başka kurtarırları yoktu zaten, onu da söyleyeyim.

Yani bence sorun IMF değil, sermayenin kendini rassal görmesi ve kaynaklarından beslendiği ülkeye dair milli ruhunun kalmamış olmasıydı.

Üstelik grev milli ekonomi mefkûresine sığınıp gene aynı mefkûreye saldırdı, hala da devam ediyor. Aslında kapitalistler kendilerini yok ediyor. Kapasiteleri bu kadar. Şimdi konkordato ilan edenlerin greve uymayanlar olmasına bakıp sevinmeleri boşa...

Fakat Türkiye’nin deneyimlediği bu grev öylesine şiddetliydi ki; grevi yapanlar Kalecki’nin düşündüğünün aksine kârlılıklarından bile fedakârlık yapmadılar. İsmet Özel’in dediği gibi söylersem “ne banka hesaplarına zeval geldi ne sosyal hayatlarına...” Hatta bilakis...

Belki bu yüzden bu grev, halen devam eden bu grev, tarihteki en şiddetli yatırım grevidir. Belki de grevi mümkün kılan, ömrünü uzatan ve hem toplumu hem ekonomi yönetimini karşılarına almalarını sağlayan olgu alternatif kâr alanlarının sonuna kadar lakaytça açık olmasıdır.

Kalecki’den ayrıldığım ilk husus budur. Kapitalistler grevde oldukları halde servetleri büyüdü. Hatta grev sayesinde büyüdü.

Hele de bu greve son vermek için Türkiye Ekonomi Modelinin düşük faiz politikası önerilip tedbirler alınmayınca grev en şiddetli seviyesine ulaştı.

Hanehalkı kredi alamazken aldıkları kredilerle henahalkının içinden geçtiler. Grevi bitirip yatırımları artırması için önerilen Model, tam tersinden greve enerji sağladı, olağanüstü bir ivme kazandırdı. Döviz tevdiat hesabı açılmasının serbest olması, konut piyasasının lakaytlığı, otomotiv endüstrisini kapitalistlerin domine diyor olması, finans kesimine tam hâkim olmaları, ülkenin üretim gücünü perakende zincirleriyle yağmalamalarının önüne geçilememesi falan derken iş rayından çıktı. Enflasyonu onlar istedi. Grevi finanse ettikleri borçlarını önemsizleştirdiler.

Bir de kapitalist oldukları halde enflasyonun düşmesini bekleyenler var. Sanırım mevzuyu anlamıyorlar. Yahut bu tarafta da olmak istiyorlar.

Kapitalistler kapitalistliğini yaptı yani. Yılan gibi soktular. Bu paragraftaki ikinci cümle birincisinden çok hafif olduğu için eleştirimi makul bir okuyucunun düşüneceğinin aksine şiddetli saymıyorum.

Peki, çözüm ne? Kapitalist greve kapitalizm zaviyesinden çözüm;
ithalattır
. Bu grev uzarsa ithalat başlar. İthalatı gevşetmenin kendisi değil, haberi dahi enflasyonu düşürür. Grevi yıkmak bu kadar kolay. ÖTV’de kalkarsa enflasyon bir daha da kalkamaz zaten. Bu çözüm işletilirse grevi yapanlar kendilerini kurtarmış ama kendi nesillerini ateşe atmış olduklarını görür.

Gerçek çözümse bu değil. Kapitalizmden çözüm umacak değilim. Gerçek çözümü ararkense hem Kalecki’den tekrar ayrılıyorum hem de Keynes’den uzağa düşüyorum. Faiz bahsinde zaten hepsinden ayrılıyorum.

Böylece Çin üzerinden modellenip önerilen komünal-kapitalizme de mesafe koyuyorum.

Yatırımın toplumsallaştırılmasını,
devlet erkinin değil, sivil toplumun inisiyatifine tevdi etmek gerektiğini değerlendiriyorum.
Kapitalistlerin karşısına sivil toplumun kendi varlığı çıkmalı diyorum. Salt müessesenin sahibi olarak değil, demokratik bir yönetişim deneyimi ve etkin piyasa regülatörleri olarak. Piyasayı lakayt olmaktan serbest olmaya getirecek aktörler olarak.
Kooperatiflerin
etkin olması gerektiğine inanıyorum.
Osmanlı’nın
üçüncü sektörünü
yani vakıfları kapitalizmin arzusuyla yıktık. Yerine ise bir alternatif koyamadık. Oysa kapitalizmi ithal ettiğimiz Avrupa koymuştu. Bir şeyleri tartışmak için tam yeri, tam zamanı. Belki ekonomiye dair her şeyi…

Gecikirsek daha çok kere yatırım grevleri, bunun doğal sonucu olarak daha çok kere enflasyon afeti, buna bağlı olarak medeni bir yaşamı finanse etmenin gittikçe artan güçlüğünü ve eşitsizliğin kendi hakkaniyetinden daha çok uzaklaştığını görürüz.

#Ekonomi
#IMF
#Yusuf Dinç
12 gün önce
Yatırım grevi
Türkiye’nin askeri darbe hafızası ve 12 Eylül
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?
Birliğe çağrı
Adamın adı Filistin